KALEM 34 / 39 |
إِنَّ
لِلْمُتَّقِينَ
عِندَ
رَبِّهِمْ
جَنَّاتِ
النَّعِيمِ {34}
أَفَنَجْعَلُ
الْمُسْلِمِينَ
كَالْمُجْرِمِينَ
{35} مَا لَكُمْ
كَيْفَ
تَحْكُمُونَ
{36} أَمْ لَكُمْ
كِتَابٌ
فِيهِ
تَدْرُسُونَ
{37} إِنَّ لَكُمْ
فِيهِ لَمَا
تَخَيَّرُونَ
{38} أَمْ لَكُمْ
أَيْمَانٌ عَلَيْنَا
بَالِغَةٌ
إِلَى
يَوْمِ الْقِيَامَةِ
إِنَّ
لَكُمْ
لَمَا
تَحْكُمُونَ
{39} |
34.
Muhakkak ki takva sahipleri için Rabbleri yanında Naim cennetleri vardır.
35. Biz
müslümanları o günahkarlar gibi kılar mıyız hiç?
36. Ne
oldu size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
37. Acaba
sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz?
38.
Beğenip seçtiğiniz herşey mutlaka sizindir diye (Orada mı yazıyor)?
39.
Yoksa sizin bizim üzerimizde: "Ne hüküm ederseniz, muhakkak sizindir"
diye kıyamet gününe kadar sürecek yeminleriniz mi vardır?
"Muhakkak ki takva
sahipleri için Rabbleri yanında Naim cennetleri vardır" buyruğuna dair
açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Yani şüphesiz takva sahipleri
için ahirette dünya cennetlerinde (bahçelerinde) görüldüğü gibi insanın
hevesini kursakta bırakmayan, şaibelerin bulunmadığı, katıksız bir şekilde
nimetlere gark olmaktan başka bir şeyin bulunmadığı cennetler vardır. Kureyş
kafirlerinin ileri gelenleri dünyalıktan büyük bir pay sahibi olduklarını, buna
karşılık müslümanların dünyalıktan az bir paylarının olduğunu görüyorlardı.
Ahirete dair sözler ve Allah'ın mü'minlere vaadettiği hususları işittiklerinde
şöyle diyorlardı: Eğer Muhammed'in ve onunla birlikte bulunanların ileri
sürdükleri gibi; bizim öldükten sonra dirilişimiz doğru ise, hiçbir şekilde
bizim ve onların durumu ancak bu dünyadaki gibi olabilir. Onların sahip
olacakları hiçbir şekilde bizden fazla olmayacaktır, onların imkanları bizden
üstün olmayacaktır. Onların ulaşabilecekleri en ileri seviye bize eşit olmaktan
öteye gitmeyecektir. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz
müslümanları o günahkarlar gibi" o kafirler gibi "kılarmıyız
hiç?" İbn Abbas ve başkaları dedi ki: Mekke kafirleri şöyle dedi: Ahirette
size verileceklerden daha iyisi bize verilecektir.
Bunun üzerine: "Biz
müslümanları o günahkarlar gibi kılarmıyız hiç?" ayeti nazil oldu. Sonra
onları azarlayarak şöyle buyurdu:
"Ne oldu size?
Nasıl hüküm veriyorsunuz?" böyle doğru olmayan yargıda bulunuyorsunuz?
Sanki amellerin karşılığını vermek size bırakılmış ta siz de istediğiniz gibi
hüküm veriyorsunuz ve müslümanlara verileceklerden daha ha yırlılarının size
verileceğini söyleyiveriyorsunuz.
"Acaba sizin bir
kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz?" Yani sizin kendisinde itaatkarın
isyankar gibi olduğunu gördüğünüz bir kitabınız mı vardır?
"Beğenip,
istediğiniz her şey" seçtiğiniz ve arzuladığınız her şey "sizindir
diye (orada mı yazıyor)?" Anlam ise -fethalı olarak-: (...): diye şeklindedir,
fakat ondan sonra "lam" harfi geldiğinden ötürü kesreli okunmuştur. O
bakımdan -lamsız olarak-: "Seni akıllı diye bildim" denilir. Buna
karşılık -kesre ile- "Bildim ki şüphesiz sen akıllı bir kimsesin"
denilir. Buna göre: "Beğenip seçtiğiniz herşey mutlaka sizindir diye"
anlamındaki buyrukta amil "okuyorsunuz" anlamındaki fiildir ve
"lam" harfinin: (...)'nin fethalı okunmasına engel olmuştur.
Bir görüşe göre de Yüce
Allah'ın: "Okuyorsunuz" anlamındaki lafız ile birlikte ifade tamam olmakta,
sonra yeni bir ifade olarak: "Beğenip seçtiğiniz herşey mutlaka
sizindir" diye başlamaktadır. Yani o halde bu kitapta beğenip seçtiğiniz
herşey size verilecektir (diye yazıyor öyle mi?) Oysa durum böyle değildir. Her
iki ayetteki (37 ve 38. ayetlerdeki): "(.'';): Onda" lafzında ki iki
zamir de "Kitab"a racidir.
Daha sonra azabın
şiddetini daha da arttırarak: "Yoksa sizin bizim üzerimizde ne hüküm
ederseniz muhakkak sizindir diye kıyamet gününe kadar sürecek"
pekiştirilmiş, sağlamlaştırılmış "yeminleriniz" ahidleriniz,
antlaşmalarınız "mı vardır?" Buyruktaki: "Sürecek" Allah
adı ile pekiştirilmiş yeminler demektir. Yani sizlerin Yüce Allah üzerinde sizi
cennete sokacağına dair sağlamlaştırılmış ahitleriniz mi vardır?
"Ne hüküm ederseniz
muhakkak sizindir" buyruğunda: "Muhakkak" lafzındaki
"hemze"nin kesreli gelmesi, haberin başına "lam"ın girmiş
olmasından dolayıdır. Aynı zamanda bu "yeminleriniz" anlamındaki
lafzın da sılasıdır. Halbuki mahalli itibariyle (hemzenin) nasb ile gelmesi
gerekir. Kesreli gelmesi (belirtildiği üzere haberin başına) "lam"ın
gelmesinden ötürüdür. Nitekim: "Muhakkak sana bu vardır diye yemin
ettim" denilir.
İfadenin Yüce Allah'ın:
''Kıyamet gününe kadar sürecek" buyruğunda tamam olduğu, sonradan da:
"Ne hüküm ederseniz -o halde- muhakkak sizindir diye" diye yeniden
başladığı da söylenmiştir. Bu da; hayır, durum böyle değildir, demek olur.
ibn Hürmüz ise her iki
yerde de soru olmak üzere "Beğenip, seçtiğiniz herşey mutlaka sizin mi
olacaktır?" 08. ayet) ile ''Ne hüküm verirseniz, muhakkak sizin mi
olacaktır?" diye okumuştur.
Hasan-ı Basrı
"sürecek" anlamındaki lafzı hal olarak nasb ile: (...) diye
okumuştur. Bu ya "sizindir" lafzındaki zamirden haldir, çünkü bu
"yeminleriniz"e dair bir haberdir. Dolayısıyla ondan bir zamir
taşımaktadır Yahutta "üzerimizde" anlamındaki lafzı bizzat yeminlere
taalluk eden bir lafız olarak değil de "yeminler" anlamındaki lafzın
bir sıfatı olarak kabul ettiğimiz takdirde "üzerimizde" anlamındaki
lafızda bulunan zamirden hal kabul edilir. Çünkü tıpkı ona dair haber olması
halinde olduğu gibi; onda ona ait bir zamir bulunur.
Bununla birlikte eğer
nekre olduğu takdirde; "yeminler" lafzından hal olması da mümkündür.
Nitekim: "Maruf bir şekilde faydalandırma vardır. Bu takva sahiplerine bir
borçtur." (Bakara. 241) buyruğunda yer alan: "Bir borçtur"
lafzının; (-meta'-): Faydalandırma" lafzından hal olmak üzere nasb
olabileceğini kabul ettikleri gibi.
"Sürecek'' lafzı
genellikle ötreli olarak. "yeminleriniz" anlamındaki lafzın sıfatı
olarak okunmuştur.
DEVAM VE SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ
LİNK’E TIKLAYIN