KIYAME 31 / 35 |
فَلَا
صَدَّقَ
وَلَا
صَلَّى {31}
وَلَكِن
كَذَّبَ
وَتَوَلَّى {32}
ثُمَّ ذَهَبَ
إِلَى
أَهْلِهِ
يَتَمَطَّى {33}
أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
{34} ثُمَّ
أَوْلَى
لَكَ
فَأَوْلَى {35} |
31. O,
tasdik de etmemiş, namaz da kılmamış,
32.
Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33.
Sonra da gerine gerine taraftarlarının yanına gitmişti.
34. Sana
layıktır, evet sana layıktır.
35. Sonra
yine sana layıktır, tekrar tekrar sana layıktır.
"O, tasdik de
etmemiş, namaz da kılmamış. " Yani Ebu Cehil, tasdik de etmedi, namaz da
kılmadı.
Bunun, sürenin baş
taraflarında sözü edilen "insan" (10. ayet) hakkında olduğu da
söylenmiştir. Çünkü oradaki "insan" cins isimdir. Birincisi İbn
Abbas'ın görüşüdür. Yani o risaleti tasdik etmediği gibi "namaz da
kılmamış" Rabbine dua etmemiş, Resulüne de salat ve selam getirmemiştir.
Katade dedi ki: Allah'ın
Kitabını tasdik etmediği gibi, Allah için namaz da kılmadı. Şöyle de
açıklanmıştır: O, Allah nezdinde kendisi için biriken bir azık olsun diye
malını tasadduk etmediği gibi, Allah'ın kendisine emrettiği namazları da
kılmamıştır.
Kalbiyle iman etmemiş,
bedeniyle amel etmemiştir, diye de açıklanmıştır.
el-Kisai dedi ki: '' ...
ma" olumsuzluk edatı; ''... madı" anlamındadır. Şu kadar var ki bu
(birinci) olumsuzluk edatı, benzeri ile bir defa daha tekrarlanır. Mesela;
Araplar: ''Ne Abdullah çıkıyor, ne de filan" derler. Buna karşılık; (...)
denilmez, Ancak ona: (...) de eklenir. (Bu durumda: Ben ihsan edici de olmayan,
iyilik de yapmayan bir adama uğradım, demek olur.) Yüce Allah'ın: "Fakat o
sarp yokuşa saldıramadı" (Beled, 11) buyruğu ise, bu kabilden değildir.
Çünkü bu; (...) tabiri, "Niye o sarp yokuşa saldırmadı, o sarp yokuşa
saldırmalı değil miydi?" anlamındadır, istifham edatı olan hemze
hazfedilmiştir.
el-Ahfeş de şöyle
demektedir: "O tasdik etmemiş" buyruğu; "Tasdik etmedi"
demektir. Yüce Allah'ın: ''O saldırmadı" buyruğunun; (...) anlamında
olması gibidir. O bakımdan bunun arkasından başka bir şeye (yani olumsuzluk
edatının tekrarlanmasına) gerek yoktur. Nitekim Araplar: ''Gitmedi"
tabirini; (...) anlamında kullanırlar. Burada nefy (olumsuzluk) edatı, muzari
fiili nefyettiği gibi, mazi fiili de nefyetmektedir. Züheyr'in şu mısraında da
bu kabildendir: "O, onu ne açıkladı, ne de öne geçti."
"Fakat yalanlamış
ve yüz çevirmiştİ." Kur'an-ı Kerım'i yalanlamış, iman etmekten yüz
çevirmişti, "Sonra da gerine gerine" çalım satarak ve bu işiyle öğünüp
böbürlenerek "taraftarlarının yanına gitmişti." Bu şekildeki
açıklamayı Mücahid ve başkaları yapmıştır. Mücahid dedi ki: Kastedilen Ebu
Cehil'dir.
"Gerine
gerine" lafzının, "sırt, binek" anlamındaki: (...)'den geldiği
de söylenmiştir. Yani o sırtını eğerek, bükerek. .. demek olur. Aslı ise te
mbellikten ve ağırlıktan dolayı gerinmek fiilini ifade eden: (...)'dir.
O halde, bu kimse, hakka
davet edene karşı ağır ağır hareket ederdi, demek olur. Bu lafızda aynı harfin
tekrarı hoş olmadığından dolayı "ye" harfinin yerine "tı"
harfi kullanılmış olmaktadır. "Gerinmek" aldırış edilmediğinin
göstergesidir ki, bu da uzanmak, gerinmek anlamındadır. Sanki o
büyüklendiğinden ötürü sırtını uzatıyor (geriniyor) ve başka tarafa döndürüyor
gibidir. "Havuzun dibindeki tortu su" demektir. Havuzun dibine
yayıldığı için bu isim verilmiştir.
Haberde: ''ümmetim
gerine gerine yürüyüp, İranlılarla, Bizanslılar onların hizmetkarlığını yapacak
olurlarsa, o vakit biribiderine düşeceklerdir" denilmektedir.
-Hadiste geçen-: "Gerine
gerine" lafzı çalımlı yürümek ve yürürken elleri uzatmak demektir.
"Sana layıktır,
evet sana layıktır. Sonra yine sana layıktır. Tekrar tekrar sana
layıktır." Tehdit ardına tehdit, arka arkaya tehditlerdir. Yani bu dört
şeye karşılık, dört ayrı tehdittir. Nitekim rivayet olunduğuna göre, bu Rabbi
hakkında cahil olan Ebu Cehil hakkında inmiştir. Yüce Allah, şöyle
buyurmaktadır: "O tasdik de etmemiş, namaz da kılmamış fakat yalanlamış ve
yüz çevirmişti." Yani ne Allah'ın Resulünü tasdik etmiş, ne Allah'ın
huzurunda durup namaz kılmıştır; fakat Benim Resulümü yalanlamış, Benim
huzurumda boyun eğmekten yüz çevirmiştir. Buna göre tasdiki terketmek bir
özellik, yalanlamak bir özellik, namazı terketmek bir özellik, Allah'ın
emrinden yüz çevirmek bir başka özelliktir. Bundan dolayı bu dört özellik terk
edilmesi karşılığında ona dört tane tehditte bulunulmuştur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Sonra da gerine gerine taraftarlarının yanına gitmişti" buyruğunda, beşinci
bir özellik sözkonusu edilmektedir, denilemez. O zaman biz de şöyle deriz: Bu
onun yalanlamadan ve yüz çevirmekten önceki adeti idi. Onun bu halini haber
vermektedir. Bu da biraz sonra zikredeceğimiz üzere Katade'nin açıklamasından
açıkça anlaşılmaktadır.
Denildiğine göre;
Resulullah (s.a.v.) bir gün mescidden çıkarken Ebu Cehil mescidin kapısında
Mahzumoğulları kapısının yanında onunla karşılaşmıştı. Rasulullah (s.a.v.) onun
elini tuttu, bir ya da iki defa salladıktan sonra ona: "Sana daha layıktır,
sana daha layıktır" demiş, Ebu Cehil ona: Sen beni tehdit mi ediyorsun!?
Allah'a yemin ederim ki ben bu vadideki insanların en güçlüsü ve en
şereflisiyim, diye cevab vermişti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'e Ebu
Cehil'e dediği şekilde buyruk nazil oldu. Evet bu, bir tehdit sözüdür. şair de
şöyle demiştir:
"Daha layıktır
sonra daha layıktır hem daha layıktır Hiç sağıldıktan sonra (süt) memeye geri
döner mi?"
Katade dedi ki: Ebu
Cehil b. Hişam, böbürlene böbürlene geldi. Peygamber (s.a.v.) elinden tutup:
"Sana daha layıktır, evet sana layıktır. Sonra yine sana layıktır, tekrar
tekrar sana layıktır." diye buyurdu. Ebu Cehil şöyle dedi:
Sen de, Rabbin de bana
bir şey yapamazsınız. Çünkü ben buranın iki dağı arasındakilerin en güçlüsüyüm.
Bedir günü müslümanları görünce bugünden sonra Allah'a ebediyyen bir daha
ibadet edilmeyecektir, dedi. Allah onun boynunu vurdurdu ve en kötü bir şekilde
onu öldürdü. Buyruğun; Vay sana! anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Hansa'nın
şu beyitlerinde bu anlamdadır:
"Ben içimden bütün
düşünceleri geçirdim Nefsime daha layıktır, evet ona daha layıktır. Ben kendimi
belli bir hale mecbur edeceğim, Ya onun aleyhine ya da lehine olsun."
Buradaki:
"Hal" demek olduğu gibi aynı şekilde ölünün üzerinde taşındığı
tahtaya da denilir. Bu yoruma göre; şöyle denilmiştir; Bu lafız kalbedilmiş
lafızlardandır. Sanki; (...) iken daha sonra illetli harf (olan ye) sonraya
bırakılmış gibidir. (Böylelikle evla olmuştur).
Yani sen, hayatta iken
de sana veyl olsun, ölüm halinde de sana veyl olsun, dirileceğin gün de sana
veyl olsun, cehenneme gireceğin gün de sana veyl olsun. Bu şekildeki tekrarlama
da şairin şu mısraına benzemektedir: "Veyller olsun sana! Sen beni yayan
yürümek zorunda bıraktın,"
Yani veyl olsun sana,
sonra yine veyl olsun, sonra yine veyl olsun, demektir, Bu açıklama zayıf kabul
edilmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Buyruk; bunu terkettiğin için yerilmen senin için daha uygundur, demektir.
Ancak kelimelerin çokluğundan ötürü diğerleri hazfedilmiştir. Anlamın şöyle olduğu
da söylenmiştir: Bu azab sana daha uygun ve sana daha layıktır.
Ebu'l-Abbas, Ahmed b.
Yahya dedi ki: el-Esmai dedi ki: "Daha layık, daha uygun" lafzının
Arap dilindeki anlamı "helak oluşa yakın olmak"tır, Sanki: "Sen
helak olmanın kertesine geldin, helak olmaya çok yaklaştın" denilmiş
gibidir ki; bunun geldiği kök ''yakınlık" anlamındaki (...)'dir. Yüce
Allah da (bu kök kullanılarak) şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler,
kafirlerden size yakın olanlarla savaşın." (et-Tevbe, 123) el-Esmai şu
mısraı zikretmektedir: "Ona velanın verilmesine çok yaklaştı."
Yine şu mısraı
zikretmektedir: "O kimin için yükselirse, kedere çok yaklaşmış olur."
Yani böyle bir şeye
sahib olan kedere oldukça yaklaşmış demektir.
Ebu'I-Abbas, Saleb,
el-Esmai'nin açıklamalarını güzel buluyor ve: el-Esmai'nin açıklaması gibi
açıklayan kimse yoktur, diyordu.
en-Nehhas dedi ki:
Araplar: (...) derler ki "az kalsın helak oluyordun, sonra kurtuldun"
demektir. ifadenin takdiri sanki; (...): Helak olmayasen çok yaklaştın"
gibidir.
el-Mehdevı dedi ki:
(...)'nin (...) şeklinde bir ism-i tafdil olması sözkonusu değildir. Bu
hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olarak gelir. Sanki: "Tehdit, başkasına
göre kendisine daha bir yakışır" denilmiş gibidir, Çünkü Ebu Zeyd'i tehdit
ettikleri vakit Arapların: (...) dediklerini nakletmektedir. Bu lafzın sonuna
tenis alameti "(yuvarlak te)"nin gelmesi durumun böyle olmadığının
(fiil olmadığının) delilidir.
''Sana" lafzı
"daha layıktır" anlamındaki lafzın hakkında bir haberdir.
"Layıktır" lafzının munsarıf olmayışı, tehdidin alemi (özel ismi)
haline gelişinden dolayıdır. Tıpkı bir adama "Ahmed" adının
verilmesine benzer.
Buyruktaki
tekrarlamanın, sen kötü olan ilk ameline, sonra ikincisine, sonra üçüncüsüne,
sonra dördüncüsüne devam et! anlamında olduğu da söylenmiştir. Az önce geçtiği
gibi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN