CİN 8 / 10 |
وَأَنَّا
لَمَسْنَا
السَّمَاء
فَوَجَدْنَاهَا
مُلِئَتْ
حَرَساً شَدِيداً
وَشُهُباً {8}
وَأَنَّا
كُنَّا نَقْعُدُ
مِنْهَا
مَقَاعِدَ
لِلسَّمْعِ
فَمَن يَسْتَمِعِ
الْآنَ
يَجِدْ لَهُ
شِهَاباً
رَّصَداً {9}
وَأَنَّا
لَا نَدْرِي
أَشَرٌّ
أُرِيدَ بِمَن
فِي
الْأَرْضِ
أَمْ
أَرَادَ
بِهِمْ رَبُّهُمْ
رَشَداً {10} |
8.
"Gerçekten biz göğe doğru yükselmek istedik de, onun güçlü bekçilerle ve
alevli ateşlerle doldurulmuş olduğunu gördük.
9.
"Halbuki gerçekten biz, dinlemek için orada bir yer bulup oturuyor idik. Şimdi
ise kim dinlese kendisini bekleyen alevli bir ateş bulur.
10.
"Doğrusu biz, yerde bulunanlar için şer mi murad edildi, yoksa Rabbleri
onlar hakkında hayır mı murad etti bilmiyoruz?"
"Gerçekten biz göğe
doğru yükselmek istedik" buyrukları, cinlerin sözlerindendir. Yani
adetimiz üzere, semadan haberler öğrenmek istedik "de onun güçlü
bekçilerle ve alevli ateşlerle doldurulmuş olduğunu, gördük." Bekçilerden
kasıt meleklerdir.
"Bekçiler"in
tekili (...)dir. "alevli ateşler" de: (...)'in çoğuludur. Hırsızlayarak
söz dinlemek istedikleri için, yakıcı yıldızların üzerlerine düşmesi demektir.
Buna dair açıklamalar daha önce Hicr Suresi (18. ayetin tefsiri) ile es-Saffat
(10. ayetin tefsiri'nde geçmiş bulunmaktadır.
"Gördü, buldu"
fiilinin iki fiile geçiş yaptığı kabul edilebilir. Bu durumda birinci meful
"onun" anlamındaki "he" ve "elif"den ibaret
zamirdir. "Doldurulmuş olduğunu" anlamındaki lafız da ikinci mef'ulün
yerindedir. Bunun tek bir mef'ule geçiş yaptığı da kabul edilebilir. O takdirde
"doldurulmuş olduğu" anlamındaki lafız; (...) takdiri ile hal
konumunda kabul edilir. "Güçlü bekçiler" anlamındaki lafız da
"doldurulmuş olduğu" anlamındaki fiilin ikinci mefulü olarak
nasbedilmiştir. "Güçlü" anlamındaki lafız "bekçiler"in bir
sıfatıdır. Yani arasının güçlü meleklerle doldurulmuş olduğunu bulduk,
demektir. "Güçlü" lafzının tekil gelmesi; "Bekçi(ler)"
lafzına göredir. Bu da "selef-i salih" derken (tekil olan
"salih" lafzının) "salihler" anlamında kullanılmasına
benzemektedir. Ayrıca "selef"in çoğulu "eslaf" şeklinde;
"el-hares"in çoğulu da "ahras" diye gelir. Şair şöyle
demiştir:
"Ben pek çok
bekçiyi aşıp geçtim ve bir topluluğun dehşetli hallerini (geride
bıraktım)."
Buradaki
"Bekçiler" lafzının: "Oranın çok güçlü bir şekilde korunmuş
olduğunu (gördük)" anlamında mastar (meful-i mutlak) olması da mümkündür.
"Halbuki gerçekten
biz, dinlemek için orada bir yer bulup oturuyor idik. Şimdi ise kim dinlese,
kendisini bekleyen alevli bir ateş bulur" buyruğundaki "orada"
lafzı semada demektir.
"Oturma yerleri"
lafzı, semadan haber dinlemek maksadı ile oturulmaya uygun olan yerler,
demektir. Buyruğun anlamı şudur: Cinlerin azgın olanları, -daha önce
açıklandığı üzere- cahillere telkin etmek maksadı ile semanın haberlerini
meleklerden dinlemek için böyle bir şey yapıyorlardı. Yüce Allah, Resulü
Muhammed (s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderince, yakıcı alevli ateşlerle semayı
korudu. İşte o vakit cinler de: "Şimdi ise kim dinlese kendisini bekleyen
alevli bir ateş bulur" dediler. Buradaki "alevli ateş (şihab)"
dan kasıt, yakıcı yıldız demektir ki, buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş
bulunmaktadır.
Şöyle de denilmektedir:
Yıldızların düşmesi, ancak Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak
gönderilmesinden sonra görülmeye başlanmıştır. Bu da onun mucizelerinden
birisidir. Selef, peygamberlikten önce şeytanlara bu şekilde alevli ateşler
gönderilmediği yahutta bu Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilmesi
dolayısıyla yeni ortaya çıkan bir durum olup olmadığı hususunda, farklı
kanaatlere sahibtir.
el-Kelbi ve bir
topluluğun dediğine göre; sema, İsa ile Muhammed (ikisine de Allah'ın salat ve
selamları olsun) arasındaki dönemi teşkil eden beşyüz yıllık bir süre
içerisinde korunmuyordu. Ancak Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak
gönderildiğinden dolayı bu koruma gerçekleşmişti. Yüce Allah, Muhammed
(s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderince, semadan (haber almaları) bütünüyle
engellendi ve sema meleklerle, alevli ateşlerle korunmaya başlandı.
Derim ki: Bu görüşü
Atiyye el-Avfi de İbn Abbas'tan rivayet etmiş olup, bunu el-Beyhaki
zikretmiştir.
Abdullah b. Ömer dedi
ki: Resulullah (s.a.v.)'a peygamberlik verildiği gün ile birlikte şeytanlar
(semadan) alıkonuldu ve onlara alevli ateşler atıldı.
Abdu'I-Melik b. Sabur
dedi ki: Sema, İsa ile Muhammed (ikisine de salat ve selam olsun) arasındaki
dönemde (şeytanlara karşı) korunmuyordu. Fakat Muhammed (s.a.v.), peygamber
olarak gönderilince, sema korunmaya başlandı ve şeytanlara alevli ateşler
atılmaya başlanarak semaya yaklaşmaları engellenmiş oldu.
Nafi b. Cübeyr dedi ki:
Fetret döneminde (İsa ile Muhammed'in peygamberliği arasındaki dönemde)
şeytanlar, semadan haber dinler, bununla birlikte onlara alevli ateşler
atılmazdı. Fakat Resulullah (s.a.v.), peygamber olarak gönderilince, bu sefer
şeytanlara alevli ateşler atılmaya başlandı.
Buna yakın bir görüş
Ubeyy b. Ka'b'dan nakledilmiştir. O şöyle demektedir: İsa'nın (göğe)
kaldırıldığı günden Resulullah (s.a.v.)'a peygamberlik verildiği güne kadar
hiçbir zaman yıldızlarla atış yapılmadı. Resulullaha peygamberlik verilince, bu
sefer yıldızlarla atış yapıldı.
Bir diğer görüşe göre
bu, Resulullah (s.a.v.)'a peygamberlik verilmeden önce de vardı. Fakat
Resulullah (s.a.v.)'ın peygamber olması ile birlikte onun bu durumu ile
uyarılıp, korkutulmak maksadı ile daha da artmış oldu. İşte Yüce Allah'ın:
"Doldurulmuş olduğunu gördük" buyruğunun anlamı da budur ki; bu da
korunmasının daha da arttırılmış olduğunu gördük demektir. Evs b. Hacer -ki
cahili bir şairdir- şöyle demektedir: "Senin adeta bir halat zannettiğin,
kaynayan bir suyun Arkasından geldiği bir yıldız gibi akıverdi."
Çoğunluğun görüşü budur.
Ancak Cahız, bu beyitin doğru olduğunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bu
anlamın rivayet edildiği herbir şiir, sonradan uydurmadır. Peygamberin
peygamberliğinden önce bu şekilde yıldızlar ile atış yapılmış değildir.
Ancak yıldızlarla atış
yapıldığı görüşü daha doğrudur. Çünkü Yüce Allah: "Gerçekten biz, göğe
doğru yükselmek istedik de onun güçlü bekçilerle ve alevli ateşlerle
doldurulmuş olduğunu gördük" diye buyurmaktadır. Bu ise cinlerin
söylediklerine dair verilen bir haber olduğu gibi, yine burada semanın koruma
ve himayesinin, hem koruyucularla, hem de cinlerle doluncaya kadar
koruyucularının arttırıldığını bildirmektedir. Diğer bir gerekçe de İbn
Abbas'tan şöyle dediğine dair gelen rivayettir: Peygamber (s.a.v.), ashabından
bir grub ile birlikte oturmakta iken bir yıldız kaydı. Bunun üzerine şöyle
sordu: "Cahiliye döneminde iken bu gibi haller hakkında ne
diyordunuz?" Onlar: Bizler, ya büyük bir kimsenin öldüğünü ya da büyük bir
kimsenin doğduğunu kabul ediyorduk. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Bu yıldızlar, ne bir kimsenin ölümü, ne bir kimsenin dünyaya
gelmesi dolayısıyla atılmaz. Fakat Şanı Yüce Rabbimiz sema da bir emri hükme
bağladığı takdirde Arşın taşıyıcıları, tesbih ederler. Daha sonra her sema da
bulunanlar tesbih ederler. Nihayet bu tesbih bu gördüğünüz senaya kadar ulaşır.
Semada bulunanlar Arşın taşıyıcılarına: Rabbiniz ne buyurdu, diye sorarak haber
almak isterler. Onlar da onlara neyi buyurduğunu haber verirler. Herbir sema
ehli -haber şu gördüğünüz semanıza ulaşıncaya kadar- diğerine haber verin.
Cinler, bunu kapmaya çalışırken hemen onlara atış yapılır. İşte onların buradan
getirdikleri haberler doğrudur, fakat ona bir şeyler ilave ediyorlar."
İşte bu yıldızlarla
kovalamanın Muhammed (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilmesinden önce de olan
bir şeyolduğuna delil teşkil etmektedir. ez-Zührı de buna yakın bir açıklamayı
Ali b. el-Huseyn'den, o Ali b. Ebi Talib'den, o İbn Abbas'tan diye rivayet
etmektedir. Bu rivayetin sonunda ez-Zühri'ye şöyle sorulmaktadır: Peki,
cahiliye döneminde atış yapılıyor muydu? O:
Evet diye cevap
vermiştir. Ben (ez-Zühri'den rivayette bulunan ravi) dedim ki: Peki Yüce
Allah'ın: "Halbuki gerçekten biz, dinlemek için orada bir yer bulup
oturuyor idik. Şimdi ise kim dinlese, kendisini bekleyen alevli bir ateş
bulur" buyruğu hakkında ne dersin? diye sordum, şöyle dedi: Peygamber
(s.a.v.), peygamber olarak gönderilince bu iş daha da arttırıldı.
Buna benzer bir rivayet
el-Kutebi'den de nakledilmiştir.
İbn Kuteybe dedi ki: Bu
şekilde atış vardı, fakat Peygamberin gönderilişinden sonra bu koruma daha da
arttırıldı. Bundan önce onlar birtakım sözleri çalıyor ve bazı hallerde onlara
atışlar yapılıyordu. Fakat Muhammed (s.a.v.), peygamber olarak gönderildikten
sonra, bu şekilde hırsızlama söz kapmaları, kesinlikle engellendi.
Buna dair açıklamalar
daha önceden es-Saffat Suresi'nde "....ve her taraftan sürülüp atılırlar; kovularak
onlar için sürekli bir azab da vardır" (Saffat, 8-9) buyruğunun tefsiri
yapılırken geçmiş bulunmaktadır.
Hafız (kim olduğunu
tesbit edemedik) dedi ki: Cinler bu durumun böyle olacağını öğrendikten sonra,
herhangi bir haberi dinlemeye kalkışmaktan ötürü kendilerini yanmaya nasıl
maruz bırakırlar, diye sorulacak olursa, şu şekilde cevab verilebilir:
Mihnetleri daha bir
artsın diye Yüce Allah, onlara bu durumu unutturur.
Tıpkı her zaman için
İblise kendisinin ilahi azaptan kurtulamayacağının unutturulması gibi. Nitekim
Yüce Allah ona: "Hiç şüphesiz kıyamet gününe kadar lanet senin
üzerinedir" (Hicr, 35) diye buyurmuştur. Eğer bu böyle olmasaydı, teklif
de söz konusu olmazdı.
"Bekleyen"in
meleklerden olduğu söylenmiştir. Yani meleklerden (onları) bekleyen (bir bekçi
bulur) demek olur.
(...): Bekleyen: Bir
şeyi koruyan gözetleyen demektir. Çoğulu: (...) diyegelir. başka bir yerde bu
lafzın tıpkı ''Bekçiler" lafzı gibi çoğul olması da mümkündür. Bunun
tekili de: (...) şeklindedir.
Burada "bekleyen"in
alevli ateş olduğu da söylenmiştir. Yani onun için ve kendisine atılsın diye,
hazır olarak bekletilen bir alevli ateş, demek olur. O zaman bu
"mef'ul" anlamında "fe'al" vezninde bir lafız olur. (...)
kelimeleri gibi.
"Doğrusu biz, yerde
bulunanlar için şer mi murad edildi, yoksa Rabbleri onlar hakkında hayır mı
murad etti, bilmiyoruz?" buyruğu ile kastedilen semanın kendileri ile
korunmuş olduğu bu koruyucular, kastedilmiştir. Bu onlar hakkında hayır mı, bir
başka şey mi murad edildiğini bilemiyoruz, demektir. İbn Zeyd dedi ki: İblis
şöyle dedi: Allah, bu engelleme ile yeryüzünde bulunanlara bir azab mı indirmek
istemiştir, yoksa onlara bir rasul mü göndermeyi murad etmiştir, bilemiyoruz,
dedi.
Bir başka görüşe göre,
bu sözler, cinlerin, Peygamber (s.a.v.)'ın Kur'an okumasını dinlemeden önce
kendi aralarında söyledikleri, sözlerdendir. Yani Muhammed'in kendilerine
peygamber olarak gönderilmesiyle yeryüzünde bulunan kimseler hakkında onu
yalanlayacakları ve onu yalanladıkları için de daha önce yalanlamış ümmetlerin
helak edildiği gibi helak edileceklerinden ötürü kötülük mü murad edilmiştir,
yoksa iman ederek hidayet bulmalarını mı dilemiştir? bilemiyoruz. Bu açıklamaya
göre "şer" ile "hayır"dan kasıt şükür ve imandır. Yine bu açıklamaya
göre, onlar bu sözleri söylediklerinde, Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak
gönderildiğini biliyorlardı. Onun Kur'an okuyuşunu dinleyince de vahyin
korunması için semadan haber almalarının engellendiğini öğrenmiş oldular.
Bir diğer görüşe göre,
onların bu sözleri, kendi kavimlerine onları uyarıp korkutmak üzere geri
döndükten sonra söyledikleri, bir sözdür. Yani kendileri iman edince,
yeryüzünde bulunanların birçoğunun iman etmeyeceklerinden endişeye kapılarak
şöyle dediler: Bizim iman ettiğimiz şeye yeryüzünde bulunanlar iman mı edecek,
yoksa inkar edip kafir mi olacak, bilemiyoruz?
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN