KIYAME 14 / 15 |
بَلِ
الْإِنسَانُ
عَلَى
نَفْسِهِ
بَصِيرَةٌ {14} وَلَوْ
أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ
{15} |
14.
Doğrusu şu ki; insan kendisine karşı bir şahittir.
15.
Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile.
"Doğrusu şu ki;
insan kendisine karşı bir şahittir." el-Ahfeş dedi ki: Bir kimseye:
"Sen kendine karşı bir delilsin" demek gibi, Yüce Allah, insanın
kendisini kendisine karşı bir şahit kılmıştır.
İbn Abbas da
"basire" şahid demektir. Bu şahitlik te onun organlarının yani
ellerinin yakaladıkları ile ayaklarının üzerlerine gittikleri ile gözlerinin gördükleri
ile şahitlik etmeleridir, demiştir.
"Basire" şahit
demektir. el-ferra da şu beyitleri zikretmektedir: "Sanki akıl sahibi
üzerinde, gören (basire: şahidlik eden) bir göz vardır, Oturduğu yerden ya da
onun gördüğü bir şeyden Sakınır; öyle ki, insanların tümünün -Korkusundan-
kendi sırlarının onlara gizli kalmadıklarını zanneder."
Bu te'vilin Kur'an'dan
delili de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "O gün onların dilleri, elleri ve
ayakları yaptıkları her şeyi söyleyerek aleyhlerine şehadet edeceklerdir."
(en-Nur, 24)
Buyrukta "basiret:
şahit"in müennes olarak gelmesinin sebebi, burada "insan" ile
kastedilenin azaları oluşundan dolayıdır. Çünkü azalar bizzat insanın kendisine
karşı şahitlik edeceklerdir. O bakımdan Yüce Allah: "Gerçek şu ki, azalar
insanın kendisine karşı bir şahittir" buyurmuş gibidir. Bu anlamdaki
açıklamayı el-Kuteb'i ve başkaları yapmıştır.
Bir takım kimseler de
şöyle demiştir: "Basiret" buyruğundaki "he (müenneslik
te'si)" i'rab bilginlerinin mübalağa "he"si adını verdikleri
"he"dir. Mesela; "Büyük musibet, çok alim, çok büyük bir rivayet
bilgini" sözlerindeki "he (yuvarlak te)" gibidir. Ebu Ubeyd'in
görüşü de budur.
Buradaki "basiret;
şahit' ile kastedilenlerin, insanın işlediği hayır ya da şer türünden olan
işleri yazan iki yazıcı melek olduğu da söylenmiştir. Buna da Yüce Allah'ın:
"Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğu delil teşkil
etmektedir ki; buradaki "mazeretler"i "perdeler" diye
yorumlayanlara göre, bu buyruk, bu açıklamanın delilidir. es-Süddi ve
ed-Dahhak'ın görüşü budur.
Bazı tefsir bilginleri
de şöyle demiştir: Mana şudur: Gerçek şu ki, insanın kendisinden insan üzerinde
bir basiret yani şahit vardır. Burada: "üzerinde" harf-i cerri
hazfedilmiştir.
"Basiret"in
müennes bir ismin sıfatı olması da mümkündür. Bunun da takdiri şöyle olur:
''Gerçek şu ki, insanın kendisi üzerinde gören (tanık olan) bir göz
vardır." el-Ferra şu mısraı zikretmektedir: "Sanki akıl sahibi
üzerinde gören bir göz vardır."
el-Hasen de Yüce
Allah'ın: "Doğrusu şu ki; insan kendisine karşı bir şahittir" buyruğu
hakkında şunları söylemektedir: Yani insan, başkalarının kusurlarını çok iyi
görür ama bizzat kendisinin kusurları hakkında bilgisizdir.
"Bütün
mazeretlerini ortaya koysa bile." Bütün perdelerini üstüne kapatsa bile,
demektir. Yemenlilerin lehçeSinde perdeye (mazeretler lafzı ile aynı
köktenolmak üzere); (...) denilmektedir. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır.
Şair de şöyle demiştir: "Fakat o bir anlık konaklamamıza dahi razı olmadı
Ve üzerine perdeleri örttü,"
ez-Zeccac dedi ki:
"Perdeler" demek olup, tekili: (...)'dir, Perdelerini amelini
gizlemek maksadıyla örtse bile, kendisi kendisine karşı bir şahittir, demektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
İsterse özür dileyip, ben hiçbir şey yapmadım desin, kendi nefsinden,
organlarından kendisine karşı şahitlik edecek vardır. Kendisi özür beyan edip,
kendisi hakkında tartışacak olsa bile onun özrünün yalan olduğunu ortaya
koyacak, ona karşı bir şahit vardır, Bu açıklamayı Mücahid, Katade, Said b.
Cübeyr, Abdurrahman b. Zeyd, Ebu'l-Aliye, Ata, el-Ferra ve yine es-Süddi ve
Mukatil yapmışIardır.
Mukatil dedi ki: İsterse
bir mazeret yahut bir delil ortaya koymaya kalkışsın, bunun kendisine faydası
olmayacaktır. Bunun benzerleri Yüce Allah'ın: "O günde özür dilemeleri
zalimlere fayda vermez." (el-Mu'min, 52); "Onlara izin de
verilmeyecek ki özür dilesinler" (el-Mürselat, 36) buyruklarıdır. Buna
göre "mazeretler" özürden alınmıştır. Şair de şöyle demektedir:
"Gelişleri
genişlediği halde, çıkışları senin aleyhine daralan İşlerden alabildiğine sakınmalısın
sen. İnsan kendisini mazur görmekle birlikte; Sair insanların onu mazur
görmeyişi güzel değildir, bir bilsen."
Bir adam, İbrahim
en-Nehai'ye özür beyan edince ona: Sen özür dilemeden de ben senin mazeretini
kabul ettim. Çünkü mazeret ileri sürmek istenirken onlara yalan şaibesi
karışır.
İbn Abbas dedi ki:
"Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğu, bütün elbiselerinden
sıyrılsa bile demektir. Bu açıklamayı el-Maverdi nakletmiştir.
Derim ki: Ancak daha güçlü
görülen bunun delil ortaya koymaya çalışmak ve günahtan dolayı mazeret beyan
etmek anlamında olduğudur. en-Nabiğa'nın şu beyitinde de bu anlamda
kullanılmıştır: "İşte bu bir mazerettir, fayda vermese eğer Şüphesiz bu
mazeretin sahibi kötülüğe sebep olan o işe bir ortaktır."
Buna delil Yüce Allah'ın
kafirler hakkındaki: "Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden
olmadık" (el-En'am, 23) buyruğu ile münafıklar hakkındaki: "Allah
onların hepsini dirilteceği günde size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin
edecekler. .. " (el-Mücadele, 18) buyruklarıdır .
Sahih(-i Müslim)'de
şöyle diyeceği belirtilmektedir: "Rabbim sana, kitabına ve rasulüne iman
ettim. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim (diyecek) ve elinden geldiği
kadar hayır şeyler söyleyip öğünecektir. .. ''
Bu husus daha önceden
Ha-Mim es-Secde (Fussilet, 19-21. ayetler)in tefsirinde ve başka yerlerde
geçmiş bulunmaktadır.
(...)
"mazeret"in çoğuludur. ''Yaptıkları hususunda onu mazur gördüm, mazur
görüyorum, özür" denilir. İsmi de; (...) ile (...) şeklinde gelir. Şair de
şöyle demiştir: "Ben (bana iyilik yapılması hususunda) engellendim; esasen
engellenmiş birisinin mazereti de (kabul) olmaz."
(...) de aynı
şekildedir. (Yezin itibariyle): "Dizkapağı" ile; ''Oturuş"
lafızlarına benzemektedir. en-Nabiğa da şöyle demiştir: "İşte bu bir
mazerettir, fayda vermese eğer Bu mazeretin sahibi ülkede artık başıboş
dolaşmaktadır."
Bu ayet-i kerime beş
meseleyi ihtiva etmektedir. (Biz de bunları beş başlık halinde sunacağız.):
1. Kişinin Kendi Aleyhine
İkrarda Bulunması:
Kadı Ebu Bekr
İbnu'l-Arabi Yüce Allah'ın: "Doğrusu şu ki insan kendisine karşı bir
şahittir. Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğunda kişinin kendi
aleyhine yaptığı ikrarın kabul edileceğine dair bir delil bulunmaktadır. Çünkü
bu kişinin kendisi tarafından kendi aleyhine yaptığı bir şahitliğidir. Yüce
Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O gün onların dilleri, elleri
ve ayakları yaptıkları her şeyi söyleyerek aleyhlerine şehadet
edeceklerdir." (en-Nur, 24) Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu
kişinin herhangi bir itham altında bulunmasına imkan vermeyecek şekilde bir
haber vermesidir. Çünkü akıl sahibi bir kimsenin kendi aleyhine yalan söylemesi
sözkonusu değildir. Bu da bir sonraki başlığın konusudur.
2. Kişinin Aleyhine Dair
İkrarları ve Hükümleri:
Yüce Allah, Kitab-ı
Kerim'inde şöyle buyurmaktadır: "Hani Allah, peygamberlerden size verdiğim
kitab ve hikmetten sonra size beraberinizdeki doğrulayıcı bir peygamber gelince
ona mutlak iman edecek ve yardım edeceksiniz diye söz aldığı zaman: 'Kabul
ettiniz mi ve bu ağır yükünü alıp yüklendiniz mi?' demişti. Onlar da: 'Kabul
ettik' demişlerdi. 'Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şehadet
edenlerdenim' diye buyurmuştu." (Al-i İmran, 81) Bir başka yerde Yüce
Allah, şöyle buyurmaktadır: "Diğer bir kısım da günahlarını itiraf
ettiler. Onlar salih ameli başka bir kötü amel ile karıştırmışlardır."
(et-Tevbe, 102) Bu husus rivayetlerde çokça sözkonusu edilmiştir.
(Mesela) Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ey üneys! Bunun karısının yanına git! Eğer
itiraf ederse onu recmet."
Bir kimsenin başkasının
mirasçılığı veya bir alacağı olduğuna dair ikrarına gelince; bu hususta Malik
şöyle demiştir: Bizim bildiğimize göre, üzerinde icma olunan husus şudur: Oğulları
olmakla birlikte vefat etmiş bir adamın çocuklarından birisi: Benim babam filan
kimsenin kendi oğlu olduğuna dair ikrarda bulunmuştur, diyecek olursa, bu neseb
tek bir kişinin şahitliği ile sabit olmaz. Bu ikrarda bulunan kişinin ikrarı
ancak kendisi aleyhinde babasının malından kendisine düşen payda sözkonusu
olur. Onun lehine ikrarda bulunan kişi, elinde bulunan maldan o kimseye isabet
edecek olan borç kadarını o kimseye verir. Malik dedi ki: Bunun açıklaması
şöyledir: Kişi ölür de geriye iki oğul ve altıyüz dinar bırakacak olursa, sonra
bu oğullarından birisi ölen babasının, filan kişinin kendi oğlu olduğuna dair
ikrarda bulunduğu hususunda şahitlikte bulunacak olursa, lehine şahitlik ettiği
kişi, yüz dinar alacaklı olur. Bu miktar, eğer ilhak edilecek olsaydı, nesebe
ilhakı yapılacak kişinin mirasının yarısıdır. Eğer diğeri de onun lehine
ikrarda bulunacak olursa, diğer yüz dinarı da alır, böylelikle hakkının
tamamını almış olur ve nesebi de sabit olur. Babası yahutta kocası aleyhine
borç ikrarında bulunup, mirasçıların böyle bir şeyi inkar ettiği kadının durumu
da böyledir. Böyle bir kadının, eğer bütün mirasçılar hakkında sabit olacak
olsaydı, lehine ikrarda bulunduğu borcun kendisine isabet eden miktarını ödemek
zorundadır. Eğer ikrarda bulunan, kocasından sekizde bir almış bir kadın ise,
alacaklıya alacağının sekizde birini öder. Şayet mirasın yarısını almış kızı
ise alacaklıya alacağının yarısını öder. işte kadınlar tarafından lehine
ikrarda bulunulan kimseye hakkı bu hesaba göre ödenir.
3. İkrarın Sıhhatinin
Şartları:
ikrar, ancak mükellef
bir kimse tarafından yapılırsa, sahih olur. Şu kadar var ki; bu mükellefin hacr
altında bulunmaması şarttır. Çünkü hacr, kendisinin lehine bir hak ile ilgili olursa,
onun sözünü hükümsüz kılar. Şayet -hasta gibi- başkasının lehine olursa, bu hak
ondan sakıt olur, bir kısmı da caiz olur. Buna dair açıklamalar fıkıh
meselelerindedir.
ikrar hususunda;
kölenin, iki hali sözkonusudur. Bunların birincisi, ikrarın başındadır. Geçen
şekil üzere bunda görüş ayrılığı yoktur.
ikincisi ise sona erişi
halindedir. Bu da ikrarın müphem bırakılması türündendir. Bunun pek çok şekli
vardır. Ana şekilleri altı tanedir.
Birinci şekil: Köle,
onun bende alacak bir şeyleri vardır, der. Şafii der ki:
Eğer bunu bir hurma
tanesi yahut bir ekmek parçası diye açıklayacak olursa, bu açıklaması kabul
edilir. Bizim benimsediğimiz usul kaideleri ise ancak belirli bir miktar olan
hususlarda kabul edilmesini gerektirir. Eğer bu şekilde bu "şey"i
açıklayacak olursa, kabul edilir ve buna dair de yemin eder.
İkinci şekil: Bunu şarab
yahut domuz ya da şeriatte mal olarak kabul edilmeyen bir şey ile açıklaması
halidir. ittifakla onun bu ikrarı kabul edilmez, isterse lehine ikrarda
bulunulan kişi bu hususta ona destek versin.
üçüncü şekil: Bunu
meytenin (leşin) postu yahut gübre veya köpek gibi. (Mal oluşu) hakkında görüş
ayrılığı bulunan bir şekilde açıklamasıdır. Hakim onun hakkında, bu hususta
uygun göreceği şekilde ikrarını red ya da geçerli kabul etmek şekillerinden
birisi ile hüküm verir. Eğer hakim, onun bu ikrarını kabul etmeyip reddedecek
olursa, bir başka hakim bu hususta herhangi bir şey ile hüküm vermez. Çünkü
birinci hakimin bu ikrarı, iptal etmesi ile artık hükmü geçerlilik kazanmış
olur.
Şafii mezhebine mensub
kimi ilim adamı şarab ve domuz ödemekle yükümlü tutulur, demişlerse de bu batıl
bir görüştür. Ebu Hanife ise şöyle demiştir: Eğer: Onun benim üzerimde bir şey
alacağı vardır, diyecek olursa ancak ölçülen yahut tartılan bir şey ile bunu
açıklarsa bu ikrarı kabul edilir. Çünkü kişinin zimmetinde bunların dışında
hiçbir şey bizatihi sabit olmaz. Bu görüş ise zayıftır. Çünkü bunların
dışındaki şeyler de, eğer vücub seviyesine ulaşacak olursa, zimmette sabit
olacağı hususunda icma' vardır.
Dördüncü şekil: Eğer
onun benim yanımda bir malı vardır, diyecek olursa, adeten mal sayılmayan bir
ya da iki dirhem gibi ifadelerle bunu açıklaması kabul edilir. Elverir ki halin
karinesi bundan daha fazlası ile onun aleyhine hüküm vermeyi gerektirmesin.
Beşinci şekil: Onun
benim yanımda çok ya da büyük bir malı vardır, demesidir. Şafii, bir tane ile
açıklaması dahi kabul edilir, demiştir. Ebu Hanife, ancak zekat nisabı hakkında
bu açıklaması kabul edilir, demiştir. Bizim ilim adamlarımız ise, değişik
görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan birisi hırsızlık ve zekat nisabı ile
diyettir. Bana göre bunun asgari miktarı hırsızlık nisabıdır. Çünkü müslümanın
uzvu ancak büyük miktardaki bir mal dolayısı ile koparılabilir. Hanefilerin
çoğunluğu da bu görüşü benimsemişlerdir.
Ancak el-Leys b. Said'ın
görüşü gerçekten hayret edilecek bir görüştür: Ona göre yetmişiki dirhemden
daha aşağısı ile açıklaması kabul edilmez. Ona: Sen bunu neye dayanarak
söylüyorsun? denilince şu cevabı vermiş: Çünkü Yüce Allah: "Andolsun ki
Allah bir çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir" (et-Tevbe, 25)
diye buyurmaktadır. Peygamberin gazve ve seriyelerinin sayısı ise yetmişikidir.
Ancak böyle bir açıklama sahih değildir. Çünkü Yüce Allah, Huneyn'i bunların
dışında ayrıca zikretmiştir. Dolayısı ile onun (Leys b. Sa'd'ın) yetmişbir
dirhem şeklindeki açıklaması kabul edilir, demesi gerekirdi. Ayrıca Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Allah'ı çokça zikredin." (el-Ahzab, 41);
"Onların gizlice fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur."
(en-Nisa, 114); "Onlara çok büyük lanet et." (el-Ahzab, 68)
Altıncı şekil: Şayet
onun bende on yahut yüz ya da bin alacağı vardır. diyecek olursa, istediği
şekilde bunları açıklayabilir ve bu açıklaması kabul edilir. Eğer bin dirhem
yahut yüz dirhem ve bir köle yahut yüz elli dirhem diye açıklayacak olursa,
böylelikle o müphem olan bir şeyi açıklamış olur ve bu açıklaması kabul edilir.
Şafii de böyle demiştir.
Ebu Hanife ise şöyle
demiştir: Eğer müphem olan sayıya ölçülen ya da tartılan bir şey atfedecek
olursa, bu atfı bir açıklama olur. Yüz ve elli dirhem demesi gibi. Çünkü burada
"dirhem" ellinin açıklamasıdır. Elli de yüzü açıklamaktadır. Şafii
mezhebine mensub alimlerden İbn Hayran el-İstahri dedi ki:
Yüz ve ellide
"dirhem" lafzı, ancak ellinin açıklaması olabilir. Yüzü ise kendisi
istediği şekilde açıklayabilir.
4. İkrardan Dönmek:
Yüce Allah'ın:
"Bütün mazeretlerini ortaya koysa bile" buyruğunun anlamı şudur: Eğer
ikrardan sonra mazeret ortaya koyacak olursa, ondan kabul olunmaz.
ilim adamları, Allah'ın
halis hakkı olan hadler hususunda ikrarda bulunduktan sonra, geri dönen kimse
hakkında farklı görüşlere sahiptir. Aralarında Şafii ve Ebu Hanife'nin de bulunduğu
çoğunluk ikrardan sonraki dönüşü kabul edilir, demişlerdir. İki görüşünden
birisinde Malik de böyle demiştir, diğerinde ise ikrarından dönüşünün doğru bir
açıklamasını sözkonusu etmedikçe kabul olunmaz. Doğru olan ise mutlak olarak
ikrarından rucu'un caiz olduğudur, Çünkü aralarında Buhari ve Müslim'in de
bulunduğu hadis imamlarının rivayet ettiklerine göre, Peygamber (s.a.v.) zina
ettiğini ikrar eden bir kimsenin dört defa yaptığı ikrarının her seferinde
ondan yüz çevirmiştir, Kendi aleyhine dört defa şahitlikte bulununca da
Peygamber (s.a.v.) onu çağırmış ve: "Sende bir delilik var mıdır?"
diye sormuş, Adam: Hayır deyince, Peygamber: "Sen muhsan mısın?" diye
sorunca, adam: Evet diye cevab vermiştir.
Buhari'nin rivayet
ettiği hadiste: "Herhalde sen öpmüş yahut çimdiklemiş ya da bakmış
olmalısın" denilmektedir.
Nesai ve Ebü Davüd da
şöyle denilmektedir: Nihayet beşincisinde ona: "O kadınla cima ettin
mi?" diye sormuş, o: Evet cevabını vermiştir. Peygamber:
"Senin o şeyin onun
o şeyinde kayboluncaya kadar (öyle mi)?" O: Evet demiş, Peygamber:
"Milin sürmedanlıkta, halatın da kuyuda kaybolduğu gibi (mi)?" diye
sormuş, adam yine: Evet deyince Peygamber: "Zinanın ne olduğunu biliyor
musun?" diye sormuş, adam: Evet ben erkeğin hanımından helal olarak elde
ettiğinin bir benzerini ondan haram olarak elde ettim, diye cevab verince,
Peygamber: "Peki benden ne istiyorsun?" diye sormuş. Adam: Beni
temizlemeni istiyorum, diye cevap vermiş. (Sahabi) dedi ki: Bunun üzerine
Peygamber emir verdi ve o da recm edildi.
Tirmizi ve Ebu Davud
dedi ki: Taşların kendisine isabet edip, acılarını duyması üzerine hızlıca
koşmaya başladı. Bir adam deve çenesi ile ona bir darbe indirdi, sair insanlar
da ölünceye kadar onu vurdu. Bu sefer Peygamber (s.a.v.): "Niye onu bırakmadınız?"
diye buyurdu.
Ebü Davud ve en-Nesai
dedi ki: (Peygamberin o kadar soru sorması) Rasülullah (s.a.v.)'ın işi
sapasağlam tutması içindi. Bir haddi terketmek için asla.
İşte bütün bunlar,
ikrardan dönüşün mümkün olduğunu ve kabul edileceğini açıkça ifade etmektedir.
Peygamber (s.a.v.)'ın: "Sen belki de öpmüş ya da çimdik atmış
olabilirsin." ifadesi Malik'in: Açıklanabilir bir şekil sözkonusu edecek
olursa, ikrarından dönüşü kabul edilir, sözüne bir işarettir.
5- Kölenin Aleyhine
İkrarda Bulunması:
Bu hükümler, kendi
hürriyetine ve iradesine malik hür kimse hakkındadır. Köleye gelince; onun
ikrarı iki kısımdan birisine dahildir. Ya kendi bedeni aleyhine ikrarda bulunur
yahutta elinde ve zimmetinde bulunana dair ikrarda bulunur. Eğer öldürmek ve
daha aşağısı cezayı gerektiren hususlar hakkında kendi-bedeni aleyhinde ikrarda
bulunacak olursa, bu ikrarın gereği ona uygulanır.
Muhammed b. el-Hasen
dedi ki: Onun bu ikrarı kabul edilmez. Çünkü o kimsenin bedeninde efendisinin
hakkı vardır. Yapacağı böyle bir ikrarda ise, efendisinin bedenindeki haklarını
telef etmesi sözkonusudur.
Delilimiz Peygamber
(s.a.v.)'in şu buyruğudur: "Her kim bu pisliklerden herhangi bir şey
işleyecek olursa, Allah'ın setretmesiyle o da kendisini setretsin. Eğer
onlardan bizim için herhangi bir şey açığa çıkacak olursa o vakit biz de ona
haddi uygularız." Yani cezanın uygulanacağı yer insanın asıl yaratılışıdır
(varlığıdır).
Bu ise Adem oğlunun
sureti ve yapısıdır. Efendinin ise bunda bir hakkı yoktur. Onun hakkı ancak nitelik
ve tabiiyyet hususlarındadır. Bu ise daha sonradan onun hakkında sözkonusu olan
mal olma keyfiyetidir. Nitekim herhangi bir mal ikrarında bulunacak olursa
kabul edilmez. Öyle ki Ebu Hanife şöyle demiştir: Şayet köle: Ben bu malı
çaldım, diyecek olursa, onun eli kesilmez ve lehine ikrarda bulunulan kişi o
malı alır.
İlim adamlarımız şöyle
demiştir: O mal efendiye aittir. Köle azad edildiği takdirde köleden o malın
kıymeti istenir. Çünkü kölenin elindeki malın efendiye ait olduğu icma ile
kabul edilmiştir. Mala dair onun söyleyeceği söz ve aleyhteki ikrarı kabul
edilmez. Özellikle de Ebu Hanife şöyle demektedir: Kölenin mülkiyet hakkı
yoktur. Onun malik olması da, ona mülk verilmesi de sahih değildir. Biz her ne
kadar, onun mülk edinmesi sahih olur, diyorsak bile, her iki görüşe göre de
icma ile onun elinde bulunanların hepsi efendisine aittir.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN