İNSAN 19 / 22 |
وَيَطُوفُ
عَلَيْهِمْ
وِلْدَانٌ
مُّخَلَّدُونَ
إِذَا
رَأَيْتَهُمْ
حَسِبْتَهُمْ
لُؤْلُؤاً
مَّنثُوراً {19}
وَإِذَا
رَأَيْتَ
ثَمَّ
رَأَيْتَ
نَعِيماً
وَمُلْكاً
كَبِيراً {20}
عَالِيَهُمْ
ثِيَابُ
سُندُسٍ خُضْرٌ
وَإِسْتَبْرَقٌ
وَحُلُّوا
أَسَاوِرَ
مِن فِضَّةٍ
وَسَقَاهُمْ
رَبُّهُمْ
شَرَاباً طَهُوراً
{21} إِنَّ هَذَا
كَانَ
لَكُمْ
جَزَاء
وَكَانَ
سَعْيُكُم
مَّشْكُوراً
{22} |
19.
Etraflarında ölümsüz, yeni yetişmiş çocuklar da dolaşır. Onları gördüğün zaman,
kendilerini saçılmış inci sanırsın.
20.
Nereye bakarsan, orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün.
21.
Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle
süslenmişlerdir ve Rabbleri onlara son derece temiz bir şarab içirmiştir.
22. İşte
bu, gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlası
ile görmüşsünüzdür.
"Etraflarında
ölümsüz, yeni yetişmiş çocuklar da dolaşır" buyruğu ile kaplarla
etraflarında kimlerin dolaşacağını açıklamaktadır. Yani onlara ebedi kılınmış,
yeni yetişmiş çocuklar hizmet edecektir. Çünkü böyleleri hizmeti daha çabuk
görürler. Daha sonra "ölümsüz" diye buyurmaktadır. Yani bunlar gençlikleri,
tazelikleri, güzellikleri üzere kalacaklardır.
Yaşlanmazlar,
değişikliğe uğramazlar. Zaman ne kadar geçerse geçsin aynı yaşta kalırlar.
''Ebedi
kılınmışlar" ölmeyecekler, ölümsüz kimseler diye de açıklanmıştır. Bunlara
bilezik giydirilmiş, küpeler takılmış, diye de açıklanmıştır. Yani bunlar
süslenmiş olacaklardır. Çünkü: ''Süslemek" anlamındadır. Bu husus daha
önceden (el-Vakıa, 17. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Onları gördüğün
zaman, kendilerini saçılmış inci sanırsın." Güzellikleri, çoklukları ve
renklerinin berraklığı, arı ve duruluğu dolayısıyla sen onları meclisin
etrafında dağılmış inciler sanırsın. İnci, bir yaygı üzerine saçıl-dığı vakit,
bir ipe dizilmiş halinden daha güzel görünür.
Me'mun'dan nakl edildiği
ne göre el-Hasen b. Sehl'in kızı Buran ile gerdeğe girdiği gece
altındandokunmuş bir halı üzerinde idi. Daru'l-Hilafe'nin kadınları da o halı
üzerine inci saçmışlardı. İncinin bu halı üzerinde saçılmış halini görünce, bu
manzaradan hoşlanmış ve şöyle demişti: Allah, Ebu Nuvas'ın iyiliğini versin. O
şu beyiti söylerken sanki şu manzarayı görmüş gibidir: "Sanki onun (o
şarabın) üstündeki küçük, büyük kabarcıklar Altından bir zemin üzerindeki küçük
inci parçaları gibidir."
Bir görüşe göre,
"etrafa saçılmış inciler"e benzetilmeleri, hizmete çabu koşacak
olmalarıdır. Huru'l-İyn'in durumu ise farklıdır. Çünkü onlar, sarılmış
sarmalanmış incilere benzetilmişlerdir. buna sebep ise onların hizmete
koşturulmayarak değerlerinin yüksek tutulacak olmasıdır.
"Nereye bakarsan
orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün" buyruğunda geçen;
''Nereye" mekan zarfıdır. Orada cennette demektir. Bu zarftaki amil ise
"görürsün" lafzının ihtiva ettiği manadır. Sen gözünle nereyi görecek
olursan ... demektir.
el-Ferra dedi ki:
İfadede hazfedilmiş: (...) vardır. ''Sen orada her nereye bakarsan ... "
demek olur. Yüce Allah'ın: "Andolsun aranızdakiler kopmuş ... "
(el-En'am, 94) buyruğunun: Aranızdaki şeyler (bağlar) ..... anlamında olmasına
benzemektedir.
ez-Zeccac dedi ki:
Burada: (...) edatı el-Ferra'nın belirttiği üzere: (...)'e mevsuldur. Ancak
mevsulun düşürülüp, sılasının bırakılması caiz değildir. Fakat:
"Bakarsan" fiili mana itibariyle: "Orada" lafzına teaddi
etmekte (geçişli) olup anlam şöyledir: Sen gözünle oraya bakacak olursan ...
"ora"dan kasıt ise cennettir. el-Ferra bunu da zikretmiş
bulunmaktadır.
"en-Naim: Pek çok
nimetler"; nimet olarak kendisinden yararlanılan diğer bütün şeyler;
"büyük bir saltanat" ise, meleklerin onların huzuruna girmek için
izin istemeleridir. Bu açıklamayı es-Süddi ve başkaları yapmıştır.
el-Kelbi de şöyle
demiştir: Bu, Allah tarafından bir elçinin gelerek giyecek, yiyecek ve içkiler
ile türlü hediyeleri konağında, Allah'ın dostuna getirmesi, huzuruna girmek
için ondan izin istemesidir. İşte büyük saltanat (el-mulku'l-azim) budur.
Mukatil b. Süleyman da böyle açıklamıştır.
Büyük saltanatın
cennetliklerden herbirisinin arka arkaya yetmiş tane teşrifatçısının olmasıdır.
Allah'ın dostu lezzet ve sevinç içerisinde iken, Allah nezdinden gelen bir
melek, huzuruna girmek için izin isteyecektir. Bu melek, alemlerin Rabbi Yüce
Allah tarafından gönderilmiş bir mektub, bir hediye ve bir bağış ile
gelecektir. Bunların hiçbirisini daha önce Allah'ın dostu cennette görmüş
olmayacaktır. En dışarıdaki teşrifatçıya: Allah'ın dostunun huzuruna girmek
için izin istiyorum. Benim yanımda alemlerin Rabbinden getirdiğim bir mektub ve
bir hediye vardır, diyecektir. Bu teşrifatçı kendisinden sonraki. teşrifatçıya:
Bu, alemlerin Rabbinin elçisidir. Beraberinde bir mektub ve bir hediye
bulunmaktadır. Allah'ın dostunun huzuruna çıkmak için izin istiyor, diyecektir.
O da aynı şekilde Allah'ın dostunun hemen yanındaki teşrifatçıya ulaşıncaya
kadar böylece izin isteyecek. Ona: Ey Allah'ın dostu diyecek işte alemlerin
Rabbinin elçisi senin huzuruna girmek için izin istiyor. Beraberinde de
alemlerin Rabbinden getirdiği bir mektub ve bir hediye vardır. Ona izin
veriliyor mu? Allah'ın dostu: Evet ona izin verin, diyecek. O teşrifatçı
kendisinden sonrakine: Evet ona izin verin diyecek, o da diğerine aynı şeyi
söyleyecek ve en baştaki teşrifatçıya ulaşıncaya kadar bu böyle gidecek, en
dıştaki teşrifatçı meleğe: Evet ey melek sana izin verdi diyecek, huzuruna
girip selam verecek ve sana es-Selam (olan Allah)'ın selamını getirdim. Bu
alemlerin Rabbinin sana gönderdiği hediyesi, bu da O'nun mektubudur, diyecek.
Mektubun üzerinde: "Asla ölmeyen haydan, vaktiyle olmuş olan hayyan diye
yazılı olduğu görülecektir. Mektubu açınca şunları görecek:
"Kuluma ve dostuma
selam, rahmetim ve bereketlerim olsun. Ey dostum Rabbini görmek için arzu
duyacağın zaman gelmedi mi?" Duyacağı şevk onu alelacele harekete
geçirecek, buraka binecek, burak gaybleri bilenin ziyaretine şevk ile onu alıp
uçuracak. Rabbi ona hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir
insanın kalbinden geçirmediği şeyleri verecek.
Süfyan es-Sevri dedi ki:
Bize ulaştığına göre "büyük saltanat" meleklerin onlara selam
vermesidir. Bunun delili de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:
"Melekler de her
kapıdan onların yanına girip sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere:
Yurdün ne güzel sonucudur bu (derler)!" (er-Ra'd, 23, 24) Büyük saltanat
(mülk)ün herhangi bir hükümdarın başının üzerinde olduğu gibi başlarının
üzerindeki taçlar olduğu da söylenmiştir. Tirmizi el-Hakim şöyle demektedir:
Bundan maksat istediklerinin gerçekleşmesi anlamındaki
"mülkü't-tekvin"dir. Bir şey istediler mi ona: ol diyeceklerdir.
Ebu Bekr el-Verrak şöyle
demiştir: Bu, arkasında yok olmanın gelmeyeceği bir mülktür. Peygamber (s.a.v.)'dan
gelen haberde de şöyle denilmektedir: "Büyük mülk (saltanat) şudur: Makam
itibariyle onların en alt mertebede olanları mülküne bakar ve onun ikibin
yıllık bir mesafe olduğunu görür. En yakın tarafını gördüğü gibi en uzak
tarafını da görür." (Peygamber devamla) buyurdu ki: "Onların makam
itibariyle en üstünleri ise günde iki defa Rabbinin yüzüne bakacaktır. ''
Bunca nimetleri veren
Allah'ın şanı ne Yücedir.
"üzerlerinde ince
ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır" buyruğundaki
"üzerlerinde" anlamındaki lafzı Nafi, Hamza ve İbn Muhaysın
"ye" harfi sakin (med harfi) olarak: (...) diye okumuşlardır. İbn
Mesud, İbn Vessab ve diğerlerinin: (...) diye okumaları ile İbn Abbas'ın: Sen
bir adamın üzerindeki elbisenin üstünde ondan daha değerlisinin olduğunu bilmez
misin? şeklindeki tefsirini de gözönünde bulundurarak Ebu Ubeyd de bu kıraati
tercih etmiştir.
el-Ferra dedi ki: Bu
lafız mübteda olarak merfudur. Haberi ise "ipekten ... elbiseler
vardır" buyruğudur. İsm-i fail ile de (ki Ebu Ubeyd'in tercih ettiği
kıraate işaret etmektedir) cem' (çoğul) kastedilir,
el-Ahfeş'in görüşüne
göre bunun mütekaddim ism-i fail olmak üzere tekil olması da mümkündür.
"Elbiseler vardır" ibaresi, haberin yerini tutan ve onun sebebiyle
merfu olmuş bir kelime olur. Bundaki (Ebu Ubeyd'in tercih ettiği şekliyle)
izafet, tahsis olunmadığından ötürü, infisal (ayırma) takdiri halinde
sözkonusudur. Bu lafzın mübteda olması ise izafet sebebiyle tahsis edilmesinden
dolayıdır.
Diğerleri ise
("ye" harfini) nasb ile: (...) diye okumuşlardır, el-Ferra dedi ki:
Bu lafız, bu bakımdan: ''üstlerinde" ekmeye benzer. Araplar: ''Kavmin evin
içindedir" diyerek "içinde" anlamındaki kelimeyi -mekan adı
olduğundan dolayı- zarf olarak nasb ile okurlar. ("alihim" şeklinde
med harfi olarak) ez-Zeccac ise bunu kabul etmeyerek şöyle der: Bu, bizim
zarflar hakkında bilmediğimiz açıklama türlerinden birisidir. Eğer bu zarf
olsaydı "ye" harfinin sakin okunması caiz olmazdı. Fakat hal olarak
nasbedilmesi iki şekilde açıklanabilir. Birinci açıklamaya göre, Yüce Allah'ın:
"Etraflarında ... dolaşır" buyruğundaki zamir iyilerin etrafında
"ölümsüz yeni yetişmiş çocuklar" iyi kimseler üzerinde ipekli
elbiseler olduğu halde dolaşır demektir. Onlar, bu halde iken etraflarında
dolaşırlar, anlamındadır. İkinci açıklamaya göre "çocuklar"dan hal
olmasıdır; yani "onları gördüğün zaman kendilerini" elbiselerin
bedenleri üzerinde olduğu halde "saçılmış inci sanırsın."
Ebu Ali dedi ki: Halde
amil olan ya "onlara bir güzellik, bir sevinç verir." (...)
buyruğudur yahutta "sabretmeleri sebebi ile onları. ..
mükafatlandırır" (...) buyruğudur. (Ebu Ali) dedi ki: Zarf olması Ve
bundan dolayı munsarif gelmiş olması da mümkündür.
el-Mehdevi dedi ki: Zarf
olarak ism-i fail olması da mümkündür, Bu da: ''O evin bir tarafındadır"
demeye benzer, Ayrıca "üzerlerinde" lafzı: ''üstünde, üzerinde''
anlamında olduğundan dolayı onun gibi değerlendirilerek zarf da kabul edilmiş
olabilir.
İbn Muhaysın, İbn Kesir
ve Asım'dan rivayetle Ebu Bekr "yeşil" anlamındaki lafzı "ince
ipek" anlamındaki lafzın sıfatı olarak: (...) diye cer ile; ''Kalın
ipek" anlamındaki lafzı da "elbiseler" lafzına atıf ile ref' ile
okumuştur. Buyruk anlamı ise, onların üzerlerinde ince ipek elbiseler ile kalın
ipek vardır demektir olur.
İbn Amir, Ebu Amr ve
Yakub "yeşil" anlamındaki lafzı "elbiseler"in sıfatı olarak
ref ile, "kalın ipek" anlamındaki lafzı da "ince ipek"
lafzının sıfatı olarak cer ile okumuşlardır. Bu okuyuşu, anlamının güzelliği dolayısıyla
Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim tercih etmişlerdir. Çünkü yeşil, elbiselerin en güzel
sıfatı olduğundan dolayı merfu okunmuştur. Kalın ipeğin de ince ipeğe
atfedilmesi, cinsin cinse atfı dolayısıyla güzeldir. Mana da şöyle olur:
Onların üzerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Yani onların bu
iki türden elbiseleri olacaktır.
Nafi' ve Hafs ise, her
ikisini de ref' ile okumuştur. Bu durumda "yeşil" anlamındaki lafız
"elbiseler" anlamındaki lafzın sıfatı olur. Çünkü hepsi de çoğul
lafzı iledir. "Kalın ipek" anlamındaki lafız da "elbiseler"e
atf olur.
el-Ameş, İbn Vessab,
Hamza ve el-Kisai de her ikisini önce ve kalın ipek anlamındaki lafızları) cer
ile okumuşlardır. Bu durumda "yeşil" anlamındaki lafız "ince
ipek"in sıfatı olur. "İnce ipek" anlamındaki lafız da cins ismi
olur. el-Ahfeş de cins ismin -çirkin görmekle birlikte- çoğul isim ile
nitelendirilmesini uygun bulmuştur.
Mesela; şöyle denir:
"İnsanları sarı dinar ile beyaz dirhemler helak etti." Ancak bunun
dilde kullanılması (ve doğru olması) uzak bir ihtimaldir. Bu okuyuşa göre anlam
şöyle olur: Onların üzerinde ince yeşil ipekten elbiseler ile kalın ipekten
elbiseler vardır.
İbn Muhaysın dışında
hepsi: "Kalın ipek" anlamındaki lafzı munsarıf okumuşlardır. O, bu
lafzı munsarıf kabul etmeyerek cer mahallinde nasb ile okunması gerektiğinden
(...) diye okumuştur. Çünkü bu kelime a'cemi (Arapça olmayan) bir kelimedir.
Ancak bu yanlıştır, çünkü başına tarif harfi alan nekre bir kelimedir.
Dolayısıyla (...) denilebilir. Şu kadar var ki İbn Muhaysin eğer bu ismi bu tür
elbiselerin özel adı olduğunu iddia ederse (o takdirde gayr-ı munsarıf kabul
edilebilir).
Hemze vasl ile ve meftuh
olarak: "Kalın ipek" diye de okunmuştur. Fetha ile okunuşu: (...)'den
gelen "istef'al" diye isim yapılmış olmasındandır. Ancak bu da doğru
değildir, çünkü bu kelime Arapçalaştırılmış bir kelimedir ve bunun başka bir
dilde Arapçalaştırıldığı da meşhurdur. Bunun aslının: (...) olduğu
bilinmektedir.
Sündüs: ince ipek,
istebrak ise kalın ipek demektir. Bu açıklama daha önceden (el-Kehf, 31. ayet)
ile (er-Rahman, 54. ayetin tefsirinde) geçmiş bul unmaktadır, "Gümüşten
bileziklerle süslenmişlerdir." buyruğu daha önce geçen:
''....dolaşır" buyruğuna atfedilmiştir. fatır Süresi'nde: "Orada
altın bileziklerle ve incilerle süslenirler." (Fatır, 33); el-Hac Süresi'nde
de: "Onlar orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler"
(el-Hac, 23) diye buyurulmaktadır.
Denildiğine göre,
erkekler gümüşle, kadınlar altın ile süsleneceklerdir. Bir diğer açıklamaya
göre, kimi zaman altın takınacaklar, kimi zaman gümüş takınacaklar. Bir başka
açıklama da şöyle yapılmıştır: Onlardan herhangi birisinin bileğinde altından
iki bilezik, gümüşten iki bilezik, inciden iki bilezik bulunacaktır. Böylelikle
cennetteki güzelliklerin hepsini bir arada takınmış olacaklardır, Bu açıklamayı
Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.
Herbir kesime
nefislerinin meylettiği şekilde bunlardan birileri verilecektir, diye de
açıklanmıştır.
"Ve Rabbleri onlara
son derece temiz bir şarab içirmiştir" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki:
Cennet ehli cennete yöneldiklerinde altından iki pınar fışkıran bir ağacın
yanından geçeceklerdir. Bu pınardan birisinden içecekler ve bu sefer
nadratu'n-naim (cennet nimetlerinin parlaklığı) üzerlerine akacak. Bunun
sonucunda tenleri asla değişmeyecek, saçları ebediyyen kirlenmeyecektir. Sonra
ötekisinden içecekler, bu sefer karınlarında rahatsız edici ne varsa hepsi
dışarı çıkacaktır, Daha sonra cennet bekçileri onları karşılayarak: "Selam
olsun üzerinize! Tertemiz geldiniz, hemen oraya ebediler olarak girin" (ez-Zümer,
73) diyeceklerdir.
en-Nehai ve Ebu Kilabe
dedi ki: Bu yediklerinden sonra içtikleri takdirde kendilerini tertemiz edecek
olan bir şarabtır. Yiyip, içtikleri ise misk sızıntısı olacak ve karınları da
şişmeksizin içeri doğru zayıflayacaktır.
Mukatil dedi ki: Bu
içecek, cennetin kapısındaki bir pınardandır. Bu pınar bir ağacın dibinden
kaynar. Ondan içen bir kimsenin kalbinde bulunan kin, aldatmak ve
kıskançlıkları söküp çıkarır. Bu Ali (r.a)'dan gelen rivayetin manasını ifade
eder. Şu kadar var ki, Mukatil'in açıklamasından tek bir pınar olduğu
anlaşılmaktadır. Buna göre buradaki "tahur: son derece temiz"
mübalağa anlamını ifade etmek için kullanılan "fe'ul" vezninde bir
kelime demektir. Bunun tahir (temiz) anlamında olduğu şeklinde Hanefi'nin lehine
delil olacak bir taraf da olmaz, Buna dair açıklamalar daha önceden Furkan
Suresi'nde (48. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
Tayyib el-Cemmal dedi
ki: Sehl b. Abdullah'ın arkasında yatsı namazını kıldım. "Ve Rabbleri onlara
son derece temiz bir şarab içirmiştir" buyruğunu okuyunca dudaklarını,
ağzını sanki bir şey emiyormuş gibi hareket ettirmeye koyuldu. Namazını
bitirince kendisine: Sen bir şeyler mi içiyorsun'I Yoksa Kur'an mı
okuyorsun" denilince şu cevabı verdi: Allah'a yemin ederim, eğer bu
buyruğu okuduğuın vakit ondan aldığım lezzet, onu içeceğim vakit ondan alacağım
lezzet gibi olmasa bunu okumam.
"işte bu gerçekten
sizin için bir mükafattır." Yani onlara: bu sizin için bir mükafat yani
sevaptır, denilecek.
"Yaptıklarınızın
karşılığını da fazlası ile görmüşsünüzdür." Allah, size amelinizin
karşılığını fazlasıyla vermiş bulunmaktadır. Allah'ın kuluna "Şükür"ü
yaptığı itaatini kabul etmesi, onu övmesi ve ona bu itaatinin mükafatını
vermesidir.
Said'in rivayetine göre,
Katade şöyle demiştir: Günahlarını onlara bağışlamış, yaptıkları iyiliklerinin
de mükafatlarını onlara vermiş olacaktır,
Mücahid de şöyle
demiştir: ''Yapılanın karşılığının verilmesi" amelin kabul edilmesi
demektir. Anlamlar birbirine yakındır. Çünkü şanı Yüce Allah, ameli kabul
ederse, ona şükretmiş olur. Ona şükretti mi de karşılığında fazlasıyla mükafat
vermiş olur. Çünkü büyük lütuf sahibi olan O, Yüce Rabbimizdir.
İbn Ömer'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Habeşli bir adam, ey Allah'ın Resulü dedi. Sizler
suretlerinizle, renklerinizle ve nübuvvetle bize üstün kılındınız, Eğer ben
senin iman ettiğine iman edersem, senin amelin gibi amelde bulunursam, ben de
seninle cennette olacak mıyım, diye sordu, Peygamber şöyle buyurdu: "Evet,
nefsim elinde olana yemin ederim ki, siyahi bir kimsenin cennetteki beyazlığı
ve aydınlığı bin yıllık mesafeden görülür." Sonra Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Kim la İlahe illallah derse, bununla onun Allah nezdinde bir
ahdi olur. Kim subhanallahi velhamdulillahi derse bunun karşılığında Allah
nezdinde yüzyirınidörtbin hasenesi olur.'' Bunun üzerine adam: Peki bütün
bunlar böyleyken buna rağmen nasıl biz helak oluruz? diye sordu, Peygamber
şöyle buyurdu: "Kişi kıyamet gününde öyle amellerle gelir ki, eğer onu bir
dağın üzerine bırakacak olursa, o dağa bile ağır gelir. Bu sefer Allah'ın
nimetlerinden bir nimet gelir, Allah rahmetiyle lütufta bulunması hali müstesna
neredeyse o nimetin tamamını tüketecek gibi olur." (İbn Ömer) dedi ki:
Daha sonra Yüce Allah'ın: "İnsan üzerinden öyle uzun bir süre geçti ki ...
" (1. ayet) buyruğu "Nereye bakarsan orada pek çok nimetler ve büyük
bir saltanat görürsün" buyruğuna kadar nazil oldu.
Habeşli O şahıs şöyle
dedi: Ey Allah'ın Resülü, benim gözlerim senin gözlerinin cennette
göreceklerini görecek midir? Peygamber (s.a.v.): "Evet'' diye buyurdu. O
Habeşli şahıs ağladı ve sonunda ruhunu teslim etti. İbn Ömer dedi ki: Ben
Rasülullah (s.a.v.)'ın "İşte bu gerçekten sizin için bir mükafattır.
Yaptıklarınızın karşılığını da fazlasıyla görmüşsünüzdür" buyruğunu
okuyarak onu mezarına indirdiğini gördü. Ey Allah'ın Rasülü, bunun mahiyeti
nedir'r diye sorduk, şöyle buyurdu: Nefsim dinde olana yemin ederim, Allah onu
durdurdu, sonra da: Ey kulum! Andolsun ki senin yüzünü ağartacağım, bembeyaz
edeceğim ve andolsun cennette nasıl istersen seni öylece yerleştireceğim. Güzel
amelde bulunanların mükafatı ne güzeldir diye buyurdu."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN