ŞEMS 9 / 10 |
قَدْ أَفْلَحَ
مَن
زَكَّاهَا {9}
وَقَدْ
خَابَ مَن دَسَّاهَا
{10} |
9. Onu
temizleyen, muhakkak felah bulmuştur.
10. Onu
örten ise, muhakkak ziyana uğramıştır.
"Onu temizleyen
muhakkak felah bulmuştur" buyruğu, yeminin cevabıdır. "Andolsun ki
... felah bulmuştur" anlamındadır. ez-Zeccac dedi ki: "Lam"ın
hazfedilmesi ifadenin uzaması dolayısı iledir. İfadenin uzamış olması
"Lam"ın yerini tutmuş olmaktadır.
Cevabın hazfedilmiş
olduğu da söylenmiştir. Güneşe ... şuna ve şuna andolsun ki, siz mutlaka
ölümden sonra diriltileceksinizdir, demektir.
ez-Zemahşerı dedi ki:
Cevabın takdiri: Semüd kavmi, Salih'i yalanladıkları için Allah, onlara azab
gönderdiği gibi, Rasülullah (s.a.v.)'ı yalanladıklarından ötürü andolsun ki,
Allah Mekkelilerin üzerine azabını gönderecektir, şeklindedir. "Onu
temizleyen muhakkak felah bulmuştur" buyruğu; başına tabi bir ifadedir.
Çünkü daha önce Yüce Allah: "Sonra da ona hem kötülüğü, hem de takvayı
ilham edene ki" (8. ayet) diye bir istidradda -ara bir konudan sözetmeye-
geçmiş bulunmaktadır. Bunun yeminin cevabı ile bir ilgisi yoktur.
İfadede hazf sözkonusu
olmaksızın takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Yani: Onu temizleyen
muhakkak felah bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır.
Andolsun güneşe ve aydınlığına, demektir.
"Onu
temizleyen" yani Yüce Allah'ın itaat ile nefsini arındırdığı kimse
"muhakkak felah bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana
uğramıştır." Yüce Allah'ın masiyet ile örttüğü nefis ziyana uğramıştır,
demektir.
İbn Abbas da şöyle
demiştir: Saptırdığı ve azdırdığı bir nefis hüsrana uğramıştır. Bir diğer
açıklama da şöyledir: Allah'a itaat etmek ve salih ameller işlemek suretiyle
kendisini (nefsini) arındıran kimse kurtuluşa ermiş, buna karşılık masiyetlerle
nefsini örten kimse de hüsrana uğramıştır. Bu açıklamayı da Katade ve başkaları
yapmıştır.
Temizleme (zekat)ın asıl
anlamı, artmak ve gelişip çoğalmak demektir. Verimi bol olan mahsülü anlatmak
üzere kullanılan: "Mahsül bollaştı" ifadesi buradan geldiği gibi
"hakimin şahidi tezkiyesi" ifadesi de buradan gelmektedir. Çünkü
hakim adaletli olduğuna hükmetmekle ve ondan güzel bir şekilde sözetmekle
şahidi yüceltmiş olur. Bu anlamdaki açıklamalar yeterli bir şekilde el-Bakara
Süresi'nin baş taraflarında (43. ayet, 3 başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
İyilik işleyen, iyi
işler yapmak için elini çabuk tutan kimse, nefsini açığa çıkartmış ve yüceltmiş
olur. Soylu Araplar başkasından bir şeyler alarak geçinen kimseler tarafından
yerleri bilinsin diye yüksekçe yerlerde konaklar, geceleyin gidip gelenler için
ateşler yakarlardı. Bayağı kimseler ise mağara ve kovuk gibi yerlerle vadilerin
alt taraflarında yerleşirlerdi. Bundan maksatları ise kendilerinden bir şeyler
isteyecekler tarafından yerlerinin bilinmemesi idi. İşte ötekiler kendi
nefislerini yükseltmiş ve arındırmış oldular. Diğerleri ise kendi nefislerini
gizleyip, üstünü kapatmış oldular. İşte günahkar da her zaman için öyledir.
Mertliği azdır, kişiliği zayıftır, masiyetler işlediğinden ötürü başı önünde
eğiktir. "Onu örten"in onu azgınlığa götüren anlamında olduğu da
söylenmiştir. Şair şöyle demiştir: "Amr kabilesini azgınlaştıran sensin,
bundan ötürü onların Hanımları onlar tarafından yitirilmiş dullar
oldular."
Dilciler şöyle
demişlerdir: Bu lafzın aslı "tedsis"den gelmek üzere: (...) şeklinde
olup, bu da bir şeyi bir şeyin içinde gizleyip saklamak demektir. Buradaki
"sin" harflerinin birisi "ye"ye dönüştürülmüştür. Nitekim:
"Tırnaklarımı kestim" denilmesi de buna benzemektedir.
Oysa bunun aslı
-"ye" yerine-: (...) şeklinde "sad"dır. (...) fiilini (...)
diye kullanmaları da buna benzemektedir.
İbnu'l-A'rabi dedi ki:
"Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır" buyruğu, kendi
nefsini -onlardan olmadığı halde- salihler arasına katan kimse (hüsrana
uğramıştır), demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN