KIYAME 26 / 30 |
كَلَّا
إِذَا
بَلَغَتْ
التَّرَاقِيَ
{26} وَقِيلَ
مَنْ رَاقٍ {27}
وَظَنَّ
أَنَّهُ
الْفِرَاقُ {28}
وَالْتَفَّتِ
السَّاقُ
بِالسَّاقِ {29}
إِلَى
رَبِّكَ
يَوْمَئِذٍ
الْمَسَاقُ {30} |
26.
Vazgeçin bu işten ... (Çünkü can) köprücük kemiğine gelip dayandığında;
27.
"Var mı bir tedavi edecek?" denildiğinde;
28.
Artık bunun gerçekten bir ayrılış olduğunu anlayacak.
29.
Bacaklar birbirine dolaşacak.
30. İşte
o günde sürülüp, götürülmek yalnız Rabbinin huzuruna olacak.
"Vazgeçin bu işten
... (Çünkü can) köprücük kemiğine gelip dayandığında" buyruğundaki:
"Vazgeçin bu
işten" lafzı bir azar ve bu işten vazgeçmeyi bir emirdir. Yani kafir, bir
kimsenin kıyamet gününe iman etmesi, uzak bir ihtimaldir. Daha sonra yeni bir
ifade ile Yüce Allah: "Köprücük kemiğine gelip dayandığında" diye,
buyurmaktadır ki, nefis yahutta can köprücük kemiğine gelip dayandığında,
demektir. Bu buyrukla daha Önce kendisinden söz edilmemiş bir hususa dair haber
vermektedir. Çünkü muhatab bunu bilmektedir. Daha önce geçen: "Nihayet o
perdenin arkasına girince" (Sad, 32) buyruğu ile; "hele (o can) bir
boğaza gelince" (el-Vakıa, 83) buyruklarına (bu itibarla) benzemektedir ki
daha önceden (bu hususa dair açıklamalar orada) geçmiş bulunmaktadır.
Burada bu edatın
"gerçekten" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani: "(Can)
köprücük kemiği ne gelip dayandığında" yani can oraya ulaştığında sürünüp,
götürülecek yer, Allah'ın huzuru olacaktır. İbn Abbas şöyle derdi: (Yani)
kafirin canı köprücük kemiğine ulaştığında, demektir.
''Köprücük
kemikleri" lafzı; (...)'in çoğulu olup, göğsün üst tarafında, canın
hırıltılı bir şekilde verildiği (gargara) yerde bulunan ve göğüs çukurunda
birbirine girmiş kemikler demektir. Dureyd b. es-Sımme şöyle demiştir:
"'Ve nice büyük iş var ki sen onları savundun Canlarının köprücük
kemiklerine ulaştığı bir zamanda."
Ölmek üzere, olma halini
anlatmak üzere bazan "can köprücük kemiğine ulaştı" tabiri kullanılır.
Bu buyruktan maksat ise,
ölümün gelişi esnasındaki halin çok zor ve Sıkıntılı olduğunu onlara
hatırlatmaktır,
"Var mı' bir tedavi
edecek denildiğinde" buyruğu hakkında, farklı görüşler vardır. Buradaki:
"Tedavİ eden" lafzının: ''Tedavi etmek"ten geldiği söylenmiştir.
Bu açıklama İbn Abbas, İkrime ve başkalarından rivayet edilmiştir. Simak'ın,
İkrime'den rivayetine göre o: Tedavİ edecek bir tedavi edici ... Yani şifa
verecek bir kimse (var mı?) diye açıkladığını rivayet etmiştir. Meymun b. Mihran
da, İbn Abbas'tan: Ona şifa verecek bir doktor var mı? diye açıkladığını
rivayet etmektedir. Ebu Kilabe ve Katade de böyle demiştir. Şair de şöyle
demiştir:
"Zamanın
musibetlerine karşı genç delikanlıyı koruyacak var mıdır?
Yahut mukadder ölüme
karşı onu tedavi edip, şifa verecek birisi var mıdır?"
Bu ifade, böyle bir
şeyin uzak bir ihtimal olduğunu, bundan ümit kesilmesi gerektiğini anlatmak
içindir. Yani ölüme karşı kim tedavi edip, şifa verecek kudreti bulabilir?
Yine İbn Abbas'tan ve
Ebu'l-Cevza 'dan rivayete göre, bu: ''Yukarı doğru çıktı, yükseldi,
yükselir" fiilinden gelmektedir. Mana da: Onun ruhunu alıp, semaya
yükselecekler kimlerdir? Rahmet melekleri mi, yoksa azab melekleri mi?
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Ölüm meleği, bunu alıp çıkartacak kimse var mıdır? diye sorar. Yani
bu canı kim alıp (semaya) çıkartır? Çünkü melekler kafir nefse yaklaşmaktan
tiksinirler. Bunun üzerine ölüm meleği: Ey filan bunu al, yukarı çıkart! der.
Asım ile bir grub Yüce
Allah'ın: "Var mı bir tedavİ edecek" buyruğundaki "nun"
harfini; ''Aksine, örtmüştür" (Mutaffifin, 14) buyruğundaki
"Iam"ı izhar edip, okumuşlardır.
(Birincisi) tabakIanmış
deri satıcısı olan: (...)"a, ikincisi de buğdayın tesniyesi olan; (...)
ile karışmaması için böyle okumuşlardır. Sahih olan ise izharı terkedip; (...)
lafzında "kaf" harfinin kesreli, (...) de ise "nun"
harfinin üstün ile okunmasıdır. Bu karışıklığın önlenmesi için de bu kadarı
yeterlidir.
Söz edilen bu okuyuştan
daha güzeli ise; "Kimse" lafzı ile; ''Hayır, bilakis" lafzının
izhar ile okunmasıdır. Bu açıklamayı el-Kuşeyri yapmıştır.
"Artık bunun
gerçekten" dünyadan, hanımdan, maldan ve çocuklardan "bir ayrılış
olduğunu anlayacak" insan buna kesinlikle inanacak. Bu melekleri göreceği
vakit olacaktır. şair de şöyle demiştir: "Bir ayrılış ki hiçbir ayrılık
ona benzemez Artık ondan sonra kavuşma ümidi de kesilmiş olacaktır."
"Bacaklar birbirine
dolaşacak." Yani şiddet ve sıkıntı, ardı arkası kesilmeden gelecek.
Dünyanın sonunun sıkıntısı ile ahiretin başının sıkıntısı birbirine bitişmiş
olacaktır. Bu açıklamayı İbn Abbas, el-Hasen ve başkaları yapmıştır.
eş-Şa'bi ve başkaları
şöyle demiştir: Ölüm esnasında aşırı zorluk ve sıkıntıdan ötürü insanın
bacakları birbirine dolaşacaktır.
Katade şöyle demiştir:
Ölüm yaklaştığı vakit, ayaklarından birisini ötekinin üzerine vurduğunu hiç
görmedin mi?
Said b. el-Müseyyeb ve
yine el-Hasen şöyle demişlerdir: Bunlar kefende insanın bacaklarının sarılması
halini anlatmaktadır. Zeyd b. Eslem dedi ki: Kefenin bacağı (alt tarafı) insanın
bacağına dolaşmış olacaktır. Yine el-Hasen:
Ayakları ölmüş,
bacakları kurumuş ve artık kendisini taşımaz olmuşlardır. Halbuki o, bunlar
üzerinde dolaşıp, gidip geliyordu.
en-Nehhas dedi ki:
Birinci açıklama bunların en güzelidir.
Ali b. Ebi Talha, İbn
Abbas'tan: "Bacaklar birbirine dolaşacak" buyruğu hakkında şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Dünyanın son günü ile ahiretin ilk günü -Allah'ın
rahmetiyle esirgediği müstesna- şiddet ve sıkıntı ile bitişmiş olacaktır. Yani
ölümün şiddetli hali görüleceklerin dehşetli şiddetine eklenecektir. Bu görüşün
delili de Yüce Allah'ın: "İşte o günde sürünüp götürülmek yalnız Rabbinin
huzuruna olacak" buyruğudur.
Mücahid de şöyle
demiştir: Bela belaya bulaşmış olacaktır. Yani zorluklar, sıkıntılar biri
diğerinin arkasından gelecektir. ed-Dahhak ve İbn Zeyd de şöyle demiştir: Ona
karşı oldukça zorlu ve sıkıntılı iki iş, bir araya gelmiş olacaktır: İnsanlar
onun bedeninin techiziyle uğraşırken, melekler onun ruhunu techiz etmiş
olacaklardır.
Araplar usak:
bacak"ı ancak büyük zorluk ve mihnetler hakkında kullanırlar. Nitekim:
''Dünya ayağa kalktı" ifadeleriyle; ''Savaş ayağa kalktı, koptu"
ifadelerinde hep bu lafız kullanılmıştır. Şair de şöyle demiştir: "Ve
savaş bizimle bacakları üzerinde durdu."
Bu anlamdaki açıklamalar
daha önceden: "Nun, kaleme andolsun ki ... " Suresi'nin sonlarında
(el-Kalem, 42. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Kimileri de şöyle
demiştir: Kafirin canı çıkarken ruhu azab görür. Bu birinci
"bacak"dır. Bundan sonra ise ölümden sonra dirilişin bacağı ve
şiddetleri görülecektir.
"İşte o günde"
kıyamet gününde "sürülüp, götürülmek" yani döndürülmek "Rabbinin
huzuruna" yaratıcının huzuruna "olacak.'' Bazı tefsirlerde şöyle
denilmektedir: Onun kötülüklerini tesbit eden meleği onu sürecektir.
''Sür(ül)mek" (...)
Sürdü, sürer" fiilinden mastardır.
''Söz söylemek"
lafzının: ''Söz söyledi, söz söyler" fiilinin mastarı oluşu gibi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN