NEBE 21 / 30 |
إِنَّ
جَهَنَّمَ
كَانَتْ
مِرْصَاداً {21}
لِلْطَّاغِينَ مَآباً {22}
لَابِثِينَ
فِيهَا
أَحْقَاباً {23}
لَّا
يَذُوقُونَ
فِيهَا
بَرْداً
وَلَا
شَرَاباً {24}
إِلَّا
حَمِيماً
وَغَسَّاقاً
{25} جَزَاء وِفَاقاً
{26} إِنَّهُمْ
كَانُوا لَا
يَرْجُونَ
حِسَاباً {27}
وَكَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
كِذَّاباً {28}
وَكُلَّ
شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ
كِتَاباً {29}
فَذُوقُوا
فَلَن نَّزِيدَكُمْ
إِلَّا عَذَاباً
{30} |
21.
Şüphesiz'ki cehennem bir pusudur.
22.
Azgınların dönüp varacakları bir yerdir.
23.
Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar.
24.
Orada bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de.
25.
Ancak kaynar bir su ve bir irin.
26.
Uygun bir karşılık olmak üzere.
27.
Çünkü onlar, hiçbir, hesab ummuyorlardı.
28.
Ayetlerimizi de yalanladıkça, yalanlıyorlardı.
29. Biz
ise, herşeyi sayıp yazmışızdır.
30.
"İşte tadın, artık azaptan başka bir şeyinizi arttırmayacağız."
"Şüphesiz ki
cehennem bir pusudur" buyruğundaki "Pusu" lafzı "önündeki
her şey" demek olan; (...)'den "mif'al" vezninde bir kelimedir.
el-Hasen dedi ki;
Cehennem ateşinin üzerinde bir rasad vardır. Orayı geçmedikçehiçbir kimse
cennete giremeyecektir. Kim oradan geçebileceğine dair şeyler getirirse, oradan
geçer, kim de geçebileceğine dair şeyler, getirmezse orada alıkonulur,
Süfyan (r.a)'dan şöyle
dediği rivayet edilmiştir; Cehennem ateşinin üzerinde üç tane köprü vardır.
"Bir pusu"
buyruğunun nisbet bildirecek şekilde; "Pusuları olan" anlamında
olduğu, yani üzerinden geçenleri gözetleyen demek olduğu da söylenmiştir.
Mukatil: O bir hapsedilme yeridir, demiştir. Bunun bir yol ve bir geçiş yeri
anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre, cehennem katedilmedikçe cennete
gidecek yola çıkılamaz,
es-Sıhah'da şöyle
denilmektedir: "Mirsad" yol demektir.
el-Kuşeyri'nin
naklettiğinegöre "mirsad" tek bir kimsenin düşmanı gözetlediği yerin
adıdır. Tıpkı, atların zayıflatıldığı yere "el-midmar" denilmesi
gibi. Yani cehennem, cehennemlikler için hazırlanmış olacaktır. Bu durumda
"pusu" (anlamı verilen "el-mirsad") mekan anlamını ihtiva
etmektedir. Melekler, cehenneme varıncaya kadar kafirleri gözetleyecektir.
el-Maverdi'nin Ebu Sinan'dan naklettiğine göre bu, gözetleyici anlamındadır,
Yani onları yaptıkları işlerkarşılığında cezalandıracaktır. es-Sıhah'ta şöyle
denilmektedir; ''O şeyi gözetleyen" demektir,
O bakımdan: "Onu
gözetledi, gözetler, gözetlemek" denilir. "Tarassud" da
gözetlemek demektir. "Marsad" gözetleme yeri anlamındadır.
el-Esmai dedi ki:
"Onu gözetledim"; "Onun için hazırlık yaptım" demektir.
el-Kisai de buna benzer açıklamalarda bulunmuştur.
Derim ki: Cehennem
hazırlanmış ve gözetlemekte olan (mutarassid) bir yerdir. Bu (mutarassid
kelimesi) da: (...)I )'den gelen "mütefa'il" vezninde bir lafızdır
ki; gözetlemek anlamındadır. Yani cehennem, gelecek olanları gözetlemekte ve
beklemektedir. "Mirsad" de mübalağa binalarından (vezinlerinden)
"mifal" vezninde bir kelimedir. "Mi 'tar, (hoş kokulu), miğyar
(çok gayretli, çok kıskanç)" kelimeleri gibi. Sanki cehennem, kafirleri
çokça gözetleyip, bekleyeceğinden (bu isim verilmiş gibidir.)
"Azgınların dönüp
varacakları bir yerdir" buyruğu "pusu" anlamındaki lafızdan
bedeldir.
"Dönüp varılacak
yer": Dönüş yeri demektir. Yani orası, onların dönecekleri bir yerdir.
''Döndü, döner, bir dönüş" denilir. Katade: Sığınacak ve konaklanılacak
bir yer, diye açıklamıştır.
"Azgınlar" ile
kastedilenler, küfre sapmak suretiyle dininde yahutta zulüm yapmak suretiyle
dünyasında haddi aşan, azgınlaşan kimse demektir.
"Sonsuz devirler
boyunca içinde kalacaklar." Devirler devam ettiği sürece, onlar da
cehennemde kalacaklardır. Bu devirlerin ardı arkası kesilmeyecektir. Herbir
devir geçtikçe bir başkası gelecektir.
"Zaman"
demektir, "Zamanlar" anlamındadır. (...) şeklinde kesreli söyleyiş
"yıl" olup, bunun çoğulu: (...) diye gelir. Temimli Mütemmim b.
Nuveyre şöyle demiştir:
"Bizler bir
zamanlar (Hire hükümdarı) Cezime (el-Abraş'ın) iki arkadaşı (Malik ve Akil)
gibi idik. Öyle ki; bunlar asla ayrılmayacak, denildi. Fakat bizler ayrılınca
sanki ben ve Malik
Uzunca birlikte olmamıza
rağmen, birlikte bir gece geçirmemiş gibi olduk."
("Kaf" harfi
hem ötreli, hem sakin olmak üzere): "Seksen yıl" demektir. İleride
geleceği üzere daha fazlası da söylenmiştir, daha azı da söylenmiştir. Çoğulu
(...) diye gelir.
Ayetteki anlamına
gelince, onlar orada sonu gelmeyen ahiret ahkabı (sonsuz devirleri) boyunca
kalacaklardır. ifadenin delaleti dolayısıyla buyrukta "ahiret" lafzı
hazfedilmiştir. Çünkü zaten anlatım ahiret ile ilgilidir. Bu da "ahiret
günleri" demeye benzer. Sonsuza kadar, ardı ardınca günler gelecek,
demektir. Eğer beş ya da on ahkab denilseydi, ya da buna benzer bir ifade
kullanılmış olsaydı, o vakit belirli bir zamana delalet ederdi.
"Ahkab" ın sözkonusu ediliş sebebi, (tekili olan)
"el-hukub"un onlar nazarında en uzun süreyi kapsadığından dolayıdır.
Böylelikle onların anlayışlarının benimsediği ve bildikleri şekilde onlara
hitab etmiş olmaktadır. Burada bu ifade ebedilikten kinayedir. Yani onlar orada
ebediyyen kalacaklardır.
Burada
"günler" yerine "ahkab" ın sözkonusu edilmesinin sebebinin
şu olduğu söylenmiştir: Çünkü "ahkab" ifadesi kalblere daha bir
dehşet verir ve ebediliğe daha açık bir delil teşkil etmektedir. Anlamlar birbirine
yakındır. (Cehennemde) bu ebedi kalış müşrikler hakkındadır. Ayet-i kerimenin
cehennemden "ahkab" geçtikten sonra, çıkacak isyankarlar hakkında
yorumlanması da mümkündür.
Şöyle de açıklanmıştır:
"Ahkab" onların Hamim (kaynar su) ile gassak (cehennemliklerin irini)
içme vakitleridir. Bu süre geçtiği takdirde onların bir başka ceza türleri
sözkonusu olacaktır. Bundan dolayı Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:
"Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar. Orada bir serinlik de
tatmazlar, içilecek bir şey de. Ancak kaynar bir su ve bir irin"
içeceklerdir.
''Kalacaklar"
lafzı: ''Kaldı" fiilinden ism-i faildir. Bundan gelen mastarın sakin
olarak (...) diye gelmesi bunu güçlendirmektedir. ''İçmek" mastarı gibi.
Hamza ve el-Kisai
"elif" siz olarak: (...) diye okumuşlardır. Ebu Hatim ve Ebu Ubeyd'in
tercih ettiği de budur. Bunlar iki ayrı söyleyiştir. Nitekim: ''Kalan
adam" denildiği gibi, (...) da denilebilir. Tıpkı (...) ile (...)'in
"tamahkar", (...) ile (...)'in "geniş" anlamında olduğu
gibi. "O artık orada kalıcı bir kimsedir" denilir. Bu yönüyle insanda
yaratılıştan beri var olan: ''Tedbirli" ile; "Korkak"
vasıflarına benzetilmektedir. Çünkü; (...) kalıbı çoğunlukla bir şeyde
yaratılıştan beri var olan şeyler için kullanılır. Ancak: "Kalan,
kalıcı" ism-i faili bu şekilde değildir.
"Sonsuz
devirler," İbn Ömer, İbn Muhaysın ve Ebu Hureyre'nin görüşüne göre seksen
yıl'dır. Bir sene üçyüzaltmış gündür ve oradaki bir gün dünya günlerinden bin
yıl gibidir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. İbn Ömer, bunu Peygamber
(s.a.v.)'a merfu bir hadis olarak rivayet etmiştir. Ebu Hureyre dedi ki: Bir
yıl üçyüzaltmış gündür. Herbir gün de dünya günleri gibi bir gün gibidir.
Yine İbn Ömer'den şöyle
dediği zikredilmiştir: "Sonsuz devir" Kırk yıl demektir. es-Süddi
yetmiş yıldır demiştir. Bunun bin aylık süre olduğu da söylenmiştir. Bunu da
Ebu ümame merfu olarak (Hz. Peygamberden) rivayet etmiştir. Beşir bin Ka'b
üçyüz yıl demiştir. el-Hasen: ''Sonsuz devirler"'in ne kadar olduğunu
kimse bilemez, fakat bunun yüz "Sonsuz devir" olduğu, bunların
herbirisinin de yetmiş bin yıl olduğu, bunların bir gününün de sizin
saydıklarınız türünden bin yıla tekabül ettiği söylenmiştir.
Yine Ebu Umame'den, onun
Peygamber (s.a.v.)'dan rivayetine göre "bir tek hukub otuzbin yıldır"
diye buyurmuştur. Bunu el-Mehdevi zikretmiştir. Birincisini zikreden
el-Maverdi'dir.
Kutrub dedi ki: Bu
sınırsız olmak üzere uzun zaman anlamındadır. Ömer b. el-Hattab (r.a) dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ederim, cehenneme giren
hiçbir kimse orada "ahkab" süresi kalmadıkça çıkmayacaktır. Bir hukub
ise seksen küsur yıldır, bir yıl üçyüzaltmış gündür. Herbir gün de sizin
saydıklarınızdan bir yıldır. O bakımdan sizden kimse cehennemden çıkacağına bel
bağlamasın." Bunu da es-Salebi zikretmiştir.
el-Kurazi dedi ki:
Ahkab, kırküç hukub'dur. Her bir hukub yetmiş harif'dir.
Her bir harif yediyüz
yıldır. Herbir yıl üçyüzaltmış gündür ve herbir gün bin yıldır.
Derim ki: Bu görüşler
birbirleriyle çatışmaktadır. Ayet-i kerimede ebediliğe dair bir sınırlandırma
getirebilmek için, bu hususta mazereti ortadan kaldıracak nakli bir delile
gerek duyulmaktadır. Bu ise Peygamber (s.a.v.)'den sabit olmuş değildir. O
halde anlam -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- ancak ilk olarak
zikrettiğimizdir. Yani onlar orada pek uzun zamanlar ve devirler kalacaklardır.
Bir zaman geçti mi arkasından bir başkası gelir, bir devir geçti mi bir diğeri
gelir ve bu kesintisiz olarak ebediyyen öylece sürüp gidecektir.
İbn Keysan dedi ki:
"Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar" buyruğunun anlamı, sonu
gelmeyecek demektir. Sanki "ebediyyen" diye buyurmuş gibidir.
İbn Zeyd ve Mukatil dedi
ki: Bu buyruk Yüce Allah'ın: "İşte tadın artık azaptan başka bir şeyinizi
arttırmayacağız." buyruğu ile nesholmuştur. Yani böylelikle sayı sözkonusu
edilmez, ebedilik ise anlaşılan bir mana olarak ortaya çıkmıştır.
Derim ki: Böyle olması
uzak bir ihtimaldir, çünkü bu haberdir. (Haberlerde ise nesh olmaz.) Yüce Allah
da: "Onlar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler"
(el-A'raf, 40) diye buyurmuştur. Daha önce (belirtilen ayetin tefsirinde)
geçtiği gibi. İşte bu kafirler hakkındadır. Ancak muvahhid ve günahkar kimseler
için ebedilik olmaması doğrudur ve bu durumda nesh tahsis anlamında kabul
edilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Sonsuz devirler
boyunca içinde kalacaklar" buyruğunda kastedilenin yer olduğu da
söylenmiştir. Çünkü yerden daha önce söz edilmiştir ve bu durumda "orada
bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de" buyruğundaki zamir ise
cehenneme ait olur.
"Ahkab"ın
tekilinin hem (...), hem de (...) diye geldiği de söylenmiştir. Şair şöyle
demiştir: "Ondan bir süre (hıkbe) uzak kalıp karşılaşmasan onunla Sen bu
yeni yaptığınla denenmiş bir kimsesin."
el-Kumeyt de şöyle
demiştir: "Bir süre (hıkbe)den sonra onun üzerinden süreler (hikab)
geçti."
"Orada" yani
bu devirler boyunca bu süreler içerisinde"bir serinlik de tatmazlar,
içilecek bir şey de." Bu buyruktaki "serinlik"den kasıt, Ebu
Ubeyde ve başkalarının görüşüne göre uykudur. Şair şöyle demiştir: "Eğer
istersem sizin dışınızdaki bütün kadınları yasaklarım kendime, Ve eğer istersem
tatlı suyun da, uykunun (berd: serinlik) da tadına bakmam."
Mücahid, es-Süddi,
el-Kisai, el-Fadl b. Halid ve Ebu Muaz en-Nahvi de böyle demişler ve
el-Kindi'nin şu beyitini zikretmişlerdir: "Onun ıslak (dudak)ları üzerimde
kurudu ve beni alıkoydu Ondan ve onu öpmekten uyuklamam (el-berd:
serinlik)," şair bununla uykuyu kastetmektedir. Araplar da: "Soğuk
soğuğu engelledi"; yani soğuk uykuyu kaçırdı, derler.
Derim ki: Hadiste
belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.)'a: Cennette uyku var mı, diye sorulunca
şu cevabı vermiş: "Hayır, uyku ölümün kardeşidir. Cennette ise ölüm
yoktur."
İşte cehennem de
böyledir. Yüce Allah da: "Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler"
(Fatır, 36) diye buyurmaktadır,
İbn Abbas dedi ki:
Buradaki "serinlik" içkinin verdiği serinliktir. Yine ondan
nakledildiğine göre "serinlik" uyku, "içilecek şey" de
sudur.
ez-Zeccac dedi ki: Onlar
orada rüzgarın da, gölgenin de, uykunun da serinliğinin tadını almayacaklardır.
Bu açıklamasıyla o, "serinlik"i dinlendirici özelliği bulunan, herbir
şeyin serinliği olarak kabul etmektedir. Bu ise kendilerine fayda vermeyecek
bir serinliktir. Zemherire gelince, o kendisinden rahatsız olacakları bir
soğuktur. Bunun onlara hiçbir faydası olmayacaktır. Ondan dolayı nasıl azab
göreceklerini ancak Allah bilir. el-Hasen, Ata ve İbn Zeyd dedi ki:
"Serinlik" rahat ve huzur demektir. şair şöyle demiştir: "Ne
kuşluk vakti serinliğinde gölgeye tahammül edebilir Ne de öğleden sonraki
vakitlerde gölgenin tadına bakar,"
"Orada bir serinlik
de tatmazlar, içilecek bir şey de" cümlesi "azgınlar"dan hal
konumunda bir cümle yahutta "sonsuz devirler"in sıfatıdır. Bu durumda
"sonsuz devirler" zaman zarfı olur. Bundaki amil de
"kalacaklar" anlamındaki lafız ya da "fail" vezninde
geçişli kabul edilen -sözü geçen kıraate göre-: (...) veya (...) şeklidir,
"Ancak kaynar bir
su ve bir irin" buyruğu "serinlik" anlamı verilen lafzı
"uyku" kabul edenlerin görüşüne göre. munkatı bir istisnadır. Bunu
serinlik kabul edenlerin görüşüne göre, ondan bedeldir.
"Kaynar su":
Oldukça sıcak su demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. İbn Zeyd de:
Gözlerinin yaşlarıdır demiştir. Bu yaşları havuzlarda toplanır, sonra onlara
içirilir.
en-Nehhas dedi ki: Bunun
asıl anlamı sıcak su demektir. "Hammam" de buradan türemiştir.
"Humma" de buradan gelmektedir. "Son derece kaynamış suda,
kapkara bir gölgede" (el-Vakıa, 53) buyruğunda da bu kökten gelmektedir.
Bununla son derece sıcaklık kastedilir.
''İrin"
Cehennemliklerin irini ve cerahatleridir. Zemherir olduğu da söylenmiştir.
Hamza ve el-Kisai "sin" harfini şeddeli okumuşlardır. Buna dair açıklamalar
daha önceden Sad Süresi'nde (57. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Uygun bir karşılık olmak üzere" buyruğu amellerine uygun bir
karşılık olmak üzere ... demektir. Bu açıklama İbn Abbas, Mücahid ve
başkalarından nakledilmiştir. Buna göre "Uygun" muvafık düşmek,
uyuşmak anlamındadır. Mukatele (çarpışmak, vuruşmak) anlamında
"kıtal"e benzemektedir.
"Bir karşılık olmak
üzere" lafzı da mastar (meful-i mutlak) olarak nasbedilmiştir. Yani Biz,
onları amellerine uygun bir ceza ile cezalandırdık. Bu açıklamayı el-Ferra ve
el-Ahfeş yapmıştır. Yine el-Ferra şöyle demiştir: Bu lafız, (...)'in çoğuludur,
(...) ile aynı anlamdadır.
Mukatil dedi ki: Sözü
edilen azab işlemiş olan günaha uygundur. Şirkten daha büyük bir günah
olmayacağı gibi, ateşten daha büyük bir azab da olmaz. el-Hasen ve İkrime şöyle
demişlerdir: Onların amelleri kötü idi, Allah da onların hoşuna gitmeyecek şeyi
verdi.
"Çünkü onlar hiçbir
hesab ummuyorlardı." Amelleri karşılığında hesaba çekileceklerinden
korkmuyorlardı. Hesabın neticesinde mükafat ummuyorlardı, anlamında olduğu da
söylenmiştir. ez-Zeccac dedi ki: Onlar ölümden sonra dirilişe iman etmiyorlardı
ki, hesaba çekileceklerini umsunlar.
"Ayetlerimizi"
peygamberlerin getirdiklerini "de yalanladıkça yalanlıyorlardı." İndirdiğimiz
kitabIarı ... diye de açıklanmıştır.
"Yalanladıkça ...
" lafzı genel olarak "zel" harfi şeddeli, "kef" harfi
kesreli olarak ve: "Yalanladı" fiilinden gelen (bir meful-i mutlak
olarak) okumuşlardır. "Çok büyük çapta yalanladılar" demektir.
el-Ferra dedi ki: Bu,
(Kullanım alanı) geniş bir Yemen söyleyişidir. Onlar: ''Onu oldukça
yalanladım"; ''Gömleği paramparça ettim" derler. (...) veznindeki
herbir fiilin mastarı da onların söyleyişlerinde şeddeli olarak (...) diye
kullanırlar. Kilablılardan birisi şu beyiti nakletmektedir: "Beni uzun
zamandan beri arkadaşlarımdan uzak tuttu Ve kendilerini görmek benim için şifa
olacak bir takım ihtiyaçlarımı yerine getirmekten. ''
Ali (r.a.) şeddesiz
olarak; (...) diye okumuştur. Buna göre de mastardır.
Ebu Ali dedi ki: Şeddeli
okuyuş da, şeddesiz okuyuş da hep birlikte: ''Çokça yalanlamak, yalanlamakta
birbirleriyle yarışırcasına ileriye gitmek" fiilinden mastardır.
el-A'şa'nın şu beyitinde olduğu gibi: "Ona doğru da söyledim, yalan da
söyledim Kişiye bazan yalan söylemesi fayda verir."
Ebu'l-Feth dedi ki: Her
ikisi de aynı zamanda hem: (...)'nin, hem de; (...)'nin mastarıdırlar.
ez-Zemahşeri dedi ki: (...) şeddesiz okuyuşu, (...)'in mastarıdır ve buna da
şairin şu beyiti delildir: "Ona doğru da söyledim, yalan da söyledim
Kişiye bazan yalan söylemesi fayda verir."
Bu da Yüce Allah'ın:
''Ve Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir" (Nuh, 17) buyruğuna
benzemektedir. Yani: ''Onlar ayetlerimizi yalanladılar, ayetlerimizi
birbirleriyle yarışırcasına mı yalanladılar?" Yahutta bu lafız,
"yalanlıyorlardı" buyruğu ile nasb da edilebilir. Çünkü bu aynı
zamanda şeddesiz olarak: ''Yalanladılar" anlamını da ihtiva etmektedir.
Çünkü hakkı yalanlayan herbir kişi aynı zamanda yalancıdır. Çünkü onlar
müslümanların değerlendirmesine göre, yalan söyleyen kimseler iseler, onlara
göre de müslümanlar yalan söylüyor ise kendi aralarında karşılıklı bir
yalanlama (mükazebe) sözkonusudur.
İbn Ömer ''kef"
harfi ötreli ve şeddeli; (...) diye; ''Yalancı" lafzının çoğulu olarak
okumuştur. Bunu da Ebu Hatim söylemiştir. Zemahşeri'ye göre bunun nasb ile
gelmesi hal olmasından dolayıdır.
(...) şekli tek kişi
için "ileri derecede yalan söyleyen" anlamında olabilir. Mesela:
''Çok yalancı bir adam" denilir. Bu da: ''Çok güzel" ile; ''Çok
cimri" demeye benzer. Bu durumda lafız; ''Yalanlıyorlardı" fiilinin
mastarına sıfat kabul edilir. Yani onlar çok aşırı ve ileri derecede
yalanladılar demek olur.
es-Sıhah'ta şöyle
denilmektedir: Yüce Allah'ın: "Ayetlerimizi de yalanladıkça yalanlıyorlardı"
buyruğu şeddeli mastarlardan birisidir. Çünkü bunun mastarı "tefil"
vezninde "teklim; konuşturmak, konuşmak" gibi de gelir.
"Fi'al" vezninde "kizzab" diye geldiği gibi
"tavsiye" gibi "tefile" vezninde de gelir,
"mufa'il" vezninde de gelebilir. "Biz de onları ... darmadağın
ettik" (Sebe, 19 buyruğunda olduğu gibi.)
"Biz ise, herşeyi
sayıp yazmışızdır" buyruğundaki: "Herşeyi" lafzı "sayıp,
yazmışızdır" fiilinin delalet ettiği mukadder bir fiil ile nasbedilmiştir,
Bu da: "Biz herşeyi saymışızdır, o şeyi sayıp yazmışızdır" demektir.
Ebu's-Semmal ise,
mübteda ve merfu olmak üzere: "Her şey" diye okumuştur.
"Yazmışızdır"
buyruğunu da mastar (mef'üI-i mutlak) olarak nasb ile okumuştur. Çünkü:
"Saydık" fiili: "Yazdık" anlamındadır. Bu da "Onu
belirli bir şekilde yazdık" demek olur,
Diğer taraftan bununla
kastedilen şey ilimdir. Çünkü yazılan bir şeyin unutulma ihtimali daha bir
uzaktır. Şöyle de açıklanmıştır: Biz, onu melekler bilsin diye Levh-i Mahfuzda
yazmışızdır, Bununla kulların yaptıkları ve buna bağli olarak yazılan
amellerinin kastedildiği de söylenmiştir, Bu da Yüce Allah'ın kendilerine yazma
emrini vermiş olduğu ve kullar üzerinde görevli olan meleklerden sadır olan bir
yazmadır. Bunun delili de Yüce Allah'ın: "Halbuki şüphe yok ki üzerinizde
bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır." (el-İnfitar, 10-11) buyruğudur.
"İşte tadın! Artık
azabtan başka bir şeyinizi arttırmayacağız" buyruğu hakkında, Ebu Berze
dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'e Kur'an'da en ağır ayet hangisidir, diye sordum, o
şöyle buyurdu: Yüce Allah'ın: "İşte tadın, artık azabtan başka bir
şeyinizi arttırmayacağız" buyruğu; "Derileri piştikçe azabı tatmaları
için derilerini başka derilerle değiştireceğiz." (en-Nisa, 56) ile
"Alevi yavaşladıkça Biz onlara alevini arttırırız." (el-İsra, 97)
buyruklarıdır dedi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN