MEARİC 1 / 4 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ سَأَلَ
سَائِلٌ
بِعَذَابٍ
وَاقِعٍ {1}
لِّلْكَافِرينَ
لَيْسَ لَهُ
دَافِعٌ {2}
مِّنَ اللَّهِ
ذِي
الْمَعَارِجِ
{3} تَعْرُجُ
الْمَلَائِكَةُ
وَالرُّوحُ
إِلَيْهِ
فِي يَوْمٍ كَانَ
مِقْدَارُهُ
خَمْسِينَ
أَلْفَ سَنَةٍ
{4} |
1.
İsteyen biri inecek azabı istedi.
2. O
kafirler içindir; onu önleyebilecek yoktur.
3. O,
üstün ve Yüce dereceler sahibi Allah'tandır.
4.
Melekler de, Ruh da oraya miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir.
"İsteyen biri
inecek azabı istedi" buyruğundaki: "İsteyen biri istedi"
buyruğunu Nafi' ve İbn Amir hemzesiz olarak: (...) diye okumuşlardır. Hemzeli
okuyanların okuyuşuna göre; "İstemek, sormak "dan gelir.
"Azab" kelimesinin başındaki "be" harfinin zaid olması da
mümkündür. " ... den, dan; hakkında" anlamında olması da mümkündür.
"İstemek" dua etmek anlamındadır. Buna göre, bir kimse bir azabı dua
ederek istedi demek olur. Bu açıklama İbn Abbas ve başkalarından rivayet
edilmiştir.
"Filana veyl ile
beddua etti" ve; "Filana azab gelmesi için beddua etti" denilir.
Yine; ''Zeyd'i davet ettim" yani onun huzura getirilmesinin yollarını
aradım, denilir.
Buna göre bir kimse
kafirlerin başına getirilecek bir azabın gelmesini istedi. Bu azab, kıyamet
gününde kaçınılmaz olarak onları bulacaktır. Bu açıklamaya göre ise
"be" fazladan gelmiştir. Yüce Allah'ın: "Yağ veren"
(Mu'minün, 20) buyruğu ile: ''O kuru hurma ağacını kendine doğru salla ...
" (Meryem, 25) buyruklarında olduğu gibi. Buna göre 'bu harf tekid için
gelmiştir. İsteyen biri, meydana gelecek bir azabı istedi, demektir.
"O kafirler
içindir." Kafirler üzerine (inecektir), demektir. Bu kişi en-Nadr b.
el-Haris'dir. O şöyle demişti: "Ey Allah! Eğer bu Senin katından gelen
hakkın kendisi ise durma, bizim üzerimize gökten taş yağdır. Yahut bize acıklı
bir azab gönder." (el-Enfal, 32) Onun bu istediği gelmişti. Bedir günü o
ile Ukbe b. Ebi Muayt esir alındıktan sonra öldürülmüşlerdi. Bunu İbn Abbas ve
Mücahid söylemiştir.
Burada azabın gelmesini
isteyenin el-Haris b. Numan el-Fihri olduğu da söylenmiştir.. Şöyle ki; o
Peygamber (s.a.v.)'ın Ali (r.a.) hakkında: "Ben her kimin mevlası isem
(dostu ve yakını isem) Ali de onun mevlası (dostu ve yakını)dır." dediğini
haber alınca, devesine binerek geldi ve el-Ebtah denilen yerde devesini
çöktürdükten sonra; ey Muhammed dedi, sen bize Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına, senin Allah'ın Rasülü olduğuna şahitlik etmemizi emrettin, senin bu
emrini kabul ettik. Beş vakit namaz kılmamızı emrettin, senin bu emri nide
kabul ettik. Mallarımızın zekatını vermemizi emrettin, bu emrini de kabul
ettik. Her sene ramazan ayında oruç tutmamızı emrettin, bunu da kabul ettik.
Hac etmemizi emrettin, bunu da kabul ettik. Sonra bununla da yetinmeyerek bu
sefer amcanın oğlunu bizden üstün kıldın. Bu senin bizzat kendinin yaptığı bir
iş mi, yoksa Allah'tan gelen bir şey mi? Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki; bu ancak Allah'tan
gelen bir iştir."
el-Haris: Allah'ım, eğer
Muhammed'in dediği gerçek ise Sen üzerimize ya semadan bir taş yağdır yahut
bize çok acıklı bir azabı getir, diyerek geri dönüp gitti. Allah'a yemin
ederim, henüz daha devesine varmadan Allah onun üzerine bir taş attı, bu taş
beyninin üzerine düştü, dubüründen çıktı ve onu öldürdü. Bunun üzerine de:
"İsteyen biri inecek azabı istedi" ayeti nazil oldu.
İsteyen kişinin Ebu
Cehil olduğu ve bu sözleri onun söylediği de söylenmiştir. Bu da er-Rabi'in
görüşüdür.
Bu sözlerin Kureyş
kafirlerinden bir topluluk tarafından söylendiği de söylenmiştir.
Bir görüşe göre;
kafirlerin üzerine azabın inmesini dileyen kişi Nuh (a.s)'dır.
Bir başka görüşe göre bu
kişi Resulullah (s.a.v.)'dır, O, ilahi azabın indirilmesi için dua etti ve
Allah'ın bunu kafirlerin başına getirmesini istedi. Halbuki bu azab kaçınılmaz
olarak onları gelip bulacak bir şeydi, Bu sözler Yüce Allah'ın: "O halde
sen güzel bir sabır ile sabret!" (el-Mearic, 5) buyruğuna kadar devam
etmektedir. Yani sen acele etme, çünkü o pek yakındır.
Şayet "be"
harfi; ''den, dan, hakkında" anlamında ise -ki bu Katade'nin görüşüdür-
sanki bir kimse azabın kimin başına ineceğine ya da ne zaman olacağına dair
soru sormuş gibi bir anlam ifade eder. Yüce Allah: "Sen bunu bir bilene
sor?" (el-Furkan, 59) buyruğundaki: ''Bunu" buyruğu; "Onun
hakkında, ona dair", sor" anlamındadır, Alkame de şöyle demiştir:
"Eğer sizler bana kadınlara dair soracak olursanız, şüphesiz ki ben
Kadınların hastalıklarını çok ıyi bilen bir doktorum,"
Görüldüğü gibi
("be" edat! ile) burada: "Kadınlar hakkında, kadınlara
dair" anlamındadır, Nitekim; "biz filana dair soru sormak için
çıktık" denilirken, (...) denilebileceği gibi; (son kelimenin yerine);
(...) da denilebilir, Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Onlar azab kimin
başına gelecektir ve kime olacaktır? diye sordular. Yüce Allah da: "O,
kafirler içindir" diye buyurdu,
Ebu Ali ve başkaları
şöyle demiştir: Eğer bu: ''İstemek" kökünden geliyor ise bunun asıl
itibariyle iki mefule geçiş yapması gerekir. Bununla birlikte tek bir meful ile
yetinmesi de mümkün olur. Eğer tek bir meful ile yetinecek olursa, bu tek
mefule de cer harfi ile geçiş yapması caiz olur. Buna göre ifadenin takdiri
şöyle olur: Bir kimse Peygamber (s.a.v.)'e yahutta müslümanlara bir azabı yahut
bir azaba dair soru sordu.
Bunu hemzesiz
okuyanların okuyuşu da iki türlü açıklanabilir: Birincisine göre bu;
"Sormak, istemek" kelimesinin bir söyleyişidir ve bu Kureyş
şivesidir. Araplar da: ''İstedi, ister, sordu, sorar" diye kullanırlar.
Tıpkı: "Nail oldu, nail olur" ve: "Korktu, korkar" gibi
kullanırlar.
İkinci açıklamaya göre
bu "seyelan"den gelen bir şekil olabilir. Bunu da İbn Abbas'ın:
"Bir sel aktı" şeklindeki kıraati desteklemektedir.
Abdurrahman b. Zeyd dedi
ki: Adı "Sail" olan cehennem vadilerinden bir vadi (sel dolup) aktı.
Bu Zeyd b. Sabit'in de görüşüdür.
es-Salebi dedi ki:
Birinci görüş daha güzeldir. Nitekim el-A'şa hemzeyi hafifleterek (yani harf-i
med gibi okuyarak) şöyle demiştir: "Benden (kendilerini) boşamamı
istediler, çünkü gördüler Malımın azaldığını. Hem siz, bu işi tepkiyle
karşılayarak bana geldiniz."
es-Sıhah'ta şöyle
denilmektedir: el-Ahfeş dedi ki: "Çıkıp filana dair soru sorduk"
anlamında, (...) denildiği gibi; (...) da denilebilir. Bazen bu fiilin hemzesi
hafifletilerek okunur (...): Sordu, sorar" denilir. şair de şöyle
demiştir: "Ve öldürülmek için kendisine yetişilmiş ölüm emareleri kendisini
bürüyen bir kişi ki İç çamaşırının kendisine lutfedilmesini istedi. (Çünkü) o
etek traşı olmamıştı."
el-Mehdevi dedi ki:
"İstedi" anlamındaki lafzı; (...) diye "hemze"siz
okuyanların kıraatine göre; "hemze"yi "elif"e dönüştürmek
suretiyle hafifleterek okumuş olmaları mümkündür. Bu ise kıyasa uygun olmayan
bir ibdaldir. Diğer taraftan elif'in: ''Sordum, sorarım" fiilini;
''Korktum, korkarım" gibi kullananların kullanımına göre
"vav"dan "elif"e kalbolmuş olması da mümkündür.
en-Nehhas dedi ki:
Sibeveyh: "Sordum, sorarını" fiilinin: "Korktum, korkarım"
gibi ve bunun (hemzeli şekli olan): "Sordum" anlamında kullanıldığını
nakletmekte ve şu beyiti zikretmektedir: "Huzeyl, Rasulullah'dan çok
çirkin bir istekte bulundu, Bu isteği sebebiyle Huzeyl sapıttı ve isabet
etmedi,"
"O ikisinin biri
diğerine soruyor" denilir.
el-Mehdevi dedi ki:
Bunun "ye"den bedel olması yani: "Aktı, akar" fiilinden
gelmiş olması da mümkündür. O takdirde: ''Sayil (mealde hemzeli okuyuşa göre:
isteyen biri) cehennemdeki bir vadi" olur. Bu durumda birinci görüşe göre
bu lafzın hemzesi aslidir, ikinci görüşe göre "vav"dan bedeldir,
üçüncü görüşe de "ye"den bedeldir.
el-Kuşeyrı dedi ki:
"İsteyen biri" lafzı hemzelidir. Çünkü eğer bu lafız: "İstedi,
sordu" hemzeli fiilinden gelmekte ise hemzelidir. Eğer hemzesiz bir
fiilden gelmişse yine hemzelidir. Tıpkı: ''Söyleyen" ve ''Korkan"
şekillerinde olduğu gibi, Çünkü "ayn" (fiilin yalın halinin ikinci
harfi) bu fiilde illetli harf olduğu gibi, ism-i failde de illetli harf olmuştur.
başka kelime ile karışma korkusu dolayısıyla bu illetli harf te harf hazfi
yoluna gidilmemiştir. Ondan dolayı bu harf. hemzeye kalbedilmiştir. Bu durumda
hemze'yi hemze ile "ye" arasında olacak şekilde tahfif ile (şeddesiz)
okumak da mümkündür.
"inecek" yani
kafirlerin başına inecek,
Yüce Allah, bu azabın
"dereceler sahibi" Allah'tan geleceğini de beyan etmektedir, el-Hasen
dedi ki: Yüce Allah: "isteyen biri inecek azabı istedi" buyruğunu
indirince, o kimin içindir diye soruldu, Yüce Allah "kafirler
içindir" diye buyurdu, Buna göre "kafirler" lafzının başına
gelen (ve "için" anlamını veren): "lam" harfi
"inecek" anlamındaki lafza taalluk etmektedir.
el-Ferra dedi ki:
Buyruk, kafirler için vaki olacak bir azabı (biri istedi) takdirindedir. Buna
göre "inecek" lafzı "azab"ın sıfatıdır. "Lam"
harfi de "azab" için getirilmiş olmaktadır. "inecek" için
getirilmiş değildir. Yani bu azab, ahirette kafirler içindir ve kimse bu azabı
onlardan uzaklaştıramayacaktır.
Buradaki
"Iam"ın: ''üzerine" anlamında olduğu da söylenmiştir ki mana:
''Kafirler üzerine inecek ... " demek olur. Ubeyy'in kıraatinin böyle
olduğu rivayet edilmiştir.
" ... den,
dan" anlamında olduğu da söylenmiştir.
Yani: ''Allah'tan
gelecek (olan bu azabı) kafirlerden uzaklaştıracak yoktur" demek olur.
Yani bu azab "Mearic" sahibi Allah tarafındandır.
"Mearic"
yükseklik, faziletli dereceler ve nimetler demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve
Katade yapmıştır. Buna göre "Mearic" O'nun yarattıklarına ihsan
ettiği nimetlerin mertebelerini ifade eder.
Azamet ve yükseklik
sahibi anlamına geldiği de söylenmiştir. Mücahid dedi ki: Bunlar semanın
dereceleridir. Meleklerin çıktığı dereceler (basamaklar) olduğu da
söylenmiştir. Çünkü melekler semaya yükselirler. O bakımdan Yüce Allah, kendi
zatını bununla nitelendirmiş olmaktadır.
"Mearic"in
yüksek odalar, köşkler anlamına geldiği de söylenmiştir ki; O yüksek köşklerin
sahibidir, demek olur. Bu da; o cennette dostlarına yüksek köşkler yaratmıştır,
demek olur.
Abdullah (b. Mesud):
"üstün ve Yüce dereceler sahibi" anlamındaki lafzı "ye"
ilave ederek: (...) diye okumuştur. "Bir derece, mirac" denilir.
Çoğuıları; (...) diye gelir. "Anahtar"ın çoğullinun; (...) diye
gelmesi gibi.
"Mearic"
dereceler demektir. Yüce Allah'ın: "Üzerlerine çıkacakları merdivenleri
... " (ez-Zuhruf, 33) buyruğunda da bu kabildendir.
"Melekler de, Ruh
da ... yükselir." Yani Yüce Allah'ın kendileri için takdir etmiş olduğu, o
yüksek dereceler üzerinde yükselirler. İbn Mesud, arkadaşları, es-Sülem! ve
el-Kisai ("te" harfi yerine) "ye" ile çoğul kastederek;
(...) diye okumuşlardır. Bunun diğer sebebi ise onun: "Melekler"
lafzını müzekker kabul ediniz, müennes olarak değerlendirmeyiniz, demiş
olmasıdır. Diğerleri ise yine çoğul kastı ile "te" ile okumuşlardır.
"Ruh" Cebrail
(a.s)'dır. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmış olup delili. Yüce Allah'ın: "Onu
Ruhu'l-Emin indirdi" (Şuara, 193) buyruğudur.
Bunun yaratılış
itibariyle pek azametli bir başka melek olduğu da söylenmiştir. Ebu Salih de
şöyle demiştir: Bu yaratılış itibariyle insanlar gibi olmaklabirlikte, insan
olmayan, Allah'ın yarattıklarından bir yaratıktır. Kabisa b. Züeyb dedi ki: Bu
ölenin kabzolunduğu vakitki ruhudur.
"Oraya" yani
yerleri olan o mekana -ki o da semadır.- Çünkü sema Yüce Allah'ın lütuf ve
ihsanlarının mekanıdır. Bunun İbrahim (a.s)'ıo söylediği: "Ben Rabbime
gidiciyim" (es-Saffat, 99) sözüne benzediği de söylenmiştir. Bu da
Allah'ın bana emrettiği yere gidiyorum, demektir. Buradaki "oraya"
buyruğunun Arş'ına anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Miktarı ellibin
yıl olan bir günde" buyruğu hakkında Vehb, el-Kelbi ve Muhammed b. İshak
şöyle demişlerdir: Yani meleklerin kendi yerleri olan o mekana yükselmeleri
başkalarına göre eğer yükselecek olsalardı, ellibin yıllık olan bir sürede
gerçekleşir. Yine Vehb dedi ki: Yerin en altı ile Arş'a kadar olan mesafe,
ellibin yıllık bir yoldur. Mücahid'in görüşü de böyledir.
Bu ayet-i kerime ile
Secde Suresi'nde yer alan: "Sonra miktarı sizin saymanıza göre bin yıl
olan bir günde" (Secde, 5) buyruklarını birbiri ile telif ederek şöyle
demektedir: "Miktarı ellibin yıl olan bir günde" buyruğu emrinin
vardığı son yer olan yerlerin en altından, semavatın en yukarısına kadarki
mesafe ellibin yıldır. Buna karşılık Yüce Allah'ın Secde Suresi'nde yer alan
"miktarı bin yıl olan bir günde" buyruğu ile kastettiği ilahi emrin
dünya semasından yere inmesi, yerden semaya çıkması ise, bin yıllık bir günde
gerçekleştiğidir. Çünkü sema ile yer arasındaki mesafe beşyüz yıldır.
Yine Mücahid'den ve
el-Hakem ile İkrime'den şöyle dedikleri zikredilmektedir: Bu, dünya ömrünün
süresidir. Yaratıldığı ilk günden itibaren geriye kalan son vakte kadarki süre
ellibin yıldır. Yüce Allah'tan başka kimse ne kadar geçtiğini ve ne kadar
kaldığını bilemez.
Maksadın kıyamet günü
olduğu da söylenmiştir. Yani o günde hüküm süresi, eğer yaratılmış bir varlık
onu üstlenecek olursa, ellibin yıllık bir süredir. Bunu da İkrime söylediği
gibi, el-Kelbi ve Muhammed b. Ka'b da böyle demişlerdir. Yüce Allah: Ben bu işi
bir saatte (bir anda) bitiririm, diye buyurmaktadır.
el-Hasen dedi ki: Bu
kıyamet günüdür; fakat kıyamet gününün bitmesi sözkonusu değildir. O halde
maksat, onların hesab için duracakları süredir. Bu da dünya senelerinden
ellibin yıldır. Bundan sonra ise iki yurdun sakinleri (cennetliklerle
cehennemlikler) yurtlarında yerleşeceklerdir.
Yeman dedi ki: Bu,
kıyamet günüdür. Bunda herbirisi bin yıllık bir süre olan elli ayrı konum
olacaktır.
İbn Abbas dedi ki: Bu
kıyamet günüdür. Allah, bunu kafirlere göre ellibin yıl kadar uzatmıştır. Ondan
sonra da ebediyyen kalmak üzere cehenneme gireceklerdir.
Derim ki: -İnşaAllah-
bu, ayet-i kerime hakkında ileri sürülmüş en güzel görüştür. Buna delil de
Kasım b. Esbağ'ın rivayet ettiği Ebu Said el-Hudrı'nin şöyle dediğini
belirttiği hadistir: Rasülullah (s.a.v.): "Miktarı ellibin yıl olan bir
senede" diye buyurdu. Ben: Bu ne kadar da uzun bir süredir, dedim, Bu
sefer Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Nefsim elinde olana yemin ederim
ki; o gün mü'mine öyle hafifletilecek ki onun için dünya hayatında kılmış
olduğu farz bir namazdan daha çabuk geçecektir."
en-Nehhas bu görüşün
doğruluğuna Süheyl'in babasından, onun Ebu Hureyre'den, onun da Peygamber
(s.a.v.)'den rivayet ettiği Peygamber Efendimizin şu sözünü delil
göstermektedir: "Malının zekatını ödemeyen herkese mutlaka malı kendisine
ateşten büyük ve erkek bir yılan haline getirilir. Onunla alnı, sırtı ve
böğürleri miktarı ellibin yıl olan bir günde -yüce Allah insanlar arasında
hüküm verinceye kadar- dağlanacaktır."
(en-Nehhas) dedi ki:
işte bu da bugünün kıyamet günü olduğuna delil teşkil etmektedir.
İbrahim et-Teymı dedi
ki: Bugünün mü'mine göre süresi ancak öğle ile ikindi arası kadardır. Bu
anlamdaki rivayet, merfu olarak Muaz (r.a) yoluyla gelen hadiste de belirtilmiştir.
Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah sizleri iki
namaz arasındaki vakit kadarlık bir sürede hesaba çekecektir. Bundan dolayı o
kendisini "hesabı pek süratli olan ve hesaba çekenlerin en süratlisi"
diye adlandırmıştır. "Bunu el-Maverdı zikretmektedir.
Bu işin yarım günde
bitirileceği de söylenmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "O
günde cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlenecekleri yer çok
güzeldir." (el-Furkan, 24) İşte bu, bunun yaratılmışların kavrayış
miktarlarına göre (olacağına) delildir, yoksa hiçbir hal ve durum onu bir başka
durumla uğraşmaktan alıkoymaz. Nasıl ki onların hepsini aynı anda
rızıklandırıyor ise, aynı şekilde onları bir anda hesaba çekecektir. Yüce
Allah: "Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra diriltilmeniz ancak bir can
gibidir. (Lokman, 28) diye buyurmaktadır.
Yine İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre; kendisine bu ayet-i kerime ile Yüce Allah'ın: "Miktarı bin
yıl olan bir günde" buyruğu hakkında sorulunca şu cevabı vermiş: Bunlar
Yüce Allah'ın miktarını belirttiği günlerdir. Bunların nasıl olacağını en iyi
bilen O'dur. Bu günler hakkında bilmediğim bir şeyi söylemek hoşuma gitmez.
Ellibin yılın sözkonusu
edilmesinin temsilı bir anlam ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre; bu,
hesab için durulacak sürenin uzunluğunu ve insanların bu süre zarfında
çekecekleri sıkıntıları tanıtmakdır. Araplar zorlu ve sıkıntılı günleri
uzunlukla, sevinç günlerini de kısalıkla nitelendirirler. şair şöyle
demektedir: "Ve bir gün ki; mızrak gölgesi kadar kısalttı uzunluğunu bizim
için Kırbanın kanı (şarab) ile atların seslerinin yankılanması."
ifadede takdim ve tehir
olduğu da söylenmiştir. Anlamı şöyledir: İsteyen biri inecek azabı istedi. O
(azab) kafirler içindir. Allah'tan gelecek olan bu azabı kimse önleyemez. (Bu
azab) meleklerin ve ruhun kendisine yükseldiği miktarı ellibin yıl olan bir
günde (olacaktır).
İşte bu da bizim tercih
ettiğimiz görüşün manasını ifade etmektedir. Başarı Allah'tandır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN