MÜRSELAT 29 / 34 |
انطَلِقُوا
إِلَى مَا
كُنتُم بِهِ
تُكَذِّبُونَ
{29} انطَلِقُوا
إِلَى ظِلٍّ
ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ {30}
لَا ظَلِيلٍ
وَلَا
يُغْنِي
مِنَ
اللَّهَبِ {31}
إِنَّهَا
تَرْمِي
بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ
{32} كَأَنَّهُ
جِمَالَتٌ
صُفْرٌ {33}
وَيْلٌ
يَوْمَئِذٍ
لِّلْمُكَذِّبِينَ
{34} |
29.
Haydi, yalan saymakta olduğunuz şeye kalkıp gidin!
30.
Haydi üç kola ayrılmış bir gölgeye gidin!
31. O
gölgelendirici de değildir, alevlere karşı faydası da olmaz.
32.
Çünkü o, her biri saray kadar kıvılcımlar atar.
33. Ve
her biri sarı erkek develeri andırır.
34.
Yalanlayanların o gün vay haline!
"Haydi, yalan
saymakta olduğunuz şeye kalkıp gidin." Yani kafirlere: "Haydi, yalan
saymakta olduğunuz" azaba yani cehennem ateşine "kalkıp gidin"
denilecek. İşte siz bunu gözlerinizle görmektesiniz.
"Haydi üç kola
ayrılmış bir gölgeye" yani dumana"gidin." Kastedilen, yukarı
doğru yükselen, sonra da üç kola ayrılan dumandır. Oldukça büyük dumanların
hali böyledir. Yükseldi mi kollara ayrılır.
Daha sonra bu gölgeyi
nitelendirerek şöyle buyurmaktadır:"O gölgelendirici de değildir."
Güneşin sıcağına karşı koruyan gölgeye benzemez."Alevlere karşı faydası da
olmaz." Cehennem alevinden hiçbir şeyi önlemez.
"Alev": alevli
olarak yandığı vakit, ateşin üst tarafında görünen kırmızı, sarı ve yeşilimsi
renkler alandır.
Sözü edilen "üç
kol"un Dari', Zakkum ve Gıslın oldukları da söylenmiştir. Bu açıklamayı
ed-Dahhak yapmıştır. Bir diğer açıklamaya göre de önce alev, sonra kıvılcım,
sonra da dumandır. Çünkü bunlar üç ayrı haldir. Bu ise iyice yanıp,
kızgınlaştığı zamanki ateşin en ileri nitelikleridir.
Bir diğer açıklamaya
göre, cehennem ateşinden çıkıp, üç kola ayrılacak olan bir parçadır. Nur
(aydınlık) mü'minlerin başı üzerinde duracak, duman münafıkların başı üzerinde,
katıksız alev ise kafirlerin başı üzerinde duracaktır.
Bunun "es-Suradik
(etrafı çeviren sur)" olduğu da söylenmiştir ki, bu da onların etraflarını
çepeçevre kuşatacak olan ateşten bir dildir. Daha sonra, bundan üç kol
çıkacaktır. Bu hesapları bitirilip, cehennem ateşine gidecekleri vakte kadar
onları gölgelendirecektir. Bunun Yahmum (kapkara gölge)den meydana gelecek
gölge olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Beyinlerine kadar işleyen bir sıcakta ve son derece kaynamış suda,
kapkara bir gölgede(dirler.) Oserin de değildir, faydası da yoktur." (el-Vakıa,
42-44) önceden de (belirtilen ayetlerin tefsirinde) geçtiği gibi.
Hadis-i şerifte de şöyle
buyurulmuştur: "Güneş yaratılmışların başına oldukça yaklaşacaktır. O gün
üzerlerinde elbise de olmayacaktır, kefenleri de bulunmayacaktır. Bundan dolayı
güneş sıcağıyla onları kavuracak ve onların nefes almalarını zorlaştıracaktır.
Bugün alabildiğine uzatılacaktır. Sonra Yüce Allah rahmetiyle dilediği
kimseleri kendi gölgesinden bir gölgeye alarak kurtaracaktır. İşte o vakit
onlar: "Allah bize lutfetti de bizi Semum azabından korudu" (et-Tur,
27) diyecekler. Yalanlayanlara da: "Haydi yalan saymakta olduğunuz
şeye" Allah'ın azabına ve cezasına "kalkıp gidin. Haydi üç kola
ayrılmış bir gölgeye gidin" denilecektir. Yüce Allah'ın dostları arşının
gölgesinde yahutta onun dilediği bir gölgenin altında bulunacaklar. Bu, hesab
bitene kadar böyle olacak, sonra da herbir kesimin cennet ve cehennemdeki
yerine bırakılması emredilecek. ''
Daha sonra Yüce Allah,
ateşin niteliklerini belirterek: "Çünkü o herbiri bir saray kadar
kıvılcımlar atar." diye buyurmaktadır.
''Kıvılcımlar"ın
tekili: (...) dir. (...)'in tekili ise (...) dir. (Bu da: kıvılcım demektir).
Kıvılcım ise, ateşin herbir tarafa uçuşan parçalarıdır. Bunun aslı (kökü):
Kurusun diye kumaşı güneşe koymayı anlatan: ''Kumaşı, elbiseyi güneşte açtım
(astım)"den gelmektedir. ''Saray"; yüksekçe yapı demektir.
''Saray kadar"
buyruğu genel olarak "sad" harfi sakin okunmuştur. Büyüklükleri
itibariyle kaleler ve şehirler kadar demektir. Bu da: ''Saraylar" lafzının
tekilidir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve İbn Mesud yapmıştır. Lafız cins isim
olması itibariyle çoğul anlamındadır. Bunu "sad" harfi sakin:
(...)'in çoğulu olduğu söylenmiştir. "Kor ateş" lafzının çoğulunun
(...) şeklinde, ''Bir hurma tanesi" lafzının çoğulunun da: (...) şeklinde
gelmesi gibidir. Bu lafız kalın odun demetinden bir tek odun anlamındadır.
Buhari'de yine İbn
Abbas'tan: "Herbiri saray kadar kıvılcımlar atar." buyruğu hakkında
şunları söylediği belirtilmektedir. Bizler üç zira ya da daha az boyda ahşabı
(kış için) kaldırırdık. Buna da: (...) adını verirdik.
Said b. Cübeyr ile
ed-Dahhak şöyle demişlerdir: Bunlar, ağaçların ve büyük hurma ağaçlarının
düştüğü ya da kesiklikleri vakit geriye kalan kökleri idi. Bunların gövde
kısımları oldukları da söylenmiştir,
İbn Abbas, Mücahid,
Humeyd ve es-Sülemi de "sad" harfini üstün olarak: (...) diye
okumuşlardır ki bu da hurma ağaçlarının gövdeleri demektir. Çoğulu (...) ile
(...) diye gelir.
Katade, "develerin
boyunları" diye açıklamıştır. Said b. Cübeyr "kaf" harfini
esreli, "sad" harfini de üstün okumuştur ki; bu da aynı şekilde;
''Ağacın gövdesi"nin çoğuludur. ''Para kesesi"nin çoğulunun: (...)
şeklinde, ''Tencere" lafzının çoğulunun: (...) şeklinde, "Demir halka"
lafzının çoğulunun: (...) şeklinde gelmesi gibi.
Ebu Hatim dedi ki: Bu
farklı bir söyleyiş de olabilir. Tıpkı "ihtiyaç" anlamında: (...) ile
(...) demeleri gibi. (...)'in dağ demek olduğu da söylenmiştir.
Bu buyrukta Yüce Allah
kıvılcımları miktarları itibariyle kasra (verilen anlamlara göre) benzettikten
sonra, rengi itibariyle onu "sarı develere" benzetmiştir. Bu sarı
develerden kasıt ise siyah develerdir. Çünkü Araplar siyah develere "sarı
develer" derler. şair de şöyle demiştir:
"İşte benim atlarım
ondandır ve işte develerim de Onlarsa sarıdır, yavruları da (siyah) kuru üzüm
gibidir."
Develerinin siyah
olduğunu anlatmak istemektedir.
Siyah develerin
"sarı" diye nitelendirilmesi onların siyahlıklarının bir miktar sarı ile
karışık olmasından dolayıdır. Tıpkı beyaz ceylanlara beyazlıkları üzerinde bir
çeşit bulanıklık olduğundan dolayı: ''Siyah ceylanlar" denilmesi de buna
benzemektedir.
''Kıvılcım"; etrafa
uçuşup yere düştüğü vakit onda ateşin bir miktar kalıntısı da vardır ki; bu
haliyle siyah develere -onda bir miktar sarılık da bulunduğundan dolayı- çokça
benzemektedir. İmran b. Hittan el-Haricl'nin bir beyiti şöyledir: "En
yüksek sesiyle çağırdı onları ve attı onlara Sarı develer gibi (kıvılcımları)
ve yüzlerinin derilerini yüzücüdür o."
Ancak Tirmizı bu
açıklamayı zayıf bularak şöyle demiştir: Sözlükte herhangi bir şeye az miktarda
bir karışım bulunduğu için tamamının bu az miktardaki karışıma nisbet edilmesi
imkansız bir şeydir. Bu şekilde açıklama yapanlara hayret edilir. Çünkü Yüce
Allah: ''Sarı halatlar" diye buyurmuştur. Bizler dilde bu türden bir şey
bilmiyoruz.
Bize göre de açıklaması
şöyledir: Nar (ateş) nurdan yaratılmıştır. O halde o ışık saçıcı bir ateştir.
Allah, bir yer olan cehennemi yaratınca o yeri ateşle doldurdu ve ona
egemenliğini ve gazabını saldı. Egemenliğinden ötürü simsiyah kesildi ve
yakıcılığı daha da arttı. Normal ateşten ve hatta her şeyden daha simsiyah
kesildi. Kıyamet gününde cehennem insanların durdukları yere (Mevkıfe)
getirileceğinde kıvılcımlarını orada bulunanların üzerine -Allah'ın gazabı
dolayısıyla gazablanarak- atacaktır. Bu kıvılcımlar ise siyahtır, çünkü siyah
bir ateşin kıvılcımlarıdır. Cehennem kıvılcımlarını düşmanlara atacaktır. Onlar
da ateşin siyahlığından ötürü simsiyah kesileceklerdir; fakat bu tevhid ehline
ulaşmayacaktır. Çünkü onlar, o Mevkıf'te (hesab için durdukları yerde)
etraflarını çepeçevre kuşatmış, rahmetten bir sur içerisinde olacaklardır. Bu
da şanı Yüce ve mübarek Rabbin, gelişinde görülecek olan buluttur; fakat
mü'minler bu şekildeki kıvılcım atılışını gözleriyle göreceklerdir. Onlar bu
kıvılcımları görecekleri vakit Yüce Allah, o kıvılcımlar üzerindeki egemenlik
ve gazabını -onların görüşlerinde- kaldıracak ve böylelikle onları sarı
göreceklerdir. Bu yolla muvahhid kimseler Allah'ın egemenlik ve gazabı
içerisinde değil de Allah'ın rahmetinde olduklarını bilmiş olacaklardır.
İbn Abbas şöyle diyordu:
"Sarı halatlar" adamların kuşakları gibi oluncaya kadar birbiri
üstüne katılıp, bir araya getirilecek olan gemi halatlarıdır. Bunu da Buhari
zikretmiştir.
İbn Abbas bu lafzı
"cim" harfini ötreli olarak: (...) diye okurdu. Mücahid ve Humeyd de
"cim" harfini ötreli olarak böylece okumuşlardır ki; kaIın halatlara
verilen addır. Aynı zamanda bunlar "gemi halatları" demektir. . Gemi
halatlarına: (...) da denilir, tekili: (...) diye gelir.
Yine İbn Abbas'dan gelen
rivayete göre, bunlar bakır parçalarıdır. Şu kadar var ki kalın halatın bilinen
adı "mim" harfi şeddeli olarak "(...) dir. Daha önceden el-A'raf
Süresi'nde (40. ayetin tefsirinde) geçtiği gibi.
"Develer"
şeklinde "cim" harfi ötreli olarak kullanım, tekil olarak
"cim" harfi kesreli olan; (...)'in çoğuludur. Bu da: "Deve"
lafzının çoğulu gibidir. ''Taş" lafzının çoğulunun; (...) şeklinde,
"Zeker" lafzının çoğulunun (...) diye gelmesi gibi.
Yakub, İbn Ebi İshak,
İsa ve el-Cahderı ise "cim" harfini ötreli ve tekil olarak; (...)
diye okumuşlardır ki bu da "bir araya getirilmiş pek büyük şey"
demektir.
Hafs, Hamza ve el-Kisai;
(...) diye okurken, yedi kıraat imamlarının geri kalanları; (...) diye
okumuşlardır.
el-Ferra dedi ki: Bu
okuyuşun: (...)'in çoğulu olması mümkündür. "Adam" lafzının
çoğulunun; (...) ile (...) diye gelmesi gibidir.
Onları
"develer"e benzetmesinin sebebi, hızlıca hareketi olduğu da
söylenmiştir. Ardı arkasına geldiğinden dolayı, diye de açıklanmıştır.
"Saray" lafzı (...)'in tekilidir. "Karanlığın karışması"
anlamındadır. "Ona kasr vakti -yani akşam üzeri- gittim" denilir. O
halde bu lafız müşterek (birden çok mana hakkında ortak olarak kullanılan) bir
lafızdır. Şair de şöyle demiştir: "Sanki onlar akşam vakti bir rahibin
kandilleri gibidir Mevzen denilen yerdeki o rahib fitilini yağ ile
beslemiştir."
Odun, Kömür vb. Şeyleri
Saklamak: Bu ayet-i kerimede -temel gıdalardan olmasa dahi- odun ve kömürün
saklanmasının caiz olduğuna delil vardır. Bu da kişinin maslahatının
gereklerinden, ihtiyaç duyacağı vakit kendisini ihtiyaçtan kurtaracak
hususlardandır. Bunlar da aklın, ihtiyaç duymadan önce kazanılmalarını gerekli
gördüğü hususlar arasındadır. Böylelikle daha ucuz bir yolla elde edilebilsin
ve bulunabilme imkanının daha yüksek olduğu zamanlarda temini sözkonusu olsun.
Peygamber (s.a.v.) da kendi kazancından ve malından olmak üzere, temel
gıdalarını, genel olarak bulundukları zamanlarda alır ve saklardı. Herşey de
buna göre açıklanır. İbn Abbas da bu hususu şu sözleriyle açıklamıştır: Biz,
bir keresteyi alır ve bunu üç zira boyunda yahut daha kısa olarak keser, kış
için bunu saklardık ve biz buna "el-kasar" adını verirdik. Bu hususta
en sahih görüş budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ..
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN