DUHA 1 / 3 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ وَالضُّحَى
{1}
وَاللَّيْلِ
إِذَا سَجَى {2} مَا
وَدَّعَكَ
رَبُّكَ
وَمَا قَلَى {3} |
1.
Andolsun kuşluk vaktine,
2. Örtüp
bürüdüğünde geceye ki;
3.
Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da.
"Andolsun kuşluk
vaktine, örtüp bürüdüğünde geceye" buyruklarında geçen "kuşluk
vakti"ne dair açıklamalar daha önceden (eş-Şems, 1. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır. Çünkü Yüce Allah onun karşılığında "gece "yi
zikretmiş bulunmaktadır. el-A'raf Süresi'nde de: "Acaba o ülkeler halkı
geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine geleceğinden emin mi oldular? Yoksa
o ülkelerin halkı kuşluk vaktinde oynarlarken de azabımızın kendilerine
geleceğinden yana emin mi oldular?" (el-A'raf, 97-98) diye buyurmaktadır
ki; burada da (kuşluk vaktinden kasıt) gündüzdür.
Katade, Mukatil ve Cafer
es-Sadık şöyle demişlerdir: Yüce Allah, Musa ile konuştuğu vakit olan kuşluk
vakti ile Mirac gecesine yemin etmektedir.
Bunun sihirbazların
secdeye kapandıkları vakit olduğu da söylenmiştir. Bunu da Yüce Allah'ın:
"Kuşluk vakti insanlar toplansınlar." (Ta-Ha, 59) buyruğu
açıklamaktadır.
Meani bilginleri bu ve
benzeri buyruklar hakkında şöyle demişlerdir: Bu buyrukta hazfedilmiş lafızlar
vardır ki, bu; Kuşluk vaktinin Rabbine andolsun, takdirindedir.
"Örtüp bürüdü"
buyruğu sükunet buldu, demektir. Bu anlamı Katade, Mücahid, İbn Zeyd ve İkrime
vermiştir. "Sükunlu bir gece" denilir. Göz kapağının hareketi duran
göze; (...) denilir. "Gece sükun buldu, sükun bulur" denilir. Deniz
sükun bulduğunda; (...) fiili kullanılır. el-A'şa dedi ki: "Amcanızın
oğlunun denizi kaynayıp coştuğu halde Senin denizin kurtçukları dahi
örtemeyecek kadar (suyu az) ve sükünlu ise bizim günahımız nedir?"
Recez vezninde de şair
şöyle demiştir: "Ayın doğduğu ve sükünetli bir gece ile Dokumacıların
dokuduğu örtü gibi (dümdüz ve pürüzsüz) yollar ne güzeldir!"
Cerir de şöyle demiştir:
"Gittikleri gün sana bakışlarını fırlattılar Perdelerin arasından
sükünetle bakarak."
ed-Dahhak dedi ki:
"Örtüp bürüdüğü", herşeyi örttüğü (zaman) demektir. el-Esmai dedi ki:
Gecenin örtmesi, onun gündüzü kapatmasıdır. Tıpkı adamın üstünün elbise ile
örtülmesi gibi el-Hasen karanlığı ile örttüğü vakit, diye açıklamıştır.
İbn Abbas böyle
açıklamıştır Gittiği vakit diye açıkladığı da rivayet edilmiştir Yine karanlığı
ile geldiği vakit, diye açıkladığı da rivayet edilmiştir Said b. Cübeyr geldiği
vakit, diye açıklamıştır Bu açıklama Katade'den de rivayet edilmiştir
İbn Ebi Necih,
Mücahid'den "örtüp bürüdüğünde" ileri dereceye vardığında diye
açıkladığını rivayet etmiştir
Birinci açıklama dilde
daha ünlüdür "Örtüp bürüdü" sükunete erdi, demek olup, onda insanlar
sükun buldu demektir Bu da "oruçlu bir gündüz, namaz gecesi" demeye
benzer (Oruçla geçirilen bir gün, namaz kılmakla geçirilen bir gece demektir)
Gecenin sükun
bulmasının, karanlığının iyice yerleşmesi ve kemal derecesine ulaşması
anlamında olduğu da söylenmiştir Bir diğer açıklamaya göre, "andolsun
kuşluk vaktine, örtüp bürüdüğü zaman geceye" buyruğu ile Yüce Allah,
kuşluk vaktinde kendisine ibadet eden kulları ile karanlığı bastırdığı vakit
geceleyin kendisine ibadet eden kullarını kastetmiştir
"Kuşluk vakti"
ile cennetin aydınlık saçtığı zamanki mını, "örtüp bürüdüğünde gece"
ile de iyice karardığı vakit gecenin karanlığının kastedildiği de söylenmiştir
Bir diğer açıklamaya
göre "kuşluk vakti" gündüzü andıran şekliyle ariflerin kalblerindeki
nur, "örtüp bürüdüğünde gece" ile de geceyi andıran kafirlerin
kalblerindeki siyahlık demektir. Şanı Yüce Allah, bu şeylere yemin etmiş
bulunmaktadır
"Rabbin seni terk
de etmedi" buyruğu yeminin cevabıdır.
Cebrail (a.s)'ın
Peygamber (s.a.v.)'a gelmesi bir süre gecikince müşrikler:
Allah, onu terketti ve
ondan uzaklaştı, dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime(ler) nazil oldu.
İbn Cüreyc dedi ki:
Oniki gün süreyle Peygambere vahiy gelmedi. İbn Abbas onbeş gün demiştir.
Yirmibeş gün geciktiği de söylenmiştir. Mukatil kırk gün geciktiğini
söylemiştir. Bunun üzerine müşrikler: Rabbi Muhammed'i terketti ve ona darıldı.
Eğer onun bu işi Allah'tan gelmiş olsaydı, devam etmesi gerekirdi. Tıpkı ondan
önceki peygamberlere yaptığı gibi (ona da yapardı).
Buhari'de Cündeb b.
Süfyan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir Resulullah (s.a.v.) rahatsızlandığı
için iki ya da üç gece namaza kalkamadı. Bir kadın gelip: Ey Muhammed dedi. Ben
senin şeytanının seni terkettiğini zannediyorum. İki ya da üç geceden beri
senin yakınlarına geldiğini görmüyorum. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Andolsun kuşluk vaktine, örtüp bürüdüğünde geceye ki Rabbin seni terk de
etmedi, sana darılmadı da" buyruklarını indirdi.
Tirmizi'de, Cündeb
el-Beceli'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte
bir mağarada idim, parmağı kanadı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Sen
kanayan bir parmaktan başka bir şey misin ki? Esasen karşılaştığın (bu hal)
Allah yolundadır" diye buyurdu. Cebrail'in ona gelmesi bir süre gecikince
müşrikler: Muhammed terkedildi, dediler. Bunun üzerine şanı Yüce ve mübarek
olan Allah: "Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da" buyruğunu
indirdi. Bu hasen, sahih bir hadistir.
Tirmizi "iki ya da
üç gece namaza kalkmadı" ifadesini zikretmemiştir. Buhari ise (yukarıda
geçtiği gibi) bu ifadeyi zikretmiştir. Bu husustaki görüşlerin en sahihi budur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
es-Salebi de bunu Cündeb
b. Süfyan el-Beceli'den zikretmiş olup, buna göre Cündeb şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)'a bir taş atıldı ve parmağına isabet edip, kanadı.
Peygamber: "Sen kanayan bir parmaktan başka bir şey misin ki? Esasen karşı
karşıya kaldıkların da Allah yolundadır." dedi. Bu sebebten iki ya da üç
gece namaza kalkamadı. Ebu Leheb'in karısı Um Cemil ona: Gördüğüm kadarıyla
şeytanın seni terketmiş bulunuyor. İki ya da üç geceden bu yana sana
yaklaştığını görmedim, dedi. Bunun üzerine; "Andolsun kuşluk vaktine ...
" buyrukları nazil oldu.
Ebu İmran el-Cevni'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Cebrail'in Peygamber (s.a.v.)'a gelmesi bir
süre gecikti. Öyle ki bu, Peygambere ağır geldi. Alnını Kabe'ye koymuş dua eder
halde iken geldi ve omuzları arasına dokundu, ona: "Rabbin seni terk de
etmedi, sana darılmadı da" buyruklarını indirdi.
-Peygamber (s.a.v.)'e
hizmet eden- Havle dedi ki: Bir köpek eniği (peygamberin) evine girdi. Evdeki
divanın altına girip orada öldü. Bu sebebten ötürü Allah'ın Peygamberine
günlerce vahiy inmedi. "Ey Havle! Benim evimde ne oldu? Cibril niye bana
gelmiyor?" dedi. Havle dedi ki: Ben keşke evi düzenleyip, onu süpürsem,
dedim. Elimdeki süpürgeyi divanın altına soktum, ölmüş bir köpek eniği ile
karşılaştım. Onu alıp (dış) duvar(ın) arkasına attım. Allah'ın Peygamberi
sakalları titreyerek geldi -Ona vahiy nazil oldu mu öncesinden onu bir titreme
alırdı.- Şöyle buyurdu: "Ey Havle! Beni iyice ört." Bunun üzerine
Yüce Allah bu süreyi indirdi.
Cebrail inince Peygamber
(s.a.v.) onun gecikmesinin sebebini sordu. O da şu cevabı verdi: "Bizim,
içinde bir köpek ya da bir suret bulunan bir eve girmediğimizi bilmiyor
musun?"
Bir görüşe göre
yahudiler; Peygamber (s.a.v.)'a ruh, Zülkarneyn ve Kehf ashabına dair soru
sorunca, o: "Size yarın haber vereceğim" demiş fakat
"inşaallah" dememişti. Bunun üzerine ona vahiy gelmez oldu. Nihayet
Cebrail ona: "Hiçbir şey hakkında sakın: 'Ben bunu mutlaka yarın
yapacağım' deme, meğer ki Allah dilemiş ola (inşaallah yapacağım de.)"
(el-Kehf, 2324) Ve ona kendisine sorulan soruların durumunu haber verdi. Bu
olay hakkında "Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da"
buyrukları indi.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Müslümanlar ey Allah'ın Resulü! Ne diye sana vahiy inmiyor? dediler.
Peygamber: "Sizler parmak boğumlarınızın arasını -bir diğer rivayette
parmakların üst tarafındaki boğumları- temizlemiyor, tırnaklarınızı kesmiyor,
bıyıklarınızı kısaltmıyor olduğunuz halde nasıl olur da bana vahiy iner!"
diye buyurdu. Bunun üzerine Cebrail bu süreyi indirdi. Peygamber (s.a.v.):
"Gelişin o kadar gecikti ki seni özledim" diye buyurdu. Cebrail:
"Ben seni daha çok özledim, fakat ben bir emir kuluyum" dedi. Sonra
ona: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz" (Meryem, 64) buyrukları
nazil oldu.
"Seni
terketmedi" buyruğu genel olarak (dal harfi) şeddeli "tevdi'' den
gelen bir fiil olarak okunmuştur ki, bu da ayrılan kimsenin vedalaşması gibi
(sana veda etmedi) demektir. İbn Abbas ve İbn ez-Zübeyr'den rivayet edildiğine
göre onlar şeddesiz olarak; "Seni terketmedi" diye okumuşlardır. Şair
şöyle demiştir:
"Ve orada Amr ile
Amir oğullarını terkettik siyah mızrakların uçlarının ayları olarak."
Ancak bu şekildeki
kullanım azdır. "O, onu terkeder" denilir. el-Müberred Muhammed b.
Yezid dedi ki: Araplar hemen hemen: (...) ile (...) demezler. Çünkü başa alınan
"vav"ın telaffuzunda kuvvet yoktur.
Bunların yerine (aynı
anlamda): "Terk etti" fiilini kullanırlar.
"Sana darılmadı
da." Yani Rabbin seni sevdiğinden bu yana sana buğzetmedi. Sonda (sana
anlamını veren) "kef" harfini getirmemiştir. Çünkü bu ayet sonudur.
"Buğzetmek"
demektir. "Kaf" harfi üstün okunursa, (sonu) med'li okunur. "Ona
buğzetti, eder, buğzetmek" denilir. Tıpkı: "Misafiri ağırladım,
ağırlarım, misafiri ağırlamak" demek gibidir. "Ona buğzetti"
şeklindeki kullanım ise Taylıların şivesidir. Saleb şu mısraı zikretmektedir:
"Um el-Gamr ile geçirdiğimiz günlere buğzetmeyiz."
"Buğzederiz"
demektir. Şair şöyle demiştir: "Sen bize ister kötülük yap, ister iyilik,
tarafımızdan kınanmazsın Sen -kendisi buğzetse bile- buğz da edilen
olmazsın."
İmruu'l-Kays dedi ki:
"Ben, ne huyları buğzedilen bir kimseyim ne de buğzeden birisiyim."
Ayetin tevili:
"Rabbin seni terk de etmedi, sana buğz da etmedi" şeklinde olup
"sana" anlamını veren "kef" harfinin tekrar edilmemesi,
ayet sonu oluşundan dolayıdır. Nitekim Yüce Allah: "Allah'ı çokça anan
erkeklerle, çokça anan kadınlar" (el-Ahzab, 35) buyruğunun " ...
Allah'ı çokça anan kadınlar" takdirinde oluşu gibi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN