KIYAME 22 / 25 |
وُجُوهٌ
يَوْمَئِذٍ
نَّاضِرَةٌ {22} إِلَى
رَبِّهَا
نَاظِرَةٌ {23}
وَوُجُوهٌ
يَوْمَئِذٍ
بَاسِرَةٌ {24}
تَظُنُّ أَن
يُفْعَلَ
بِهَا
فَاقِرَةٌ {25} |
22. O
günde yüzler var ki; apaydınlıktır;
23.
Rabblerine bakıcıdırlar.
24. Ve o
günde asık nice suratlar vardır.
25.
Kendilerine bel kemiklerini kıran çok belalı işler yapılacağını anlarlar.
"O günde yüzler var
ki; apaydınlıktır, Rabblerine bakıcıdırIar" buyruğunda geçen:
''Apaydınlıktır" buyruğu güzellik ve nimet anlamındaki: (...)'den
gelmektedir,
''Bakıcıdır" lafzı
ise: "Bakmak, nazar etmek"ten gelmektedir. Yani mü'minlerin yüzü
apaydınlık, güzel ve parlak olacaktır. "Allah onlara rahatlık, güzellik,
parlaklık verdi, verir" denilir. Bu da aydınlık (rahat) yaşayış ve
zenginlik manasınadır, "Benim söylediğim sözü işitip, onu belleyen
kimsenin ... Allah yüzünü ak etsin'' hadisinde de bu kökten gelen kelime kullanılmıştır.
"Rabblerine"
yaratıcılarına, mutlak maliklerine "bakıcıdırlar." Yani Rablerine
bakarlar. İlim adamlarının cumhuru bu görüştedir. Bu hususta Suhayb'in rivayet
ettiği, Müslim'in de kitabında zikrettiği bir hadis-i şerif vardır ki; daha önceden
Yunus Süresi'nde yer alan: "İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da
fazlası vardır" (Yunus, 26) buyruğunu tefsir ederken geçmiş bulunmaktadır.
İbn Ömer şöyle derdi: Cennet ehli arasında Allah için en kerim ve değerli
olanlar O'nun yüzüne sabah ve akşam bakanlar olacaktır. Daha sonra şu: "O
günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rabblerine bakıcıdırlar" ayetini okudu.
Yezid en-Nahvi,
İkrime'den: "Özel bir şekilde Rabbine bakacaktır" dediğini rivayet
etmektedir. el-Hasen de şöyle derdi: Onların yüzleri apaydınlık olacak ve
Rabblerine bakacaklardır.
Denildi ki: Buradaki
"nazar"dan kasıt, Rabblerinin nezdinde bulunup, kendilerine verilecek
olan mükafatı beklemeleridir. Bu açıklama İbn Ömer ve Mücahid'den de rivayet
edilmiştir. İkrime ise Rabbinin emrini gözetler diye açıklamıştır. Bunu
el-Maverdi, İbn Ömer'den ve yine İkrime'den rivayet etmiştir. Ancak bu açıklama
sadece Mücahid'in açıklaması olarak bilinmektedir. Bu açıklamayı yapanlar Yüce
Allah'ın: "Gözler O'na erişemez. O ise bütün göz'eri kuşatmıştır"
(el-En'am, 103) buyruğunu delil göstermişlerdir.
Ancak bu görüş oldukça
zayıftır, ayetin zahirinin ve haberlerin ifade ettiği anlamın muktezasının
dışında kalmaktadır.
Tirmizi'de, İbn Ömer'den
şöyle dediği zikredilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz
cennet ehlinin en aşağı mertebesinde olanları bin yıl'ık mesafeyi kaplayan
bahçelerine, eşlerine, hizmetçilerine ve tahtlarına bakan kimsedir. Allah
nezdinde en değerlileri ise sabah ve akşam O'nun yüzüne bakacak
olanlardır." Daha sonra Rasülullah (s.a.v.): "O günde yüzler var ki
apaydınlıktır. Rabblerine bakıcıdırlar" buyruklarını okudu. (Tirmizi) dedi
ki: Bu garib bir hadistir. Bu rivayet sadece İbn Ömer'in sözü olarak da rivayet
edilmiş olup, Peygambere ref edilmemiştir.
Müslim'in Sahih'inde Ebu
Bekr b. Abdullah b. Kays'dan onun babasından, onun da Peygamber (s.a.v.)'dan
rivayetine göre, Peygamber şöyle buyurmuştur: "Cennetlerin ikisi kapları
da, içindekiler de gümüştendir. İkisi de, kapları da, içindekiler de
altındandır. Oradakiler ile aziz ve celil olan Rabblerine bakmaları arasındaki
tek bir engel ise, Adn cennetinde O'nun yüzü üzerindeki kibriya ridasıdır.
"
Cerir b, Abdullah da
şöyle demektedir: Resulullah (s.a.v.)'in huzurunda oturuyorduk. Ondördünde aya
baktı ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki sizler şu ayı gördüğünüz gibi,
Rabbinizi açık seçik bir şekilde göreceksiniz, O'nu görmek için bu hususta
birbirinizi rahatsız etmeyecek, engellemeyeceksiniz. O bakımdan eğer güneş
doğmadan ve güneş batmadan önce bir vakit namazı kaçırmamak imkanınız varsa
bunu yapınız." Daha sonra: "Güneşin doğmasından önce de, batışından
önce de Rabbini hamd ile tesbih et" (Kaf, 39) buyruğunu okudu, Hadis
Buhari ve Müslim tarafından ittifakla rivayet edilmiştir.
Hadisi ayrıca Ebu Davud
ve Tirmizi de rivayet etmiş olup (Tirmizi): Hasen, sahih bir hadistir,
demiştir.
Ebü Davud, Ebu Rezin
el-Ukayli'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ey Allah'ın Resulü! Hepimiz
Rabbimizi görecek miyiz? dedim, İbn Muaz dedi ki:
Yani kıyamet gününde
onunla başbaşa kalacak mı? Peygamber: "Evet ey Ebu Rezin" dedi. Peki
O'nun yarattıkları arasında buna delil olacak (örnek teşkil edecek) ne
olabilir? dedi, Peygamber şöyle buyurdu: "Ey Ebu Rezin hepiniz ayı
görmüyor musunuz?" İbn Muaz: Yani ondördünde ve herkes kendi başına
(demektir), dedi, Bizler: Evet dedik. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah
bundan daha da büyüktür." İbn Muaz dedi ki: "Şüphesiz ki o -yani ay-
Allah'ın yarattıklarından bir yaratıktır. Allah ise daha celil ve daha
azametlidir.''
Nesai'nin Kitabında
Suhayb'den şöyle dediği kaydedilmektedir: ", .. Hicabını açar ve O'na
bakarlar. Allah'a yemin olsun ki, onlara bu bakıştan daha çok sevecekleri ve
onlar için daha çok gözlerini aydınlatacak bir şeyi vermiş olmayacaktır. ''
Ebu İshak es-Sa'lebi'nin
Tefsir'inde ez-Zübeyr'den, onun da Cabir'den şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Aziz ve celil olan Rabbimiz, onun yüzüne
baksınlar diye tecelli edecek, onlar da O'na secdeye kapanacaklar. Başlarınızı
kaldırın diyecek, çünkü bugün ibadet günü değildir. "
es-Sa'lebi dedi ki:
Mücahid'in ayet-i kerime herkes Rabbinin mükafatını bekleyecektir, O'nun
yarattıklarından hiçbir şey O'nu görmeyecektir, anlamında olduğunu söylemesi
dayanaksız bir tevildir. Çünkü Araplar "nazar" ile "intizar
(beklemek)"ı kastedecek olurlarsa (fiilin geçişini sağlamak için herhangi
bir edat kullanmaksızın): "Onu bekledim" derler. Nitekim Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: ''Onlar. .. saatin (kıyametin) ... gelmesinden başka bir
şey mi bekliyorlar?" (ez-Zuhruf, 66); ''Onlar zamanı gelince
bildirdiklerinin gerçekleşmesinden başkasını mı bekliyorlar?" (el-Araf,
53); "Onlar.... bir tek çığlıktan başkasını beklemiyorlar." (Yasin,
49)
Eğer bu kök ile tefekkür
ve tedebbür, (düşünmeyi) kastedecek olurlarsa o zaman: "Bu iş üzerinde
düşündüm" derler. Şayet "nazar" fiili ile kastedilen
"görmek" olursa o vakit; (...) ile birlikte kullanılır.
"Vech; yüz" de
ayrıca zikredilmiş oldüğuna göre o takdirde burada bu fiilin açıktan açığa
görmekten başka hiçbir anlamı olamaz.
el-Ezheri dedi ki: Mücahid'in
söylediği: Rabbinin sevabına intizar eder (bekler) şeklindeki açıklaması,
yanlıştır. Çünkü intizar (beklemek) anlamında: (...) denilmez. Buna göre bir
kimsenin: ''Filana baktım" demesi ancak göz ile görmek anlamında
kullanılır, Araplar böyle derler, çünkü onlar gözle görmeyi kastettiklerinde:
"Ona baktım" derler, Eğer "İntizar"l kastedecek olurlarsa;
(...) derler. Şair de şöyle demiştir: "Çünkü gerçek şu ki, sizler eğer bir
an dahi beni beklerseniz, Um Cundub'un nezdinde bunun bana faydası olur."
Şair burada
"intizar; bekleme"yi kastettiğinden: "Beni beklerseniz"
demiş, buna karşılık; (...) dememiştir.
Araplar, gözle görmeyi
kastettiklerinde: "Ona baktım" derler.
Şair de şöyle demiştir:
"Ben ona baktım ve o sırada yıldızlar sanki, Yolculuklarından dönen
kimselere yollarını aydınlatan rahiblerin kandilleri gibiydi."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Mina'nın el-Muhassab mevkiinde ona bir baktım ki, Günahtan
korkmasaydım benim ısrarlı bir bakışım vardı."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Şüphesiz ki ben senin bana vaadettiğini gözetlemekteyim Tıpkı
fakirin, varlıklı, zengin, bir kimseye baktığı gibi.''
Ben, sana zilletle
bakıyorum, demektir. Çünkü zilletle ve boyun eğerek bakmak kendisinden bir
şeyler istenen kimsenin kalbini daha bir yumuşatıcıdır.
Bu kanaattekilerin delil
diye gösterdikleri Yüce Allah'ın: "Gözler O'na erişemez, O ise bütün
gözleri kuşatmıştır" (En'am, 103) buyruğuna gelince, bu dünya hayatı
hakkında söz konusudur. Buna dair yeterli açıklamalar yerinde geçmiş bulunmaktadır.
Atiyye el-Avfi dedi ki:
Onlar Allah'a bakacaklardır, ancak gözleri azameti dolayısıyla O'nu
kuşatamayacaktır. Şu kadar var ki O'nun nazarı onları kuşatır. Buna Yüce
Allah'ın: "Gözler O'na erişemez. O ise, bütün gözleri kuşatmıştır"
(el-En'am, 103) buyruğu delil teşkil etmektedir.
el-Kuşeyri Ebu Nasr dedi
ki: (...)'in; "nimetler" demek olan: (...) lafzının tekili olduğu
söylenmiştir. Yani O'nun nimetleri beklenir, gözetlenir. Bu açıklama da
batıldır. Çünkü "nimetler"in tekili "ye" ile değil,
"elif" ile yazılır. Diğer taraftan bu kelime (kendileriyle bir bela)
savulan nimetler demektir. Halbuki onlar, üzerlerindeki bir bela veya bir
sıkıntıyı savmayı gözetlemeleri sözkonusu olmamak üzere, cennette olacaklardır.
Esasen bir şeyin gerçekleşmesini bekleyip, gözetleyen bir kimsenin yaşantısında
da bir çeşit rahatsızlık, tatsızlık var demektir. Cennetlikler bununla
nitelendirilemezler.
Denildiğine göre,
buradaki "nazar; bakma"nın "yüz"e izafe ediLmesi Yüce
Allah'ın: "Altından ırmaklar akar" (Maide, 119) buyruğu gibidir. Oysa
akan ırmağın yatağındaki sudur, ırmağın yatağının kendisi değildir. Diğer
taraftan "vech'' in "ayn: göz" anlamında kullanıldığı da
olmuştur. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Şu gömleğimi götürün
de onu babamın yüzüne sürün" (Yusuf, 9:3) gözlerine sürün demektir. Diğer
taraftan yarın (kıyamet gününde) alışılmışın ters yüz edileceği de uzak bir
ihtimal değildir. Öyle ki; Yüce Allah, görmeyi ve bakmayı yüzde yaratabilir. Bu
da Yüce Allah'ın: "Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha
çok hidayettedir" (el-Mülk, 22) buyruğuna benzemektedir. Bunun üzerine: Ey
Allah'ın Rasülü cehennemde yüzleri üzerinde nasıl yürüyeceklerdir? diye
sorulunca, Peygamber: ''Onları ayakları üzerinde yürüten, yüzleri üzerinde
yürütmeye de kadirdir" diye cevap vermiştir.
"Ve o günde asık
nice suratlar vardır." Yani kıyamet gününde, kafirlerin yüzleri gerilmiş,
çekilmiş ve asılmış olacaktır. es-Sıhah 'ta şöyle denilmektedir: ''Dişi devenin
isteği olmaksızın erkek deve dişi deve ile ilişki kurdu" denilir.''Adam
yüzünü ekşitti, astı" demektir. ''Yüzünü astı, ekşitti" denilir.
es-Süddi: ''Asık
surat" şekli değişikliğe uğramış surat demektir, diye açıklamıştır.
Anlamlar aynıdır.
"Kendilerine, bel
kemikleri kıran, çok belalı işler yapılacağını anlarlar." Kesinlikle buna
inanır ve bunu iyiden iyiye bilirler, demektir.
''Büyük iş ve
musibet" anlamındadır. ''Sırtının omurgasını kırdı" demektir. Bu
anlamdaki açıklamayı Mücahid ve başkaları yapmıştır. Katade ise: ''Şer ve
kötülük" demektir, der.
es-Süddi; helak olmak,
İbn Abbas ve İbn Zeyd, cehenneme girmek, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine
yakındır. Bu kelimenin asıl anlamı devenin burnuna bir demir yahutta ateş ile
kemiğe ulaşıncaya kadar işaret yapıp dağlamaktır. Bu açıklamayı el-Esmai yapmıştır.
O bakımdan devenin
burnunu bir demirle delip, sonra da delinen yere deriden yapılmış bir ip
geçirip, onun üzerine de bükülmüş bir halat geçirmeyi anlatmak üzere: ''Devenin
burnunu delip, ondan halat geçirdim" denilir.
Arapların: (...): O'na
fakira (musibet, bela veya az önce deve için sözkonusu edilen uygulamanın
benzeri) yapıldı" denilir. en-Nabiğa da şöyle demiştir: "Hiçbir kabir
beni kabul etmedi; hala önümde duruyor Ve başımın tepesine inecek kırıcı bir
balta darbesi."
(Burada bu kelime)
"kırıcı" anlamında kullanılmıştır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN