MÜRSELAT 1 / 15 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِِ وَالْمُرْسَلَاتِ
عُرْفاً {1}
فَالْعَاصِفَاتِ
عَصْفاً {2}
وَالنَّاشِرَاتِ
نَشْراً {3} فَالْفَارِقَاتِ
فَرْقاً {4}
فَالْمُلْقِيَاتِ
ذِكْراً {5}
عُذْراً
أَوْ
نُذْراً {6}
إِنَّمَا تُوعَدُونَ
لَوَاقِعٌ {7}
فَإِذَا
النُّجُومُ طُمِسَتْ
{8} وَإِذَا
السَّمَاء
فُرِجَتْ {9}
وَإِذَا
الْجِبَالُ
نُسِفَتْ {10}
وَإِذَا الرُّسُلُ
أُقِّتَتْ {11}
لِأَيِّ
يَوْمٍ
أُجِّلَتْ {12}
لِيَوْمِ
الْفَصْلِ {13}
وَمَا
أَدْرَاكَ
مَا يَوْمُ
الْفَصْلِ {14}
وَيْلٌ
يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
{15} |
1.
Andolsun ard arda gönderilenlere,
2.
Şiddetlice esenlere,
3. İyice
yayanlara,
4. Tam
anlamı ile ayırdedenlere,
5. Zikri
getirip bırakanlara,
6. Gerek
bir mazeret, gerekse bir uyarı olmak üzere ki:
7. Şüphesiz
tehdit olunduğunuz şey, elbette meydana gelecektir.
8.
Yıldızlar söndürüldüğü zaman,
9. Gök
yarıldığı zaman,
10.
Dağlar savurulduğu zaman,
11.
Peygamberlerin belirli vakti geldiği zaman,
12.
Hangi güne geciktirildiler?
13. Hüküm
verip ayırdetme gününe.
14. Bu
ayırdetme gününü sana ne bildirdi?
15. O
günde yalanlayanların vay haline!
"Andolsun ard arda
gönderilenlere" buyruğundaki "gönderilenler", müfessirlerin cumhuruna
göre, rüzgarlardır. Mesruk'un, Abdullah (b. Mesud)'dan rivayetine göre, o şöyle
demiştir: Bunlar Yüce Allah'ın emir ve nehyi ile haber ve vahiylerinden olan
maruf (güzel ve iyi) hususlarla gönderilmiş meleklerdir. Ebu Hureyre, Mukatil,
Ebu Salih ve el-Kelbi'nin görüşü de budur.
Bunlar "la ilahe
illallah" ile gönderilmiş peygamberlerdir, diye de açıklanmıştır. Bunu da
İbn Abbas söylemiştir.
Ebu Salih dedi ki:
Bunlar kendileri vasıtası ile tanınacakları mucizelerle gönderilmiş
resullerdir.
İbn Abbas ve İbn
Mesud'dan: Bunlar rüzgarlardır, dedikleri nakledilmiştir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Biz rüzgarları. .. gönderdik." (el-Hicr, 22);
"Rüzgarları gönderen O'dur." (el-Araf, 57)
''Ard arda"; atın
yelesi gibi biri diğerinin arkasından gelen demektir. Araplar, insanların bir
kimseye çokça yönelmeleri halini anlatmak üZere: ''İnsanlar filan kimseye ard
arda yöneldiler" derler. Bu lafzın nasbedilmesi
"gönderilenler"den hal olması itibariyledir. Ardı arkasına gönderilen
rüzgarlara andolsun demektir. ''Ard arda gelmek (gelen)" anlamında mastar
olması da mümkün olduğu gibi; harf-i cer takdiri ile nasbedilmesi de mümkündür.
Sanki; ''Andolsun ard arda gönderilenlere" denilmiş gibidir.
Maksat; melekler yahut
hem melekler, hem resullerdir. "Gönderilenler" ile bulutların
kastedilmesi ihtimali de vardır. Çünkü bulutlarda hem bir nimet, hem de bir
azab vardır. Bu gibi bulutlar da içlerinde nelerin gönderildiğini ve kimlere
gönderildiklerini bilerek gönderilirler.
Sözü edilenlerin,
yasaklar ve öğütler olduğu da söylenmiştir, Bu tevile göre "ardarda"
lafzı tıpkı atın yelesi gibi ardı arkasına gelen demek olur. Bu açıklamayı İbn
Mesud yapmıştır.
''Akanlar" anlamına
geldiği de söylenmiştir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmış olup, kalblerde akanlar
... demek olur.
Akıllarda bilinenler,
diye de açıklanmıştır.
"Şiddetlice
esenlere" buyruğunda kastedilenlerin rüzgarlar olduğu hususunda, görüş
ayrılığı yoktur. Bu açıklamayı el-Mehdev'i yapmıştır. İbn Mesud'dan gelen
rivayete göre, bunlar, ekinin arta kalan yapraklarını ve çörçöpünü beraberinde
taşıyan, şiddetli esen rüzgarlardır'. Yüce Allah'ın: "üstünüze şiddetli
bir fırtına yollamasından ... " (el-İsra, 69) buyruğunda olduğu gibi.
"Şiddetlice
esenler"in rüzgarları şiddetlice estiren, rüzgarlarla görevli melekler,
olduğu da söylenmiştir. Meleklerin kafirin ruhunu şiddetlice sürüklemesi, diye
de açıklanmıştır. Nitekim: ''O şeyi mahvetti, helak etti" demektir.
''Sırtındaki binicisi ile rüzgar gibi koşup giden dişi deve" demektir. Bu
deve hızlıca gidişiyle adeta rüzgara benzer. ''Savaş, o insanları alıp
götürdü" demektir.
Zelzeleler, yerin dibine
birtakım toprak parçalarının geçmesi gibi insanları helak edici ilahi belgeler
olma ihtimali vardır, diye de açıklanmıştır.
"İyice
yayanlara" buyruğunda kastedilenler, bulutlarla görevli olan meleklerin
bulutları yaymasıdır. İbn Mesud ve Mücahid dedi ki: Bunlar, Yüce Allah'ın,
rahmetinin önünden bulutları yaymak üzere gönderdiği rüzgarlardır. Yani, bu
rüzgarlar, bulutları yağmur yağdırsın diye gökte yayar. Bu açıklama Ebu
Salih'den de rivayet edilmiştir. Yine ondan gelen rivayete göre, maksat
yağmurlardır. Çünkü yağmurlar bitkilerin yayılmasını sağlar. Burada
"yaymak (neşr)" hayat vermek anlamındadır. Nitekim: ''Allah, ölüye
hayat verdi" denilir. es-Süddi'nin, ondan rivayetine göre de kastedilenler
Yüce Allah'ın kitablarını yayan meleklerdir.
ed-Dahhak, İbn Abbas'tan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bununla Ademoğulları amellerinin ve
kitablarının yayılmasını kastetmektedir. ed-Dahhak dedi ki: Bunlar, Allah'ın
huzurunda açılacak olan kulların amellerinin yazılı olduğu, sahifelerdir.
er-Rabi dedi ki: Bundan
maksat, ruhların yayılacağı (diriltileceği) kıyamet için ölümden sonraki
diriliştir. Yüce Allah'ın: "İyice yayanlara" buyruğunun başına
"vav" harfinin getirilmesi yeni bir kasemin istinafı (başlangıcı)
oluşundan dolayıdır.
"Tam anlamı ile
ayırdedenlere"; bunlar da hak ile batılı birbirinden ayırdedici hükümleri
indiren meleklerdir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Mücahid, ed-Dahhak ve Ebu Salih yapmıştır.
ed-Dahhak'ın İbn Abbas'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Maksat meleklerin
ayırdığı gıdalar, rızıklar ve ecellerdir.
İbn Ebi Necih,
Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ayırdedenler"
bulutların arasını ayırıp, onları dağıtan rüzgarlardır.
Said'den ve onun
Katade'den rivayetine göre, Katade şöyle demiştir: "Tam anlamıyla"
furkanı "ayırdedenler" demektir. Allah bu furkanla hak ile batılı,
haram ile helali birbirinden ayırdetmiştir. el-Hasen ve İbn Keysan da böyle
açıklamışlardır.
Bununla, Allah'ın
verdiği emirler ile O'nun yasaklarını birbirinden ayıran, yani bunları
açıklayan resullerin kastedildiği de söylenmiştir.
Bunun, doğum yaptıktan
sonra yeryüzünde başını alıp giden gebe deve anlamındaki; (...)'e benzetilerek
yağmur yağdıran bulutlar, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu şekildeki dişi
develere: (...) denilir. Diğer bulutlardan ayrı ve farklı olan böyle bir bulutu
bu tür bir deveye benzetmiş olmaları da muhtemeldir. Şair Zu'r-Rimme şöyle
demiştir: "Yahut, üst taraflarını çakan şimşeklerin aydınlattığı Son
derece simsiyah karanlıklarda parıldayan apayrı bir buluttur."
"Zikri getirip
bırakanlara" buyruğunda, kastın; melekler olduğu hususunda görüş birliği
vardır. Yani melekler, aziz ve celil olan Allah'ın kitabIarını peygamberlere
bırakırlar. Bu açıklamayı el-Mehdevi yapmıştır. Bunun Cebrail olduğu ve ondan
çoğul isim olarak söz edildiği de söylenmiştir. Çünkü bu kitabları indiren o
idi,
Maksadın kendi
ümmetlerine Allah'ın üzerlerine indirdiklerini bırakan (tebliğ eden) resuller
olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı da Kutrub yapmıştır.
İbn Abbas: "Getirip
bırakanlara" diye "kaf" harfini üstün ve şeddeli okumuştur, Bu
yönüyle Yüce Allah'ın: "Muhakkak sen Kur'an'ı ... almaktasın" (Neml,
6) buyruğuna benzemektedir.
"Gerek bir mazeret,
gerekse bir uyarı olmak üzere," Yani melekler, vahyi Allah tarafından bir
mazeret kalmasın diye ya da azabından kullarını uyarıp korkutmak üzere,
bırakırlar. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır.
Ebu Salih'ten de şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Bununla rasülleri kastetmektedir, Onlar (kulların
ileri sürebilecekleri) bir mazeret bırakmazlar ve uyarırlar.
Said'in Katade'den
rivayetine göre "Bir mazeret olmak üzere" (diye okumuş ve ) şöyle
demiştir: Yüce Allah'ın kullarına mazeret bırakmamak ve mü'minlere uyarı olmak
üzere bırakılmıştır. Onlar, bununla faydalanırlar ve gereklerini yerine
getirirler.
ed-Dahhak'ın İbn
Abbas'tan rivayetine göre "gerek bir mazeret ... olmak üzere" buyruğu
ile kastedilen, Yüce Allah'ın gerçek dostlarına bıraktığı mazeretlerdir, bu da
tevbedir. "Gerekse bir uyarı" düşmanlarını uyardığı bir uyarı
"olmak üzere" demektir.
Ebu Amr, Hamza, el-
Kisai ve Hafs: "Gerekse bir uyarı olmak üzere" buyruğundaki
"zel" harfini sakin okumuşlardır. Bütün yedi kıraat imamları da: ''(
i);): Gerek bir mazeret"in "Zel" harfini sakin okumuşlardır.
Ancak el-Cu'fi ile el-A'şa'nın Ebu Bekir'den, onun Asım'dan rivayeti bundan
müstesnadır ki o, "zel" harfini ötreli okumuştur. Bu şekildeki
kıraat, İbn Abbas, el-Hasen ve başkalarından da rivayet edilmiştir. İbrahim
et-Tey mi ve Katade ise; "Bir mazeret ve bir uyarı olmak üzere"
şeklinde "atıf vav"ı ile okumuş olup, "vav"dan önce
"elif" olmaksızın (yani ve suretinde) okumuşlardır.
Bu iki kelime mefulün
leh olmak üzere nasbedilmişlerdir. Mazeret ve uyarı olsun diye ... demektir.
Mefulün bih olarak nasbedildikleri. söylendiği gibi; ''Zikr" lafzından
bedel olduğu da söylenmiştir, Yani bir mazeret yahut bir uyarı getirip
bırakanlara ... demek olur.
Ebu Ali dedi ki:
"Mazeret" ile "uyarı" lafızlarının: (...) şeklinde
"zel" harfleri ötreli olarak: "Mazur kılan, gören" ve
''Uyaran"ın çoğulu olması da mümkündür.
Yüce Allah'ın: ''İşte bu
da önceki uyarıp korkutanlardan bir uyarıp korkutandır." (en-Necm, 56)
buyruğuna benzemektedir. Bu durumda "bırakanlar" lafzından hal olarak
nasbedilmiş olur. Yani bunlar, mazeret ve uyarmak hallerinde zikri bırakırlar.
Yahutta "zikri" buyruğunun mefulü de olabilir. "Getirip
bırakanlar bir mazeret ya da bir uyarı olmak üzere" öğüt getirirler demek
olur.
el-Müberred dedi ki:
Burada iki lafızda "ze" harfleri ötreli olup çoğuldurlar, bunların
tekilleri ise; (...) ile (...)'dır.
"Şüphesiz tehdit
olunduğunuz şey, elbette meydana gelecektir" buyruğu, daha önce geçen
yeminin cevabıdır. Yani vaadolunduğunuz kıyamet mutlaka gelip sizi bulacaktır
ve başınıza gelecektir. Daha sonra, bunun gerçekleşeceği vakti açıklayarak
şöyle buyurmaktadır:
"Yıldızlar
söndürüldüğü zaman" ışıkları gidip aydınlıkları -kitabın silindiği gibi-
silindiği Zaman. Bir şeyin izi silinip gittiğinde ve yok olduğunda: (...)
denilir. Bu durumda olan şeye: "Silinip gitmiş" denilir. Rüzgar
geride kalan izleri silip götürür. Bu durumda rüzgar: "Silip götüren"
iz: ''izi kalmayan" yani: ''Silinip götürülen, izi bırakılmayan"
olur.
"Gök yarıldığı
zaman" açılıp parçalandığı ve ayrıldığı zaman demektir.
Yüce Allah'ın: "Gök
açılıp kapı kapı olacak" (en-Nebe, 19) buyruğu da bu anlamdadır.
ed-Dahhak'ın, İbn Abbas'tan rivayetine göre o: Katlanıp dürülmek üzere
ayrıldığı zaman, diye açıklamıştır.
"Dağlar savurulduğu
zaman" hepsi hızlıca alınıp götürüldüğü zaman, demektir. "Hepsini
hızlıca alıp götürdüm" denilir. İbn Abbas ve el-Kelbi şöyle derdi: Yeryüzü
dümdüz edildiği zaman demektir. Çünkü Araplar, ön ayakları ile yularını geride
bırakan ata: "(...) derlerdi. Şair Bişr de şöyle demiştir: "Yularını
dizleriyle ön ayaklarıyla geride bırakır ... "
"Deve otu
atladı" denilir. el-Müberred; "Yerlerinden söküldü" demektir,
diye açıklamıştır. Ayaklarını yerden kaldıran bir kimse hakkında: ''Ayakları
yerden kalktı" denilir. (...)'in rüzgar savursun diye parçaları
birbirinden ayırmak anlamında olduğu da söylenmiştir. "Buğdayı
savurdu" tabiri de buradan gelmektedir. Çünkü bu işi yapan bir kimse,
rüzgar içindeki samanı alıp götürsün diye buğdayı altüst eder, karıştırır.
"Peygamberlerin
belirli vakti geldiği zaman ... " Peygamberler kıyamet gününde
toplanacakları zaman demektir. Vakit kendisine ertelenen bir şeyin
gerçekleştiği vade demektir. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Kendileri ile
ümmetleri arasında ayırdedici, hükmün verilmesi için, belirli bir vakit tayin
edilmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah peygamberleri
toplayacağı gün .. " (el-Maide, 109)
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu husus dünyada olacaktır. Yani peygamberler kendilerini yalanlayan kimseler
hakkında -kafirlere mühlet verilmek suretiyle- azabın indirilmesi için onlara
belirli bir süre tayin edilip, o sürede bir araya getirilecekleri zaman,
demektir. Kıyamet gününde ise bütün şüpheler ortadan kalkmış olacaktır.
Birinci açıklama daha
güzeldir. Çünkü süre belirlenmesinin anlamı, kıyamet gününde meydana gelecek
bir şeydir. Bu da yıldızların söndürülmesi, dağların savurulması, semanın
yarılmasıdır. Dolayısıyla kıyamet gününde, önce bunun için sürenin belirlenmesi
uygun düşmez.
Ebu Ali dedi ki: Din ve
ayırdetme günü, onun için vakit olarak tesbit edilmiştir, demektir.
''Vakit tesbit edildi:
Vaad olundu, süresi belirlendi" anlamında olduğu söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya
göre bu, Yüce Allah'ın bildiği ve irade ettiği şekilde, bilinen vakitlerde
peygamberler gönderildiği zaman demektir. Buradaki hemze "vav"den
bedeldir. Bu açıklamayı el-Ferra ve ez-Zeccac yapmıştır. el-Ferra dedi ki:
Ötreli olup, ötresi her zaman değişmeyen herbir "vav"ın yerine hemze
getirmek caizdir. Mesela: ''Topluluk herbiri bir başına namaz kıldı"
denildiği zaman son kelimenin hemzesi "vav"a dönüştürülerek; (...)
denilebilir. Yine: "Bunlar, güzel yüzlerdir" derken "vav"
yerine hemze ile: (...) da denilebilir. Çünkü "vav"ın ötreli
telaffuzu ağırdır, fakat Yüce Allah'ın: "Aranızdaki fazileti
unutmayınız." (Bakara, 237) buyruğunda "vav"ın ötresi lazım (her
zaman sabit) olmadığından ötürü "vav" yerine hemze telaffuzu caiz
olmaz,
Ebu Amr, Humeyd,
el-Hasen, Nasr ve Asım'dan gelen bir rivayet ile Mücahid "vav" ile
"kaf" harfi de şeddesiz olarak asla uygun (...) diye okumuşlardır.
Ebu Amr dedi ki: Bunu; (...) diye okuyanlar; "Yüzler" lafzının (...)
diye okunacağını kabul edenlerdir.
Ebu Cafer, Şeybe ve
el-Arec ise "vav" harfi ile ve "kaf" harfi de şeddesiz
olarak: (...) diye okumuşlardır. Bu lafız "vakt"den
"fu'iİet" veznine nakledilmiş bir kelimedir. ''Vakitleri belli bir
farz" (en-Nisa, 103) buyruğunda da bu kökten gelmektedir.
Yine el-Hasen'den iki
"vav"lı olarak: (...) diye okuduğu rivayet edilmiştir ki; bu da yine
aynı şekilde "va'd"den "fu'ilet" vezninde "Onunla
ahidleşildi" demeye benzer. Eğer bu iki kıraate göre de "vav"
"elif"e kalbedilecek (dönüştürülecek) olursa bu da caiz olur. Yahya,
Eyyub, Halid b. İlyas ve Sellam ise hemzeli ve şeddesiz olarak; (...) diye
okumuşlardır. Çünkü bu kelime mushafta "elif" ile yazılmıştır.
"Hangi güne
geciktirildiler" ertelendiler? Bu, o günün büyük ve azametli bir gün
olduğunu anlatmak içindir, tazim maksadıyla sorulan bir sorudur. Yani
"hüküm verip, ayırdetme gününe" ertelenmişlerdir. Said'in Katade'den
rivayetine göre, o şöyle demiştir: O günde insanlar arasında amellerine göre
ayırdedici hüküm verilir ve cennete, cehenneme (gönderilirler.) Hadiste de
şöyle denilmektedir: "Kıyamet gününde insanlar haşredileceklerinde kırk
yıl güneş tepelerinde ve gözleri iri bir şekilde açılmış olarak semaya dikilmiş
halde ayırdedici hükmün verilmesini bekleyeceklerdir. ''
"Bu ayırdetme
gününü sana ne bildirdi?" buyruğu ile günün azameti belirtildikten sonra,
ikinci bir defa bu azemete dikkat çekilmektedir. Yani ayırdetme gününün ne
olduğunu sana bildiren nedir?
"O günde
yalanlayanların vay haline!" Allah'ı, peygamberlerini, kitabIarını,
ayırdetme gününü yalanlayan kimselere azab ve rüsvaylık vardır, demektir. O
halde buyruk bir tehdittir. Bu tehdit bu sürede herbir ayetten sonra yalanlayan
kimseler için tekrarlamıştır. Çünkü bunu yalanlamaları miktarına göre
aralarındapaylaştırmıştır. Herbir şeyi yalanlayan kimseye başka bir şeyi
yalanlaması karşılığında çekeceği azaptan ayrı olarak bir azab vardır ve
yalanladığı o kadar çok şey var ki, bunlar başka şeyleri yalanlamasından suç
olarak daha büyüktür. Çünkü o şeyi yalanlamak daha çirkindir, Allah'ın hükmünü
o hususta reddetmek daha büyüktür. Bundan dolayı onun bu yalanlaması miktarına
göre bu "veyl"den de ona bir pay verilir. Her yalanlama miktarına
uygun bir ceza vardır. İşte Yüce Allah'ın: "(Amellerine) uygun bir
karşılık olmak üzere" (Nebe', 26) buyruğu bunu anlatmaktadır.
en-Numan b. Beşir'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Veyl çeşitli azabların bulunduğu cehennemdeki
bir vadidir. İbn Abbas Ve başkaları da böyle demiştir.
İbn Abbas dedi ki:
Cehennemin alevi söndüğü vakit, onun (Veyl'in) kor ateşinden alınarak-üzerine
bırakılır ve birbirini yemeye koyulur. Yine Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bana cehennem gösterildi de ben orada
"veyl"den daha büyük bir vadi görmedim.''
Cehennemliklerin
yaralarından çıkan irinlerin akıp toplandığı yerin orası olduğu da rivayet
edilmiştir, Akan bir şey, ancak yerin aşağı ve yarık yerlerine akar. Dünyada
kullar şunu bilir ki, dünyanın en kötü yerleri pisliklerin, kirlerin, leş ve
hamam sularının (kanalizasyonların) toplanıp, bataklık haline gelmiş olan
yerlerdir. Denildiğine göre işte o vadi kafir ve müşriklerin irinlerinin
toplandığı bataklıktır. Böylelikle akıl sahipleri ondan daha tiksinti verici,
ondan daha kötü kokan bir şeyin olmadığını, ondan daha acı, ondan daha kapkara
bir şeyin olmadığını bilsinler, Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bu vadinin
ihtiva ettiği azapları nitelendirmekte, bunun cehennemdeki en büyük vadi
olduğunu belirtmektedir. İşte Yüce Allah "veyl"i (mealde: Vay
haline!) bu surede tehditleri arasında sözkonusu etmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN