ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KIYAME

14

/

15

 

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ {14}

 وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ {15}

 

14. Doğrusu şu ki; insan kendisine karşı bir şahittir.

15. Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile.

 

"Doğrusu şu ki; insan kendisine karşı bir şahittir." el-Ahfeş dedi ki: Bir kimseye: "Sen kendine karşı bir delilsin" demek gibi, Yüce Allah, insanın kendisini kendisine karşı bir şahit kılmıştır.

 

İbn Abbas da "basire" şahid demektir. Bu şahitlik te onun organlarının yani ellerinin yakaladıkları ile ayaklarının üzerlerine gittikleri ile gözlerinin gördükleri ile şahitlik etmeleridir, demiştir.

 

"Basire" şahit demektir. el-ferra da şu beyitleri zikretmektedir: "Sanki akıl sahibi üzerinde, gören (basire: şahidlik eden) bir göz vardır, Oturduğu yerden ya da onun gördüğü bir şeyden Sakınır; öyle ki, insanların tümünün -Korkusundan- kendi sırlarının onlara gizli kalmadıklarını zanneder."

 

Bu te'vilin Kur'an'dan delili de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "O gün onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları her şeyi söyleyerek aleyhlerine şehadet edeceklerdir." (en-Nur, 24)

Buyrukta "basiret: şahit"in müennes olarak gelmesinin sebebi, burada "insan" ile kastedilenin azaları oluşundan dolayıdır. Çünkü azalar bizzat insanın kendisine karşı şahitlik edeceklerdir. O bakımdan Yüce Allah: "Gerçek şu ki, azalar insanın kendisine karşı bir şahittir" buyurmuş gibidir. Bu anlamdaki açıklamayı el-Kuteb'i ve başkaları yapmıştır.

 

Bir takım kimseler de şöyle demiştir: "Basiret" buyruğundaki "he (müenneslik te'si)" i'rab bilginlerinin mübalağa "he"si adını verdikleri "he"dir. Mesela; "Büyük musibet, çok alim, çok büyük bir rivayet bilgini" sözlerindeki "he (yuvarlak te)" gibidir. Ebu Ubeyd'in görüşü de budur.

 

Buradaki "basiret; şahit' ile kastedilenlerin, insanın işlediği hayır ya da şer türünden olan işleri yazan iki yazıcı melek olduğu da söylenmiştir. Buna da Yüce Allah'ın: "Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğu delil teşkil etmektedir ki; buradaki "mazeretler"i "perdeler" diye yorumlayanlara göre, bu buyruk, bu açıklamanın delilidir. es-Süddi ve ed-Dahhak'ın görüşü budur.

 

Bazı tefsir bilginleri de şöyle demiştir: Mana şudur: Gerçek şu ki, insanın kendisinden insan üzerinde bir basiret yani şahit vardır. Burada: "üzerinde" harf-i cerri hazfedilmiştir.

"Basiret"in müennes bir ismin sıfatı olması da mümkündür. Bunun da takdiri şöyle olur: ''Gerçek şu ki, insanın kendisi üzerinde gören (tanık olan) bir göz vardır." el-Ferra şu mısraı zikretmektedir: "Sanki akıl sahibi üzerinde gören bir göz vardır."

 

el-Hasen de Yüce Allah'ın: "Doğrusu şu ki; insan kendisine karşı bir şahittir" buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Yani insan, başkalarının kusurlarını çok iyi görür ama bizzat kendisinin kusurları hakkında bilgisizdir.

 

"Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile." Bütün perdelerini üstüne kapatsa bile, demektir. Yemenlilerin lehçeSinde perdeye (mazeretler lafzı ile aynı köktenolmak üzere); (...) denilmektedir. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır. Şair de şöyle demiştir: "Fakat o bir anlık konaklamamıza dahi razı olmadı Ve üzerine perdeleri örttü,"

 

ez-Zeccac dedi ki: "Perdeler" demek olup, tekili: (...)'dir, Perdelerini amelini gizlemek maksadıyla örtse bile, kendisi kendisine karşı bir şahittir, demektir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: İsterse özür dileyip, ben hiçbir şey yapmadım desin, kendi nefsinden, organlarından kendisine karşı şahitlik edecek vardır. Kendisi özür beyan edip, kendisi hakkında tartışacak olsa bile onun özrünün yalan olduğunu ortaya koyacak, ona karşı bir şahit vardır, Bu açıklamayı Mücahid, Katade, Said b. Cübeyr, Abdurrahman b. Zeyd, Ebu'l-Aliye, Ata, el-Ferra ve yine es-Süddi ve Mukatil yapmışIardır.

 

Mukatil dedi ki: İsterse bir mazeret yahut bir delil ortaya koymaya kalkışsın, bunun kendisine faydası olmayacaktır. Bunun benzerleri Yüce Allah'ın: "O günde özür dilemeleri zalimlere fayda vermez." (el-Mu'min, 52); "Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler" (el-Mürselat, 36) buyruklarıdır. Buna göre "mazeretler" özürden alınmıştır. Şair de şöyle demektedir:

 

"Gelişleri genişlediği halde, çıkışları senin aleyhine daralan İşlerden alabildiğine sakınmalısın sen. İnsan kendisini mazur görmekle birlikte; Sair insanların onu mazur görmeyişi güzel değildir, bir bilsen."

 

Bir adam, İbrahim en-Nehai'ye özür beyan edince ona: Sen özür dilemeden de ben senin mazeretini kabul ettim. Çünkü mazeret ileri sürmek istenirken onlara yalan şaibesi karışır.

İbn Abbas dedi ki: "Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğu, bütün elbiselerinden sıyrılsa bile demektir. Bu açıklamayı el-Maverdi nakletmiştir.

 

Derim ki: Ancak daha güçlü görülen bunun delil ortaya koymaya çalışmak ve günahtan dolayı mazeret beyan etmek anlamında olduğudur. en-Nabiğa'nın şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "İşte bu bir mazerettir, fayda vermese eğer Şüphesiz bu mazeretin sahibi kötülüğe sebep olan o işe bir ortaktır."

 

Buna delil Yüce Allah'ın kafirler hakkındaki: "Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık" (el-En'am, 23) buyruğu ile münafıklar hakkındaki: "Allah onların hepsini dirilteceği günde size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin edecekler. .. " (el-Mücadele, 18) buyruklarıdır .

 

Sahih(-i Müslim)'de şöyle diyeceği belirtilmektedir: "Rabbim sana, kitabına ve rasulüne iman ettim. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim (diyecek) ve elinden geldiği kadar hayır şeyler söyleyip öğünecektir. .. ''

 

Bu husus daha önceden Ha-Mim es-Secde (Fussilet, 19-21. ayetler)in tefsirinde ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

 

(...) "mazeret"in çoğuludur. ''Yaptıkları hususunda onu mazur gördüm, mazur görüyorum, özür" denilir. İsmi de; (...) ile (...) şeklinde gelir. Şair de şöyle demiştir: "Ben (bana iyilik yapılması hususunda) engellendim; esasen engellenmiş birisinin mazereti de (kabul) olmaz."

 

(...) de aynı şekildedir. (Yezin itibariyle): "Dizkapağı" ile; ''Oturuş" lafızlarına benzemektedir. en-Nabiğa da şöyle demiştir: "İşte bu bir mazerettir, fayda vermese eğer Bu mazeretin sahibi ülkede artık başıboş dolaşmaktadır."

 

Bu ayet-i kerime beş meseleyi ihtiva etmektedir. (Biz de bunları beş başlık halinde sunacağız.):

 

1. Kişinin Kendi Aleyhine İkrarda Bulunması:

 

Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi Yüce Allah'ın: "Doğrusu şu ki insan kendisine karşı bir şahittir. Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğunda kişinin kendi aleyhine yaptığı ikrarın kabul edileceğine dair bir delil bulunmaktadır. Çünkü bu kişinin kendisi tarafından kendi aleyhine yaptığı bir şahitliğidir. Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O gün onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları her şeyi söyleyerek aleyhlerine şehadet edeceklerdir." (en-Nur, 24) Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu kişinin herhangi bir itham altında bulunmasına imkan vermeyecek şekilde bir haber vermesidir. Çünkü akıl sahibi bir kimsenin kendi aleyhine yalan söylemesi sözkonusu değildir. Bu da bir sonraki başlığın konusudur.

 

2. Kişinin Aleyhine Dair İkrarları ve Hükümleri:

 

Yüce Allah, Kitab-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır: "Hani Allah, peygamberlerden size verdiğim kitab ve hikmetten sonra size beraberinizdeki doğrulayıcı bir peygamber gelince ona mutlak iman edecek ve yardım edeceksiniz diye söz aldığı zaman: 'Kabul ettiniz mi ve bu ağır yükünü alıp yüklendiniz mi?' demişti. Onlar da: 'Kabul ettik' demişlerdi. 'Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şehadet edenlerdenim' diye buyurmuştu." (Al-i İmran, 81) Bir başka yerde Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Diğer bir kısım da günahlarını itiraf ettiler. Onlar salih ameli başka bir kötü amel ile karıştırmışlardır." (et-Tevbe, 102) Bu husus rivayetlerde çokça sözkonusu edilmiştir.

 

(Mesela) Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ey üneys! Bunun karısının yanına git! Eğer itiraf ederse onu recmet."

 

Bir kimsenin başkasının mirasçılığı veya bir alacağı olduğuna dair ikrarına gelince; bu hususta Malik şöyle demiştir: Bizim bildiğimize göre, üzerinde icma olunan husus şudur: Oğulları olmakla birlikte vefat etmiş bir adamın çocuklarından birisi: Benim babam filan kimsenin kendi oğlu olduğuna dair ikrarda bulunmuştur, diyecek olursa, bu neseb tek bir kişinin şahitliği ile sabit olmaz. Bu ikrarda bulunan kişinin ikrarı ancak kendisi aleyhinde babasının malından kendisine düşen payda sözkonusu olur. Onun lehine ikrarda bulunan kişi, elinde bulunan maldan o kimseye isabet edecek olan borç kadarını o kimseye verir. Malik dedi ki: Bunun açıklaması şöyledir: Kişi ölür de geriye iki oğul ve altıyüz dinar bırakacak olursa, sonra bu oğullarından birisi ölen babasının, filan kişinin kendi oğlu olduğuna dair ikrarda bulunduğu hususunda şahitlikte bulunacak olursa, lehine şahitlik ettiği kişi, yüz dinar alacaklı olur. Bu miktar, eğer ilhak edilecek olsaydı, nesebe ilhakı yapılacak kişinin mirasının yarısıdır. Eğer diğeri de onun lehine ikrarda bulunacak olursa, diğer yüz dinarı da alır, böylelikle hakkının tamamını almış olur ve nesebi de sabit olur. Babası yahutta kocası aleyhine borç ikrarında bulunup, mirasçıların böyle bir şeyi inkar ettiği kadının durumu da böyledir. Böyle bir kadının, eğer bütün mirasçılar hakkında sabit olacak olsaydı, lehine ikrarda bulunduğu borcun kendisine isabet eden miktarını ödemek zorundadır. Eğer ikrarda bulunan, kocasından sekizde bir almış bir kadın ise, alacaklıya alacağının sekizde birini öder. Şayet mirasın yarısını almış kızı ise alacaklıya alacağının yarısını öder. işte kadınlar tarafından lehine ikrarda bulunulan kimseye hakkı bu hesaba göre ödenir.

 

3. İkrarın Sıhhatinin Şartları:

 

ikrar, ancak mükellef bir kimse tarafından yapılırsa, sahih olur. Şu kadar var ki; bu mükellefin hacr altında bulunmaması şarttır. Çünkü hacr, kendisinin lehine bir hak ile ilgili olursa, onun sözünü hükümsüz kılar. Şayet -hasta gibi- başkasının lehine olursa, bu hak ondan sakıt olur, bir kısmı da caiz olur. Buna dair açıklamalar fıkıh meselelerindedir.

ikrar hususunda; kölenin, iki hali sözkonusudur. Bunların birincisi, ikrarın başındadır. Geçen şekil üzere bunda görüş ayrılığı yoktur.

 

ikincisi ise sona erişi halindedir. Bu da ikrarın müphem bırakılması türündendir. Bunun pek çok şekli vardır. Ana şekilleri altı tanedir.

 

Birinci şekil: Köle, onun bende alacak bir şeyleri vardır, der. Şafii der ki:

Eğer bunu bir hurma tanesi yahut bir ekmek parçası diye açıklayacak olursa, bu açıklaması kabul edilir. Bizim benimsediğimiz usul kaideleri ise ancak belirli bir miktar olan hususlarda kabul edilmesini gerektirir. Eğer bu şekilde bu "şey"i açıklayacak olursa, kabul edilir ve buna dair de yemin eder.

 

İkinci şekil: Bunu şarab yahut domuz ya da şeriatte mal olarak kabul edilmeyen bir şey ile açıklaması halidir. ittifakla onun bu ikrarı kabul edilmez, isterse lehine ikrarda bulunulan kişi bu hususta ona destek versin.

 

üçüncü şekil: Bunu meytenin (leşin) postu yahut gübre veya köpek gibi. (Mal oluşu) hakkında görüş ayrılığı bulunan bir şekilde açıklamasıdır. Hakim onun hakkında, bu hususta uygun göreceği şekilde ikrarını red ya da geçerli kabul etmek şekillerinden birisi ile hüküm verir. Eğer hakim, onun bu ikrarını kabul etmeyip reddedecek olursa, bir başka hakim bu hususta herhangi bir şey ile hüküm vermez. Çünkü birinci hakimin bu ikrarı, iptal etmesi ile artık hükmü geçerlilik kazanmış olur.

 

Şafii mezhebine mensub kimi ilim adamı şarab ve domuz ödemekle yükümlü tutulur, demişlerse de bu batıl bir görüştür. Ebu Hanife ise şöyle demiştir: Eğer: Onun benim üzerimde bir şey alacağı vardır, diyecek olursa ancak ölçülen yahut tartılan bir şey ile bunu açıklarsa bu ikrarı kabul edilir. Çünkü kişinin zimmetinde bunların dışında hiçbir şey bizatihi sabit olmaz. Bu görüş ise zayıftır. Çünkü bunların dışındaki şeyler de, eğer vücub seviyesine ulaşacak olursa, zimmette sabit olacağı hususunda icma' vardır.

 

Dördüncü şekil: Eğer onun benim yanımda bir malı vardır, diyecek olursa, adeten mal sayılmayan bir ya da iki dirhem gibi ifadelerle bunu açıklaması kabul edilir. Elverir ki halin karinesi bundan daha fazlası ile onun aleyhine hüküm vermeyi gerektirmesin.

 

 

Beşinci şekil: Onun benim yanımda çok ya da büyük bir malı vardır, demesidir. Şafii, bir tane ile açıklaması dahi kabul edilir, demiştir. Ebu Hanife, ancak zekat nisabı hakkında bu açıklaması kabul edilir, demiştir. Bizim ilim adamlarımız ise, değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan birisi hırsızlık ve zekat nisabı ile diyettir. Bana göre bunun asgari miktarı hırsızlık nisabıdır. Çünkü müslümanın uzvu ancak büyük miktardaki bir mal dolayısı ile koparılabilir. Hanefilerin çoğunluğu da bu görüşü benimsemişlerdir.

 

Ancak el-Leys b. Said'ın görüşü gerçekten hayret edilecek bir görüştür: Ona göre yetmişiki dirhemden daha aşağısı ile açıklaması kabul edilmez. Ona: Sen bunu neye dayanarak söylüyorsun? denilince şu cevabı vermiş: Çünkü Yüce Allah: "Andolsun ki Allah bir çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir" (et-Tevbe, 25) diye buyurmaktadır. Peygamberin gazve ve seriyelerinin sayısı ise yetmişikidir. Ancak böyle bir açıklama sahih değildir. Çünkü Yüce Allah, Huneyn'i bunların dışında ayrıca zikretmiştir. Dolayısı ile onun (Leys b. Sa'd'ın) yetmişbir dirhem şeklindeki açıklaması kabul edilir, demesi gerekirdi. Ayrıca Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ı çokça zikredin." (el-Ahzab, 41); "Onların gizlice fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur." (en-Nisa, 114); "Onlara çok büyük lanet et." (el-Ahzab, 68)

 

Altıncı şekil: Şayet onun bende on yahut yüz ya da bin alacağı vardır. diyecek olursa, istediği şekilde bunları açıklayabilir ve bu açıklaması kabul edilir. Eğer bin dirhem yahut yüz dirhem ve bir köle yahut yüz elli dirhem diye açıklayacak olursa, böylelikle o müphem olan bir şeyi açıklamış olur ve bu açıklaması kabul edilir. Şafii de böyle demiştir.

Ebu Hanife ise şöyle demiştir: Eğer müphem olan sayıya ölçülen ya da tartılan bir şey atfedecek olursa, bu atfı bir açıklama olur. Yüz ve elli dirhem demesi gibi. Çünkü burada "dirhem" ellinin açıklamasıdır. Elli de yüzü açıklamaktadır. Şafii mezhebine mensub alimlerden İbn Hayran el-İstahri dedi ki:

 

Yüz ve ellide "dirhem" lafzı, ancak ellinin açıklaması olabilir. Yüzü ise kendisi istediği şekilde açıklayabilir.

 

4. İkrardan Dönmek:

 

Yüce Allah'ın: "Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğunun anlamı şudur: Eğer ikrardan sonra mazeret ortaya koyacak olursa, ondan kabul olunmaz.

ilim adamları, Allah'ın halis hakkı olan hadler hususunda ikrarda bulunduktan sonra, geri dönen kimse hakkında farklı görüşlere sahiptir. Aralarında Şafii ve Ebu Hanife'nin de bulunduğu çoğunluk ikrardan sonraki dönüşü kabul edilir, demişlerdir. İki görüşünden birisinde Malik de böyle demiştir, diğerinde ise ikrarından dönüşünün doğru bir açıklamasını sözkonusu etmedikçe kabul olunmaz. Doğru olan ise mutlak olarak ikrarından rucu'un caiz olduğudur, Çünkü aralarında Buhari ve Müslim'in de bulunduğu hadis imamlarının rivayet ettiklerine göre, Peygamber (s.a.v.) zina ettiğini ikrar eden bir kimsenin dört defa yaptığı ikrarının her seferinde ondan yüz çevirmiştir, Kendi aleyhine dört defa şahitlikte bulununca da Peygamber (s.a.v.) onu çağırmış ve: "Sende bir delilik var mıdır?" diye sormuş, Adam: Hayır deyince, Peygamber: "Sen muhsan mısın?" diye sorunca, adam: Evet diye cevab vermiştir.

 

Buhari'nin rivayet ettiği hadiste: "Herhalde sen öpmüş yahut çimdiklemiş ya da bakmış olmalısın" denilmektedir.

 

Nesai ve Ebü Davüd da şöyle denilmektedir: Nihayet beşincisinde ona: "O kadınla cima ettin mi?" diye sormuş, o: Evet cevabını vermiştir. Peygamber:

 

"Senin o şeyin onun o şeyinde kayboluncaya kadar (öyle mi)?" O: Evet demiş, Peygamber: "Milin sürmedanlıkta, halatın da kuyuda kaybolduğu gibi (mi)?" diye sormuş, adam yine: Evet deyince Peygamber: "Zinanın ne olduğunu biliyor musun?" diye sormuş, adam: Evet ben erkeğin hanımından helal olarak elde ettiğinin bir benzerini ondan haram olarak elde ettim, diye cevab verince, Peygamber: "Peki benden ne istiyorsun?" diye sormuş. Adam: Beni temizlemeni istiyorum, diye cevap vermiş. (Sahabi) dedi ki: Bunun üzerine Peygamber emir verdi ve o da recm edildi.

 

Tirmizi ve Ebu Davud dedi ki: Taşların kendisine isabet edip, acılarını duyması üzerine hızlıca koşmaya başladı. Bir adam deve çenesi ile ona bir darbe indirdi, sair insanlar da ölünceye kadar onu vurdu. Bu sefer Peygamber (s.a.v.): "Niye onu bırakmadınız?" diye buyurdu.

 

Ebü Davud ve en-Nesai dedi ki: (Peygamberin o kadar soru sorması) Rasülullah (s.a.v.)'ın işi sapasağlam tutması içindi. Bir haddi terketmek için asla.

 

İşte bütün bunlar, ikrardan dönüşün mümkün olduğunu ve kabul edileceğini açıkça ifade etmektedir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Sen belki de öpmüş ya da çimdik atmış olabilirsin." ifadesi Malik'in: Açıklanabilir bir şekil sözkonusu edecek olursa, ikrarından dönüşü kabul edilir, sözüne bir işarettir.

 

5- Kölenin Aleyhine İkrarda Bulunması:

 

Bu hükümler, kendi hürriyetine ve iradesine malik hür kimse hakkındadır. Köleye gelince; onun ikrarı iki kısımdan birisine dahildir. Ya kendi bedeni aleyhine ikrarda bulunur yahutta elinde ve zimmetinde bulunana dair ikrarda bulunur. Eğer öldürmek ve daha aşağısı cezayı gerektiren hususlar hakkında kendi-bedeni aleyhinde ikrarda bulunacak olursa, bu ikrarın gereği ona uygulanır.

 

Muhammed b. el-Hasen dedi ki: Onun bu ikrarı kabul edilmez. Çünkü o kimsenin bedeninde efendisinin hakkı vardır. Yapacağı böyle bir ikrarda ise, efendisinin bedenindeki haklarını telef etmesi sözkonusudur.

 

Delilimiz Peygamber (s.a.v.)'in şu buyruğudur: "Her kim bu pisliklerden herhangi bir şey işleyecek olursa, Allah'ın setretmesiyle o da kendisini setretsin. Eğer onlardan bizim için herhangi bir şey açığa çıkacak olursa o vakit biz de ona haddi uygularız." Yani cezanın uygulanacağı yer insanın asıl yaratılışıdır (varlığıdır).

 

Bu ise Adem oğlunun sureti ve yapısıdır. Efendinin ise bunda bir hakkı yoktur. Onun hakkı ancak nitelik ve tabiiyyet hususlarındadır. Bu ise daha sonradan onun hakkında sözkonusu olan mal olma keyfiyetidir. Nitekim herhangi bir mal ikrarında bulunacak olursa kabul edilmez. Öyle ki Ebu Hanife şöyle demiştir: Şayet köle: Ben bu malı çaldım, diyecek olursa, onun eli kesilmez ve lehine ikrarda bulunulan kişi o malı alır.

 

İlim adamlarımız şöyle demiştir: O mal efendiye aittir. Köle azad edildiği takdirde köleden o malın kıymeti istenir. Çünkü kölenin elindeki malın efendiye ait olduğu icma ile kabul edilmiştir. Mala dair onun söyleyeceği söz ve aleyhteki ikrarı kabul edilmez. Özellikle de Ebu Hanife şöyle demektedir: Kölenin mülkiyet hakkı yoktur. Onun malik olması da, ona mülk verilmesi de sahih değildir. Biz her ne kadar, onun mülk edinmesi sahih olur, diyorsak bile, her iki görüşe göre de icma ile onun elinde bulunanların hepsi efendisine aittir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kıyame 16-21

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR