İNSAN 12 / 14 |
وَجَزَاهُم
بِمَا
صَبَرُوا
جَنَّةً
وَحَرِيراً {12}
مُتَّكِئِينَ
فِيهَا
عَلَى
الْأَرَائِكِ
لَا
يَرَوْنَ
فِيهَا
شَمْساً
وَلَا
زَمْهَرِيراً
{13} وَدَانِيَةً
عَلَيْهِمْ
ظِلَالُهَا
وَذُلِّلَتْ
قُطُوفُهَا
تَذْلِيلاً {14} |
12.
Sabretmeleri sebebi ile de onları cennetle ve ipek ile mükafatlandırır.
13.
Orada tahtlara yaslanırlar. Orada güneş de görmeyeceklerdir, soğukda.
14. Gölgeleri
üzerlerine yakın olup, meyveleri ise alabildiğine boyun eğdirilmiş halde
olacaktır.
"Sabretmeleri"
fakirliğe, el-Kurazi'nin görüşüne göre oruca, Ata'ya göre oruç tutmayı
adadıkları günler olan üç gün aç kalmaya katlanmaları "sebebi ile de
onları ... mükafatlandırır." Yüce Allah'a itaatleri, Allah'a masiyet ve
onun haramlarını işlememek hususundadirenmeleri dolayısıyla
mükafatlandırılacakları da söylenmiştir.
"Sabretmeleri
sebebi ile" buyruğundaki (...) mastar anlamını verir. Bu açıklama, bu ayet-i
kerimenin bütün iyi kimseler ve güzel iş işleyenler hakkında indiğinin kabul
edilmesine göredir.
İbn Ömer'in rivayetine
göre, Resululah (s.a.v.)'e sabır hakkında soru soruImuş, o da şöyle
buyurmuştur: "Sabır dört türlüdür. Bunların ilki ilk sadme esnasında
sabırdır. Farzları edaya karşı sabır, Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak
durmaya karşı sabır ve musibetler üzere sabır. "
"Onları cennetle ve
ipek ile mükafatlandırır. " Yani Yüce Allah, onları cennete girdirmiş,
onlara ipek giydirmiştir. Buna dünyadaki ipek adı verilir. Ahirette de aynı
şekilde ona bu isim verilmekle birlikte, Yüce Allah'ın dilediği şekilde
üstünlükleri vardır. Dünyada ipek giyinen kimsenin ahirette ipek giymeyeceğine,
cennette bu ipeğin dünya hayatında Allah'ın dünyada giyilmesini haram kılmış
olduğu elbiseleri giymekten kendilerini alıkoymaları karşılığında bir mükafat
olarak ipeğin onlara giydirileceğine dair açıklamalar daha önceden (Hac, 23.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Orada"
cennette "tahtlara" yani süslü çadırlar içerisindeki tahtlara
-(elKehf, 30-31. ayetlerin tefsirinde) geçtiği üzere- "yaslanırlar."
Bu buyruktaki ''Yaslanırlar" lafzının nasb ile gelmesi "onları ...
mükafatlandırır" lafzındaki zamirden hal olduğundan dolayıdır. Amili ise
"mükafatlandırır" fiilidir. "Sabretmeleri" fiili onda amel
etmez. Çünkü sabır dünyada idi, yaslanmak ise ahirettedir.
el-Ferra dedi ki: Arzu
edildiği takdirde "yaslanırlar" anlamındaki lafız tabi kabul
edilebilir. Sanki: "İçinde yaslanacakları bir cennet ile onları mükafatlandırmıştır"
denilmiş gibidir.
Arapçada birtakım
nitelikler ihtiva eden isimler vardır. Bunlardan birisi (bu ayet-i kerimede
geçen): "erike: taht"dır. Ancak bir çadır içerisinde ve yüksekçe bir
yer üzerinde kurulur. Su ile dolu olan kovaya isim olan "es-sed" de
bunlardan birisidir. Eğer içinde su bulunmayacak olursa ona bu isim verilmez.
"Zenrih (dolu kova)" da dolu olmadıkça bu ismi almaz, Şarab ile dolu
olmayan kaba "ke's (kase)" denilmez. üzerinde hediyenin gönderildiği
tabağa "mihda" denilmesi de böyledir. Eğer bu tabak boş olursa ona
"tabak" ya da "hivan" denilir. Şair Zu'r-Rimme şöyle
demiştir: "Yolda cefa çekmiş böğürler ki nihayet bunlar (aşırı
uykusuzluktan) Sert yere yaslandıkları vakit bile, tahtların yumuşaklığını hissederler."
Bununla kastettiği
tahtlar üzerindeki döşeklerdir.
"Orada güneş de
görmeyeceklerdir" yani cennette güneşin sıcağı gibi fazla sıcak
görmeyecekleri gibi aşırı derecede "soğuk da" almayacaklardır.
el-A'şa şöyle demektedir: "Ne güneş görmüş, ne de aşırı soğuk Nimet içinde
sıkıntı görmemiş bir yaban ineği gibidir."
Ebu Salih'ten, o Ebu
Hureyre (r.a)'dan dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ateş, aziz
ve celil olan Rabbine şikayet ederek dedi ki: Rabbim, benim bir kısmım diğer
kısmımı yedi. Bunun üzerine Yüce Allah ona kışın bir nefes, yazın bir nefes
olmak üzere iki nefes hakkı tanıdı. İşte gördüğünüz o aşırı soğuk,
zemheririndendir. Yazın duyduğunuz sıcak ise onun deri gözeneklerine işleyen
semumundandır."
Yine Peygamber
(s.a.v.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Güneşin havası Secsecdir.
Ne sıcaktır, ne de soğuk." Secsec tan yerinin ağarması ile güneşin doğması
arasında uzayıp giden gölge demektir.
Murre el-Hemdani dedi
ki: Zemherir, aşırı soğuk demektir. Mukatil b. Hayyan dedi ki: O son derece
soğuk olup, semadan inen iğne uçları gibi bir şeydir. İbn Abbas dedi ki: O bir
çeşit azaptır ve aşırı soğuk demektir. Öyle ki cehennemlikler bile ona
atılacakları vakit, Yüce Allah'dan kendilerinin ateş ile bir sene
azaplandırmalarını isteyecekler ve bu onlar için Zemherirdeki bir günlük
azapdan daha hafif gelecektir.
Ebu Necm dedi ki:
''Yahut bir rüzgar isem bir zemheririm."
Sa'leb dedi ki:
Zemherir, Taylıların lehçesinde ay demektir. Nitekim şairleri şöyle demiştir:
"Ve bir gece ki; karanlıkları gittikçe koyulaştı Ve ben o geceyi geçtim,
zemherir (ay) ise hiç parlamadı."
Son kelime:
"Görünmedi" diye de rivayet edilmiştir ki, ay doğmadı, demektir. O
halde anlam şöyle olur: Onlar orada dünya güneşi gibi bir güneş, dünya ayı gibi
bir ay görmeyeceklerdir. Yani onlar gecesi ve gündüzü olmayan, kesintisiz bir
aydınlık içerisinde olacaklardır. Çünkü gündüzün aydınlığı güneş iledir,
gecenin aydınlığı da ay iledir. Bu anlamdaki açıklamalar gayet güzel bir
şekilde Meryem Suresi'nde Yüce Allah'ın: "Onlara orada sabah ve akşam
rızıkları verilecektir" (Meryem, 62) buyruğu açıklanırken geçmiş
bulunmaktadır.
İbn Abbas dedi ki:
Cennet ehli cennette iken ansızın bir aydınlık görecekler ve bunu güneş
zannedecekler. Gördükleri bu aydınlık da cenneti aydınlatmış olacak. Onlar:
Rabbimiz: "Orada güneş de görmeyeceklerdir, soğuk da" diye
buyurmuştur. Peki bu ışık, bu aydınlık nedir? diyeceklerdir. Rıdvan onlara
şöyle diyecek: Bu ne güneştir, ne de ay. Bu aydınlık, gülen Fatıma ve Ali
sebebiyledir. Cennetler onların gülmelerinden ötürü aydınlandı. Yüce Allah
zaten: "İnsan üzerinden öyle uzun süre geçti ki...'' (1. ayet) buyruğunu
onlar hakkında indirmiştir. İbn Abbas şu beyitleri de okudu:
"Ben hakkında
"hel eta (". geçti mi)" buyruğunun İndirildiği bir fetanın
mevlasıyım (dostuyum) İşte o Aliyyu'l-Murtazadır, Mustafa'nın amcasının
oğludur."
"Gölgeleri
üzerlerine yakın olup ... " Cennetteki ağaçların gölgeleri iyi kimselere
pek yakın olacaktır. Her ne kadar orada güneş ve ay olmayacak ise de
cennetliklerin nimetlerinin daha da arttırılması için bu ağaçlar onları
gölgelendirecektir. Nitekim onların tarakları altın ve gümüşten olacaktır. Her
ne kadar orada temizlenmeyi gerektirecek kir, pas olmasa dahi.
şöyle de denilmiştir:
Cennette ağaçların yüksekliği yüz yıllık bir süre kadar olacaktır. Allah'ın
dostu ağacın meyvesini arzu edecek olursa, eliyle o meyveyi alacak şekilde
dalları ona yakınlaşır.
"Yakın olup"
lafzı "yaslanırlar" lafzına atıf olarak hal olmak üzere
nasbedilmiştir. Bu da: "Abdullah evde yaslanmış olarak ve üzerine perdeler
indirilmiş olarak bulunmaktadır" demeye benzer. Cennetin sıfatı olarak
nasbedildiği de söylenmiştir, Yani Yüce Allah, onları (dalları) yakınlaşmış
cennet ile mükafatlandıracaktır. Bu durumda bu, hazfedilmiş bir mevsufun
sıfatıdır. "Orada güneş de görmeyeceklerdir, soğuk da" buyruğunun
mahalline göre nasbedildiği de söylenmiştir ve onlar orada.... dallarını yakın
görürler demektir. Övgü olmak üzere nasbedildiği de söylenmiştir. Bu açıklamayı
el-Ferra yapmıştır.
"Gölgeleri"
lafzı "yakın olup" anlamı verilen fiil ile ref edilmiştir. Bununla
birlikte; "Yakın" Iafzı haber olarak: buna karşılık;
"Gölgeler" de mübteda olarak merfu' okunsaydı yine caiz olurdu. Bu
durumda cümle: "Onları ... mükafatlandırır" buyruğundaki "ondan"
anlamındaki zamirden hal konumunda olur. Böyle de okunmuştur.
Abdullah (b. Mesud)'un
kıraatinde fiil önceden geçmiş olduğu için:
(...) diye de
okunmuştur. Ubeyy b. Kab'ın kıraatinde ise yeni bir cümle başı olarak; (...)
şeklinde ref' ile okunmuştur.
"Meyveleri ise alabildiğine
boyun eğdirilmiş halde olacaktır." Meyveleri onlara alabildiğine musahhar
kılınmış olacaktır. Ayakta olan da, oturan da. yatan da onları alabilecektir.
Uzaklıkları yada dikenli oluşları dolayısıyla eller geri boş dönmeyecektir. Bu
açıklamayı Katade yapmıştır.
Mücahid de şöyle
demiştir: Birisi kalkacak olsa meyve onun için yükselir, oturursa üzerine
sarkar, yatarsa ona yaklaşır o da o meyveden yer. Yine ondan şöyle dediği
nakledilmiştir. Cennetin zemini gümüştür. toprağı zaferandır, kokusu Ezfer
miskidir. ağaçlarının gövdesi altın ve gümüş olacaktır. dalları inci, zeberced
ve yakuttur. meyveler ise bütün bunların altında olacaktır. Bu meyvelerden
ayakta yiyeni rahalsız etmeyeceği gibi, oturarak yiyen de, yatarak yiyen de
rahatsız olmayacaktır.
İbn Abbas dedi ki:
Meyvelerinden almak isteyecek olursa, hemen istediğini alabilecek şekilde.
meyveler onun önüne sarkar. Mahsullerin, meyvelerin önünde boyun eğdirilmesi
onları alıp koparmanın kolaylaştırılması demektir.
" ...
Meyveler" demektir, tekili "kaf" harfi kesreli olarak: (...)
şeklinde gelir. Ona bu ismin veriliş sebebi: "Koparılmaları"
dolayısıyladır. Nitekim toplanan mahsüle toplandığı için: (...) denilmesi de
buna benzemektedir.
"Alabildiğine boyun
eğdirilmiş" ifadesi daha önce nitelendirilen "boyun eğme"nin
tekidini ifade eder. Yüce Allah'ın: ''Biz onu kısım kısım indirdik,"
(İsra, 106); "Ve Allah, Musa ile de -özel bir şekilde- konuştu"
(Nisa, 161) buyruklarında olduğu gibi.
el-Maverdi dedi ki:
Mahsüllerine boyun eğdirilmesinin: Bu mahsüllerin kaplarından tomurcuk halinde
çıkarılıp, onlara gösterilmesi ve çekirdeksiz olması, anlamında olma ihtimali
de vardır.
Derim ki: Bu uzak bir
manadır. Çünkü İbnu'l-Mübarek rivayetle şöyle demektedir: Bize Süfyan,
Hammad'dan haber verdi. O Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'dan dedi ki: Cennet
hurmalarının gövdeleri yeşil zümrütten, dalları kırmızı altından, yaprakları
cennetlikler için giyecek olacaktır. Onların kesip giyinecekleri elbiseler ve
hülleler onlardandır, Mahsülleri ise testiler ve kovalar gibidir, Sütten daha
beyaz, baldan daha tatlı, tereyağından daha yumuşak olacaktır, içinde de
çekirdeği bulunmayacaktır,
Ebu Cafer en-Nehhas dedi
ki: Suyun zelil kıldığı yani alabildiğine doyurduğu mahsüle de: (...) denilir.
Yumuşaklığı dolayısıyla en hafif bir rüzgarın eğdiği şeye de bu isim verilir,
güzelce düzeltilen şeye de bu isim verilir. Çünkü Hicazlılar: "Hurma
ağaçlarını düzelt" derler. Aynı şekilde mahsülünün alınması yüksekte
olmadığı için kolayolana da bu isim verilir. Bu da onların: "Yüksek
olmayan duvar" tabirlerinden alınmıştır.
Ebu Cafer dedi ki: Bizim
naklettiğimiz bu görüşleri dilbilginleri de zikretmiş olup, İmruu'l-Kays'ın şu
mısraı hakkında bu açıklamaları yapmışlardır: "Bacakları ise pek çok
sulanmış ve yapraklarla korunmuş bir hurma fidanının boğumu gibidir,"
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN