CİN 26 / 27 |
عَالِمُ
الْغَيْبِ
فَلَا يُظْهِرُ
عَلَى
غَيْبِهِ
أَحَداً {26} إِلَّا
مَنِ
ارْتَضَى
مِن رَّسُولٍ
فَإِنَّهُ يَسْلُكُ
مِن بَيْنِ
يَدَيْهِ
وَمِنْ خَلْفِهِ
رَصَداً {27} |
26. O,
gaybı bilendir. O, kendi gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz.
27.
Meğer ki beğenip, seçtiği bir peygamber ola. çünkü O (Allah), onun önünden ve
ardından koruyucular gönderendir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı
iki başlık halinde sunacağız:
1- Gayb Bilgisi Allah'a Mahsustur:
2- Falcılar ve Benzerleri Gaybı
Bilemezler:
1- Gayb Bilgisi Allah'a
Mahsustur:
"O, gaybı
bilendir" buyruğundaki: ''Bilendir" lafzı daha önce geçen
"Rabbim" buyruğunun sıfatı olarak merfu' gelmiştir. Bunun; (mealde
olduğu gibi) "O, gaybı bilendir" anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Gayb" kullar
için gaib olan, görünmeyen demektir. Buna dair açıklamalar Bakara Suresi'nin
baş taraflarında (3. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
"O, kendi gaybına
hiçbir kimseyi muttali kılmaz. Meğer ki beğenip, seçtiği bir peygamber
ola." Ona gaybından dilediği şeyleri bildirir. Çünkü peygamberler
mucizelerle desteklenirler. Bu mucizelerden birisi de gayb olan bazı hususları
haber vermeleridir. Kur'an-ı Kerim'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Evlerinizde yediğiniz ve biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm.
" (Al-i İmran, 49)
İbn Cübeyr dedi ki:
"Meğer ki beğenip, seçtiği bir peygamber ola" buyruğunda kastedilen resul
(elçi, peygamber), Cebrail (a.s)'dır. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Daha uygunu
anlamın şöyle olmasıdır: O, beğenip, seçtiği yani peygamberlik için seçtiği
kimselerden başkalarını gaybından haberdar etmez. Ancak bu gibi kimselere
gaybından dilediği şeyleri bildirir ki, bu onun peygamberliğine delil teşkil
etsin.
2- Falcılar ve
Benzerleri Gaybı Bilemezler:
İlim adamları -Allah'ın
rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Şanı Yüce Allah'ın gaybı bilip,
ona dair bilgiyi sadece kendisine tahsis etmesi ile öğünmesi, O'ndan başka
herhangi bir kimsenin gaybı bilmediğine delil teşkil etmektedir. Daha sonra
Yüce Allah, beğenip, seçtiği peygamberleri bundan istisna etmekte ve onlara
verdiği vahiy yoluyla gaybından dilediği bilgileri tevdi ettiğini belirtmektedir.
Bunu da onlar için bir mucize ve peygamberliklerine dair doğru bir delalet
olarak vermiştir. Müneccim ve ona benzer taşları kullanan, kitablara bakan,
kuşları (gayba dair hüküm çıkarmak maksadıyla) uçurtan kimseler ise O'nun
beğenip, seçtiği ve gaybından dilediği şeylere muttali ve haberdar kıldığı
rasüller arasında sayılamazlar. Aksine böyleleri Allah'ı inkar eden, sezgi,
tahmin ve yalanlarıyla da Allah'a karşı iftirada bulunan birer kafirdirler.
Kimi ilim adamı şöyle
demiştir: Hallerinin farklılığı, rütbelerinin değişikliği, aralarında
hükümdarların ve sıradan insanların, alimlerin, cahillerin, zenginlerin,
fakirlerin, küçüklerin, büyüklerin bulunmasına, doğdukları burçların
farklılıklarına, doğuşlarının ayrılıklarına, yıldızların mertebelerinin değişik
oluşuna rağmen Nuh'un gemisine binen kimseler hakkında müneccimlerin (yıldız
falcılarının) neler söylediklerini keşke bilebilseydim? nasıl oldu da bir anda
hepsi de suda boğulma hükmüne mahküm oldular.
Eğer müneccim (yıldız
falcısı) -Allah müstehakkını veresice- onların gemiye bindikleri sırada
yükselen burç onların boğulmalarını sağladı, diyecek olursa, o takdirde bu
yükselen burç herbirilerinin doğumu esnasında farklı olan diğer yükselen
burçların tümünü, hükümlerini ve o kimseye has olan yükselen burcun gereklerini
çürütmüş, iptal etmiş olmaktadır. O halde ebedi olarak ve kesinlikle doğum
halleri gereğince uygulama yapmanın hiçbir faydası olmayacağı gibi, bunların
bir kimsenin mutluluk ya da bedbahtlığına delalet olması da düşünülemez, Geriye
sadece böylelerinin Kur'an-ı Azim'e karşı bile bile inatlaşmalarından başka bir
şey kalmamaktadır. Bu ifadeler ile böyle bir kimsenin, yıldız falcılığı
dolayısıyla kanının helal olduğu da anlaşılmaktadır. Şu sözleriyle şair bu
hususu ne güzel dile getirmiştir: "Müneccim hükmetti, benim doğumumun
yükselen burcunun Benim hakkımda suda boğularak öleceğime. söyle o yıldız
falcısına: Tufan sabahı herkes, Suda boğduran yıldızın doğuşunda mı dünyaya
gelmişti?"
Mü'minlerin emiri Ali b.
Ebi Talib (r.a)'a Haricilerle karşılaşmak istediği sırada: Ay akreb burcunda
iken mi onlarla karşılaşacaksın denilmiş? o da: Peki ya onların ayları nerede
ki, diye sormuş ve bu ayın son günlerine rastgelmiş idi, Şimdi Ali (r.a)'ın
cevab olarak verdiği söze ve bu sözde yıldız falcılığına göre kanaat
belirtenlerin bu kanaatlerinin ne ileri derecede reddedilmiş olduğuna,
yıldızların hükümlerini gerçek kabul eden herbir cahili nasıl susturmuş
olduğuna bir dikkat edelim.
Müsafir b. Avf ona dedi
ki: Ey mü'minlerin emiri, sen şu anda yola koyulma! Günün üç saati geçtikten
sonra yola çık ve yürü! Ali (r.a) ona: Neden? diye sorunca, şu cevabı verdi:
Sen şu anda yola koyulacak olursan, sana da, arkadaşlarına da çok büyük bir
bela ve ağır bir sıkıntı isabet eder. Eğer benim söylediğim saatte yola
koyulacak olursan, muzaffer olursun, üstün gelirsin ve istediğini elde edersin.
Ali (r.a.) şu cevabı verdi: Muhammed (s.a.v.)'ın hiçbir müneccimi (yıldız
falcısı) yoktu. Ondan sonra bizim de yıldız facımız olmayacaktır. -Bu
açıklamaları esnasında Ali (r.a.) Kur'an-ı Kerım'in pek çok ayetlerini de delil
gösterdiği uzunca sözler söyler.- Kim bu hususta söylediklerini doğru kabul
ederse, o kimsenin Allah'tan başka bir eş ya da O'na zıt bir varlığı ilah
edinenler gibi olmayacağından emin değilim. Allah'ım uğur varsa eğer, sadece
Senin uğurundur ve Senin hayrından başka hayır yoktur. Daha sonra konuşan şahsa
şunları söyledi: Bizler sözlerini yalanlıyoruz, sana muhalefet ediyoruz ve
gitmeyin, dediğin saatte yola koyuluyoruz. Daha sonra diğer insanlara yönelerek
şunları söyledi: Ey insanlar! Sakın yıldızlara dair kara ve denizin
karanlıklarında yolunuzu bulabileceğiniz kadarından fazlasını öğrenmeye
kalkışmayınız. Şüphesiz ki müneccim (yıldız falcısı) sihirbaz gibidir. Sihirbaz
da kafir gibidir. Kafir ise cehennemdedir. Allah'a yemin ederim, eğer senin
yıldızlara baktığına ve onlardan çıkardığın sonuçlar gereğince amel ettiğine
dair bir bilgi bana ulaşacak olursa, sen hayatta kaldığın ve ben hayatta
kaldığım sürece ebediyyen seni hapiste bırakacağım ve ben emiru'l-mü'minin
kaldığım sürece sana verilmesi gereken bağışlardan seni mahrum edeceğim.
Daha sonra Müsafir b.
Avf'ın çıkmamasını emrettiği saatte yola koyuldu.
Haricilerle karşılaştı
ve Müslim'in Sahih'inde sabit olan Nehrevan vakasında da onları mağlub etti.
Arkasından şunları söyledi: Eğer bizler onun bize emretmiş olduğu saatte yola
koyulmuş ve zafer kazanıp, üstünlük sağlamış olsaydık, bazı kimseler:
Müneccimin onlara emretmiş olduğu saatte yola çıktılar. (Onun için zafer
kazandılar), diyecekti. Muhammed (s.a.v.)'ın hiçbir müneccimi yoktu. Ondan
sonra bizim de olmayacaktır. Allah bize Kisra'nın ve Kayser'in yurtlarını
fethetmeyi ve diğer ülkeler fethetmeyi nasib etti. Sonra şunları söyledi: Ey
insanlar! Allah'a tevekküI edin ve O'na güvenin. Çünkü O, başkalarına ihtiyaç
bırakmaz.
"Çünkü O (Allah),
onun önünden ve ardından koruyucular gönderir." Yani onu kendisine bir
şeytanın yaklaşmasına karşı kendisini koruyacak melekler gönderir. Bu yolla
vahyi şeytanların çalmasından ve bunu kahinlerin bildirmesine karşı korur.
ed-Dahhak dedi ki: Allah
gönderdiği herbir peygamber ile birlikte mutlaka onu şeytanların melek suretine
benzeyerek kendisine görünmesine karşı koruyacak melekler de göndermiştir.
Şeytan, ona melek suretinde geldiği takdirde: Bu bir şeytandır, ondan korun,
derler. Eğer melek ona gelecek olursa: Bu senin Rabbinin elçisidir, derler.
İbn Abbas ve İbn Zeyd
dedi ki: "Koruyucular" buyruğu, Peygamber (s.a.v.)'ı önünden ve
arkasından, cinlerden ve şeytanlardan koruyan koruyucular demektir.
Katade ve Said b.
el-Müseyyeb dedi ki: Bunlar meleklerden olan dört koruyucu melektir.
el-Ferra dedi ki: Maksat
Cebrail'dir. O, Allah'tan bir risalet getirerek indiği vakit, onunla birlikte
cinlerin vahyi dinleyip, kahinlerine ulaştırıp, elçiden daha önce bunu kahinlerine
ulaştırmalarına karşı korunan melekler de onunla birlikte inerdi.
es-Süddi dedi ki:
"Koruyucular" vahyi koruyan koruyucular demektir. Allah tarafından
gelen için: Bu Allah'tandır, derler. Şeytanın yaptığı telkinler için de: Bu
şeytandandır, derlerdi ..
"Koruyucular"
lafzı meful (-i mutlak) olarak nasbedilmiştir. es-Sihah'ta belirtildiğine göre
bu, bekçiler gibi gözetleyip, koruyan topluluk hakkında kullanılır. Tekil,
çoğul, müzekker ve müennes için aynı şekli kullanılır. Bazen; (...) diye
kullandıkları da olur. ''Bir şeyi gözetleyen" demektir. ''Onu gözetledi,
gözetler, gözetlemek" denilir. ''Kollayıp, gözetlemek" (...):
gözetleme yeri" demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN