KUREYŞ 2 |
إِيلَافِهِمْ
رِحْلَةَ
الشِّتَاء
وَالصَّيْفِ |
2. Kış ve yaz
yolculuklarında, kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için.
Mücahid ve Humeyd
"ye"siz ve "lam" harfi sakin olarak: "Güvenlikleri
için" diye okumuşlardı. İbn Kesir'den de buna yakın bir rivayet
nakledilmiştir. Aynı şekilde Esma'nın rivayet ettiğine göre o Rasülullah
(s.a.v.)'ı: "Güvenlikleri için" diye okuduğunu işitmiştir. İbn
Abbas'tan ve başkalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir.
Ebu Cafer ile
Şamlılardan el-Velid ve Ebu Hayve "ye"siz olarak ve belli belirsiz
bir hemze ile (...) şeklinde okumuşlardır
Ebu Bekr'in rivayetine
göre Asım ise birincisi hemzeli, ikincisi sakin olmak üzere iki hemzeli; (...)
diye okumuştur. Ancak her iki kelimede de iki hemze ile okumak şaz bir
okuyuştur.
Diğerleri ise, medli ve
hemzeli olarak; (...) diye okumuşlardır. Tercih olunan okuyuş şekli de budur.
Bu lafız burada açıklamak için birinci "ila! (güvenlik ve
esenlik)"den bedeldir Bu, ülfet edecek hale getirilenin durumunu anlatan;
"Ülfet etti" fiilinin mastarıdır. "O bizzat ülfet etti"
demektir (...) da mastardır Daha önce kıraatte açıklandığı üzere. Onların
alışageldikleri ve güvenlik içinde yaptıkları yaz ve kış yolculukları ...
demektir
İbn Ebi Necih,
Mücahid'den Yüce Allah'ın: "Yaz ve kış yolculuklarında kendilerini
güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için" buyruğu hakkında şöyle demiştir:
Allah'ın Kureyş'e verdiği bir lütuf olarak ne kış, ne yaz yolculuğu onlara zor
gelmezdi.
el-Herevi ve başkaları
şöyle demiştir: Bu ilaf'ın sahibleri dört kardeştir Bunlar Abd-i Menaf'ın
oğulları Haşim, Abdu Şems, el-Muttalib ve Nevfel'dir. Haşim, Şam kralı ile
ülfet (güvenlik ve eman) sağlamıştı. Yani Şam'a yaptığı ticarette emniyet
altında olmasını sağlayacak şekilde ondan bir ahid ve güvence almıştı. Kardeşi
Abdu Şems, Habeşistan ile el-Muttalib, Yemen ile Nevfel, Faris ile bu güvenliği
anlaşarak sağlamıştı. "Himaye altına alır" demektir İşte bu dört
kardeşe ("himaye alanlar" anlamında): "el-mucirun" diye ad
verilirdi. İşte Kureyş tacirleri de bu kardeşlerin aldıkları güvenlik taahhüdü
sayesinde bu bölgelere gider gelirler ve kimse onlara ilişmezdi.
el-Ezheri dedi ki: İlM:
Himaye ve emane (koruma ve güvenlik altına almaya) benzer Yük taşıyan develere
(ve ticaretlerine) eman vermeyi anlatmak üzere: "Eman ve güvenlik verdi,
verir" denilir. (el-Ezheri devamla) dedi ki: (Buyruğun) tevili şöyledir:
Kureyşliler Haremde yaşıyorIardı. Onların ekinleri de yoktu, hayvancılık yapma
imkanları da yoktu. Yaz ve kış mevsimlerinde güvenlik içerisinde ticaret
yapıyorlardı. İnsanlar ise onların etraflarından kapılıp götürülüyorlardı.
Onlar herhangi bir taarruz ile karşılaştıklarında: Bizler Allah'ın Hareminin
sakinleriyiz derler, O bakımdan insanlar onlara ilişmezdi,
Ebu'l-Huseyn Ahmed b,
Faris b, Zekeriya, Tefsir'inde şunu zikretmektedir: Bize Said b, Muhammed, Bekr
b, Sehl ed-Dimyati'den, İbn Abbas'a kadar ulaşan kendi senediyle Yüce Allah'ın:
"Kureyş'in güvenlik ve esenliği için" buyruğu hakkında şunları
söyledi: Yani yaz ve kış yolculuklarında onların güvenlik ve esenlikleri için,
Şöyle ki; Kureyşlilerden herhangi birisine bir açlık isabet edecek olursa, o ve
aile ferdleri belli bir yere giderler, kendileri için bir çadır kurarlar ve
orada ölürlerdi. Nihayet Amr b, Abdi Menaf geldi, Kendi döneminde efendi ve
lider birisi idi, Esed diye bilinen bir oğlu vardı. Mahzumoğullarından da onun
akranı olan birisi vardı. Esed o kişiyi sever, onunla oyun oynardı. Ona: Yarın
bizler "afed" edeceğiz dedi, İbn Faris dedi ki: Bu, bu haberde yer
alan bir lafız olup (son harfi) "dal" ile mi yoksa re ile mi bilemiyorum,
Eğer re ile olursa muhtemelen toprak anlamına gelen "el-afer"den
gelmektedir. Eğer dal ise hangi anlama geldiğini bilemiyorum, Zannederim bunun
anlatmak istediği, onların sözü edilen çadıra gidişleri ve biribiri arkasında
ölümleridir.
(İbn Abbas devamla) dedi
ki: Esed, annesinin yanına ağlayarak girdi ve akranının kendisine neler
söylediklerini nakletti, Esed'in annesi o aileye yağ ve un gönderdi, Onunla
birkaç gün daha yaşadılar. Arkasından yine arkadaşı yanına gelerek: Biz yarın
toprağa gidiyoruz (afed ediyoruz) dedi, Yine Esed babasının yanına ağlayarak
girdi ve ona arkadaşının durumunu haber verdi,
Bu hal Amr b, Abdi
Menaf'a ağır geldi, Kureyşliler arasında kalkıp bir hutbe irad etti, Onun
emirlerine itaat ediyorlardı. Şöyle dedi: Sizler öyle bir çığır açtınız ki, bunun
sonucunda sizler azalıyorsunuz, diğer Araplar çoğalıyor, Sizler zelil olurken
Araplar güçleniyor. Halbuki sizler aziz ve celil olan Allah'ın Hareminin
halkısınız, Ademoğullarının en şereflilerisiniz, Sair insanlar size tabidir.
Fakat sizin bu i'tifadınız (tenhaya çıkıp ölümü beklemeniz) neredeyse sizi
bitirecek.
Bunun üzerine: Biz sana
uyarız dediler. O da şöyle dedi: Şu adamdan Esed'in arkadaşının babasını
kastediyor- işe başlayın, Onu i'tifada çıkmak ihtiyacından kurtarını Dediğini
yaptılar.
Sonra o da develer
boğazladı, koçları, keçileri kesti, Arkasından tirit yaptı, insanlara yemek
yedirdi. O bakımdan ona Haşim denildi. Bu beyiti şair onun hakkında
söylemiştir: "O Amr ki, kavmine tirit hazırladı Mekkeliler ise kıtlık
içerisinde ve (açlıktan) zayıf düşmüşlerdi."
Daha sonra, herbir baba
soyundan gelenleri kışın Yemen'e, yazın da Şam'a ticaret maksadı ile iki ayrı
yolculuk yapmak üzere bir araya getirdi. Zenginin kazandığını fakir ile
paylaştırdı. Nihayet onların fakirleri de zenginleri gibi oldu. Onlar bu hal
üzere iken İslam geldi. Araplar arasında Kureyşlilerden malı daha çok ve daha
güçlü aynı babadan gelmiş başka kimseler yoktu. İşte şairlerinin şu beyiti bunu
dile getirmektedir: "Onlar, fakirlerini zenginlerine katıp
karıştıranlardır Ta ki fakirleri muhtaç olmayan kimse gibi olana kadar."
Yüce Allah, Resulü
Muhammed (s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderinceye kadar onlar bu hal üzere
devam ettiler. Yüce Allah da şöyle buyurdu: "Artık onlar bu beytin Rabbine
ibadet etsinler. O ki kendilerini" (3. ayet) Haşim'in yaptıkları sayesinde
"açlıktan doyuran" ve arablar çoğalırken kendilerinin azalmaları
"korkusundan kendilerine güvenlik vf!rendir." (4. ayet)
Yüce Allah'ın: "Kış
ve yaz yolculuklarında" buyruğundaki: "Yolculuk" lafzı, mastar
sebebiyle nasb edilmiştir ki: "Yolculuk yapmaları" anlamındadır.
Yahutta "kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için"
buyruğunun onda amel etmesi sonucu ya da zarf olarak nasbedilmiştir. Eğer
"Onlar biri yaz, biri kış olmak üzere iki yolculuktur" anlamında ref'
konumunda kabul edilirse de caiz olur. Ancak birincisi daha uygundur.
"Yolculuk";
"Yolculuk yapmak" demektir. Bu iki yolculuktan birisi kışın Yemen'e
yapılırdı. Çünkü orası sıcak bir ülkedir. Diğeri ise yazın Şam'a yapılırdı.
Çünkü orası soğuk bir ülkedir.
Yine İbn Abbas'tan şöyle
dediği nakledilmiştir: Sıcak olduğu için kışı Mekke'de geçirirlerdi. Havası
dolayısıyla yazı da Taif'de geçirirlerdi. Kış soğuğunun etkisini üzerlerinden
giderecek sıcak bir yerlerinin, diğer taraftan yazın sıcağının etkisini
üzerlerinden giderecek soğuk bir bölgelerinin bulunması, o kavmin üzerindeki en
üstün ve değerli nimetlerdendir. İşte Yüce Allah, onlara bu nimeti
hatırlatmaktadır. Şair şöyle demiştir: "Bir nimet olarak kışı geçirir
Mekke'de Yazlığı ise Taiftedir."
Burada dört konunun,
dört ayrı başlık halinde ele alınması gerekmektedir:
1- Kur'an Okurken Vakıf (Durak) Yapmak:
2- Yaz ve Kış Zamanları ile Bunlara Dair
Bazı Hükümler:
3- Mevsimlerin İsimleri:
4- Yazlık ve Kışlık Edinmenin Hükmü:
1- Kur'an Okurken Vakıf
(Durak) Yapmak:
Kadı Ebu Bekr
İbnu'l-Arabi ile diğer alimlerin tercihine göre Yüce Allah'ın:
"Güvenlik ve
esenliği için" (1. ayet) (anlamındaki) buyruğu, kendisinden önceki buyruklara
taalluk etmektedir. Bu buyruğun kendisinden sonraki bir buyruğa taalluku ise
caiz değildir. Ondan sonra gelen buyruk: "Artık onlar bu Beyt'in Rabbine
ibadet etsinler" (3. ayet) buyruğudur. (İbnu'l-Arabi) dedi ki:
Bu buyrukla ilişki yeni
bir ifade ve yeni bir açıklama ile kesilip "Bismillahirrahmanirrahim"
satırı yazılmakla birlikte, bundan önceki süreye taalluk ettiği sabit olduğuna
göre; kıraat esnasında Kur'an okuyanların, ifade tamam olmadan önce vakıf
yapmalarının caiz olduğu da açıkça ortaya çıkmaktadır. Kıraat alimlerinin
rivayet ettikleri vakıflar, şer'an Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilmiş
değildir. Onlar bu yolla öğrencilere manaları öğretmek istemişlerdir.
Öğrenciler bu manaları öğrendikten sonra artık diledikleri yerde vakıf yaparlar.
Nefesin kesildiği yerde vakıf yapılabileceği hususunda ise görüş ayrılığı
yoktur. Böyle bir durum ile karşı karşıya kalınacak olursa, daha öncesini
tekrar okumaya gerek yoktur. Ancak nefesin yetersizliği dolayısıyla durulan
yerden tekrar okumaya başlanılır. Bu hususta benim görüşüm budur. Onların
söylediklerine herhangi bir şekilde delil bulunmamaktadır. Ancak ben onların
dediklerinin dışına çıkmayı hoş karşılamadığım için mananın tamam olduğu yerde
vakıf yapmayı esas kabul ederim.
Derim ki: Bu görüşün
doğruluğunun delillerinden birisi de Peygamber (s.a.v.)'in: "Elhamdu
lillahi Rabbi'l-alemin" deyip, vakıf yapması sonra
"er-rahmani'r-rahim" dedikten sonra tekrar vakıf yapmasıdır. Bu daha
önceden bu kitabın mukaddimesinde (Mukaddime, Yüce Allah'ın kitabının okumış
keyfiyeti .. başlığında) geçmiş bulunmaktadır.
Müslümanlar, Yüce
Allah'ın: "Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi"
buyruğunun nihayetinde vakıf yapmanın çirkin olmadığını ittifakla kabul
etmişlerdir. Bu (Fil) sure birinci rekatte okunup ondan sonraki sure (Kureyş
suresi)de ikinci rekatte okunabildiğine göre ve arada kıraat kesilmekle beraber
namazın bir takım rükünleri de eda edildiğine göre, burada vakıf yapmanın
çirkin olduğu nasıl söylenebilir? İlim adamları arasında bunu hoş görmeyen
hiçbir kimse yoktur. Bunun tek bir gerekçesi sadece Yüce Allah'ın:
"Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" buyruğunun bir
ayet sonu olmasıdır. Buna göre, kıyas yapılacak olursa ifade ister tamam olsun
ve maksad sona ersin, ister olmasın ve maksad sona ermesin ayetlerin sonlarında
vakıf yapmak uygun olmayan bir şeyolarak görülmemelidir.
Aynı şekilde fasılalar
(ayetlerin sonlarındaki harfler) muntazam olan ilahi kelamın süsü ve
ziynetidir. Eğer bu fasılalar olmasa bu muntazam kelam ile nesir arasında da
bir fark görülmezdi. Muntazam ifadelerin daha güzel olduğu da açıktır.
Böylelikle fasılaların muntazam sözlerin güzelliklerinden olduğu da sabit
olmaktadır. Buna göre fasılalar üzerinde vakıf yapmak suretiyle Kur'an'ın
fasılalarını açığa çıkartan bir kimse Kur'an'ın güzelliklerini de açığa
çıkarmış olur. Ayet sonlarında vakıf yapmayı terketmek, bu güzellikleri örter
ve nesri bu muntazam söze benzetmiş olur. Bu ise okunan lafzın hakkını ihlal
etmektir.
2- Yaz ve Kış Zamanları
ile Bunlara Dair Bazı Hükümler:
Malik dedi ki: Kış,
senenin yarısı, yaz da senenin öbür yarısıdır. Ben Rabia b. Abdurrahman
(Rabiatu'r-Re'y) ile onunla birlikte olanların sarıklarını Süreyya yıldızı
çıkıncaya kadar çıkarmadıklarını görüp duydum. Bu ise Bişnes ayının ondokuzuncu
günüdür. RumIarın yahut Farsların hesablarına göre yirmibeşinci güne rast
gelir.
Süreyya yıldızının
doğması ile zekat toplayıcılarının bu maksatla (zekat toplayacakları yerlere)
çıkmaları insanların davarlarıyla su kenarlarına gitmeleri zamanını
kastetmiştir. Süreyya yıldızının doğuşu yazın başlangıcı ve kışın sonudur.
Bu, bu hususta onun
arkadaşlarının kendisinden herhangi bir ayrılıkları sözkonusu olmaksızın
rivayet ettikleri bir husustur. Sadece Eşheb ondan şunu rivayet etmiştir:
(İkizler burcunu teşkil eden yıldızlardan) üç parlak yıldız olan
"el-Hak'a" kaybolduğu takdirde, gece kısalmaya başlar. Süreyya
yıldızının doğuşu yazın başı kabul edildiği ne göre, bu yıldızın mutlak olarak
senede yazın bitişinden sonra altı ay, kışın da altı ay olması gerekir.
Muhammed b.
Abdu'l-Hakem'e kış girene kadar bir kişiyle konuşmamak üzere yemin eden bir
kimse hakkında sorulan soruya şu cevabı vermiştir: Hatur ayından onyedi gün
geçmedikçe onunla konuşamaz. Şayet yaz girene kadar diyecek olursa bu sefer Bişnes'den
onyedi gün geçmedikçe onunla konuşamaz.
el-Kurazi dedi ki: Bunun
Muhammed'den Bişnes ayı hakkında böyle dediğini zikretmek bir yanılmadır.
Bişnes'ten geçmesi gereken gün sayısı ondokuzdur. Çünkü herbir konak için onüç
gün hesabı ile konakları hesab edecek olursak, Hatur'den itibaren ondokuz günün
menzillerinin ancak Bişnes'den ondokuz gün girmesi ile tamamlanabileceği
anlaşılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Mevsimlerin
İsimleri:
Bazıları şöyle demiştir:
Zaman dört bölümdür: KıŞ, bahar, yaz ve sonbahar. Diğer bazıları da şöyle
demiştir: Kış, yaz, aşırı sıcak ve sonbahar.
Ancak Malik'in söylediği
daha sahihtir. Çünkü Allah, (bu sürede) zamanı iki kısma ayırınış, bunlara
üçüncü bir kısım ilave etmemiştir.
4- Yazlık ve Kışlık Edinmenin
Hükmü:
Yüce Allah, Kureyş'in
-önceden geçtiği üzere- yaz ve kış olmak üzere iki yolculuklarını bir lütuf
olarak onlara hatırlatması, kişinin bu iki zamanda iki yer arasında gidip
gelmesinin (yaz ve kış ayrı yerlerde kalmasının) caiz olduğuna delildir.
Bunlardan birisinin hali
herbir zamanda diğerinden daha iyidir. Mesela, yazın denize yakın yerlerde
oturur, kışın ise kıble tarafında kalır.
Ayrıca serinlemek için
evlerde gerekli pencerelerin açılması ve keten türü elbiseler edinmenin,
ısınmak için ise kürk ve kalın elbiseler giyinmenin caiz olduğunu da
göstermektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN