ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KIYAME

1

/

6

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ {1} وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ {2} أَيَحْسَبُ

الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ {3} بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ {4} بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ {5} يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ {6}

 

1. Hayır ... Kıyamet gününe yemin ederim,

2. Yine hayır, kendini kınayan nefse yemin ederim.

3. İnsan, Biz onun kemiklerini asla toplayıp, bir araya getirmeyeceğimizi mi zanneder?

4. Evet, Biz parmak uçlarını bile toplayıp, düzenlemeye kadiriz.

5. Fakat insan önündekini yalanlamak ister.

6. "Kıyamet günü de ne zamanmış?" diye sorar.

 

"Hayır ... Kıyamet gününe yemin ederim" buyruğundaki: ''Hayır"ın sıla (fazladan bir bağlaç) olduğu söylenmiştir. Surenin başına gelmesinin caiz oluşu Kur'an-ı Kerim'in tümünün birbiriyle muttasıl olmasından ve buna bağlı olarak tek bir söz hükmünde oluşundan dolayıdır. İşte bundan dolayı bazan bir husus, herhangi bir surede, sözkonusu edilirken onun cevabı bir başka surede gelebilmektedir. Yüce Allah'ın: "Dediler ki: Ey kendisine zikr (Kur'an) indirilen kişi! Mutlaka sen bir delisin" (el-Hicr, 6) buyruğunun cevabının bir başka surede: "Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin" (el-Kalem, 2) diye gelmesi gibi.

 

Bu buyruk: Kıyamet gününe yemin ederim, demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas, İbn Cübeyr ve Ebu Ubeyde yapmıştır. Şairin şu beyiti de -bu yönüyle- buna benzemektedir: "Leyla'yı hatırladım, bu sebepten bir özlem gelip buldu beni Bu sebepten kalbim ta içinden parçalanacak neredeyse."

 

Ebu'l-Leys es-Semerkandi şunu nakletmektedir: Bütün müfessirler: "Hayır ... yemin ederim" buyruğunun "yemin ederim" anlamında olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ancak "Hayır"ın tefsiri hususunda farklı görüşleri vardır. Kimisine göre, bu süs için söze getirilmiş bir fazlalıktır. Arapçadabu edat fazladan getirilebilmektedir. Nitekim bir başka ayet-i kerimede: ''Seni secdeden ne alıkoydu?" (Sad, 75) diye buyurulmaktadır ki; bu da (secde etmemekten değil de mealde olduğu gibi) "secde etmekten" demektir.

 

Bazıları da: "Hayır" anlamındaki lafız, öldükten sonra dirilişi inkar ettikleri için onların görüşlerini reddetmek üzere zikredilmiştir, derler. O bakımdan: Durum sizin ileri sürdüğünüz gibi değildir, diye buyurmuştur; demiştir.

 

Derim ki: Bu el-Ferra'nın görüşüdür. el-Ferra dedi ki: Nahivcilerin bir çoğu "hayır" anlamındaki lafız sıladır, derler. Fakat inkar ifade eden bir sözle başlayıp, sonra da onu sıla olarak kabul etmek caiz değildir. Çünkü durum böyle olsaydı, inkar ihtiva eden haber ile inkar ihtiva etmeyen haber birbirinden ayırd edilemezdi. Ancak Kur'an-ı Kerim öldükten sonra dirilişi, cenneti ve cehennemi inkar eden kimselerin görüşlerini reddederek, ister mübteda olsun, ister olmasın (yeni bir başlangıç olsun veya olmasın) ifadelerinin bir çoğunda onları reddetmeyi ihtiva eden yeminler kullanmıştır. Bu da Arapların: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki bu işi yapmam" demelerine benZer. Buradaki "hayır" daha önce geçmiş bir ifadeyi reddetmek içindir. Bu da bir kimsenin: Hayır, Allah'a yemin ederim ki şüphesiz kıyamet bir gerçektir, demesine benzer ki; bu ifade ile kıyametİ inkar etmiş birtakım kimseleri yalanlamış gibi oluyoruz.

 

el-Ferra'nın dışındakiler İmruu'l-Kays'ın şu beyitini zikretmişlerdir: "Hayır, ey Amiri kızı, baban hakkı için Onlar asla benim kaçtığımı iddia edemezler."

 

Guveyye b. Sülma da şöyle demektedir: "Evet, ümame buradan göçüleceğini ilan etti Beni üzsün diye. Hayır, halbuki ben sana asla aldırmıyorum."

 

Faydası; red hususunda kasemi (yemini) pekiştirmektir.

 

el-Ferra dedi ki: Bu yönü bilmeyenler "elif"siz olarak "Kesinlikle yemin ederim" şeklinde okurlar, sanki yeminin başına gelmiş bir "tekid lamı" gibi değerlendiriyorlardı. Bu da doğrudur. Çünkü Araplar: ''Kesinlikle Allah adına yemin ederim ki. .. " derler. Bu, el-Hasen, İbn Kesir, ezZührı ve İbn Hürmüz'ün kıraatidir.

 

"Kıyamet gününe" yani insanların Rabblerinin huzuruna kalkacakları güne ... Yüce Allah, dilediği şeye kasem etmek hakkına sahiptir.

 

"Yine hayır, kendini kınayan nefse yemin ederim." Bu hususta kıraat alimleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Yüce Allah, kıyamet gününe o günün şanını tazim için yemin etmekte, fakat nefse yemin etmemektedir. İbn Kesir'in kıraatine göre birincisi ile yemin ederken, ikincisi ile yemin etmemiştir.

 

Bir diğer açıklamaya göre; "yine hayır, kendini kınayan nefse yemin ederim" buyruğu bir başka red olup, kınayıcı nefse bir yeni yemindir. es-Sa'lebi dedi ki: Doğrusu her ikisi ile yemin ettiğidir.

 

"Kınayıcı nefis" ise hep kendi nefsini kınarken görülen mü'min kimsenin nefsidir. O hep: Ben bunu yapmakla neyi gerçekleştirmek istedim, der. Sürekli olarak sen onun kendi nefsini kınayıp, ona sitem ettiğini görürsün. Bu açıklamayı İbn Abbas, Mücahid, el-Hasen ve başkaları yapmıştır.

 

el-Hasen dedi ki: Allah'a andolsun ki bu nefis mü'minin nefsidir. Mü'min ancak nefsini kınarken görülür. Bu sözümle neyi istedim, bunu yemekle neyi arzuladım, içimden geçirdiğimle neyi istedim, der. Günahkar kimse ise nefsini hesaba çekmez.

 

Mücahid dedi ki: Bu geçen şeylere kınayan, pişman olan ve böylelikle kötülük için niye yaptı diye kendisini kınayan, hayır için de niye onu daha fazla yapmadı diye kendisini kınayandır. Kınama özelliği bulunan nefis olduğu söylendiği gibi; başkasını ne için kınıyor ise kendisini de onun için kınayan nefistir, diye de açıklanmıştır.

 

Bu açıklama şekillerine göre "levvame: çok kınayıcı" ile "laime: kınayan" aynı anlamdadır ve bir övgü sıfatıdır. Buna göre de böyle bir nefse yemin uygun ve güzel düşer.

Bazı tefsirlerde şöyle denilmektedir: Bundan kastedilen kişi Adem'dir. O kendisi sebebiyle cennetten çıkartıldığı musibetten ötürü sürekli olarak kendisini kınayıp durdu.

 

"Levvame: Çok kınayıcı"nın kınanan ve yerilen anlamında olduğu da söylenmiştir ki -bu da yine İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.- O halde bu bir yergi sıfatıdır. Bunun yemin olmasını kabul etmeyenlerin görüşü de budur. Zira isyankar kimsenin kendisine yemin edilmesini gerektirecek hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü o çokça kınanandır.

 

Mukatil dedi ki: Sözü edilen nefis, kafirin nefsidir. O kıyamet gününde kendisini kınayacak ve Allah'ın huzurunda kusurlu olarak gelmekten dolayı hasretler çekecektir.

 

el-Ferra dedi ki: İster iyilikte bulunan olsun, ister kötülük işlemiş olsun.

Kendisini kınamayacak hiçbir nefis yoktur. İyilik yapmış olan kimse; keşke daha çok iyilik yapmış olsaydı diye kendisini kınayacak, kötülük yapan kimse ise; keşke kötülüklerinden uzak dursaydı, diye kendisini kınayacaktır.

 

"İnsan, Biz onun kemiklerini asla toplayıp, biraraya getirmeyeceğimizi mi zanneder?" Dağılmış, toz toprak haline geldikten sonra, o kemikleri yeniden yaratmayacağımızı mı zanneder?

 

ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah, öldükten sonra diriliş için kemikleri mutlaka biraraya getireceğine, kıyamet gününe ve kınayıcı nefse yemin etti. İşte bu buyruk, yeminin cevabıdır.

 

en-Nehhas dedi ki: Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Andolsun ki, siz diriltileceksiniz, demektir. Buna da Yüce Allah'ın: "İnsan, Biz onun kemiklerini" yeniden diriltmek ve hayat vermek için "asla toplayıp, bir araya getirmeyeceğimizi mi zanneder" buyruğu delil teşkil etmektedir. Burada "insan"dan kasıt, öldükten sonra dirilişi yalanlayan kafir kimsedir.

 

Ayet-i kerime, Adiy b. Rabia hakkında inmiştir. Peygamber (s.a.v.)'e şöyle demiştir: Bana kıyamet gününün ne zaman gerçekleşeceğini ve onun durumunun, halinin nasıl olacagını anlat! Peygamber (s.a.v.) ona bu durumu haber verince, şöyle dedi: Ey Muhammed! Bu söylediklerini bugün gözlerimle görecek olsam, senin sözünü doğrulamam ve ona iman etmem. Allah, gerçekten kemikleri bir araya mı getirecek? Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: "Allah'ım, benim kötü komşularım olan Adiy b. Rabia ile el-Ahnes b. Şerik'in haklarından Sen gel" diye dua ederdi.

 

Bunun, Allah'ın düşmanı Ebu Cehil'in ölümden sonra dirilişi inkar etmesi üzerine indiği de söylenmiştir.

 

"Kemikler"den sözedilmekle birlikte maksat kişinin bütün varlığıdır. Çünkü kemikler, insan hilkatinin kalıbını teşkil eder.

 

"Evet" burada vakıf hasendir (durmak güzeldir). Daha sonra; " ... kadiriz" diye okumaya devam edilir.

 

Sibeveyh dedi ki: Buyruk; ''Güç yetirenler olarak onları (kemikleri) biraraya getiririz, toplarız" anlamındadır. Buna göre "güç yetirenleriz, kadiriz" buyruğu zikrettiğimiz takdire göre; hazfedilmiş fiildeki gizli failden hal olmaktadır. Anlamın; hayır, Biz kadirler olarak güç yetiririz, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

 

el-Ferra dedi ki: "Kadiriz" anlamındaki lafız, "biraraya getirmeyeceğimizi" anlamındaki fiilin dışında bir fiilin anlamı gözönünde bulundurularak nasbedilmiştir. Yani: ''Biz kadirler olarak, bundan daha fazlasına güç yetirir ve kudret sahibiyiz." Yine el-Ferra şöyle demiştir: Bunun lafzın tekrarı üzere nasbedilmesi de uygundur.

 

Yani: "Evet, Bizim kadirler olduğumuzu bilsin" demektir.

 

Hazfedilen ifadenin (...) olduğu da söylenmiştir ki; bu: "Biz işin başında buna kadirler, idik" demek olur. Müşrikler de esasen bunu kabul etmişlerdi. (O halde ölümden sonra diriltmeye de kadir olmamızı kabul etmelidirler.)

 

İbn Ebi Able ve İbn es-Semeyka ise; "Evet ... kadiriZ" diye; ''Biz, kadiriz" gibi okumuşlardır.

 

"Parmak uçlarını bile toplayıp, düzenlemeye" buyruğundaki; (...) Arapçada "parmaklar" demektir. Tekili de: (...) diye gelir. en-Nabiğa şöyle demiştir:

 

"Oldukça yumuşak tenli, kınalı (bir el) ile ki; sanki parmakları Bu letafetten adeta yeni tomurcuklanmış ince, yumuşak bir ağacın ince bir dalı gibidir."

 

Antere de şöyle demiştir: "Ölüm sanki ellerimin emrine itaat eder Parmak uçlarımı hündüvaniye (Hind kılıcına) ulaştırdığım vakit."

 

Yüce Allah, "parmak uçları" ile diğer azalara dikkat çekmektedir. Aynı şekilde parmak uçları en küçük kemiklerdir. Bundan dolayı özellikle sözkonusu edilmişlerdir. el-Kutebi ve ez-Zeccac şöyle demişlerdir: Onlar, Yüce Allah'ın ölüleri diriltmeyeceğini ve kemikleri biraraya getirmeye kadir olmadığını iddia ettiler. Yüce Allah da şöyle buyurdu: Hayır, Bizler küçüklüklerine rağmen küçük kemikleri dahi tekrar dirilteceğiz, onları dümdüz ve mükemmel hale gelinceye kadar birbirleri ile kaynaştıracağız. Buna muktedir olan, elbette büyük olanlarını bir araya getirmeye de daha muktedirdir.

 

İbn Abbas ve genel olarak müfessirler şöyle demişlerdir: "Biz parmak uçlarını bile toplayıp düzenlemeyekadiriz." Yani el ve ayak parmaklarını, devenin ayağı yahut eşşeğin toynağı ya da domuzun tırnağı gibi tek bir şeymiş gibi yapabiliriz. O vakit insan bunlarla hiçbir şey yapamaz. Fakat, Bizler parmaklarıyla istediğini alabilsin diye parmaklarını birbirinden ayırdık.

 

el-Hasen şöyle derdi: O sana parmak da yarattı. Sen onları açıyor, onlarla yakalıyorsun. Dileseydi onları biraraya getirir ve yerden ancak (parmaksız) ellerin ile kendini koruyacak halde olurdun.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Biz, insanı hayvanlar şeklinde bile tekrar yaratmaya kadiriz. Dünyada iken sahib olduğu suret üzere yaratamayacak mıyız? Bu da Yüce Allah'ın: ''Ve kimse engel olamaz Bize; yerinize benzerlerinizi getiripdeğiştirmekve sizi bilemediğiniz bir şekilde yeniden yaratmak hususunda." (el- Vakıa, 60-61)

 

Derim ki: Birinci te'vil (açıklama) şekli, ayetin akışına daha uygun düşmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Fakat insan önündekini yalanlamak ister." İbn Abbas dedi ki: Yani kafir, önündeki öldükten sonra dirilişi ve hesabı yalanlıyor. Abdurrahman b. Zeyd de böyle demiştir. Buna delil de Yüce Allah'ın: "Kıyamet de ne zamanmış diye sorar" buyruğudur. Yani inkar ve yalanlamak üzere; bu ne zaman olacaktır, diye sorar. Çünkü o, içinde bulunduğu yalanlama hali dolayısıyla bunlara bir türlü inanmaz. Fakat geleceği adına günah işler.

Buradaki "fucur" lafzının "yalanlamak" anlamına geldiğinin delili olan hususlardan birisi de el-Kutebi ve başkasının zikrettiği husustur: Bedevinin birisi Ömer b. el-Hattab (r.a)'a gelerek develerinin böğürlerinin yaralarından, bunların uyuz olduklarından şikayet etti ve kendisine yük taşımak üzere başka develer vermesini istedi ise de Ömer (r.a.) ona istediğini vermedi. Bunun üzerine bedevi arab şöyle dedi:

 

"Hafs'ın babası Ömer Allah adına yemin etti Bunların böğürlerinde ve başka yerlerinde yarası olmadığına Allah'ım, eğer o fücur etmişse (yalan söylemişse) ona mağfiret buyur."

 

Bununla eğer ona zikrettiğin hususta beni yalanlamışsa ... demek istemiştir.

Yine İbn Abbas'tan, o masiyeti çarçabuk işler, fakat tevbeyi erteler, demektir. Bir hadisin bir bölümünde de: "O bir süre sonra tevbe edeceğim, der, fakat tevbe etmez. Bunun sonucunda o sözünde durmamış ve yalan söylemiş olur" denilmektedir.

 

Mücahid, el-Hasen, İkrime, es-Süddi ve Said b. Cübeyr'in görüşü de budur. Kişi: Sonra tevbe edeceğim, sonra tevbe edeceğim der. Nihayet en kötü halinde iken ölüm gelir, onu bulur.

 

ed-Dahhak dedi ki: Bu emeldir. Kişi yaşayacağım, dünyalık elde edeceğim der, fakat ölümü hatırlamaz.

 

Bir diğer açıklamaya göre; o her zaman için masiyet işleyeceğini kararlaştırır. İsterse, çok az bir süre yaşayacak olsa dahi.

 

Bu görüşlere göre ("önündeki" lafzındaki) "he" zamiri insana aittir.

"He"nin kıyamet gününe ait olduğu da söylenmiştir. Anlam şöyle olur: Aksine insan kıyamet gününün önünde (öncesinde) hakkı inkar etmek ister.

 

"Kıyamet günü de ne zamanmış, diye sorar." Kıyamet günü ne zaman gerçekleşecektir "diye sorar" demektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kıyame 7-13

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR