MECMAU ZEVAİD |
NÜBÜVVET ALAMETLERİ |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Peygamberliğine Dair Ehl-i Kitap Nezdindeki Bilgiler
13883. Bedir savaşına
katılanlardan olan Seleme b. Selame b. anlatıyor: Abdü'l-Eşhel oğullarından bir
Yahudi komşumuz vardı. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber
olarak görevlendirilmesinden kısa bir süre önce, bir gün, Abdü'l-Eşhel
oğullarının toplantı yerinde ayağa kalkarak bir konuşma yaptı.
Ben o zaman oradakilerin
yaşça en küçüğü idim. Üzerimde, ailemin avlusunda üzerine yatılarak kullanılan
birhırka vardı. Bu Yahudi. öldükten sonra dirilmeden, kıyametten, hesap ve
mizandan, cennet ve cehennemden bahsetti. Bunları da öldükten sonra dirilmeye
inanmayan putperest kimselere hitaben konuşuyordu. Ona: "Yazık sana!
İnsanların öldükten sonra dirileceklerini, cennet ve cehennemin olduğu bir
hayatta insanların amellerinden dolayı hesaba çekileceklerini söylüyorsun, hiç
olacak şey mi!" diye çıkıştılar. Ama kendisi: "Bütün bunlar olacak!"
dedi ve ekledi: "Adına yemin edilene and olsun ki, kişi ister ki, büyük
bir tandır ateşi yakılıp içine atılsın, sonra da üzeri toprakla örtülsün sonra
o günün ateşinden kurtulsun!" Oradakiler: "Peki bunun alameti
nedir?" deyince o: "Ülkenin şu tarafından gönderilecek bir
peygamber!" dedi ve eliyle Mekke ve Yemen tarafına işaret etti. Onlar:
"O peygamberi ne zaman görürüz?" diye sordular. O da -içlerinde en
küçüğü olan- bana işaret ederek: "Bu çocuk eğer ömrünü tam olarak yaşarsa
o peygambere ulaşır!" dedi.
Seleme dedi ki: Allah'a
and olsun ki, aradan çok zaman geçmeden Yüce Allah, Hz. Peygamber'i (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gönderdi. Ki o, aramızda yaşayan biriydi. Biz O'na iman
ettik, ama o Yahudi kıskançlığından ve hasedinden ötürü O'nu inkar etti. Ona:
"Yazıklar olsun sana! Onun hakkında bize bir şeyler söyledin, ama kendin
O'na iman etmedin" dediysek de o: "Evet dedim; ama bu, o sıfat ve
özelliklere sahip olan peygamber değildir!" dedi.
*Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir.
13884. Ahmed'in bir
rivayetinde ise Ümmü Seleme'den aynı şekilde şu hadis verilmiştir: Abdü'l-Eşhel
oğullarından bir Yahudi toplantı yerinde bize: "Harem'den çıkacak
Kureyş'li Peygamber'in gölgesi üstünüze düştü" dedi ve meclistekilere
dönüp bana işaret ederek "Eğer ona biri yetişirse bu genç yetişir!"
dedi. Nihayet Yüce Allah, Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye
getirdi. O Yahudi'ye "İşte Peygamber geldi!" dedim. O da:
"Allah'a and olsun ki o, odur!" dedi. Ben: "Peki niçin İslam'dan
uzak duruyorsun?" dedim, "Vallahi Yahudiliği bırakamam!"
karşılığını verdi.
*Ahmed'in ravileri, ibn ishak hariç, Sahıh ravileridir.
Ahmed, hadisin sema yoluyla alındığını açıklamıştır.
13885. Abbas b. Abdilmuttalib
bildiriyor: (Babam) Abdülmuttalib anlattı: Yiyecek temini için yaptığım
yolculuklarımdan birinde Yemen'e gitmiştim. Oraya vardığımda yahudilerden bir
adama misafir oldum. O sırada havra mensuplarından biri beni görüp benim
nesebimi sordu; ben de söyledim. Bana: "Senin bazı yerlerine bakmama izin
verir misin?" diye sordu. Ben de: "Avret yeri olmadıkça olur!"
dedim. Önce burun deliğimin birini açıp baktı. Sonra diğerine baktı ve şöyle
dedi: "Tanıklık ederim ki senin-bir elinde saltanat, diğerinde
peygamberlik var! Zira biz bunu kesin olarak Zühre oğullarında görüyoruz. Bu
nasıloldu?" Ben:
"Bilmiyorum!"
dedim. "Saatin var mı?" diye sordu, ben: "Saat ne ki?"
dedim, "Zevce!" dedi. Ben de: "Şu anda yok!" dedim.
"Döndüğünde Zühre oğullarından evlen!" dedi." Nihayet
Abdülmuttalib döndü ve Zühre oğullarından Abdimenaf'ın oğlu Vüheyb'in kızı Hale
ile evlendi. Hale ona Hamza'yı doğurdu. Oğlunu da Vehb'in kızı Amine ile
evlendirdi. Kureyşliler bundan dolayı: "Abdullah babasına havladı!"
dediler. Amine ona Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i doğurdu. Hamza da
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in süt kardeşi oldu. O ikisini Ebu
Leheb'in cariyesi Süveybe emzirdi. Hamza, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den daha yaşlıdır.
*Taberani rivayet etmiştir. Senedinde Abdülazız b. imran
vardır ki metruk bir ravidir.
13886. İbn Mes'ud
anlatıyor: Yüce Allah, bir adamı cennete sokması için Peygamberini (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gönderdi. Peygamber, gidip kiliseye girdi. Baktı ki orada
yahudiler var. Bir yahudi de onlara Tevrat'ı okuyor. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in sıfatına geldiklerinde okumayı bırakıp sustular. Kilisenin
bir köşesinde de hasta bir adam vardı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Size ne oldu ki sustunuz?!" diye sordu; hasta adam da:
"Doğrusu onlar bir peygamberin sıfatına geldikleri için sustular!"
dedi. Sonra Yahudi sürünerek geldi ve Tevrat'ı alıp okudu. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve ümmetinin sıfatlarına gelince: "İşte
bu, senin ve ümmetinin sıfatıdır! Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka hiç bir
ilah yoktur ve sen de Allah'ın resulüsün." Adam bunu deyip öldü. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Kardeşinize (cenazesinin
kalkması için ona) velilik edin!" dedi.
*Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Senedinde Ata b.
es-Saib vardır ki ahir ömründe ezberi bozulmuş bir ravidir.
13887. Ebu Süfyan b.
Harb anlatıyor: Umeyye b. Ebi's-Salt da onun yanında Gazze ya da Kudüs'teydi.
Onunla birlikte dönerken, yolda bana dedi ki: "Ey Ebu Süfyan! Var mısın
arkadaşları geçip ileriye gidelim de seninle biraz sohbet edelim?" Ben de
"Olur" dedim. Böylece kafileyi geride bırakarak söyleşmeye başladık.
"Ey Ebu Süfyan! Bana Utbe b. Rebia'yı anlat" deyince ben: "Utbe
b. Rebia'nın nesini?" dedim.
"Hem ana, hem baba
tarafından soylu mudur? Haramdan ve haksızlıktan sakınır mı?" deyince
"Evet" dedim. "Yaşlı ve şerefli biri midir?" deyince
"Evet, öyledir" dedim. "Yaşlılık ve şeref, onu
hafifletmiştir" deyince ben: "Yalan söylüyorsun. O, yaşlandıkça
şereflenmiştir" karşılığını verdim.
"Ey Ebu Süfyan! Bu
öyle bir söz ki, Hıristiyan olduğum günden beri böyle bir söz işitmiş değilim.
Acele etme de sana haber vereyim" deyince ben: "Haydi, anlat
bakalım" dedim. Başladı anlatmaya:
Bizim Harem ahalisinden
birinin peygamberlikle görevlendirileceğini kitaplarımda okuyordum. O
peygamberin ben olacağımı sanıyordum. Sanmaktan öte buna inanıyordum. İlim ehli
kimselerle bu konuyu tartıştığımızda, o peygamberin Abdi Menaf oğullarından
biri olacağı anlaşıldı. Abdi Menaf oğullarına baktığımda, bu işe Utbe b.
Rebia'dan daha uygun biri bulunmayacağını gördüm. Onun yaşlı olduğunu ve 40
yaşını geçtiği halde kendisine henüz vahiy gelmediğini bana söylendiğinde, onun
beklenen peygamber olmadığını anladım."
Ebu Süfyan dedi ki:
Zaman ağını örüp gitti. Nihayet Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
vahiy geldi. Günün birinde bir ticaret kervanıyla Yemen'e doğru yola koyuldum.
Umeyye b. Ebi's-Salt'a uğrayarak alaycı bir tavırla ona şöyle dedim: "Ey
Umeyye! Beklediğin peygamber ortaya çıktı!"
"O gerçek
peygamberdir, ona uyun" deyince ben: "İyi, ama sen niye ona
uymuyorsun?" deyi karşılık verdim.
"Sakif kabilesinin
kadınlarından utandığım için ona uymuyorum.
Çünkü onlara, beklenen
peygamberin ben olacağımı söylemiştim. Şimdi de benim, Abdi Menaf oğullarından
bir gence uyduğumu görürlerse utanırım! Ey Ebu Süfyan! Anladığım kadarıyla ona
muhalefet etmiş gibi görünüyorsun. Ama zaman gelecek, bir oğlak bağlanır gibi
bağlanacak ve onun huzuruna götürüleceksin. O da senin hakkında dilediği gibi
hüküm verecek!" dedi.
*Taberani rivayet etmiştir. Senedinde Mücaşi' b. Amr vardır
ki zayıf bir ravidir .
13888. HalIfe b. Abde b.
Cervel anlalıyor: Muhammed b. Adiy b. Rabia b. Savae b. Cüşem'e: "Baban, sana
Cahiliye devrinde Muhammed adını nasıl verdi?" diye sorunca şu karşılığı
verdi: Ben de senin bana sorduğun bu soruyu babama sordum. Bana şöyle cevap
verdi:
Temim oğullan
kabilesinden Süfyan b. Mücaşi b. Darim, Usa me b.
Malik b. Cündüb b.
el-Anber, Yezid b. Rebia b. Kaine b. Hurkus b. Mazin ile birlikte dört kişilik
bir heyet olarak Şam'daki Gassan kralı İbn Cefne'nin yanına gitmek üzere yola
çıklık. Şam'a indiğimizde bir rahibe ait hücrenin ağaçlık bir göletinin yanında
konaklayıp kendi aramızda konuşmaya başladık. Dedik ki: "Şu sudan
yıkansak, güzel kokular sürünüp elbiselerimizi giysek de adamımızın yanına öyle
gitsek iyi olur!" Bu arada konuşmamızı işiten rahip yanımıza gelerek:
"Bu dil, bu beldenin diline benzemiyor" dedi. Biz de Mudar kabilesinden
olduğumuzu söyledik. Bunun üzerine "Hangi Mudar?" diye sordu. Biz de
"Hindif'ten" diye cevap verdik. Bunun üzerine rahip şöyle dedi:
"Dikkat edin, yakın
zamanda içinizden son peygamber çıkacaktır. Acele edip ondaki payınızı alın ve
doğru yolu bulun. Zira o, peygamberlerin sonuncusudur!" O peygamberin
adını sorduğumuzda, "Muhammed" dedi. Gassan hükümdan İbn Cefne'nin
yanından döndüğümüzde her birimizin bir oğlu dünyaya geldi. Oğullanmıza
Muhammed adını verdik."
Ala dedi ki: Kays b.
Asım, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Peygamber
gönderilmeden önce Araplardan seni ilk önce kimin tanıdığını biliyor
musun?" diye sordu. Hz. Peygamber: "Hayır!" dedi. O da:
"Temim oğullan!" dedi ve bu olayı anlatlı.
*Taberani rivayet etmiştir. Senedinde tanımadığım raviler
vardır.
13889. Cübeyr b. Mut'im
anlatıyor: Kureyş'in Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e verdiği
eziyeti hiç hoş karşılamıyordum. Onu öldüreceklerini sandığım sıralar çıkıp bir
manastıra gittim. Manastırdakiler gidip liderlerine benim geldiğimi haber
verdiler; o da "Onun layık olduğu hakkı üç gün verin (misafir edin)!"
dedi. Sonunda benim gitmediğimi görünce yine gidip liderlerine haber verdiler;
o da:
"Ona deyin ki:
"Biz sana layık olan (misafir kalma) hakkını üç gün verdik. Eğer yorgun
idiysen, yorgunluğun gitmiştir. Şayet yolcu isen gideceğin yere gitme zamanın;
tüccar isen ticaretine çıkma zamanın gelmiştir" dedi. O da dedi ki:
"Ben yolcu değilim, tüccar da değilim, yorgun da değilim." Hemen
gidip bunu ona haber verdiler. O da: "Belli ki onun bir işi var; ona bunu
sorun!" dedi." Ravi dedi ki: Gidip ona sordular, o da şöyle dedi:
" Hayır, vallahi amcamın oğlu İbrahim'in memleketinde kendisinin peygamber
olduğunu iddia eden kimseye kavmi eziyet etti, ben de onu öldürmelerinden endişe
ettim ve buna tanık olmamak için çıkıp geldim." Gidip hemen söylediklerimi
liderlerine haber verdiler. O da: "Onu getirin!" dedi. Ben de gidip
hikaye mi ona anlattım. "Onu öldürmelerinden endişe mi ediyorsun?"
diye sordu, ben de "Evet" dedim. O da: "Onun resmini görsen
tanır mısın?" diye sordu. Ben: "Onu daha yeni görmüştüm!" dedim.
Nihayet bana kapalı resimleri birer birer açmaya başladı. Bu arada
"Tanıyor musun?" diye soruyordu. Ben de: "Hayır!" diyordum.
Sonunda örtülü bir resmi açtığında ben: "Bu resimden daha çok ona benzeyen
bir şey görmedim!" dedim. "Boyu, vücudu, omuzlarının birbirine
uzaklığı bile aynen o!" dedim. O: "Onu öldürmelerinden endişe mi
ediyorsun?" diye sordu. Ben: "Sanırım onun işini bitirmişlerdir!"
dedim. O da: "Vallahi onu öldüremezler! Kendisini öldürmek isteyenleri
şüphesiz o öldürecek! Zira o, kesinlikle bir peygamberdir. Allah onu elbette
galip kılacaktır! Ancak senin bizim üzerimizde hakkın bir vecibe olmuştur.
İstediğin kadar kal ve dilediğini iste!" dedi.
Ravi dedi ki: Onların
yanında bir süre kaldım. Sonra kendi kendime:
"Gidip onlara
uyayım!" dedim ve Mekke'ye gittim. Gördüm ki Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'i Medine'ye çıkarmışlar. Mekke'ye geldiğimde Kureyş ailesi başıma
yığılıp: "Senin durumun ayan beyan ortaya çıktı, bunu açıkça öğrendik.
Hani yanındaki kız çocuğunun babasının sana emanet bıraktığı mallar var ya,
onları getir bakalım!" dediler. Ben de "Bunu asla yapmam!"
dedim. Beni iyice hırpaladılar. Sonunda: "Beni bırakın ki gidip o malları
onlara (emanet bırakan müslümanlara) vereyim!" dedim. Onlar da: "Onun
yemeğinden yemeyeceğine dair Allah'a ahit ve söz vereceksin!" dediler.
Çıkıp Medine'ye gittim. Bu olanlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
ulaşmıştı. Onun yanına girdim. Lafın arasında bana: "Ben seni aç
görüyorum; haydi yemek getirin!" buyurdu. Ben ise "Sana olanları
anlatıncaya kadar yemek yiyemem! Eğer sen yememi uygun görürsen, yerim"
dedim.
Ravi dedi ki: Benden
almış oldukları sözü haber verdim, şöyle buyurdu: "Bizim yemeğimizden
yememeye ve içeceğimizden içmemeye dair Allah adına vermiş olduğun ahde ve söze
bağlı kal!"
*Taberani bu hadisi hocası Mikdam b. Davud'dan rivayet
etmiştir. Zehebl, Mikdam'ı zayıf görür. ibn Dakıki'l-iyd ise el-İmam'da onu
güvenilir bulduğunu ve hadisinin hasen olduğunu söyler.
13890. Cübeyr b. Mut'im
anlatıyor: Cahiliye döneminde Şam'a doğru ticaret amacıyla yola çıktım. Şam'ın
aşağısında Ehl-i kitaptan bir adama rastladım. "İçinizde peygamberlik
iddia eden bir adam var mıdır?" diye sorunca "Evet" dedim. "Resmini
görürsen tanır mısın?" deyince "Evet" dedim. Hemen beni alıp,
içinde resim bulunan bir eve götürdü. Ancak orada Hz. Peygamber'in resmini
göremedim. Tam o sırada onlardan bir adam içeriye girdi ve: "Siz ne
arıyorsunuz burada?" diye sordu. Ona durumu bildirdik. Hemen o bizi alıp
evine götürdü. Eve girer girmez Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
resmini gördüm. Bir adam da topuklarına yapışmış duruyordu. "Bu
topuklarına yapışan adam kimdir?" diye sorunca, şöyle dedi: "Ondan
sonra bir peygamber gelseydi mutlaka bu adam peygamber olarak gelirdi. Ancak
ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Bu nedenle bu (yapışan) onun
halifesidir" dedi. Dikkat ettim; niteliği Ebu Bekr'in niteliğini
taşıyordu.
*Taberani bunu el-Mu'cemu'l-kebır ve el-Mu'cemu'l-evsat'ta
rivayet etmiştir. Senedinde tanımadığım raviler vardır.
13891. Ebu Sahr
el-Ukayli anlatıyor: Bedevilerden biri bana şunu anlattı: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayatta iken Medine'ye sağınal hayvan
getirmiştim. Satışımı bitirince kendi kendime: "And olsun gidip şu adamı
bulacağım ve onu dinleyeceğim!" dedim." Ravi anlatmaya devam ediyor:
Derken Ebu Bekir ile Ömer'in arasında yürürken bana rastladı. Hemen peşlerine
takıldım. Giderken Tevrat'ı açmış, ölmek üzere olan oğlu hususunda kendisini
teselli etmek için onu okuyan bir yahudiye rastladılar. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Tevrat'ı indiren zat adına bana söyle; şu
kitabında benim niteliklerimi ve çıkacağım yer buluyor musun?" diye sordu.
Yahudi başıyla şöyle -yani hayır diyecevap verdi. Oğlu ise: "Tevrat'ı
indiren zat adına yemin ederim ki, şüphesiz biz, kitabımızda senin
niteliklerini ve çıkacağın yeri buluyoruz! Şehadet ederim ki Allah'tan başka
hiç bir ilah yoktur, sen de Allah'ın resulüsün!" dedi. Bunun üzerine
Resul-i Ekrem (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahudiye karşı kardeşinize
destek olun!" dedi. Sonra onun kefenini üstlendi, ona koku sürdü ve
üzerine cenaze namazı kıldı.
*Hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Ebu Sahr', tanımıyorum. Diğer
ravileri, Sahıh ravileridir.
13892. Misver anlatıyor:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abdest alırken ben de onun arkasında
duruyordum, bu sırada bir yahudi geldi ve: " Sırtını aç veya elbisesini
kaldır!" dedi. Ben de sırtını açmaya davranmıştım ki Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yüzüme su serpti.
*Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Taberani'nin
ravileri güvenilir kimselerdir.
13893. Cabir b. Semure
anlatıyor: Curmukanı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabının
yanına geldi ve: "Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden arkadaşınız
nerede? Ona soru sorduğumda peygamber mi, değil mi elbette bunu
anlayacağım!" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi.
Cürmükanı: "Bana oku veya anlat bakalım!" dedi. O da Yüce Allah'ın
Kitab'ından ayetler okudu. Cürmükanı: "Vallahi bu (okudukların), Musa'nın
getirdiğidir!" dedi.
*Bu hadisi Abdullah (b. Ahmed) rivayet edip
"münker" olduğunu söylemiştir. Bana göre senedinde Eyyub b. Cabir
dışında zayıf ravi yoktur. Ahmed ve başkaları Eyyub'u güvenilir sayarken ibn
Main ile daha başkaları onu zayıf addeder.
13894. Said b. Ebi Rlşid
anlatıyor: Heraklius'un Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gönderdiği
elçi olan Kıt et-Temlhıyi Humus'ta gördüm. O, benim komşumdu. Çok yaşlı
biriydi, hatta ihtilat'a düşmüş veya buna yaklaşmıştı. Ona: "Heraklius'un
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in de Heraklius'a gönderdiği mektuplardan bahseder misin?" diye
sordum. O da: "Olur" dedi ve şöyle anlattı: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Tebuk'a geldiğinde Dihye'yi Heraklius'a gönderdi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mektubu kendisine ulaşınca Heraklius, Bizans
papazlarını ve asilzadelerini çağırıp kapıların kapatılmasını emretti. Arkasından:
"Şu adam gördüğünüz yere konakladı. Bana da bir mektup göndermiş ve beni
üç haslete davet ediyor: Beni, dinine tabi olmama veya toprak bizim olduğu
halde arazimiz üzerinde olan şeylerden vergi (haraç) vermeye veya ona karşı
savaş açmaya davet ediyor. Allah'a yemin olsun ki, siz kitaplarda bu zatın
benim ayaklarım altındakileri (toprakları) ele geçireceğini okudunuz. O halde
gelin O'na tabi olalım veya arazimiz üzerindeki şeylerimizden ona vergi
verelim!" dedi. Ancak Heraklius bu ifadeleri der demez hepsi birden
hiddetlenerek yek vücut ayağa kalktılar. Dediler ki: "Sen bizi
Hıristiyanlığı terk etmeye veya Hicaz'dan gelen bir bedeviye kulolmaya mı
çağırıyorsun?" Dışarı çıkmaları durumunda bütün Bizans halkını ve
saltanatını etkileyeceklerini düşünmesi üzerine Heraklius onlara: "Ey
Bizans cemaati! Size az önce söylemiş olduğum sözlerimi, dininize
bağlılığınızın sağlamlığını öğrenmek ve sizi sınamak için söylemiştim!"
dedi. Sonra, Arap Hristiyanlarına bakan Tucib Araplarından bir adamı çağırdı ve
şöyle dedi: "Bana Arap lisanını iyi bilen, sözü iyi belleyen birini
çağırın da şu adamın mektubuna cevap göndereyim." Nihayet bana geldi ve
çağırdı. Heraklius mektubu bana verdi ve dedi ki: "Şu mektubumu al ve o
zata götür! O'nun sana söyleyeceği şeylerin bir çoğunu unutsan da şu üç hususu
aklında tutmaya çalış: Bana yazdığı mektubu unutmuş mu? Mektubumu okuyacağı an
‘‘gece’‘ kelimesini kullanacak mı? Bir de sırtına bak, seni dehşete düşürecek
bir şey var mı?" Ben mektubu alıp, Tebuk'e gittim. O, ashabının arasında oturuyordu.
"Arkadaşınız nerede?" diye sordum. "İşte ol" diye
gösterdiler. Yürüyerek gidip önüne oturdum ve mektubumu verdim. Mektubu alıp
kucağına koydu ve: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben: "Ben
Tenuhi'lerdenim" dedim. "Atanız İbrahim'in milletinden Hanif olmaya
ne dersin?" dedi. Ben: "Ben bir kavmin elçisiyim ve bir kavmin dini
üzereyim. Onların yanına dönünceye kadar o dinden dönmem" karşılığını
verince dedi ki: ‘‘Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; ancak Allah
dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erenleri en iyi bilendir’‘. Ey Tenuhi
kardeş! Ben Kisra'ya mektup gönderdim, o mektubumu parçaladı, Yüce Allah da onu
ve mülkünü paramparça edecek! Yine Necaşi'ye bir mektup gönderdim, o da
mektubumu yı rttı, Allah da onu ve mülkünü yırtacak! Senin kralına da bir
mektup gönderdim, o mektubumu tutup sakladı, yırtıp atmadı. Kendisi yaşadığı
müddetçe, Bizans halkı onun yüzünden sıkıntı çekmeyecek, hayır görmekte devam
edecektir!" buyurdu. Tenühi: "Bu ifadeler Heraklius'un benden
unutmamamı istediği üç şeyden biriydi. Ben hemen çantamdan bir ok çıkarıp
kılıcımın kınına bunu yazdım. Sonra mektubu solunda duran bir adama verdi, adam
okudu. Ben: "Size bunu okuyan adam kimdir?" diye sordum.
"Muaviye!" dediler. Bir de baktım ki beni, eni yer ve gökler kadar
geniş olan, takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete davet ediyor. Ben:
"Peki ateş (cehennem) nerede?" diye sorunca Resülullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Sübhanallah! Gündüz zuhur ettiği zaman ‘‘gece’‘nin
hükmü kalır mı hiç?!" buyurdu. Ben hemen çantamdan bir ok çıkarıp
kılıcımın kınına bunu da yazdım. Getirdiğim mektubun okunması bitince
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Senin bir hakkın var, zira sen
bir elçisin. Eğer yanımızda hediye edilecek bir şeyolsaydı hediye ederdik. Ancak
ne çare ki biz seferberlik halindeyiz" buyurdu. Orada bulunanlardan biri:
"Ben ona hediye vereyim" diye seslendi ve yükünü açıp altlı üstlü
sarı bir elbise getirip kucağıma koydu. Ben: "Elbise sahibi kimdir?"
diye sordum, "Osman" dediler. Daha sonra Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem):
"Hanginiz bu zatı
konuk edip ağırlayacak?" diye sorunca Ensar'dan bir genç: "Ben konuk
ederim" dedi. Ayağa kalktı, ben de ayağa kalktım. Oturduğum meclisten
kendisiyle birlikte çıkıp gittiğim sırada, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bana: "Ey Tenuhi kardeş, geli" diye seslendi. Hemen geri
döndüm. Kendisinin önünde oturduğum yere kadar varıp ayakta durdum. Belinin
kuşağını çözüp sırtını açtı ve bana:
"İşte, emr
olunduğun şeyorada! İyice bak!" buyurdu. Bir de baktım ki kürek kemiğinin
olduğu yerde, kulak kıkırdak kemiği yumuşaklığında, büyükçe et beni halinde
mühür!"
*Hadisi Abdullah b. Ahmed ve Ebu Ya'la rivayet etmiştir. Ebu
Ya'la'nın ravileri güvenilir kimselerdir. Abdullah b. Ahmed'in ravileri de aynı
şekilde güvenilirdir.
13895. Dıhyetu'l-Kelbi
anlatıyor: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni bir mektupla Kayser'e
gönderdi. Gidip ona mektubu verdim. O sırada yanında, kızıl renkte başı büyükçe
biri olan yeğeni vardı. Mektubu okuduğunda onda şu ifadelere yer veriliyordu:
''Allah'ın elçisi Muhammed'den Bizanszn sahibi Heraklius'a ...'' Yeğeni bu
ifadeleri duyunca homurdandı ve amcası Heraklius'a: ''Bu mektup bu gün okunmaz!
Çünkü kendi adıyla başlamış, Bizansın kralı yerine Bizansın sahibi ifadesini
kullanmış!'' diye itiraz etti. Ancak kayser: ''Onu mutlaka okuyacaksın!'' dedi.
Mektubu okuyunca yanından çıktılar, bu sırada beni içeri alıp piskoposa haber
gönderip onu çağırttı. İşlerinde ona danışırdı. Durumu ona haber verip mektubu
okuttu. Piskopos dedi ki: ''İşte bizim beklediğimiz ve İsa'nın bize müjdelediği
zat budur!'' Kayser de: "Peki bana neyi emredersin?'' diye sordu.
Piskopos: ''Beni sorarsan ben onu tasdik edip ona tabi olacağım'' dedi. Bunun
üzerine kayser: "Ben bunu yaparsam saltanatım gider!" dedi.
Sonra onun yanından
çıktık. Kayser, Ebu Süfyan'a adam gönderip çağırttı. Ebu Süfyan o sıralar onun
yanındaymış. Ona: "Şu sizin ülkenizde çıkan adamdan bana haber ver
bakalım, o kimdir?'' diye sordu. O: ''Genç biridir!'' dedi. ''İçinizdeki
saygınlığı nasıldır?'' diye sorunca: "O, kimsenin kendisine üstün
olamayacağı bir saygınlık içindedir'' diye cevap verdi.
Kral: "Bu,
peygamberlik işaretidir!'' dedi. ''Onun doğruluğu nasıldır?" diye sordu;
"Asla yalan söylememiştir!'' dedi. Kral: ''Bu da peygamberlik
işaretidir!'' dedi.
"Peki onun yanından
çıkıp size gelen arkadaşları onun yanına geri döner mi?'' diye sordu, o da
"Evet'' dedi. Kral: "Bu da peygamberlik işaretidir!'' dedi.
"O ve arkadaşları
savaştıkları zaman yeniliyorlar mı?'' diye sordu.
Ebu Süfyan: "Bir
kavim onunla savaştı; neticede onları yendi, onlar da bir seferinde onu yendi''
deyince; "Bu da peygamberlik işaretidir!'' dedi.
Sonra beni yanına
çağırıp dedi ki: "Arkadaşına haber ver ki ben onun peygamber olduğunu
biliyorum. Ancak saltanatımı terk etmem!''
Ravi anlatmaya devam
ediyor: Piskoposlar her pazar kralın yanında toplanıyorlardı. Kralonlarla
beraber oturup sohbet ederdi. Fakat pazar günü gelince onların yanına çıkmadı.
Ertesi pazara kadar makamında oturdu. Ben ise onun huzuruna giriyordum, benimle
konuşuyor, bana sorular soruyordu. Sonraki Pazar günü gelince yanlarına
çıkmalarını beklediler; ancak yine çıkmadı. Onlara hastalığım sebep gösterdi.
Bunu defalarca yaptı. Sonunda piskoposlar ona haber gönderip dediler ki:
"Ya sen bizim yammıza çıkarsın; ya da biz senin yanına girip seni
öldürürüz! Zira biz bu gelen Arab kişiden beri seni yadırgadık!'' Piskopos ise
dedi ki: "Bu mektubu alıp arkadaşına götür, ona selam söyleyip haber ver
ki: Ben Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü
olduğuna şehadet ediyorum. Ben ona iman ettim, onu tasdik ettim ve ona tabi
oldum. Onlar ise benim bu tutumumu yadırgadılar. Ona gördüklerini anlat."
Piskopos onların yanına çıkınca onu öldürdüler.
Dihye daha sonra Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına döndü. O sırada Resul-i
Ekrem'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında Kisra'nın San'a'da
görevlendirdiği valilerin elçileri vardı. Kisra, onları Peygamberimiz'e
göndermiş, San'a'nın liderini de tehdit ederek şöyle demişti: "Senin
toprağında ortaya çıkarak beni dinine veya cizye vermeye çağıran adamın
hakkından geliver; yoksa seni öldürürüm!" veya "Sana yapacağımı
yaparım!" - Bunun üzerine San'a'nın lideri, Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e on beş adam gönderdi. Dihye de bunları Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanında buldu. Sahiplerinin mektubunu okuyunca onları
onbeş gece kendi hallerine bıraktı. On beş gece geçince elçiler Efendimize
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) karşı taarruz ettiler. O da bunu görünce onları
çağırdı ve: "Adamınıza gidip deyin ki: Şüphesiz benim Rabbim onun Rabbini
bu gece öldürdü!" Onlar da ayrılıp gittiler ve Resul-i Ekrem'in yaptığını
anlattılar. O da: "Bu geceyi hesap edip sayın bakalım!" dedi ve "Onu
nasıl gördünüz, anlatın bakalım!" diye sordu. "Onun kadar güzel
görünüşlü bir krala rastlamadık. Hiçbir şeyden korkmadan onların arasında
yürüyor. Çok rahat hareket ediyor, muhafızı da yok. Onun yanındaki ashabı
seslerini yükseltmiyor" dediler. Dihye ekledi: Sonra haber geldi ki Kisra
o gece öldürülmüş.
*Hadisi Bezzar rivayet etmiştir. Senedinde ibrahım b, ismail
b. Yahya vardır ki zayıf bir ravidir.
13896. Alkame b.
Vakkas'ın bildirdiğine göre Amr b. el-As anlatıyor: Müslümanlardan bir ordunun
başında ben bulunduğum halde İskenderiye'ye gelip konakladık. Oranın
büyüklerinden birisi: "Bana bir adam gönderin ki onunla konuşayım"
dedi. Ben: "Benden başkası onun yanına gitmeyecek!" dedim ve yanıma
bir tercüman alarak onun yanına vardım. Onun da tercümanı vardı. Bize iki kürsü
konuldu. Adam: "Siz kimsiniz?" diye sordu. Ben: "Biz kuvvet ve
izzet sahibi Araplarız. Biz Allah'ın Ev'inin sakinleriyiz. Biz, insanlar
arasında toprakları en az ve en verimsiz olan kimselerdik. Yaşantı olarak
oldukça zor durumdaydık. Ölü eti ve kan yer, birbirimize saldırır, insanların
yaşayabileceği en kötü hayatı yaşardık. Nihayet aramızdan birisi çıktı. O gün
bizim büyüklerimizden değildi, eşraftan da değildi, malı da çok değildi. ‘‘Ben
Allah'ın size gönderdiği elçisiyim’‘ dedi. Bilmediğimiz şeyleri bize emrediyor,
bizim ve babalarımızın yaptığı şeyleri yapmayı yasaklıyordu. Ama biz ona
düşmanca davrandık, onu yalanladık ve söylediklerini reddettik. Nihayet bizim
dışımızdan başka bir kavim çıkıp ona: ‘‘Biz senin söylediklerini doğruluyoruz
ve sana inanıyoruz. Sana tabi olacağız ve savaştığın kimselerle savaşacağız’‘
dediler. Bunun üzerine onların yanına gitti. Sonra birbirimizle savaştık; ancak
o bizi mağlup edip yendi. Etraftaki Arapların çoğu ona tabi oldu. Tabi
olmayanlarla savaşıp onlara galip geldi. Eğer arkamda duran Araplar sizin bu
yaşantınızı görseler, gelip yaşadığınız bu hayata ortak olurlar" dedim.
Bunun üzerine adam güldü ve şöyle dedi: "Sizin peygamberiniz çok doğru
söylemiş. Bize gelen peygamberler de size gelen peygamber gibi şeyler söyledi.
Bizler de o peygambere tabi olmuştuk. Ancak daha sonra peygamberlerin emrini
terk eden, hevalarına göre işler yapan gençler -Ebu Ya'la'ya göre: krallar-
geldi. Şunu iyi bilin ki eğer siz peygamberinizin emrini tutarsanız kiminle
savaşırsanız savaşın, onlara galip gelirsiniz, kimse sizi mağlup edemez. Ama
bizim yaptığımız gibi yapar, peygamberinizin emrini terk eder ve hevanıza göre
hareket ederseniz, o zaman sizinle aramızda pek bir fark kalmaz; çünkü sizler
sayı olarak bizden çok olamadığınız gibi, kuvvet olarak da bizden üstün
olamazsınız." Bunun üzerine Amr b. el-As: "Bu adam kadar zeki bir
kimseyle konuşmadım" dedi,
*Hadisi Ebu Ya'la rivayet etmiştir, Ravileri, güvenilir bir
ravi olan Amr b, Alkame dışında Sahih ravileridir.
13897. Kürz b. Alkame
anlatıyor: Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) altmış kişilik Hıristiyan
Necran heyeti geldi. Bunlardan yirmi dört kişi oranın eşrafındandı. Bunların
içinde de üç kişi, onların işlerini çekip çevirenleri idi. Birisi: Abdülmesih
adında, Akıb dedikleri, bu topluluğun reisi, söz ve görüş sahibi ve danışmanı
idi, mutlaka onun görüşüne göre hareket edilirdi. Diğeri: Seyyid dedikleri,
Eyhem adındaki şahıs olup onların alimi, seyahat ve toplantılarının idarecisi
idi. Bekr b. Vail oğullarına mensup Ebu Harise b. Alkame ise, Necranlıların
piskoposu, en büyük din bilgini, önderi ve bir çeşit eğitim bakanı idi. Her
bakımdan içlerinde en şerefli ve itibarlı olanları Ebu Harise idi. Din
kitaplarını okumuştu. Hıristiyan Bizans kralları ona değer verir, mali destek
sağlarlardı. Hıristiyanlık hakkındaki derin bilgi ve ictihadından dolayı ona
kiliseler yaptırmışlardı. İşte bu heyet, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e gelmek üzere Necran'dan hareket ettiğinde Ebu Harise kendi katırına
binmişti, yanında da Kürz b. Alkame adındaki kardeşi vardı. Ebu Harise'nin
katın tökezlediğinde Kürz -Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i kast
ederek-: "En uzaktaki kahrolsun!" dedi, Ebu Harise ise:
"Bilakis sen
kahrol!" diye karşılık verdi. o: "Kardeşim, niye böyle diyorsun?"
dediğinde" Allah'a and olsun ki o, beklemekte olduğumuz
peygamberdir!" diye cevap verdi. Kürz: "Bunu bildiğin halde (ona tabi
olmana) mani olan nedir peki?" diye sorunca şöyle karşılık verdi: "Şu
topluluğun bize yaptığıdır! Bize değer verdiler, ikram ettiler ve ona karşı
olmaktan başkasını kabul etmediler. Eğer bunu yapsaydım gördüğün her şeyi çekip
alırlardı!" Kardeşi Kürz b. Alkame, daha sonra gizlice müslüman olmuştur.
*Taberani bunu el-Mu'cemu'l-evsat'ta rivayet etmiştir.
Senedinde Büreyde b. Süfyan vardır ki zayıf bir ravidir,
13898. Abdullah bin
Selam anlatıyor: Yüce Allah, Zeyd b. Sa'ne'nin hidayetini murad edince, Zeyd
şöyle dedi: "Peygamberlik sıfatlarından ne biliyorsam hepsini Muhammed
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüzüne baktığımda gördüm; ikisi hariç: Hilmi
cehlinden önce mi geliyor, yoksa kendisine karşı cahilane davranıldığında,
hilimle mukabelesi artıyor mu? Ben de kendisine yumuşak davranıyordum ki
kendisine cahilce davranana karşı hilmini (ağırbaşlılığını) öğreneyim."
Zeyd b. Sa'ne dedi ki:
Bir gün Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali b.
Ebi Talib ile beraber
odasından çıktı. O sırada bineği üzerinde Bedevi benzeri bir adam gelip şöyle
dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Filan oğulları köyünde bir grup insan müslüman
oldu ve İslam'a girdi. Daha önce onlara ‘‘Müslüman olurlarsa onlara bol bol
rızık gelir’‘ demiştin. Fakat onlar kıtlık, sıkıntı ve susuzlukla
karşılaştılar. Ey Allah'ın Resulü! Ben onların İslam'dan soğumalarından ve
tamah ederek (azıklarının bollaşacağını düşünerek) girdikleri gibi dinden
çıkmalarından endişe ediyorum. Onlara maddi yardımda bulunmak için bir şey
gönderirsen, ben götürürüm" dedi.
Hemen bir adama baktı,
sanırım o Ali idi. Fakat o: "Ey Allah'ın Resulü! Verecek bir şey
kalmadı" dedi. Zeyd bin Sa'ne anlatıyor: Ben hemen ona yaklaşıp: "Ey
Muhammed! Filan oğullarının bahçesindeki hurmayı bana belirli bir müddete kadar
şöyle şöyle satar mısın?" dedim. O ise: "Ey yahudi! Sana satarım,
fakat belirli bir hurmayı, belirli bir vakte, şu ve bu müddete kadar. Ancak
filan oğullarının bahçesi diye isim verme!" dedi. Ben: "Olur!"
dedim. Bunun üzerine onu bana sattı, ben de ona belirli bir hurma karşılığında
şu şu vakte kadar seksen miskal altın verdim. Onu adama verdi ve: "Onlara
adaletli davran ve yardımcı ol!'' dedi.
Zeyd dedi ki: Sürenin
bitmesine iki ya da üç gün kalınca, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
beraberinde Ebu Bekr, Ömer ve Osman ile birtakım sahabe varken çıkageldi.
Cenaze namazını kıldırıp oturmak için duvar dibine geldiğinde, gidip elbisesi
ve hırkasının bir yerinden tuttum ve yüzüne sert sert bakıp şöyle dedim:
"Ey Muhammed! Bana hakkımı vermeyecek misin? Vallahi ey
Abdülmuttaliboğulları! Ben sizi böyle borcu geciktirenler olarak bilmezdim!
Size karışınca bunu öğrendim!" Ömer'e baktım, gözleri yuvarlak bir gezegen
gibi dönüyordu. Bana bir göz attı ve şöyle çıkıştı: 'Ey Allah'ın düşmanı!
Bunları Allah Resulü'ne nasıl söylersin?! Bunu sen ne cesaretle yaparsın?
Nefsim kudret elinde olan zata and olsun ki kaçırılmasından korktuğum şey
olmasaydı kılıcımla boynunu vururdum!" Bu sırada Allah Resulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gayet sakin bir şekilde bana bakarak şöyle buyurdu: "Ey
Ömer! Benimle bu adamın daha başka bir davranışa ihtiyacı var. Bana zamanında
ve usulü dairesinde borcumu vermemi hatırlatır, bu adama da alacağını efendice
istemesini söylersin. Haydi ey Ömer, bunu götür de hakkını ver! Onu
endişelendirdiğin için yirmi ölçek de (sa') fazla hurma ver! Bunun üzerine Ömer
beni götürüp yirmi ölçek hurma fazlasıyla hakkımı verdi. Ben:
"Ey Ömer! Bu
fazlalık nedir?" dedim. Ömer: "Seni endişelendirdiğim için Allah
Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu fazlalığı vermemi emretti'' dedi.
"Ey Ömer! Beni tanıyor musun?" diye sorunca "Hayır" dedi.
"Ben Zeyd bin Sa'ne'yim" dedim. "Şu Yahudi bilgini mi?"
deyince "Evet, o yahudi bilgini" karşılığını verdim. "Peki neden
böyle yaptın ve diyeceğini dedin?" diye sorunca dedim ki:
"Ey Ömer! Hilminin
cehlini geçmesi ve kendisine karşı, cahilce tavırlara karşı hilimle
muamelesinin artması hariç, peygamberlik aLimetlerinin tümünü Allah Resulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüzünde görmüştüm: Şimdi bu iki aLimeti de
görmüş ve öğrenmiş bulunuyorum. Ey Ömer, şahit ol! Ben Rab olarak Allah'ı, din
olarak İslam'ı, peygamber olarak Muhammed'i kabul edip hoşnut oldum. Ayrıca
şahit ol ki; malımın yarısını -ki ben kavmim içinde malı en fazla olan
kimseyimMuhammed ümmetine vakfetmişimdir." Ömer dedi ki: "Bir kısmını
de, çünkü yarısıyla geçinemezsin." Ben de bir kısmını dedim.
Sonra Ömer ile Zeyd, Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dönüp gittiler.
Zeyd: "Eşhedu en la
ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resulüh" diyerek
müslüman oldu. Böylece ona iman edip onu tasdik etti. Ona biat edip birçok
savaşlara onun yanında iştirak etti. Sonra Tebuk harbinde kahramanca savaşırken
şehit düştü. Yüce Allah, Zeyd'e rahmet eylesin.
*Ben derim ki: ibn Mace de bu hadisin bir bölümünü rivayet
etmiştir.
Hadisi Taberani rivayet
etmiştir. Ravileri güvenilir kimselerdir.
13899. Selman:
"Ben, Esavira oğullarındandım ... " diyerek yaşadıklarını
anlatmıştır. Kıssanın bir bölümü şöyledir: Yola koyulup dere tepe düz demeden
gittim. Nihayet Bevilerden bir gruba rastladım. Onlar beni köle yapıp sattılar.
Sonunda beni bir kadın satın aldı. Bir gün Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den bahsettiklerini duydum. Bu sıralar yaşadığım hayat da bayağı
iyiydi. Ben sahibime: "Bana bir gün izin ver!" dedim. O da kabul
etti. Çıkıp odun topladım ve onu satıp yemek yaptım. Onu Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e götürdüm ve önüne koydum. "Bu nedir?" dedi,
"Sadakadır!" dedim. Ashabına: "Yiyin!" dedi, kendisi
yemedi. Ben içimden dedim ki: "İşte bu onun alametlerindendir .. "
Sonra Allah'ın, kalmamı dilediği kadar kalıp sahibime: "Bana bir gün izin
ver!" dedim. O da kabul etti. Çıkıp odun topladım ve onu öncekinden daha
fazlasına satarak parasıyla yemek yaptım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ashabıyla otururken yemeği götürüp onun önüne koydum. "Bu
nedir?" dedi, "Hediyedir!" dedim. Kendisi elini yemeğe götürüp
ashabına da: "Allah'ın adıyla yiyin!'' buyurdu. Arkasına geçtim; cübbesini
kaldırdı, nübüvvet mührünü gördüm ve "Senin Allah'ın Resulü olduğuna
şehadet ederim" dedi. "Olanları anlat" dedi. Ben de o adamı (rahibi)
anlattım ve "Ya Resulallah! O cennete girer mi? Çünkü o bana, senin
peygamber olduğunu söyledi'' diye sordum. O ise şöyle buyurdu: "Müslüman
kişiden başkası asla cennete giremeyecek!"
*Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Taberani nin
ravileri güvenilir kimselerdir.
13900. Yine Selman
anlatıyor: Din aramak üzere yola çıktım. Nihayet
Ehl-i kitaptan kalan bir
kısım rahiplerin arasına düştüm. Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar onu
(Muhammed'i) oğullarım tamdıkları gibi tanırlar." İşte o rahipler
diyorlardı ki: "Şu zaman bir peygamberin ortaya çıkacağı zamandır. O, Arap
topraklarından çıkacaktır. Onun bazı belirtileri şunlardır: İki kürek kemiği
arasında yuvarlak bir et beni vardır; o ben, peygamberlik mührüdür." Bunu
duyunca ben yola çıkıp Arap topraklarına vardım. Nihayet Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) zuhur etti. Onların bütün dediklerini bizzat
gördüm. Mührü de gördüm ve Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'ın elçisi olduğuna şehadet getirdim."
*Taberani rivayet etmiştir. Ravileri güvenilir kimselerdir.
Ben derim ki: Selman'ın diğer hadisleri, menkıbeleri aniatılırken gelecektir.
**************
Konuya Dair Bir Bölüm
**************
13901. Abdullah -yani
İbn Mes'ud- anlatıyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabıyla
sohbet ederken bir Yahudi geldi. Kureyşliler de dediler ki: "Ey Yahudi!
Şu, kendisinin peygamber olduğunu iddia eden adamdır!" Yahudi: "Ona
öyle bir soru soracağım ki onu ancak peygamber olan bilir!" dedi. Ravi
dedi ki: Yahudi gidip oturdu ve: "Ey Muhammed! İnsan hangi şeyden
yaratılır?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
cevap verdi: "İnsan kadının ve erkeğin, her ikisinin spermlerinden
yaratılır. Erkeğin spermi kalındır (yoğundur), kemikler ve sinirler bundan
yaratılır. Kadının spermi ise incedir; et ve kan bundan yaratılır. "
Bunu duyan Yahudi ayağa
kalktı ve: "Senden öncekiler de böyle söylerdi!" dedi.
*Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Bezzar da iki
isnadla rivayet etmiştir. iki isnadının birinde Amir b. Müdrik vardır ki ibn
Hibban onu güvenilir görürken başkaları zayıf bulmuştur. Diğer ravileri
güvenilir kimselerdir. Rivayet eden grubun isnadında Ata b. es-Saib vardır ki
ahir ömründe ezberi bozulmuş bir ravidir.
13902. İbn Abbas
anlatıyor: Bir grup Yahudi, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına
gelip şöyle dediler: "Ey Ebu'l-Kasım! Sana beş şey soracağız, eğer onları
bize bildirirsen senin peygamber olduğunu anlayıp sana tabi olacağız." Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlardan İsrail'in (Hz. Yakub'un)
oğullarından aldığı sözü aldı. Nitekim Yakub'un oğulları demişlerdi ki:
"Söylediğimize Allah vekildir." (Yüsuf, 66). Resul-i Ekrem
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Haydi sorun!" buyurunca:
"Bize peygamberin
alametini söyle!" dediler. O da: "Onun gözleri uyur; kalbi
uyumaz" cevabını verdi.
"Kadın nasıloluyor
da hem erkek, hem de kız doğuruyor?" diye sordular, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle cevap verdi: "Erkeğin suyu ile kadının
suyu buluşur. Erkeğin suyu kadının suyuna üstün gelirse, çocuk erkek olur.
Şayet kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelirse çocuk kız olur. "
Bu sefer: "Bize,
İsrail'in kendisine hangi yiyeceği haram kıldığını haber ver!" dediler. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle cevap verdi:
"İsrail siyatik
hastalığından şikayetçiydi. O hastalığa mülayim olan şeyolarak da ancak şu ve
şunların sütlerini bulmuştu -Bazıları dedi ki: Develeri kastetmiştir-. İşte
onların etlerini kendisine haram kıldı." "Doğru söyledin!"
dediler.
"Şu gök gürültüsü
nedir? Bize haber ver" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "O, Yüce Allah'ın meleklerinden biridir. Bulutlarla ilgili
görevlendirilmiştir. Elinde ateşten bir kılıç vardır. Bulutlan bu kılıçla sürer
ve onları Yüce Allah'ın emrettiği yere sevk eder" buyurdu.
"Peki duyduğumuz bu
ses nedir?" dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onun sesidir" buyurdu. "Doğru söyledin" dediler.
"Şimdi bir tane kaldı. Onu da bize haber verirsen sana biat edeceğiz.
Doğrusu şu ki peygamberlerden her birine haber getiren bir melek mutlaka
vardır. Senin dostun (meleğin) hangisidir?" Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şu cevabı verdi: "Benim dostum Cebrail'dir." Bunun
üzerine Yahudiler şöyle dediler: "Cebrail mi?! Şu azabı, savaşı ve
harpleri indiren melek mi?! O bizim düşmammızdır. Eğer rahmeti, nebatı ve
yağmuru indiren Mikail deseydin bu iş olacaktı. Sana tabi olacak ve seni tasdik
edecektik." Bunun üzerine Yüce Allah: ''De ki; Cebrail'e düşman olan şunu
iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce
gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için müjdeci olarak indiren
O'dur" (Bakara, 97) mealindeki ayeti indirdi.
13903. Diğer rivayet ise
şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara her cevap
verdiğinde onu tasdik ettiler. O da: "Allahım şahit alt" dedi. Bir de
şunu dedi: "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına size söylüyorum, bilir
misiniz şu ümmi peygamberin gözü uyur, kalbi uyumazı" buyurdu. Yahudiler:
"Allahım, evet (dediğin gibi)!" dediler. Bir de şöyle dedi:
"Benim dostum Cebrail'dir. Allah'ın gönderdiği bütün peygamberlerin dostu
da Cebrail'dir. "
*Ben derim ki: Bu hadisi kısaitılmış olarak Tirmizı de
rivayet etmiştir. Hadisi Ahmed ve Taberani rivayet etmişlerdir. Her ikisinin
ravileri de güvenilir ravilerdir.
13904. Feletan b. Asım
anlatıyor: Biz Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanında oturmakta
iken gözü Mescid'de bir adama takıldı Ona: "Ey filan!" diye seslendi.
O da: "Buyur ey Allah'ın Resulü!" diye cevap verdi. Adam "Ey
Allah'ın Resulü!" diye hitap ediyor, çekişmeye girmiyordu. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Benim, Allah'ın Resulü olduğuma
şehadet ediyor musun?" diye sorunca o, "Hayır" diye cevap verdi.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sen, Tevrat'ı okuyor
musun?" diye sorunca o, "Evet" diye cevap verdi. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sen, İncil'i okuyor musun?" diye sorunca
o, "Evet" diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ya Kur'an'ı?" diye sorunca o: "Nefsimi elinde tutan zata yemin
ederim ki istesem okurum" diye cevap verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ona yemin verdirip: "Beni Tevrat ve İncil'de peygamber
olarak görüyor musun?" diye sorunca o, şu cevabı verdi: "Senin
evsafını ve görünüşünü, çıkacağın yeri kitaplarımızda gördük. Biz onun
içimizden biri olacağını ümit ediyorduk. Ama sen zuhur edince, o peygamberin
sen olduğuna çok şaşırdık. Bekleyip anladık ki, o adam sen değiİsin." Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Niçin?" diye sorunca o, şu
cevabı verdi: "Biz kitaplarırruzda şunu gördük: O Peygamber'in ümmetinden
yetmiş bin kişi hesapsız ve azapsız olarak Cennet'e girecektir. Ama senin yanında
çok küçük bir topluluk görüyoruz." Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: " Canımı elinde tutan zata and olsun ki ben elbette o
peygamberim ve o anlatılanlar benim ümmetimin vasıflarıdır. Şüphesiz onlar
yetmiş bin ve yetmiş binden daha fazladır. "
*Taberani rivayet etmiştir. iki tarikinden birinin ravileri
güvenilir kimselerdir.
13905. Hamza b. Yusuf b.
Abdillah b. Selam'ın anlattığına göre dedesi Abdullah b. Selam, Yahudi
alimlerine: "Ben İbrahim ve İsmail'in mescidinde verdiğim bir söz
var" diyerek çıkıp Mekke'de iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in yanına gitti. Hacdan dönerken Müslümanlara yetişti. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Mina'da buldu, insanlar etrafını sarmıştı. Dedi
ki: "Ben de insanlarla birlikte kalktım.'' Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ona bakınca: "Sen Abdullah bin Selam mısın?" diye sordu.
Abdullah diyor ki: "Ben de ‘‘Evet’‘ dedim." "Yaklaş!'' dedi, ben
de yaklaştım. Buyurdu ki: "Allah adına söyle ey Abdullah b. Selam!
Tevrat'ta beni Allah'ı elçisi olarak bulmuyor musun?" Ben de:
"Rabbimizi anlat!" dedim. O sırada Cebrail gelip Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in önünde durdu ve: "De ki: Allah birdir.
Allah Samed'dir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur"
(İhlas 1-4) mealindeki ayetleri okudu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
de bu ayetleri ona okudu. Abdullah b. Selam da: "Allah'tan başka hiçbir
ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ediyorum" dedi.
Sonra Abdullah b. Selam oradan ayrılıp Medine'ye gitti. Müslüman olduğunu
Yahudilerden gizledi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hicret edip
Medine'ye gelince ben hurma ağacının başında hurmaları devşirirken bir gürültü
duydum. "Bu nedir?" diye sordum. "Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) geldi" dediler. Ben hemen ağacın tepesinden atlayıp ona gitmek
üzere yola çıktım. Yanına varınca selam verdim ve döndüm. Annem o zaman:
"Allah adına söyle; Musa b. İmran gelseydi kendimi hurma ağacının
tepesinden atmazdın, değil mi?!" deyince ben de dedim ki:" Vallahi
gerçekten ben, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gelişine Musa'nın
peygamber olduğu andan daha çok sevinmekteyim."
*Taberani rivayet etmiştir. Ravileri güvenilir kimselerdir.
Ancak Hamza b. Yusuf, dedesi Abdullah b. Selam'a yetişmemiştir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Resul-i Ekrem
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Peygamber Olduğunu Haber Verenler