MÜDDESSİR 11 / 17 |
ذَرْنِي
وَمَنْ
خَلَقْتُ
وَحِيداً {11}
وَجَعَلْتُ
لَهُ مَالاً مَّمْدُوداً
{12} وَبَنِينَ
شُهُوداً {13}
وَمَهَّدتُّ
لَهُ
تَمْهِيداً {14}
ثُمَّ
يَطْمَعُ أَنْ
أَزِيدَ {15}
كَلَّا
إِنَّهُ
كَانَ
لِآيَاتِنَا
عَنِيداً {16}
سَأُرْهِقُهُ
صَعُوداً {17} |
11.
Başbaşa bırak Beni; tek başına yarattığım;
12.
Kendisine uzun boylu mal verdiğim,
13. Ve
hazır bulunacak oğullar;
14. Ve
kendisine alabildiğine nimetler verdiğim kimse ile.
15.
Sonra, daha da arttırmamı umar.
16. Asla!
Çünkü o ayetlerimize karşı çok inatçıdır.
17. Ben
de onu sarp yokuşa sardıracağım.
"Başbaşa bırak
Beni; tek başına yarattığım" buyruğundaki: "Beni bırak!" demek
olup, tehdit sözüdür.
"Tek başına
yarattığım ile" yani Beni ve tek başına yarattığımı başbaşa bırak! Bu
durumda; ''Tek başına" hazfedilmiş mefulün zamirinden haldir. Benim
kendisini tek başına malsız ve evlatsız olarak yarattığım, daha sonra ise
kendisine bunca şeyleri verdiğim kimse ile (Beni başbaşa bırak)! demektir.
Müfessirler, sözü edilen
bu kimsenin -her ne kadar bütün insanlar onun gibi yaratılmış ise de-
Mahzumoğullarından el-Velid b. el-Muğire olduğu görüşündedirler. Özellikle onun
sözkonusu edilmesi ise nimetekarşı nankörlük, Rasulullah (s.a.v.)'a eziyet
etmek gibi bir özelliğe sahib olması idi. Ayrıca o, kavmi arasında
"el-Vahid: biricik" diye de adlandırılırdı.
İbn Abbas dedi ki:
el-Velid şöyle derdi: Ben el-Vahid oğlu el-Vahidim (eşsiz ve benzersizim).
Araplar arasında benim bir benzerim yoktur. Babam el-Muğire'nin de bir benzeri
yoktu. Ona da "el-Vahid" deniliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle
buyurdu: "Başbaşa bırak Beni" kendi kanaatine göre "tek başına
yarattığım kimse ile." Yoksa Yüce Allah, onun biricik ve eşsiz olduğu
hususunda onun bu iddiasını tasdik etmek anlamında bunu söylemiş değildir.
Bir kesim şöyle
demektedir: Yüce Allah'ın: "Tek başına" buyruğu, iki anlam ihtiva
edecek şekilde Yüce Rab ile alakalıdır. Birincisine göre, sen onu yalnız Bana
bırak. Benim ondan alacağım intikam, kim olursa olsun başkasının intikamına
ihtiyaç bırakmayacak şekilde olacaktır. İkinci anlamı da şöyle olur: Onu tek
başına yaratan Benim. Bu hususta kimse Bana ortak olmamıştır. Bundan dolayı onu
helak edecek olan da Benim, onu helak etmek için başka birisinin yardımına
ihtiyacım yoktur. Buna göre "tek başına" anlamındaki lafız, failin
zamirinden haldir. Buradaki fail ise; ''Yarattığım" lafzındaki (Yüce
Allah'a raci) ve "Ben" anlamını veren "te" harfidir.
Birincisi, Mücahid'in
görüşü olup, anlamı şudur: Ben onu annesinin karnında yapayalnız, tek başına,
malsız ve evlatsız olarak yarattım. Sonra ona nimetler ihsan ettim, o nankörlük
edip kafir oldu. Bu açıklamaya göre "tek başına" lafzı Velid'e
racidir yani onun hiçbir şeyi yokken Ben ona mal ve mülk verdim.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bununla Şanı Yüce Allah, tek başına yarattığı gibi, yine tek başına
dirilteceğini kendisine delil olarak göstermeyi murad etmiştir.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: "Vahid: Biricik, tek başına" babası bilinmeyen kimsedir.
el-Velid, kavminin nesebinden olmamakla bilinen birisi idi. Daha önce Yüce
Allah'ın: "Cahil ve kaba, üstelik kulağı kesik olan" (el-Kalem, 13)
buyruğunda açıkladığımız gibi. O da el-Velid'in niteliği hakkındadır.
"Kendisine uzun
boylu mal verdiğim" yani ona alabildiğine çok mal bağışladığım. Burada
sözü edilen mal, Velid'e ait olan Mekke ile Taif arasındaki develer, kısraklar,
davarlar, bahçeler, köleler ve cariyelerdir. İbn Abbas böyle açıklıyordu.
Mücahid de: Bin dinarlık gelirdir, demiştir. Said b. Cübeyr ve yine İbn Abbas
da böyle demiştir. Katade altıbin dinar derken, Süfyan es-Sevri ve yine Katade,
dörtbin dinar demişlerdir. Yine es-Sevri bir milyon dinar demiştir.
Mükatil şöyle demiştir:
Onun bir bahçesi vardı ki, yaz kış geliri kesilmezdi. Ömer (r.a) dedi ki:
"Kendisine uzun boylu mal verdiğim" ay be ay gelir verdiğim,
demektir. en-Numan b. Salim ekip biçtiği arazi diye açıklamıştır. el-Kuşeyri de
şöyle demiştir: Daha kuvvetli görülen, bunun rızkı kesilmeyene hatta ekin davar
ve ticaret gibi rızkı ardı arkasına gelen şeylere işaret olduğudur.
"Ve hazır bulunacak
oğuilar" hiçbir tasarruflarında onun gözünden uzak kalmayan ve yanında
hazır bulunan çocuklar ... Mücahid ve Katade dedi ki: Bunlar on kişi idi. Oniki
kişi oldukları da söylenmiştir ki, bunu es-Süddi ve ed-Dahhak demiştir. Yine
ed-Dahhak dedi ki: Bunların yedi tanesi Mekke'de, beş tanesi de Taif'te dünyaya
gelmişti.
Said b. Cubeyr dedi ki:
Bunlar on üç çocuk idi. Mukatil dedi ki: Bunlar hepsi de erkek olmak üzere yedi
kişi idi. Onlardan üçü müslüman oldu: Halid, Hişam ve el-Velid b. el-Velid.
Dedi ki: Bu ayet nazil olduktan sonra el-Velid'in malı ve çocukları kendisi
ölünceye kadar eksilip durdu.
"Hazır
bulunacak" lafzının, kendisi anıldığı vakit onunla birlikte anılan
anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Bunun,
onun hazır bulunduğu yerlerde kendileri de onun gibi hazır bulunacak hale
gelip, kendisinin yaptığı işleri de yapabilecek hale gelmeleri demek olduğu da
söylenmiştir. Birinci görüş es-Süddi'nin görüşü olup, bunlar Mekke'de hazır
idiler. Herhangi bir ticaret için onun yanından ayrılıp başka bir yere
gitmiyorlardı, demektir.
"Ve kendisine
alabildiğine nimet verdiğim kimse ile" yani şehrinde huzur ve refah
içerisinde, görüşüne başvurulan bir kimse olarak ikamet edecek şekilde ona
alabildiğine geniş bir geçimlik verdiğim kimse ... demektir.
Araplara göre:
''Nimetler vermek" hazırlamak ve hazır hale getirmek demektir. ''Küçük
çocuğun beşiği" de buradan gelmektedir.
İbn Abbas dedi ki:
"Ve kendisine alabildiğine nimetler verdiğim kimse" Yemen ile Şam
arasında kendisine bolluk verdiğim kimse, demektir. Mücahid de böyle demiştir.
Yine Mücahid'den nakledildiğine göre; "ve kendisine alabildiğine nimetler
verdiğim kimse" buyruğu ile kastedilen, yatağın hazırlanması gibi, üstüste
yığılmış mal demektir.
"Sonra, daha da
arttırmamı umar." Yani sonra el-Velid, bütün bunlardan ayrı olarak ona
daha da mal ve evlat vermemi umuyor, tamah ediyor.
"Asla!"
Nimetlere karşı nankörlük etmekle birlikte böyle bir şeyasla olmayacaktır.
el-Hasen ve başkaları şöyle demiştir: Yani üstelik o kendisini cennete sokmamı
ümit ediyor. Çünkü el-Velid şöyle diyordu: Eğer Muhammed doğru söylüyor ise
cennet ancak benim için yaratılmıştır. Yüce Allah ise onun bu görüşünü
reddetmek ve onu yalanlamak üzere "asla" diye buyurmaktadır. Yani Ben
ona fazlasını vermeyeceğim. Ondan dolayı ölüp gidinceye kadar mal ve evladının
sürekli olarak eksilmekte olduğunu gördü.
Yüce Allah'ın:
"Sonra ... umar" buyruğundaki: ''Sonra" atıf anlamındaki
"sonra" değildir. Bu taaccüb ifade etmek içindir. (Bu yönüyle) Yüce
Allah'ın: "Karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ındır. Sonra da var
olanlar -buna rağmen- Rabblerine ortaklar koşarlar" (En'am, 1) buyruğuna
benzemektedir. Bu da senin birisine -yaptıklarına hayret edip şaşırırcasına-:
Ben sana verdim, sonra da sen benden uzak duruyorsun, demeye benzer.
Ben, bütün bunları
kendisinden sonra gelenler arasında bırakacağımı umar, diye de açıklanmıştır.
Çünkü o şöyle diyordu: Muhammed'in arkası gelmeyecek yani o ebterdir ve ölümü
ile birlikte kimse ondan sözetmeyecek. Kendisi, kendisine ihsan edilen bunca
rızkın ölümü ile kesilmeyeceğini zannediyordu. Bir diğer görüşe göre anlam:
Sonra küfrüne rağmen o kendisine yardım edeceğimi umar, demektir.
"Asla" lafzı
ise arttırılmasına dair ümidini kesmek içindir. Dolayısıyla bundan önceki
buyruklar ile alakalıdır.
''Asla!" lafzının;
''Gerçekten, şüphesiz ki, muhakkak ki" anlamında olduğu da söylenmiştir. O
takdirde bu ibtida (yeni bir cümle başı) olur.
"Çünkü o" yani
el-Velid "ayetlerimize" Peygamber (s.a.v.)'a ve onun getirdiklerine
"karşı çok inatçıdır."
"inad etti";
ism-i fail olarak: ''inatçı" denilir. Tıpkı: ''Oturdu" fiilinden
ism-i failin: ''Oturan" diye gelmesi gibidir. Bu açıklamayı Mücahid
yapmıştır.
"Nun" harfi
kesreli olarak-: ''Hakkı bildiği halde hakka muhalefet edip, onu reddetti"
demektir. Böyle bir kimseye (...) ile (...) denilir. (...); aynı zamanda
"yoldan uzaklaşan, maksattan başka tarafa sapan deve" demektir. Çoğulu
da; (...) şeklinde gelir. Tıpkı: ''Rüku eden" lafzının çoğulunun (...)
diye gelmesi gibi. Ebu Ubeyde, el-Harisi'nin şu beyitİnİ zİkretmektedir:
"Bindiğim vakit orta yere koyun beni Çünkü ben yaşlıca birisiyim, inatçı
bineklerle baş edemem."
Ebu Salih dedi ki: Bu "uzaklaşan,
uzaklara giden" demektir. Şair de şöyle demiştir: "Bizi uzakça bir
ayrılığın birbirimizden ayırdığını görüyorum, Ayrılık gerçekten çok
uzaklaştırıcıdır."
Katade, bilerek inkar
eden, Mukatil yüz çeviren, İbn Abbas, bilerek çokça inkar eden diye
açıklamışlardır. Düşmanlığını açığa vuran diye de açıklanmıştır.
Yine Mücahid'den şöyle
dediği nakledilmiştir: Bu kimse, haktan uzak duran, ona karşı inat eden, ondan
yüz çeviren demektir.
Hepsinin de anlamı
birbirine yakındır. Araplar bir kimse serkeşlik edip, haddini aştığı vakit:
''Adam inat etti" derler. Başka develerle karışmayıp, bir kenarda uzak
duran deveye de: (...) denilir. Bir kimse tek başına bir yere konaklıyor ve
diğer insanlarla karışmıyor ise ona; (...) denilir. ''Büyüklenmekten ve zorbalıktan
dolayı dik kafalılık eden" demektir. ''Kanı dinmeyen damar" demektir.
Bütün bunlar aynı (anlama yapılmış) bir kıyastır. Daha önce de İbrahim
Suresi'nde (14. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. ''Çok inatçı"nın
çoğulu; (...) diye gelir. "Ekmek" lafzının çoğulunun "(...) diye
gelmesi gibi.
"Ben, onu sarp
yokuşa sardıracağım." Bununla yükümlü tutacağım.
İbn Abbas, onu buna
mecbur edeceğim, diye açıklıyordu. Arap dilinde: ''İnsanın bir şeyi yapmaya
mecbur edilmesi" demektir.
''Ateşten bir dağ"
olup ona yetmiş yıl boyunca tırmanacak, sonra aynı şekilde oradan aşağıya
yuvarlanacak ve bu ebediyyen böyle devam edecektir. Bunu Ebu Said el-Hudri,
Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmiştir. Hadisi Tirmizi zikretmiş olup,
hakkında: Garib bir hadistir, demiştir.
Atiyye, Ebu Said'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: (Saud) cehennemde bir kayadır. üzerine
ellerini koydukları takdirde erir, kaldırdıkları vakit elleri eski haline
gelir. (Devamla) dedi ki; ön tarafından zincirlerle çekilerek, arkasından da
balyozlada vurularak kırk yılda en üst noktasına ulaşır. Nihayet en üst yerine
ulaşınca, en aşağısına atılır ve o ebediyyen bu halde devam eder. Bu anlamdaki
açıklamalar daha önceden Cinn Süresi'nde (17. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
Tefsir'de belirtildiği
ne göre "saüd" dümdüz bir kaya olup, ona tırmanması emrolunur. En üst
yerine vardı mı cehenneme doğru yuvarlanır. Bin yıl yuvarlanmaya devam ettiği
halde cehennemin dibine varmaz. Her gün yetmiş defa yanar ve sonra tekrar
yeniden hilkati iade olunur.
İbn Abbas dedi ki:
Buyruğun anlamı şudur: Ben ona rahatın asla sözkonusu olmadığı, zor bir azabı
yükleyeceğim. Buna yakın bir açıklama el-Hasen ve Katade'den nakledilmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Arkasından ölüm gelmemekle birlikte canı çıkacakmış gibi sürekli yukarı doğru
yükselir. Böylelikle bedeninin dışından azab edildiği gibi, bedeninin içinden
de azaplandırılmış olacaktır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN