CİN 1 / 3 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ قُلْ
أُوحِيَ
إِلَيَّ
أَنَّهُ
اسْتَمَعَ نَفَرٌ
مِّنَ
الْجِنِّ
فَقَالُوا
إِنَّا سَمِعْنَا
قُرْآناً عَجَباً {1}
يَهْدِي
إِلَى
الرُّشْدِ
فَآمَنَّا
بِهِ وَلَن
نُّشْرِكَ
بِرَبِّنَا
أَحَداً {2} وَأَنَّهُ
تَعَالَى
جَدُّ
رَبِّنَا
مَا اتَّخَذَ
صَاحِبَةً
وَلَا
وَلَداً {3} |
1. De
ki: "Bana şu vahyolundu: Cinlerden bir topluluk (beni) dinlediler ve
dediler ki: Gerçekten biz, (dinleyeni) hayrete düşüren bir Kur'an dinledik.
2.
"O doğruya götürüyor. Bundan ötürü biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir
kimseyi asla ortak tutmayacağız.
3. "Doğrusu
Rabbimizin şanı çok Yücedir. O ne bir zevce edinmiştir, ne de bir evlad."
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Peygamber Efendimizin Kur'an
Okumasını Dinleyen Cinler:
2- Peygamber Kur'an'ı Dinleyen Cinleri
Gördü mü ve Nüzul Sebebi:
3- Su ve Kendisi İle İstinca
Yapılabilenler:
4- Cinler Neden Yaratılmışlardır?
5- Cinlerin Görülmeleri ve Çeşitli
Varlıklar Suretinde Ortaya Çıkmaları:
1- Peygamber
Efendimizin Kur'an Okumasını Dinleyen Cinler:
"De ki: Bana şu vahyolundu"
buyruğu şu demektir; Ey Muhammed! ümmetine de ki: Allah, bana Cebrail vasıtası
ile şunu vahyetti: Cinlerden bir topluluk beni dinlediler.
Yüce Allah, bu hususu
vahiy ile kendisine bildirmeden önce Peygamber bunu bilmiyordu. İleride
geleceği üzere İbn Abbas ve başkalarının görüşü budur.
"Vahyolundu"
anlamındaki lafzı, İbn Ebi Able asla uygun olarak: (...) şeklinde okumuştur.
"Ona vahyetti" denilir. Burada "vav" hemzeye kalbedilmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Peygamberlerin belirli vakitleri geldiği
zaman" (el-Mürselat, 11) buyruğu da bu kabildendir. Bu tür okuyuşlar
ötreli olan her "vav"da mutlak olarak caiz olan kalb
("vav"ı hemzeye dönüştürmek) türlerindendir. el-Mazinı de kesreli
olanlarda bunu mutlak olarak böyle okumuştur. ''Kuşak ve yastık"
(kelimelerinde "vav"ın hemzeye kalbedilmesi) ile; "Kardeşinin
yükü" (Yusuf, 76) ve benzer lafızlarda olduğu gibi.
2- Peygamber Kur'an'ı
Dinleyen Cinleri Gördü mü ve Nüzul Sebebi:
Peygamber (s.a.v.)'ın bu
cinleri görüp görmediği hususunda görüş ayrılığı vardır. Kur'an'ın zahiri onun
kendilerini görmediğine delil teşkil etmektedir. Çünkü Yüce Allah burada:
"Dinlediler" buyruğu ile yine Yüce Allah'ın: "Hatırla ki
cinlerden bir grubu Kuran'ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik"
(el-Ahkaf, 29) buyruğu bunu gerektirmektedir.
Müslim'in Sahih'inde ve
Tirmizi'de yer alan rivayete göre; İbn: Abbas şöyle demiştir: Resulullah
(s.a.v.) cinlere karşı Kur'an okumadığı gibi, onları görmedi de. Rasulullah
(s.a.v.) ashabından bir grub ile birlikte Ukaz panayırına doğru yola
koyuldular. O sırada şeytanların semadan haber almaları engellenmiş, üzerlerine
yalın alevli ateşler de gönderilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine şeytanlar
(herhangi bir haber alamamış olarak) kavimlerine geri döndüklerinde onlara: Bu
durumunuz ne? diye sordular. Onlar semadan haber almamız engellendi, üzerimize
yalın alevli ateşler salındı, dediler. Bu sefer: Bu, ancak meydana gelmiş bir
olay sebebiyle olabilir. Haydi yeryüzünün doğularına, batılarına dağılınız,
dolaşınız. Semadan haber almamıza engel teşkil eden bu olayın ne olduğuna bir
bakınız.
Bunun üzerine,
yeryüzünün doğularına, batılarına yayıldılar. Tihame taraflarına doğru gitmiş
olan topluluk -Peygamber Nahle taraflarında iken- Ukaz panayırına doğru
yöneldiler. O sırada Peygamber ashabı ile birlikte sabah namazını kılıyordu.
Kur'an sesini duyunca ona kulak verdiler ve: İşte semadan haber almamızı
engelleyen budur, diyerek kavimlerine geri döndüler ve: Ey kavmimiz:
"Gerçekten bizi hayrete düşüren bir Kur'an dinledik. O doğruya götürüyor.
Bundan ötürü biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir kimseyi asla ortak
tutmayacağız" dediler, Bunun üzerine Yüce Allah; Peygamberi Muhammed
(s.a.v.)'a: "De ki: Bana şu vahyolundu. Cinlerden bir topluluk beni
dinlediler ... " buyruklarını indirdi,
Bu hadisi Tirmizi, İbn
Abbas'tan rivayet etmiş olup, İbn Abbas: Cinlerin kendi kavimlerine:
"Allah'ın kulu ona ibadet etmek için kalktığı zaman neredeyse etrafında
bir keçe gibi olacaklardı" (Cin, 19) demeleri ile ilgili olarak şöyle
demiştir: Onlar kendisinin namaz kıldığını, ashabının da ona uyarak namaz
kıldıklarını, secdeye varırken onunla birlikte secdeye vardıklarını görünce,
ashabının ona bu derece itaat etmelerinden hayret ettiler ve kavimlerine şöyle
dediler: "Allah'ın kulu ona ibadet etmek için kalktığı zaman neredeyse
etrafında bir keçe gibi olacaklardı," (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih
bir hadistir,
Bu hadis-i şerifte
Peygamber (s.a.v.)'ın, cinleri görmediğine fakat onların huzurunda
bulunduklarına, onun Kur'an okumasını dinlediklerine delil vardır, Yine bu
hadis-i şerifte, yalın alevli ateşle, şeytanlara atış yapılması sebebiyle bu
işin sebebini araştırmak üzere yola koyulduklarında, cinlerin de şeytanlarla
birlikte olduklarına ve yalın alevli ateşle taşlananların cinlerden olduklarına
delil vardır. Onlara şeytanlar denilmesi Yüce Allah'ın: "İns ve cin
şeytanları ... " (el-En'am, 112) buyruğuna benzemektedir. Çünkü Allah'a
itaatin dışına çıkan, O'nun emirlerine baş kaldırıp, isyankar olan herkes
"şeytan"dır.
Yine Tirmizi'de İbn
Abbas'tan şöyle dediği Zikredilmektedir: Cinler vahyi dinlemek üzere semaya
doğru yükselirlerdi, Bir söz duydular mı on'a dokuz daha katıyorlardı.
Duydukları tek kelime gerçek olarak ortaya çıkardı. Buna kattıkları diğer
sözler ise batıl idi, Resulullah (s.a.v.), Peygamber olarak gönderilince
(semaya yakın) oturdukları yerlere ulaşmaları engellendi, Bu durumu İblis'e
aktardılar. Bundan önce yıldızlar atış taneleri olarak kullanılmıyordu, İblis
onlara: Bu iş ancak yeryüzünde meydana gelmiş önemli bir olay dolayısıyla olabilir,
dedi, Bu sebepten askerlerini saldı. Resulullah (s.a.v.)'ın iki dağın arasında
-zannederim Mekke'deki (iki dağın arasında) dedi- namaz kılmakta olduğunu
gördüler. İblise gidip onu durumdan haberdar ettiler, o da şöyle dedi: İşte
yeryüzünde meydana gelmiş olan büyük olay budur. (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen,
sahih bir hadistir.
Bu hadis, şeytanların
yıldızlarla taşlanıp, kovalandıkları gibi, cinlerinde taşlanıp,
kovalandıklarına delil teşkil etmektedir.
es-Süddi'nin rivayetinde
denildiğine göre; onlar alevli ateşlerle taşlanıp, kovalanınca İblis'e varıp,
onu başlarına gelen bu olaydan haberdar ettiler. İblis onlara şöyle dedi:
Herbir taraftan bana bir avuç toprak getirin, onu koklayacağım. Ona toprak
getirdiler, o da o toprağı kokladı ve: Sizin başınıza bu olayın gelmesine sebep
teşkil eden şahıs Mekke'dedir, dedi. Bunun üzerine cinlerden bir topluluğu
gönderdi. Bunların yedi kişi olduğu söylendiği gibi, dokuz kişi oldukları da
söylenmiştir ki, bunlardan birisi de Zevbea adındaki cin idi.
Asım'ın, Zir'den
rivayetine göre o şöyle demiştir: Zevbea ve arkadaşlarından oluşan kafile,
Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldi ... es-Sumali şöyle demiştir: Bana
ulaştığına göre, bunlar Şeysabanoğullarından idiler. Bunlar da cinler arasında
sayıca en kalabalık ve en güçlü olanlardır. Genel olarak İblisin askerleri de
bunlardır. Yine Asım'ın Zir'den rivayet ettiğine göre, gelenler yedi kişi idi.
Bunların üçü Harran ahalisinden, dördü ise Nasibin ahalisindendiler. Cuveybir
de ed-Dahhak'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Bunlar Irak'takinden ayrı
Yemen'de bir kasaba olan- Nasibin ahalisinden dokuz kişi idiler.
Bir başka görüşe göre,
Mekke'ye gelen cinler Nasibinli idiler. Nahle'ye gelenler ise Ninova
cinlerinden idi. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Ahkaf Süresi'nde (29.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
İkrime dedi ki:
Resülullah (s.a.v.)'ın o sırada okumakta olduğu süre "Yaratan Rabbinin
adıyla oku!" (Alak, 1) Süresi idi.
el-Ahkaf Süresi'nde
(belirtilen yerde) cinlerden gelen toplulukların isimleri de ge'çmiş
bulunmaktadır. Bunu tekrarlamanın anlamı yoktur.
Peygamber (s.a.v.)'ın
cin gecesi cinleri gördüğü de söylenmiştir ki, bu daha sağlamdır. Amir eş-Şa'bi
rivayetle dedi ki: Ben Alkame'ye sordum: İbn Mesud, Rasulullah (s.a.v.) ile
birlikte cin gecesinde hazır bulunmuş muydu? AIkame şu cevabı verdi: Ben İbn
Mesud'a şunu sordum: Cin gecesi sizden herhangi bir kimse Rasulullah (s.a.v.)
ile birlikte bulunmuş muydu? O: Hayır dedi. Fakat bizler Resulullah (s.a.v.)
ile birlikte bulunduğumuz bir gece onu aramızda bulamayıverdik. Vadilerde, dağ
yollarında onu aradık. Cinler onu alıp götürdü ya da suikaste uğradı, dedik.
'Bir topluluk bir geceyi en kötü şekilde nasıl geçiriyorsa, biz de gecemizi
öyle geçirdik. Sabah olunca ansızın onun Hira taraflarından gelmekte olduğunu
gördük. Ey Allah'ın Rasülü dedik, seni göremedik, seni arayıp durduk, fakat
bulamadık. Bundan ötürü de bir top luluk bir geceyi en kötü şekilde nasıl
geçiriyor ise, biz de gecemizi öyle geçirdik şöyle buyurdu: "Cinlerin
davetçisİ bana geldi. Ben de onunla birlikte gittim, onlara Kur'an
okudum." Sonra bizi alıp götürdü, bize onların izlerini ve ateşlerinin
kalıntılarını gösterdi. Cinler ondan azık istemiştiler. Bunlar Cezire
cinlerinden idi, Peygamber şöyle buyurdu: "Elinize geçireceğiniz, üzerinde
Allah'ın adı anılmış herbir kemik üzerinde olabilecek kadarıyla et ile sizin
olacaktır. Herbir hayvan pisliği de sizin bineklerinizin yemi olacaktır.
-Rasulullah (s.a.v.) (bize) buyurdu ki: Bundan dolayı bu ikisi ile istinca
yapmayınız. Çünkü bunlar cinlerden kardeşlerinizin yiyeceğidir. "
İbnu'l-Arabı dedi ki:
İbn Mesud (bu hususu) İbn Abbas'tan daha iyi bilir. Çünkü İbn Mesud bu olaya
tanık olmuş, İbn Abbas ise bunu duymuştur. Elbetteki haber almak görmek gibi
değildir.
Bir diğer görüşe göre;
cinler Peygamber (s.a.v.)'a iki defa gelmişlerdir. Birincisinde Mekke'de idi,
bu da İbn Mesud'un sözünü ettiği olaydır. İkincisi ise Nahle'de olmuştur ki, bu
da İbn Abbas'ın sözünü ettiği olaydır. el-Beyhaki dedi ki: Abdullah b. Abbas'ın
naklettiği olay, cinlerin Peygamber (s.a.v.)'ın Kur'an okuyuşunu duydukları ve
durumunu öğrendikleri ilk zamanlara rastlar. Bu sırada peygamber onlara Kur'an
okumadığı gibi -İbn Abbas'ın da anlattığı gibi- onları görmedi, Daha sonraki
bir seferinde cinlerin davetçisi Peygamber (s.a.v.)'a geldi -Abdullah b.
Mesud'un anlattığı gibi- onunla birlikte gitti ve onlara Kur'an okudu.
Beyhaki dedi ki: Sahih
hadisler İbn Mesud'un cin gecesinde Peygamber (s.a.v.) ile birlikte olmadığına
ve onun Peygamber ile birlikte başkalarını da yanına alarak cinlerin ve
ateşlerinin izlerini göstermek üzere gittiği ne delalet etmektedir. (Beyhaki)
dedi ki: Bir başka yol da o gece İbn Mesud'un onunla birlikte olduğu da rivayet
edilmiştir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden el-Ahkaf Suresi'nde geçmiş
bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
İbn Mesud'dan rivayet
edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana cinlere
Kur'an-ı Kerim okumam emrolundu. Benimle birlikte kim gelir?"
Beraberindeki ashab seslerini çıkarmadı. İkinci defa, daha sonra üçüncü bir
defa sözlerini tekrarladı. Sonra Abdullah b. Mesud dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü!
Ben seninle birlikte gelirim. Abdullah b. Mesud, Peygamber ile birlikte yola
koyuldu. Nihayet Ebu Dub geçidi yakınlarında el-Hacun'a kadar geldiler.
Peygamber bana bir çizgi çizdi ve: "Bu çizgiyi aşarak daha ileriye
gitme!" dedi. Sonra el-Hacun'a gitti. Orada ayaklarını yukardan aşağıya
doğru taşların üzerine bırakan deve yavruları gibi birtakım varlıklar etrafında
toplandı. Kadınların deflerine vurdukları gibi deflerine vurarak yürüyorIardı.
Sonunda onu görmeme imkan kalmayacak şekilde etrafını sardılar. Ben ayağa
kalktım, eliyle bana; otur diye işaret etti. Kur'an okudu ve sesi gittikçe
yükseldi. Onlar da yere yapıştılar, nihayet onları göremez oldum. Bana dönüp geldiğinde:
"Bana gelmek mi istedin?" diye sordu. Ben: Evet ey Allah'ın Rasülü,
dedim. şöyle dedi: "Bunu yapamazdın (yapmamalıydın). Bunlar Kur'an'ı
dinlemek için gelmiş olan cinlerdir. Sonra da kavimlerine -uyarıp, korkutucular
olarak- geri döndüler. Benden azık istediler, ben onları kemik ve büyükbaş
hayvan dışkıları ile azıklandırdrm. Bundan dolayı sizden herhangi bir kimse
kemik ya da dışkı ile taharetlenmesin."
İkrime dedi ki: Bunlar
Musul taraflarındaki Cezire'de onikibin kişi idiler. Bir rivayette şöyle
denilmektedir: Peygamber (s.a.v.) benimle birlikte yola koyuldu. Nihayet
Avfoğulları bahçesi yakınındaki mescide geldiğimizde bana bir çizgi çizdi.
Onlardan birkaç kişi ona geldi, bizim arkadaşlarımız bunlar sanki Zut
(hindlerinden) birtakım adamlar gibi idi. Yüzleri de tıpkı bir çeşit çanağı
andırıyordu. Sen nesin? dediler. O: Ben Allah'ın peygamberiyim, diye, buyurdu.
Peki buna dair sana kim tanıklık eder, diye sordular. Peygamber: "Bu
ağaç" diye buyurdu. Sonra: "Eyağaç" dedi. Ağaç köklerini
sürükleyerek, ses çıkartarak geldi. Nihayet onun önünde dimdik durunca şöyle
dedi: "Sen neye şahitlik edersin." Ağaç: Senin Allah'ın Rasulü
olduğuna şahitlik ederim, dedi. Sonra da taşlar arasında ses çıkartarak,
köklerini sürükleyerek geri döndü ve eski haline geldi. Yine rivayet edildiğine
göre Peygamber (s.a.v.) işini bitirince başını İbn Mesud'un kucağına dayadı,
uyudu, sonra uyandığında: "Abdest almak için su var mı?" diye sordu.
İbn Mesud: Hayır, ancak yanımda nebiz bulunan bir matara var, dedi. Peygamber:
"Bu hurma ve sudan başka bir şey midir ki?" deyip, ondan abdest aldı.
3- Su ve Kendisi İle
İstinca Yapılabilenler:
Hicr Süresi'nde (22.
ayetin tefsirinde) suya dair açıklamalar ile etTevbe Süresi'nde (108. ayet, 4.
başlıkta) ne ile istinca yapılacağına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
4- Cinler Neden
Yaratılmışlardır?
İlim ehli, cinlerin
yaratıldıkları asılın ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
İsmail'in rivayetine göre, Hasan-ı Basri şöyle demiştir: Cinler İblis'in
çocuklarıdır, insanlar ise Adem'in çocuklarıdır. Bunlardan da, ötekilerinden de
mü'min olanlar da vardır, kafirler de vardır. İyilikleri karşılığında mükafat,
kötülükleri karşılığında ceza görecek olmaları ortak yanlarıdır. Her iki kesimden
de mü'min olanlar, Allah'ın velisidirler. Her iki kesimden kafir olan ise,
şeytandır.
ed-Dahhak, İbn Abbas'tan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Cinler "el-cann"ın çocuklarıdır.
Bunlar iman edebilirler. Aralarından mü'min olan da vardır, kafir olan da
vardır. Şeytanlar ise İblisin çocuklarıdır. Bunlar ancak İblis ile birlikte
ölürler.
Cinlerin mü'minlerinin
cennete girecekleri hususunda, asıl yaratılışları ile ilgili görüş
ayrılıklarına göre farklı görüşler vardır. Cinlerin İblisin soyundan değil de
"el-cann"ın soyundan geldiğini iddia edenler, cinler imanları
sebebiyle cennete girerler demişlerdir. Onlar İblisin soyundan gelirler,
diyenler ise bu hususta iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. Birinci görüş
el-Hasen'in görüşü olup, buna göre cennete gireceklerdir. İkinci görüş ise
Mücahid'in rivayeti olup, bunlar cehenneme girmeyecek olsalar dahi cennete
girmeyeceklerdir. Bunu da el-Maverdı nakletmektedir. onların cennete
gireceklerine dair açıklamalar er-Rahman Suresi'nde Yüce Allah'ın: "O
ikisinde de bunlardan evvel ne bir insanın, ne bir cinnin asla dokunmadığı,
gözlerini yanlız eşlerine dikmiş huriler vardır" (er-Rahman, 56) buyruğu
açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
5- Cinlerin Görülmeleri
ve Çeşitli Varlıklar Suretinde Ortaya Çıkmaları:
el-Beyhaki, rivayetinde
şöyle demektedir: Peygamberden azık istediler.
Bunlar Cezire
cinlerindendi. Peygamber: "Her kemik sizin için (azık)dır" demiştir.
Bu onların yemek yediklerine bir delildir. Doktor (tabib) ve filozofların kafir
olanlarından bir grub, cinleri inkar ederek şöyle demişlerdir:
Bunlar basit
varlıklardır, yemek yemeleri düşünülemez. Onlar bu sözleriyle Allah'a karşı
cüretkarlık etmekte ve iftirada bulunmaktadırlar, Kur'an ve sünnet onların bu
kanaatlerini reddetmektedir. Yaratılmışlar arasında basit, mürekkeb ve müzdevec
diye bir varlık yoktur. Bir ve tek sadece Yüce Allah'tır. O'nun dışındaki bütün
varlıklar ise mürekkeptir. Durumu ne olursa (O'ndan başka) olsun asla bir ve
tek diye bir varlık yoktur. Peygamber (s.a.v.)'ın melekleri gördüğü gibi,
cinleri de asıl suretlerinde görmesi akla aykırı ve imkansız bir şey değildir.
Cinler, bizlere çoğunlukla, yılan suretinde görünür. Muvatta'daki rivayete
göre, yeni evlenmiş bir adam, gündüzün orta saatlerinde ailesinin yanına dönmek
üzere Resulullah'dan (s.a.v.) izin istedi ... diyebir hadis nakledilmektedir.
Orada şöyle denilmektedir: Ansızın yatak üzerinde katlanmış büyükçe bir yılan
gördü. Mızrağı ile üzerine atıldı ve mızrağını ona sapladı. .. deyip, hadisin
geri kalan bölümünü zikretti.
Sahih'te de Peygamber
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Bu evlerde yaşayan
mahluklar vardır. Siz onlardan bir şey görecek olursanız üç defa onları
sakındırınız. Eğer giderse mesele yok, aksi takdirde onu öldürünüz çünkü o
kafirdir." Ayrıca Peygamber şöyle buyurdu: "Haydi gidin, arkadaşınızı
gömün."
Bu anlamdaki açıklamalar
ve ayrıca onları sakındırmaya dair bilgiler, daha önceden el-Bakara Süresi'nde
(36. ayet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Bazılarının kanaatine
göre de bu Medine'ye ait özel bir durumdur. Çünkü Sahih'de Peygamberin şöyle
buyurduğu zikredilmektedir: "Şüphesiz Medine'de İslama girmiş cinler
vardır. '' Bu da Medine'ye has bir lafızdır. O halde bu da Medine'ye ait özel
bir hükümdür.
Deriz ki: Bu, ayrıca
onun dışındaki evlerin de onun gibi olduğuna delildir. Çünkü bu hususa gerekçe
olarak Medine'nin hürmeti (saygınlığı) gösterilmemiştir ki, bu hüküm Medine'ye
has bir hüküm olsun. Buna gerekçe İslam olarak gösterilmiştir. Bu da Medine'nin
dışındaki şehirler hakkında da umumidir. Nitekim Peygamber (s.a.v.)
karşılaştığı cinlere dair haber verdiğinde: "Bunlar Cezire cinlerinden
idiler." diye buyurmuştur. Bu da apaçık bir ifade olup "ve evlerde
kalanların öldürülmesini yasakladı" buyruğu da bunu desteklemektedir.
Çünkü bu da umumi bir ifadedir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce el-Bakara
Süresi'nde (belirtilen yerde) geçmiş bulunmaktadır, tekrarlamanın bir anlamı
yoktur.
* * *
"Dediler ki:
Gerçekten bizi hayrete düşüren bir Kur'an dinledik" ifadelerinin,
fesahatinde (hayrete düşüren) demektir. Öğütlerinin belağatinde hayrete
düşüren, diye açıklandığı gibi, bereketinin büyüklüğünde hayrete düşüren,
benzersiz, aziz bir Kur'an diye de açıklanmıştır. "Hayrete düşüren"
ile pek büyük demek istedikleri de söylenmiştir.
"O doğruya götürüyor."
Yani işlerin doğrusuna iletiyor. Yüce Allah'ı bilip, tanımaya iletiyor, diye de
açıklanmıştır. Buradaki: "Doğruya götürüyor" lafzı sıfat
konumundadır. "Doğruya ileten" anlamındadır.
"Bundan ötürü biz
de ona iman ettik." Yani biz de onunla hidayet bulduk ve onun Allah
tarafından gönderilmiş olduğunu tasdik ettik.
"Rabbimize hiçbir
kimseyi asla ortak tutmayacağız." Asla İblise geri dönmeyecek, ona itaat
etmeyeceğiz. Çünkü gerekli haberi kendisine getirsinler diye onları gönderen o
idi. Sonra da cinler yalın alevli ateşlerle taşlanmaya ve kovalanmaya başlandı.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bizler, Allah ile birlikte başka bir ilah edinmeyiz. Çünkü tek başına rububiyet
yalnız O'nundur.
Bu buyruklar ile,
cinlerin Kur'an üzerinde iyiden iyiye düşünmekle elde ettiklerini Kureyş
müşriklerinin elde edemeyip, mahrum kalışları hususunda mü'minlerin hayret
etmesi gerektiğine de işaret edilmektedir,
Yüce Allah'ın:
"Cinlerden bir topluluk (beni) dinlediler" buyruğu da şu demektir: Onlar
Peygamber (s.a.v.)'i dinledi ve onun okuduğu sözün Allah'ın kelamı olduğunu
öğrendi, Dinlenilen şeyin sözkonusu edilmeyiş sebebi, durumun ne olduğuna
açıktan açığa delalet etmesinden dolayıdır.
"Nefer: Bir
topluluk" raht (üç ile dokuz arasındaki kişi) demektir. el-Halil dedi ki:
üç ile on arası demektir.
İsa es-Sakafi, "o
doğruya götürüyor" anlamındaki buyruğu (...) şeklinde "ra" ve
"şin" harflerini üstün olarak okumuştur.
"Doğrusu Rabbimizin
şanı çok yücedir" buyruğunda ve surenin tamamında oniki yerde geçen; (...)
lafzını Alkame, Yahya, el-A'meş, Hamza, elKisai, İbn Amir, Halef, Hafs ve
es-Sülemı nasb ile ("hemze"yi üstün olarak) okuyorlardı. Sözkonusu bu
lafızların geçtiği buyruklar şunlardır: "Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir."
(3. ayet), "Doğrusu bizim beyinsizimiz ... söylüyormuş." (4. ayet),
"Doğrusu biz ... sanmıştık." (5. ayet), "Gerçek şu ki ... bazı
kimseler. .. " (6. ayet), "Ve gerçekten onlar. .. sanmışlar."
(7. ayet), "Gerçekten biz göğe doğru yükselmek istedik." (8. ayet),
"Halbuki gerçekten biz ... oturuyor idik." (9, ayet), "Doğrusu
biz ... bilmiyoruz." (10. ayet),
"Gerçekten biz kimimiz salih kimseleriz ... " (11. ayet), "Şünu
da hiç şüphesiz bildik ki yeryüzünde Allah'ı asla aciz bırakamayız." (12.
ayet), "Gerçekten biz hidayeti işittiğimizde ... " (13. ayet) ve
"Gerçekten kimimiz müslümanlarız." (14. ayet)
Bu buyruklar başta
geçen; "Cinlerden bir topluluk (beni) dinledi" O. ayet) buyruğuna
atfedilmiştir. Bu buyrukta da (hemzenin) üstün ile okunmasından başka türlüsü
caiz değildir. Çünkü bu buyruk "vahyolundu" buyruğunun fail olan
ismidir. Ondan sonrası da ona atfedilmiştir.
"Biz de ona iman
ettik" buyruğundaki "he" (o) zamirine göre böyle okunduğu
söylenmiştir. Bu da; "Ve doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir"
anlamındadır. Mecrur bir zamir olmakla birlikte bunun caiz oluş sebebi;
"Doğrusu" ile birlikte kullanılması gereken cer harfinin çokluğundan
ötürüdür.
"Biz Rabbimizin
şanının çok Yüce olduğunu da tasdik ettik" anlamında olduğu da
söylenmiştir.
Diğerleri ise bütün bunları
("hemze"yi) kesreli okumuşlardır, doğrusu da budur. Ayrıca Ebu Ubeyd
ile Ebu Hatim de Yüce Allah'ın: "Ve dediler ki gerçekten biz ...
dinledik" buyruğuna atıf ile bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Çünkü bütün bu
sözler, cinlerin sözlerindendir. (Ve Arapçada söylenen sözlerin başına
"elif", "nun" geldiği takdirde "hemze"si kesreli
okunur.)
Ebu Cafer ve Şeybe ise
üç yerde üstün ile okumuşlardır. Bunlar da Yüce Allah'ın: "Doğrusu
Rabbimizin şanı çok yücedir." (3. ayet), "Doğrusu ...
söylüyormuş" (4. ayet) ile "Bir gerçek de şu ki; insanlardan bazı
kimseler. .. " (6. ayet) buyruklarıdır. Derler ki: Bunları bu şekilde
okuyuşumuzun sebebi, bunların vahyedilen şeylerden olmasıdır. Her ikisi geri
kalan buyruklarda ise (hemzeyi) kesreli okumuşlardır. Çünkü bunlar da cinlerin
söyledikleri sözlerdendir.
Yüce Allah'ın: "Şu
da bir gerçek ki Allah'ın kulu ... kalktığı zaman" (19. ayet) buyruğunda
geçen; ''Şu da bir gerçek ki" buyruğunu hepsi hemze'yi fetha ile
okumuşlardır. Ancak Nafi', Şeybe, Zir b. Hubeyş, Ebu Bekir ve Asım'dan
el-Mufaddal bunu hep kesreli okumuşlardır.
"Bana şu
vahyolundu. Cinlerden bir topluluk beni dinledi." (1. ayet), "Eğer
onlar o yol üzere dosdoğru gitseler." (16. ayet), "Şüphesiz ki
mescidler de Allah'a mahsustur." (18. ayet) ile "Gereği gibi tebliğ
ettiklerini ortaya çıkarsın." (28. ayet) buyruklarında yer alan hemzelerin
fethalı okunduğunda görüş ayrılığı olmadığı gibi; "kavl: demek,
söylemek"den sonra gelmesi halinde kesreli okunduğunda da görüş ayrılığı
yoktur. Yüce Allah'ın: "Ve dediler ki: Gerçekten biz ... dinledik."
(1. ayet), "Dedi ki: Ben ancak Rabbime ibadet ederim." (20. ayet),
"De ki: ... bilmiyorum." (25. ayet), "De ki: Şüphesiz ben ...
sahib değilim." (21. ayet) buyruklarında olduğu gibi. Hep kesreli
okunacaklarında görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Yine ceza (şartın
cevabının başına gelen) "fe"den sonra gelenlerin de kesreli
okunacağında görüş ayrılığı yoktur. Yüce Allah'ın: "Hiç şüphesiz onun için
cehennem ateşi vardır" (23. ayet) ile "Çünkü O, onun önünden ve
ardından koruyucular gönderir" (27. ayet) buyruklarında olduğu gibi. Çünkü
bu gibi hallerde de mübteda durumundadır.
Yüce Allah'ın:
"Doğrusu Rabbimizin Şanı çok Yücedir" buyruğundaki; (...): Şan"
sözlükte azamet ve celal demektir. Enes'in sözü olan: "Kişi Bakara ve AI-i
İmran sürelerini ezberledi mi, bizim gözümüzde büyür ve üstün görünürdü"
sözlerinde de bu anlamda kullanılmıştır. Buna göre "Rabbimizin şanı"
O'nun azamet ve celali demektir. Bu açıklamayı İkrime, Mücahid ve Katade
yapmıştır. Yine Mücahid'den "O'nun zikri" diye açıkladığı da rivayet
edilmiştir.
Enes b. Malik, el-Hasen
ve yine İkrime: O'nun muhtaç olmayışı (ganiliği) diye açıklamışlardır. O
bakımdan kişinin sahib olduğu payı anlatmak üzere bu lafzın kullanılması,
buradan gelmektedir. "Pek büyük pay sahibi adam" demektir. Hadiste
de: ''Varlıklının sahib olduğu varlığının sana karşı bir faydası olmaz"
diye kullanılmıştır.
Ebu Ubeyde ve el-Halil:
Zenginlik sahibinin zenginliğinin sana karşı bir faydası olmaz. Ona ancak
itaatinin faydası olur demektir, diye açıklamışlardır.
İbn Abbas, bu lafzı;
O'nun kudreti diye açıklarken ed-Dahhak O'nun fiili diye açıklamıştır.
el-Kurazi ve yine ed-Dahhak: Kulları üzerindeki lütuf ve nimetleri diye açıklamıştır.
Ebu Ubeyde ve el-Ahfeş, mülkü, saltanat ve egemenliği, es-Süddı: O'nun emri
diye açıklamışlardır.
Said b. Cübeyr:
"Doğrusu Rabbimizin şanı ne yücedir!" buyruğu Rabbimiz ne yücedir
anlamındadır, demiştir.
Bir diğer açıklamaya
göre, onlar bu sözleriyle babanın babası demek olan ceddi (dedeyi)
kastetmişlerdir. O takdirde bu, cinlerin söyledikleri sözlerden, olur. Muhammed
b. Ali b. el-Huseyn ile onun oğlu Cafer es-Sadık ve er-Rabi şöyle demişlerdir:
Yüce Allah'ın asla ceddi olmaz. Cinler cahilliklerinden ötürü böyle
demişlerdir. Bundan dolayı da bu sözleri sebebiyle sorgulanmamışlardır.
el-Kuşeyri dedi ki: Yüce
Allah hakkında "ced" lafzının kullanılması caizdir. Çünkü caiz
olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de zikredilmezdi. Şu kadar var ki, bu lafız yanlış bir
manayı da çağrıştırabileceğinden ondan uzak kalmak daha uygundur.
İkrime bu lafzı şaka ve
ciddiyetsizliğin zıt anlamı "cim" harfi kesreli olarak; (...) diye
okumuştur. Aynı şekilde Ebu Hayve ile Muhammed b. es-Semeyka da böyle
okumuşlardır. Yine İbn es-Semeyka'dan ve Ebu'l-Eşheb'den; (...) diye okudukları
da rivayet edilmiştir ki; bu da fayda vermek ve fayda sağlamak anlamındadır.
(Rabbimizin verdiği fayda ne yücedir, demek olur). Yine İkrime tenvinli olarak;
(...) diye okumuş, "Rabbimiz" anlamındaki lafzı da (...) ile ref'
olmuş merfu olarak okumuştur. (...) ise temyiz olarak nasbedilmiştir.
Yine ikrime'den; (...)
lafzını tenvin ve merfu olarak; ''Rabbimiz" lafzını da; ''Rabbimizin şanı
pek yücedir!" takdiri ile ref' Ile okumuştur. Burada ikinci
"şan" anlamındaki kelime birincisinden bedeldir. Bu hazfedildikten
sonra muzafu'n-ileyh onun yerine ikame edilmiş (ve böylelikle merfu
okunmuş)dur.
Ayetin anlamı şudur:
Rabbimiz, kendileriyle ünsiyet bulsun ve onlara ihtiyacından ötürü eş ve evlat edinmekten
pek yücedir. Çünkü gerçek Rab, eş ve benzeri bulunmaktan Yüce ve münezzehtir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN