ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HAKKA

19

/

34

فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ {19} إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيهْ {20} فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ {21} فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ {22} قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ {23} كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئاً بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ {24} وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ {25} وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ {26} يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ {27} مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ {28} هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ {29} خُذُوهُ فَغُلُّوهُ {30} ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ {31} ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعاً فَاسْلُكُوهُ {32} إِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ {33} وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ {34}

 

19. Kitabı sağdan verilmiş olana gelince; der ki: "İşte alın, okuyun kitabımı;

20. "Ben zaten hesabıma gerçekten kavuşacağımı biliyordum."

21. Artık o hoşnud kalınan bir yaşayış içindedir:

22. Yüksek bir cennette,

23. Devşirilecek meyveleri yakındır.

24. Geçmiş günlerde peşinen işledikleriniz sebebi ile afiyetle yeyin, için.

25. Kitabı sol tarafından verilen kimseye gelince; o da der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi.

26. "Ve keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.

27. "Keşke bu (iş) bitmiş olsa idi.

28. "(Çünkü) malımın bana faydası olmadı.

29. "Saltanatım da beni bırakıp gitti. "

30. "Yakalayın onu ellerini de boynuna bağlayın onun.

31. "Sonra cehenneme ulaştırın onu.

32. "Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun.

33. "Çünkü o azametli Allah'a iman etmezdi.

34. "Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi. "

 

"Kitabı sağdan verilmiş olana gelince" buyruğunda sözü edilen kitabın sağdan verilmesi, kurtuluşa bir delildir. İbn Abbas dedi ki: Bu ümmet arasından kitabı sağından verilecek ilk kişi -güneş ışığı gibi bir ışığı olduğu halde Ömer b. el-Hattab olacaktır. Ona: Peki Ebu Bekir nerede kaldı? diye sorulunca, Heyhat heyhat dedi. Melekler onu cennete götürmüş olacaklardır. Bunu Zeyd b. Sabit yoluyla gelen Peygamber (s.a.v.)'e ulaşan (merfu) bir hadis olarak lafzıyla ve manasıyla "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a hamdolsun.

 

"Der ki: İşte alın okuyun kitabımı!" Bunu İslam'a güvenerek ve kurtuluşuna sevinerek söyleyecektir. Araplara göre "yemın: sağ" sevincin delilleri arasındadır. Şim al (sol) ise kederin delillerindendir. şair şöyle demektedir: "Açıkça söyle bana. Sen beni sağ elinde mi tutuyorsun, De ki; sevineyim; yoksa beni soluna mı aldın?"

 

"İşte alın" gelin, demektir. Mukatil de gelin, toplanın diye açıklamıştır. Alın anlamında olduğu da söylenmiştir. Faize dair haberde (hadiste) geçen: "Ancak al ve al demesi müstesnadır." İfadesi, birinin diğerine, al demesi müstesnadır, anlamındadır.

 

İbnu's-Sikkit ile el-Kisai şöyle demektedir: Araplar bir kişiye: "Ey adam gel. oku!" İki kişiye: "Ey iki kişi gelin!" üç kişiye: ''Ey adamlar gelin!" Kadına hemzeyi kesreli olarak: (...) derler. Tesniye olursa (...), çoğu! olursa (...) derler. (Çoğul erkekler için) bunun aslı ise (...) şeklinde olup, "kef" yerine "hemze" getirilmiştir. Bu açıklamayı el-Kuteybi yapmıştır.

 

Bir diğer görüşe göre; "İşte alın!" lafzı sevinç ve huzurlu zamanlarda çağıran kimseye cevap vermek için öngörülmüştür. Rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.v.)'e bedevi bir Arap yüksek bir sesle seslenmiş, Peygamber (s.a.v.) da sesini uzatarak ''İşte buradayım" diye cevap vermiştir.

 

''Kitabımı" lafzı Küfelilere göre "işte alın!" anlamındaki lafız ile nasbedilmiştir. Basralılara göre ise; "okuyun'" buyruğu ile nasbedilmiştir. Çünkü iki amilden daha yakın olanı budur. Aslı ise; "Kitabımı" şeklinde olup, "he" harfi "ye"nin üzerindeki fethanın açıkça telaffuzu için getirilmiştir. "He" aslında vakıf içindir. Aynı şekilde bunun benzeri olan; ''Hesabıma, malımın, saltanatını" lafızları da bu şekildedir. Yine el-Karia Süresi'nde "O nedir?" (el-Karia, 10) buyruğunda da böyledir.

 

Bu genel olarak hepsinde hem vakıf, hem vasıl hallerinde "he" ile okunmuştur. Çünkü bu kelimeler mushafta "he" ile yazılmıştır, o bakımdan okunuşları terkedilmez.

Ebu Ubeyd ise bir taraftan sekt (susma) halinde kelimenin sonunda "he "yi getirmek bakımından lugare, diğer taraftan da hat'a (mushafın yazılışına) uygun olsun diye özellikle vakıf yapmaya dikkat etmeyi tercih etmiştir.

 

İbn Muhaysın, Mücahid, Humeyd ve Yakub ise hepsinde vasıl halinde "he" harfini hazfederek, vakıf halinde ise isbat ederek okumuşlardır. Hamza onlara: ''Malımın, saltanatım" lafızlarında ve el-Karia'daki: "O nedir" kelimesinde onlara muvafakat etmiştir. Bu şekildeki kelimelerin tamamı yedi tanedir.

 

Ebu Hatim ise -lugate uymak suretiyle- Yakub ve onunla birlikte olanların kıraatini tercih etmiştir. Vasıl halinde "he ile okuyanlar da vakıf niyeti ile böyle okurlar.

 

"Ben zaten ... gerçekten ... biliyordum." İbn Abbas ve başkalarından nakledildiğine göre (lafzan: "zannediyordum" anlamındaki kelime) kesinlikle inanıyordum ve biliyordum, demektir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Ben, Allah'ın günahlarım sebebiyle beni sorumlu tutacağını sanıyordum. İşte affederek bana lütuf ta bulundu ve beni günahlarım dolayısıyla sorumlu tutmadı.

 

ed-Dahhak dedi ki: Kur'an-ı Kerim'de mü'minler tarafından yapıldığı ya da yapılacağı belirtilen herbir "zan"; yakın (kesinlikle bilmek) anlamındadır. Kafirler tarafından (yapıldığı ya da yapılacağı) belirtilen herbir zan ise "şek ve şüphe" anlamındadır.

 

Mücahid dedi ki: Ahirete dair zan yakın, dünyaya dair zan ise şüphe anlamındadır.

 

el-Hasen bu ayet-i kerime hakkında şöyle demiştir: Mü'min Rabbi hakkında hüsn-ü zan beslediğinden güzel amelde bulunmuştur. Münafık ise Rabbi hakkında kötü zan beslediğinden kötü amelde bulunmuştur.

 

Ahirette "hesabıma gerçekten kavuşacağımı biliyordum." Bundan dolayı öldükten sonra dirilişi inkar etmedim. Yani o ancak hesab gününden korktuğundan dolayı kurtulmuştur. Çünkü Yüce Allah'ın mutlaka kendisini hesaba çekeceği ne inandığından ahiret için çalıştı.

"Artık o, hoşnut bir yaşayış içindedir." Hoşnut olacağı ve hoşa gitmeyecek bir şeyin bulunmadığı bir yaşayış içerisindedir.

 

Ebu Ubeyd ve el-Ferra dedi ki: "Hoşnut olan (mealde hoşnut olacağı)" aslında "hoşnut olunan" anlamındadır. Tıpkı: "Fışkıran su" tabirinin; "Fışkırtılan su" anlamında oluşu gibi.

 

Bunun, sahibi tarafından hoşnut kalınan bir yaşayış demek olduğu da söylenmiştir. Tıpkı süt sahibi olan kimseye; (...) ile, hurma sahibi olan kimseye; (...) denilmesi gibidir.

Sahih'te Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:

 

"Onlar orada ebediyyen ölmemek üzere yaşarlar. Ebediyyen hastalanmamak üzere sağlıkIarına kavuşurlar. Ebediyyen hiçbir kötü hal görmemek üzere nimet içerisinde bulunurlar. Ebediyyen yaşlanmamak üzere genç kalırlar.''

 

"Yüksek bir cennette ... " yani insanların kalplerinde değeri pek büyük olup "devşirilecek meyveleri yakındır." El uzatıp yakalanması arasındaki mesafe uzak değildir. Ayakta olan da, oturan da, yatan da o meyveleri devşirebilir. İleride el-İnsan Süresi'nde (14. ayetin tefsirinde) geleceği üzere.

 

''Devşirilenler" lafzı (...)'in '''oğulu ulup "devşirilen mahsüller, meyveler" demektir. Mastarı: (...) şeklindedir. ''Devşirme zamanı" demektir.

 

"Geçmiş günlerde" yani dünyada "peşinen işledikleriniz sebebiyle" önceden yapmış olduğunuz salih ameller dolayısıyla "afiyetle" kursağınızda kalmasına, zevkinizin gölgelenmesine sebep teşkil edecek hiçbir şey olmaksızın "yeyin, için!" Yani onlara bu sözler söylenecektir.

 

Yüce Allah'ın: "Artık o hoşnut bir yaşayış içindedir" diye buyurduktan sonra "yeyin ... " diye buyurması "kitabı sağdan verilmiş olana" diye buyurması dolayısıyladır. Çünkü oradaki; ''.... an, kimse" çoğul anlamını da ihtiva etmektedir.

 

ed-Dahhak'ın belirttiğine göre bu ayet-i kerime: Mahzumlu Ebu Seleme Abdullah b. Abdi'l-Esed hakkında inmiştir. Mukatil de böyle demiştir. Bundan sonraki ayet-i kerime ise kardeşi el-Esved b. Abdi'l-Esed hakkında inmiştir. İbn Abbas'ın ve yine ed-Dahhak'ın görüşüne göre böyledir. Bu rivayeti es-Sa'lebi nakletmiştir. Buna göre bu adam ve onun kardeşi bu ayetlerin nüzulüne sebep teşkil etmiş olmaktadır. Bununla birlikte anlam bütün bedbaht kimseler ile bütün bahtiyar kimseleri genel olarak kapsamaktadır. Buna da Yüce Allah'ın: "Yeyin, için" buyruğu delil teşkil etmektedir.

 

Şöyle de denilmiştir: Bundan maksat hayır ve şerde kendisine tabi olunan herkestir. Şayet kişi hayırda bir baş olup ona davet ediyor, onu emrediyor ve ona uyanlar da çok kimseler ise; hem kendi adı, hem de babasının adıyla davet edilir, o da öne geçer. Nihayet yaklaştığında ona beyaz yazı ile beyaz bir kitap çıkartılır. Kitabın iç tarafında kötülükler, dış tarafında iyilikler yazılı olacaktır. Önce kötülüklerden başlar, onları okur. Korkuya kapılır, yüzü sararır, rengi değişir. Kitabının sonlarına vardığında bu sefer onda şunların yazılı olduğunu görür: ''İşte bunlar senin kötülüklerindir. Ben sana bağışlamış bulunuyorum." İşte bu vakit ileri derecede sevinir. Sonra kitabını çevirir, bu sefer iyiliklerini okur. Sevinçten başka bir şeyi artmaz. Nihayet kitabının sonuna varınca, onda şu yazıları bulur: "İşte bunlar da senin iyiliklerindir, bunlar sana kat kat verilecektir." Bu sefer yüzü ağarır, ona bir taç getirilir, başının üstüne konulur. Ona iki elbise giydirilir, herbir eklemine süs eşyaları takılır, altmış zira boy verilir. Bu da Adem (a.s)'ın boyudur. Ona şöyle denilir: Haydi arkadaşlarına git! Onlardan herbirisine bunun gibi mükafatların verileceğini haber ver ve onları müjdele! Geri dönüp gidince bu sefer:

 

"İşte alın, okuyun kitabımı! Ben zaten hesabıma gerçekten kavuşacağımı biliyordum" der. Yüce Allah da şöyle buyuracaktır: "Artık o hoşnut" olduğu hoşnut kalınan "bir yaşayış içindedir." Sema da "yüksek bir cennette devşirilecek meyveleri" mahsülleri, salkımları "yakındır" onlara yakınlaştırılmıştır. arkadaşlarına: Beni tanıyor musunuz? diyecek, onlar: Seni bir lütuf ve ihsan kuşatmış bulunuyor, sen kimsin? diyecekler. Onlar: Ben filan oğlu filanım. Sizden herbir kişiye böylesini müjdeliyorum. "Geçmiş günlerde" dünya hayatının günlerinde "peşinen işledikleriniz" önden gönderdikleriniz "sebebi ile afiyetle yeyin için!"

 

Şayet adam kötülükte bir önder; kötülüğe çağıran, kötülüğü emreden bir kimse olup bu hususta ona uyanların sayısı çok ise; ona da kendisi ve babasının adı ile seslenilir. Hesabı için Öne çıkar. Ona siyah yazılarla yazılmış, siyah bir kitap çıkaetılır. İç tarafında iyilikler, dış tarafında kötülükler yazılı olacaktır. Önce iyilikleri okumaya başlar, onları okur kurtulacağını sanır. Kitabın sonuna ulaşacağı vakit onda: "İşte bunlar senin iyiliklerindir, senin yüzüne geri çevriliyorlar" yazılı olduğunu görür. Yüzü simsiyah kesilir, onu keder kaplar, hayırdan yana ümidini keser. Sonra kitabını tersine çevirir, bu sefer kötülüklerini okur. Okudukça sadece kederi artar, yüzünün siyahlığı çoğalır durur. Kitabının sonuna ulaşınca orada "bunlar senin kötülüklerindir ve senin aleyhine olmak üzere kat kat katlandırılmıştır" yani azap ona kat kat verilecektir; ibaresinin yazılı olduğunu görür. Yoksa bunun anlamı işlemediği şeyler ona fazladan ilave edilecektir, şeklinde değildir. Cehenneme atılmak üzere irileşir, gözleri morarır, yüzü simsiyah kesilir. Katrandan elbiseler giydirilir ve ona şöyle denilir: Haydi arkadaşlarının yanına git ve onlara aralarından herbir kişiye böylesinin yapılacağını haber ver, denilir. O da:

 

"Keşke kitabım verilmeseydi ve keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke bu iş bitmiş olsa idi" diyerek gidecek ve ölümü temenni edecektir. "Saltanatım da beni bırakıp gitti" (diyecek.)

 

İbn Abbas'ın tefsiri ise: Benim ileri sürebileceğim bir delilim kalmamıştır şeklindedir. Mücahid, İkrime, es-Süddi ve ed-Dahhak'ın da açıklaması budur. İbn Zeyd dedi ki: Bununla mülkün kendisi olan dünyadaki saltanatını kastetmektedir. İşte bu kişi, dünyada iken arkadaşları tarafından kendisine itaat olunan bir kimse idi. Yüce Allah da şöyle buyuracaktır: "Yakalayın onu; ellerini de boynuna bağlayın onun!" Denildiğine göre onu yüzbin melek alır, sonra eli boynuna bağlanır. İşte Yüce Allah'ın: "Ellerini de boynuna bağlayın onun" buyruğu bunu anlatmaktadır ki, onu böylece zincirlere bağlayın demektir.

 

"Sonra cehenneme ulaştırın onu!" Yani onun cehenneme varmasını, cehennemi boylamasını sağlayın.

 

"Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun." Bunun hangi arşın ile olduğunu en iyi bilen Allah'tır. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır. İbn Abbas dedi ki: Meleğin arşım ile yetmiş arşın, Nevf ise: Herbir arşın yetmiş kulaç ve herbir kulaç ise seninle Mekke arasındaki mesafeden daha uzak olacaktır, demiştir. O sırada Kufe'nin meydanında bulunuyordu.

 

Mukatil dedi ki: Eğer bu Zincirden bir tek halka bir dağın tepesine bırakılacak olursa, kurşunun eridiği gibi eriyecektir. Ka'b dedi ki: Yüce Allah'ın: "Yetmiş arşın uzunluğunda" diye buyurduğu zincirin bir halkası, dünyada bulunan bütün demirler kadardır.

"Onu ... vurun" buyruğu hakkında Süfyan dedi ki: Bize ulaştığına göre bu zincir onun dübüründen girecek ve ağzından çıkacaktır. Mukatil de böyle demiştir. Anlamı da: Sonra onun içine böyle bir zincir geçirin ... demek olur. Bir diğer açıklamaya göre bu zincir boynuna geçirilecek, sonra bununla sürüklenecektir. Haberde belirtildiğine göre bu zincir onun dübüründen girecek ve burun deliklerinden çıkacaktır. Bir başka haberde: Ağzından girecek, dübüründen çıkacak ve arkadaşlarına: Beni tanıyor musunuz? diye seslenecek, onlar: Hayır diyecekler. Fakat biz senin ne kadar horlanmış ve rüsvayedildiğini görüyoruz. Sen kimsin? Bu sefer arkadaşlarına: Ben filan oğlu filanım, sizden herbir kişi için bunun gibisi vardır, diyecektir.

 

Derim ki: Bu tefsir bu ayet-i kerime hakkında yapılmış açıklamaların en sahih olanıdır. Buna Yüce Allah'ın: "O gün her sınıfinsanı imamları ile çağırırız" (el-İsra, 71) buyruğu delil teşkil etmektedir. Bu hususta Ebu Hureyre'den gelmiş bu anlamda ve Tirmizı tarafından rivayet edilmiş bir hadis vardır. Biz bu hadisi el-İsra Süresinde (71. ayetin tefsirinde) zikretmiş bulunuyoruz. O hadisi oradan tetkik ediniz.

 

"Çünkü o azamedi Allah'a iman etmezdi, yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi." (Buyruktaki "yemek" anlamındaki lafız) yemek yedirmek anlamındadır. Tıpkı: "Verilen (maaş)ın: "Vermek" anlamında kullanılması gibi. Şair de şöyle demiştir: "Sen benden ölümü geri çevirdikten sonra, Ve bana merada yayılan yüz (deveyi) vermenden sonra, nankörlük eder miyim hiç?"

 

Görüldüğü gibi burada "verişinden sonra" demek istemiştir.

 

Bu buyrukla Yüce Allah. yemek yedirmeyi terkettiğinden ve cimriliği emredişinden dolayı küfür sebebiyle azaplandırıldığı gibi azaplandırılacağını açıklamaktadır.

 

''Teşvik etmek" demektir. "Yedirme"nin aslında mukadder mastar ile nasbedilmesi gerekir. Bu ise muayyen bir şeyi ifade eder. Bunun yoksula izafe edilmesi, yoksul ile yemeyip birbirleriyle içiçeliklerinden ötürüdür. Buna göre: "Yemek" şeklinin tıpkı; "Yemek yedirmek" gibi amel edeceğini kabul edenlere göre "yoksul" anlamındaki lafız nasb konumundadır. Buna göre ifadenin takdiri de: "Yemek yedirenin yoksulu yedirmesine ... " şeklindedir. Burada (ism-i) nH! hazfedilmiş ve mastar mef'ule izafe edilmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hakka 35-37

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR