CUMA 9 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِذَا نُودِي
لِلصَّلَاةِ
مِن يَوْمِ
الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا
إِلَى
ذِكْرِ
اللَّهِ
وَذَرُوا
الْبَيْعَ
ذَلِكُمْ
خَيْرٌ
لَّكُمْ إِن
كُنتُمْ تَعْلَمُونَ |
9. Ey iman edenler!
Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit, Allah'ın zikrine koşun ve
alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:
1- Cuma Gününün Adı ve Bu Adı Alışı:
2- Cuma Gününe Bu Adı İlk Veren ve İlk
Cuma Namazı:
3- Cuma Namazının Muhatabları
Mü'minlerdir:
4- Cuma Günü Ezanları (Çağrıları):
5- Cuma Namazına Gitmenin Mahiyeti ve
Hükmü:
6- Cuma Namazı Kılmakla MükellefOlanlar:
7- Cuma Namazı İçin Nida ve Bu Nidayı
Duyanların Namaz Kılma Yükümlülükleri:
8- Cuma Namazının Vakti:
9- Cuma Namazı Her Müslümana Farzdır:
10- Cuma Namazı İçin Abdest ve Gusül:
11- Cuma Bayram Gününe Rastlarsa:
12- "Allah'ın Zikri"nin
Mahiyeti:
13- Cuma Namazı Esnasında Alışverişin ve
Benzeri İşlerin Haram Olması ve Bunların Haram Oluş Vakitleri:
1- Cuma Gününün Adı ve
Bu Adı Alışı:
"Ey iman edenler!
Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit" buyruğundaki: ''Cuma"
lafzını Abdullah b. ez-Zübeyr, el-A'meş ve başkaları "mim" harfini
sakin olarak; (...) diye okumuşlardır. Bunlar (mim harfini ötreli okuyuşla
birlikte) iki ayrı söyleyiş olup her ikisinin de çoğulu: (...) ile (...) diye
gelir.
el-Ferra dedi ki:
"Mim" harfi sakin olarak "cum'a" denildiği gibi, ötreli
olarak "cumua" diye ve "mim" harfi üstün olarak
"cumea" diye de söylenir. O vakit bu, günün sıfatı olur. İnsanları
toplayan (gün) demek olur. Nitekim gülen kimseye: (...) denilmesi de böyledir.
İbn Abbas dedi ki:
Kur'an-ı Kerim teskil (ifadeleri ağır telaffuz etmek) ve tefhim (ifadeleri
rahat ve anlaşılır telaffuz etmek) suretleri ile inmiştir. Dolayısıyla siz de
bu kelimeyi -"mim" harfinin ötreli okunuşunu kastederek-: "Cumua"
diye okuyunuz.
el-Ferra ve Ebu Ubeyd
şöyle demişlerdir: Tahfif ile ("mim" harfini sakin okumak) kıyasa
daha uygun ve daha güzeldir. Nitekim: ''Oda" kelimesinin çoğulu (...)
diye, "Sonradan çıkmış hayret verici şey"in çoğulunun; (...) diye,
"hücre"nin çoğulunun (...) diye gelmesi gibi. "Mim" harfini
üstün okuyuş ise Akiloğullarının şivesidir. Bunun Peygamber (s.a.v.)'ın şivesi
olduğu da söylenmiştir.
Selman'dan rivayete göre
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cumaya bu ismin veriliş sebebi Yüce
Allah'ın bugünde Adem'in hilkatini cem etmiş olmasından dolayıdır."
Bir diğer görüşe göre bu
ismin verilmesine sebeb Yüce Allah'ın herbir şeyin yaratılışını bugünde
bitirmiş olması ve bunun sonucunda da bütün mahlukatın bugünde toplanmış
olmasıdır. Bu günde cemaatlerin toplanması için bu ismin verildiği söylendiği;
gibi namaz için insanların bugünde toplanması dolayısıyla bu ismin verildiği de
söylenmiştir.
Buradaki: '' ... den,
dan"; " ... de, da" anlamında olup bu da: "Günü(nde)"
demektir. Bu yönüyle Yüce Allah'ın: ''Bana gösterin ... yeryüzünde neyi
yaratmışlar.? (el-Ahkaf, 4) buyruğuna benzer, Burada da bu edat; (...)
anlamındadır.
2- Cuma Gününe Bu Adı
İlk Veren ve İlk Cuma Namazı:
Ebu Seleme dedi ki:
(Hutbe esnasında): "Emma ba'du: imdi, bu başlangıçtan sonra asıl maksadımıza
gelecek olursak ... " diyen ilk kişi Ka'b b. Luey'dir. Cuma gününe bu ismi
ilk veren kişi de odur. Daha önce bugüne "el-arube" deniliyor idi.
Bugüne cuma adını ilk verenlerin ensar olduğu da söylenmiştir .
İbn Sirin dedi ki:
Medineliler Peygamber (s.a.v.) Medine'ye gelmeden ve cuma (farzı) inmeden önce
cuma için toplandılar. Bugüne cuma adını verenler de onlardır. Şöyle ki:
Dediler ki: Yahudilerin yedi günde bir biraraya gelip toplandıkları bir günleri
vardır, o da cumartesidir. Hristiyanların da böyle bir günleri vardır, o da
pazardır. Gelin biz de kendimiz için biraraya gelip toplanacağımız, Allah'ı
anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün
kararlaştıralım -ya da buna benzer sözler söylediler- Yine dediler ki: Cumartesi
yahudilerin, pazar günü hristiyanların günüdür. Siz de bu günü Arube günü
olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebu Umame künyeli) Es'ad b. Zürare
(r.a)'ın etrafında toplandılar. O da o gün onlara iki rekat namaz kıldırdı,
onlara öğüt verdi. Biraraya gelip toplandıkları vakit bu güne "cuma
günü" adını verdiler. Es'ad onlara bir koyun kesti, sayıca az oldukları
için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslam tarihindeki ilk cuma budur.
Derim ki: İleride de
geleceği üzere rivayet edildiğine göre o vakit oniki kişi idiler. Yine bu
rivayette belirtildiği ne göre onları biraraya toplayıp onlara namaz kıldıran
kişi Es'ad b. Zürare'dir. Abdu'r-Rahman b. Ka'b b. Malik'in babası Ka'b'dan
rivayet ettiği hadiste de -geleceği üzere- böyledir.
el-Beyhaki de şöyle demektedir:
Bize Musa b. Ukbe'den, o İbn Şihab ezZühri'den rivayet ettiğine göre Mus'ab b.
Umeyr Resulullah (s.a.v.) Medine'ye gelmeden önce Medine'de müslümanları cuma
namazı için toplayan ilk kişidir. el-Beyhaki dedi ki: Mus'ab'ın cuma namazı
için müslümanları Es'ad b. Zürare'nin yardımıyla toplamış olması ve bundan
dolayı Ka'b'ın bu işi ona (Mus'ab'a) izafe etmiş olması da mümkündür. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Peygamber (s.a.v.)'ın
ashabına kıldırdığı ilk cuma namazına gelince, siyer ve tarih bilginleri şöyle
demişlerdir:
Rasulullah rebiu'l-evvel
ayının pazartesiye rastlayan onikinci günü kuşluk vakti sıcağın arttığı sırada
Kuba'da Amr b. Avfoğulları yanında muhacir olarak gelip konakladı. İşte o
seneden itibaren tarih başlatılmaktadır. Kuba'da perşembe gününe kadar kaldı ve
mescidlerini tesis etti. Sonra cuma günü Medine'ye çıktı. Salim b. Avfoğulları
diyarında bir vadilerinin iç tarafında cuma namaZı vakti geldi. Salim b.
Avfoğulları o yeri mescid edindiler. Peygamber onları cuma vakti topladı ve
onlara hutbe okudu, Medine'de verdiği ilk hutbe odur. Bu hutbede şunları
söylemişti:
"Hamd Allah'a
mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret ve hidayet
dilerim. O'na iman ede', O'nu inkar etmem, O'nu inkar edenlere de düşmanlık ederim,
şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. o bir ve tektir, O'nun
ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve Resulüdür.
Resullerin arkasının kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapıttığı, zamanın
kesintiye uğradığı, kıyametin yaklaştığı, (son) vadenin oldukça yakın olduğu
bir zamanda onu hidayet ile, hak din ile nur ile, öğüt ile, hikmet ile
göndermiştir. Allah'a ve Rasülüne itaat eden doğruyu bulmuş olur. Allah'a ve
Rasülüne isyan eden azmış, kusurlu hareket etmiş ve (haktan) alabildiğine uzak
bir sapıklıkla sapıtmış olur.
Size Allah'a karşı
takvalı olmanızı tavsiye ederim. Çünkü müslümanın müslümana yaptığı en hayırlı
tavsiye onu ahirete (yönelik amelleri işlemeye) teşvik etmek, ona Allah
takvasını emretmektir.
Allah'ın size
kendisinden sakınmanızı emrettiği şekilde Allah'ın sakındırdığı şeylerden de
sakınınız. Şüphesiz ki Allah korkusu, -Allah takvası gereğince Rabbinden
korkarak ve sakınarak amel eden kimseler için- ahiretten elde etmeyi ümit
ettiğiniz şeylere karşı çok gerçek bir yardımcıdır. Gizli ve açık hallerinde
kendisi ile Rabbi arasındaki işleri ıslah edip, bu işlerle Allah'ın rızasından
başkasını niyet etmeyen kimseler için (bu hali); dünya işinde o kimse için bir
şan ve şeref, kişinin dünyada iken önden gönderdiği şeylere ihtiyaç duyacağı
vakit olan ölümden sonrası için de bir azık olur. Bu şekilde olmayan amellerine
gelince, kendisi ile o amel arasında oldukça uzak bir mesafe olmasını temenni
edecektir. "Allah, size kendisinden sakınmanızı emreder, Allah kullarına
çok merhametlidir." (Al-i İmran, 30)
Söylediğini doğru
çıkartan, sözünü gerçekleştiren O'dur. O'nun sözünün yerine gelmemesi, gerçek
olmaması mümkün değildir. Çünkü Yüce Rabbimiz: "Benim yanımda söz
değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim." (Kaf, 29) diye
buyurmaktadır.
O halde ister dünya
işinizde, ister ahirete ait işlerinizde, gizli ve açık hallerde Allah'tan
korkunuz. Çünkü "kim Allah'tan korkarsa, onun günahlarını örter ve
mükafatını büyütür." (et-Talak, 5) Kim de Allah'tan korkarsa, o pek büyük
bir kurtuluşa erişir. Allah'ın takvası demek, O'nun gazabını, O'nun azabını,
O'nun öfkesini gerektiren şeylerden sakınmak demektir. Allah'tan korkmak
(takva), yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. O halde
(takvadan) payınızı alınız ve Allah'ın huzurunda kusurlu hareket etmeyiniz. O
size Kitabını öğretmiş ve önünüze yolunu açmış bulunmaktadır. Ta ki kimlerin
doğru söylediklerini ortaya çıkarsın, kimlerin de yalancı olduklarını
göstersin. O halde Allah size nasıl ihsan ettiyse, siz de ihsan ediniz. O'na
düşmanlık edenlere düşman olunuz. Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz. Sizi O
seçti ve size müslümanlar adını verdi. Böylece helak olan apaçık bir delil
üzere helak olsun, hayat bulan apaçık bir delil üzere hayat bulsun. Güç ve
kuvvet ancak Allah iledir. Allah'ı çokça anınız, ölümden sonrası için amel
ediniz. Şüphesiz ki kendisi ile Allah arasında olanı ıslah edene, Allah,
kendisi ile insanlar arasındaki hallerde elverecektir. Çünkü Yüce Allah
insanlar hakkında hükmeder, fakat insanlar O'nun hakkında hüküm veremezler. O
insanlara maliktir, onlar O'na malik değildir. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet
pek Yüce ve pek büyük olan Allah'tandır."
Bundan sonra kılınan ilk
cuma ise Bahreyn kasabalarından "Cuvasa" diye bilinen bir kasaba da
kılınan cuma olmuştur.
Bugüne "cuma"
adını veren ilk kişinin -önceden de geçtiği gibi- Kureyşlilerin Ka'b'ın
etrafında toplanmaları sebebiyle Ka'b b. Luey b. Galib olduğu da söylenmiştir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Cuma Namazının Muhatabları
Mü'minlerdir:
Yüce Allah, mü'minlerin
şan ve şerefini yüceltmek ve ona dikkat çekmek üzere, kafirleri dışarda
tutarak, cuma namazının kılınması hususunda mü'minlere hitab ederek: "Ey
iman edenler" diye buyurmakta, sonra da bu günü "çağrıda bulunmak"
Özelliği ile zikretmektedir. Her ne kadar Yüce Allah'ın "namaza
çağırdığınızda"," (el-Maide, 58) buyruğunun genel ifadesinin
kapsamına girmiş olmakla birlikte (özellikle bugün için çağrıda bulunmak
özelliğini söz konusu etmesi) bu çağrının vücubuna ve farziyetinin
pekiştirilmesine delalet etmesi içindir.
Kimi ilim adamı şöyle
demiştir: Burada sözkonusu olan namazın, cuma namazı olduğu bizatihi lafzın
kendisinden değil, icma ile bilinen bir husustur.
İbnu'I-Arab'i de şöyle
demektedir: Bence bu bizatihi lafızdaki bir nükteden bilinen bir husustur. Bu
da Yüce Allah'ın: "Cuma günü" lafzından anlaşılmaktadır ve bu lafız
bunu ifade etmektedir. Çünkü o güne mahsus çağrı (nida) bu gündeki bilinen o
namazdır. Onun dışındaki çağrılar (nidalar) ise diğer günler hakkında umumidir.
Eğer bundan maksat cuma namazı için çağrıda bulunmak olmasaydı, bu çağrının o
güne tahsis edilmesinin ve izafe edilmesinin herhangi bir anlam ve bir faydası
olmazdı.
4- Cuma Günü Ezanları
(Çağrıları):
Ezanın hükümlerine dair yeterli
açıklamalar daha önceden el-Maide Süresi'nde (58. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
(Cuma günleri) ezan,
Resulullah (s.a.v.) döneminde diğer namazlardaki gibi idi. Peygamber (s.a.v.)
minbere oturdu mu birisi ezan okurdu. Ebu Bekir, Ömer ve Küfe'de Ali (Allah
hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Daha sonra Osman (r.a) insanların
Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevra" diye adlandırılan
evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti, İnsanlar ezanı duydular mı
camiye gelirler, Osman minnere oturdu mu Peygamber (s.a.v.)'ın müezzini ezanı
okur, sonra Osman hutbe irad ederdi. Bunu İbn Mace Sünen'inde Muhammed b.
İshak'ın, ez-Zühri'den, onun es-Saib b, Yezid'den naklettiği bir hadis olarak
zikretmektedir. es-Saib b. Yaid dedi ki:
Resulullah (s.a.v.)'ın
bir tek müezzini vardı. Kendisi (minbere) çıktı mı o ınüezzin ezan okur, indi
mi kamet getirirdi. Ebu Bekir ve Ömer de böyle idi. Osman (halife) olup,
insanlar çoğalınca pazarda ez-Zevra diye adlandırılan bir evin üzerinde üçüncü
bir ezan ilave etti. Sonra (Osman minbere) çıktı mı ezan okur, indi mi kamet
getirirdi.
Buhari de bu hadisi bu
manada değişik yollarla rivayet etmiştir. Bunların birisinde şöyle
denilmektedir: Cuma günü okunan ikinci ezanı Osman b. Affan mescide gelenlerin
sayısı çoğalınca emretmişti. Cuma günü imam (minbere çıkıp) oturduğu zaman
okunurdu.
el-Maverdi dedi ki:
Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisinin
çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu
Osman b. Affan çıkardı. Ömer (r.a.) da insanların alışverişlerini bırakmaları
için mescidin çarşıya bakan tarafında ezan okunmasını emretmiş idi. Cemaat
gelip toplandı mı mescitte ezan okunurdu. Osman (r.a) da mescidde iki ezan
okuttu. Bu açıklamayı da İbnu'l-Arabi yapmıştır.
Sahih hadiste
belirtildiğine göre Resulullah (s.a.v.) döneminde ezan bir tane idi. Osman
döneminde ez-Zevra üzerinde üçüncü ezanı ilave etti. HadistEbuna üçüncü ezan
denilmesi bunun kamete de izafe edilmesinden dolayıdır. Nitekim Peygamber
(s.a.v.) da: "Her iki ezan arasında dileyen kimse için namaz vardır
(dileyen namaz kılabilir)." denilmektedir ki, bundan maksat ezan ile
ikamet arasındaki süredir. İnsanlar (üçüncüsünün) asli bir ezan olduğunu
zannettiklerinden bu sefer ezan okuyan müezzin sayısını da üçe Çıkardılar, bu
da bir yanılma oldu. Sonra bu üç ezanı tek bir vakitte okumaya başladılar. Bu
sefer yanılma üstüne yanılma oldu. Ben Medinetu's-Selam'da minare ezanından
sonra müezzinlerin imamın önünde minberin altında ve cemaat arasında ezan
okuduklarını gördüm. Tıpkı bizde daha önce geçmiş dönemlerde yaptıkları gibi
(yapıyorlardı); fakat bütün bunlar sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir.
5- Cuma Namazına
Gitmenin Mahiyeti ve Hükmü:
"Allah'ın zikrine
koşun" buyruğunda geçen "koşma"nın anlamı hakkında üç görüş
vardır:
1. Birinci görüşe göre
bundan maksat, kast ile yönelmektir. el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki
burada maksat ayaklar üzerine koşmak değildir. Maksat kalp ve niyetle
koşmaktır.
2- Maksat ameldir. Yüce
Allah'ın: "Kim de mü'min olarak ahireti dilerve bunun için gereği gibi
çalışırsa, .. " (İsra, 19); "Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit
çeşittir," (el-Leyl, 4) buyruğu ile: "İnsan için kendi çalıştığından
başkası yoktur." (en-Necm, 39) buyruklarında olduğu ("koşmak"
anlamını da taşıyan "sa'y etme"nin amel etmek anlamında kullanıldığı)
gibi, Cumhur'un görüşü budur. şair Züheyr de şöyle demiştir: "Onlardan
sonra bir kavim onlara yetişsin diye koştular (sa'y ettiler, çalıştılar.)"
Yine şöyle demiştir: "(Gatafan
b. Sa'd'ın bir kolu olan) Gayz b, Murre'nin iki adamı gayret ettiler,
çalıştılar, Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan
sonra,"
Buna göre buyruk, Yüce
Allah'ın zikrine gitmek için çalışın ve bundan önce yapılması gereken gusüL
temizlenmek ve Allah'ın zikrine yönelmek gibi işlerle uğraşın, demektir.
3- Buradaki koşmak'tan
(sa'y etmek'ten) kasıt, ayaklar üzerinde koşmaktır. Ancak bu bir fazilettir,
bir şart değildir. Buhari'de belirtildiğine göre Ebu Ays b. Cebr -ki adı Abdurrahman
olup, ashabın büyüklerindendi- cuma namazımı piyade olarak yürüyüp gitti ve
şöyle dedi: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah
yolunda her kimin ayakları tozlanacak olursa, o kimseyi Allah cehennem ateşine
haram kılar."
Buyruğun zahirinin
dördüncü anlama gelme ihtimali de vardır ki bu da hızlıca yürümektir.
İbnu'l-Arabi dedi ki: En bilgin sahabiler ile ilk dönem fakihlerinin kabul
etmediği şekil ise budur.
Ömer (r.a) bu buyruğu:
''Allah'ın zikrine gidin" diye okumuş ve böylelikle zahiri ifadenin
delalet ettiği hızlıca yürümek ve koşmak anlamından uzaklaşmak istemişti. İbn
Mesud da böylece okumuş ve şöyle demiştir: Eğer "koşun" dive okuyacak
olursan ridam düşünceye kadar koşardım.
İbn Şihab ise; "O
yolu izleyerek Allah'ı zikretmeye gidin" diye okumuştur. Bütün bunlar
onların tefsir olmak üzere izledikleri bir yoldur, yoksa münezzel olan Kur'an-ı
Kerim'i bu şekilde okumaları anlamında değildir. Tefsir sadedinde de Kur'an-ı
Kerim'in tefsiri ile birlikte okunması caizdir.
Ebu Bekr el-Enbari dedi
ki: Mushafa muhalefet eden kimseler Ömer ve İbn Mesud'un kıraatleri ile Haraşe
b. el-Hurr'un naklettiği şu rivayeti delil göstermişlerdir: Beraberimde
üzerinde "Allah'ın zikrine koşun" buyruğunun da yazılı olduğu bir
parça bulunduğu bir sırada, Ömer (r.a) beni gördü .. Ömer bana: Bunu sana
böylece kim okuttu? dedi. Ben: Ubeyy dedim. Ömer:
Ubeyy aramızda mensuh
şekliyle en çok okuyanımızdır, dedikten sonra: "Allah'ın zikrine
gidin" diye okudu. Bize İdris anlattı, dedi ki: Bize Halef anlattı, dedi
ki: Bize Huşeym, el-Muğire'den, o İbrahim'den, o Haraşe'den anlattı, diyerek bu
rivayeti zikretti. Ayrıca bize Muhammed b. Yahya anlattı. Bize Muhammed -ki o
İnn Sa'dan'dı- haber verdi, dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, ez-Zühri'den
anlattı, ez-Zühri Salim'den, o babasından naklen dedi ki: Ben hiçbir zaman
Ömer'i "Allah'ın zikrine gidin" diye okurken dinlemiş değilim. Yine
bize İdris haber vererek dedi ki: Bize Halef anlattı dedi ki: Bize Huşeym
el-Muğire'den anlattı. O İbrahim'den rivayet ettiğine göre Abdullah b. Mesud
"Allah'ın zikrine gidin" diye okuyup şöyle dedi: Eğer bu buyruk
"koşun" şeklinde olsaydı, ben de ridam üzerimden düşünceye kadar
koşardım. Ebu Bekir dedi ki: Bu şekilde itiraz edene karşı ümmetin:
"Koşun" şeklinde icma ile okuduğunu delil göstermişlerdir ki, bu da
alemlerin Rabbi Allah'tan ve onun Resulünden gelen rivayettir. Abdullah b.
Mesud'dan "gidin" diye okuduğu sahih olarak rivayet edilmiş değildir.
Çünkü bunun senedi muttasıl değildir. Zira İbrahim en-Nehai, Abdullah b.
Mesud'dan hiçbir şey dinlemiş değildir. "Gidin" lafzı sadece Ömer
(r.a)'den varid olmuştur. Ayete ve cemaate muhalefet ederek bir kimse tek
başına kalacak olursa, bu onun birunutması demektir. Araplar ise:
"Koşmak"ın aynı zamanda: "Gitmek" anlamında
kullanılabileceğini icma ile kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki; bu hızlıca ve
çabukça gitmek anlamını da taşır. Bu anlamdan uzak değildir. Şair Züheyr de
şöyle demiştir:
"(Gatafan b.
Sa'd'ın bir kolu olan) Gayz b. Mürre'nin iki adamı gayret ettiler, çalıştılar,
Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra."
Burada "sa'y etmek:
koşmak ile hızlıca ve gayretle gitmeyi kastetmiştir.
Yoksa adım atmakta hızlı
ve süratli hareket edip koşmayı kastetmiş değildir.
el-Ferra ve Ebu Ubeyde
dedi ki: Ayet-i kerimede "koşmak"dan kasıt, gitmektir. el-Ferra
Arapların ''O, Allah'ın lütfunu dileyerek her yerde koşar" sözlerini delil
göstermiştir ki; bu da "gayretle yürüyüp, gider" demektir. Ebu Ubeyde
de şairin şu beyitini delil göstermektedir: "Ben Malikoğulları için
koşarım, Herkes ise kendi işi için koşuyor."
Bu beyitteki
"koşma"nın, gayretle gitmek anlamından başka bir anlama gelme
ihtimali var mıdır? Fasahati ve Arapçayı iyi bilmesine rağmen İbn Mesud
tarafından bu anlamın bilinmemesi imkansız bir şeydir.
Derim ki: Maksadın
koşmak olmadığının delillerinden birisi de Peygamber (s.a.v.)'in şu buyruğudur:
''Namaz için kamet getirilecek olursa, ona koşarak gitmeyiniz. Ona vakar ile
gidiniz. ''
el-Hasen dedi ki:
Allah'a yemin ederim ki burada kasıt ayaklar üzere koşmak değildir. Onlara
namaza sekinet ve vakarın dışında bir şekilde gitmeleri yasaklanmıştır. Bundan
kasıt kalpler, niyet ve huşü' ile (gitmek)dir.
Katade dedi ki: Koşmak,
kalbinle ve amelinle koşmak demektir. Bu da güzel bir açıklama olup, bu
husustaki üç görüşü de bir arada ihtiva eder.
Cuma namazı için
gusletmek, güzel koku sürünmek ve güzel elbiseler giymeye dair hadis
kitablarında zikredilmiş birtakım hadisler gelmiş bulunmaktadır.
6- Cuma Namazı Kılmakla
MükellefOlanlar:
"Ey iman
edenler" buyruğu -icma ile- mükelleflere yönelik bir hitaptır.
Hastalar, kötürümler,
yolcular, köleler ve kadınlar ise bu husustaki delil ile kapsamın dışında kalırlar.
Körler ve ancak bir yardımcı sayesinde yürüyebilen yaşlılar da Ebu Hanife'ye
göre hitabın dışındadır.
Ebu Zübeyr'in Cabir'den
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve
ahiret gününe iman ederse, cuma gününde cuma (namazını kılmakla) yükümlüdür.
Hasta, yolcu, kadın, çocuk yahut köle müstesnadır. Her kim bir oyalanma ya da
bir ticaret ile bu namazdan müstağni olacak olursa, Allah da ondan müstağnidir.
(Ona muhtaç değildir.) Allah Ganidir, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır);
Hamiddir (her hamde layık olandır)." Bu hadisi Darakutni rivayet etmiştir.
ilim adamlarımız
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Cuma namazına gitmeyi
imkansız kılacak bir mazeret bulunması hali dışında cuma namazına gitmekle
mükellef olan hiçbir kimse cuma namazına gitmekten geri kalamaz. Gitmeye engel
olacak kadar bir hastalık yahut hastalığın artma korkusu hakkında hakimin haklı
bir hükmü bulunmaksızın, sultanın (zulmen) malında ya da bedeninde kendisine
haksızlık edeceğinden korkması gibi. Çamur ile birlikte sağanak yağmur
kesilmeyecek olursa bir mazeret teşkil eder. Ancak Malik bunu kişiye bir
mazeret görmemiştir. Bu görüşü el-Mehdevi nakletmiştir. Bir kimse ölüm
döşeğinde bulunan oldukça yakın bir kişi dolayısıyla onunla ilgilenecek kimse
bulunmadığı takdirde cuma namazına gitmekten geri kalacak olursa, bu haline
müsaade edilebileceği ihtimali vardır. Nitekim İbn Ömer de böyle yapmıştır.
Mazeretsiz olarak cuma namazından geri kalıp imamdan önce namaz kılan kimse,
sonra iade eder ve imamdan önce namaz kılması onun yükümlülüğünü kaldırmaz.
Namaza gitmek imkanı bulunmakla birlikte, bir kimse namazdan geri kalacak
olursa, yaptığı bu işi dolayısıyla Allah'a karşı isyan etmiş olur.
7- Cuma Namazı İçin
Nida ve Bu Nidayı Duyanların Namaz Kılma Yükümlülükleri:
"Cuma namazı için
çağrıda bulunulduğu vakit" buyruğu özellikle cuma namazının nidayı işiten,
yakında bulunan kimseler için vacib olduğuna has bir emirdir. Çağrıyı duymayan,
uzak yerde bulunan kimseler ise bu hitabın kapsamına girmezler.
Yakın ve uzak kimseler
arasından cumaya kimlerin geleceği hususunda farklı görüşler vardır. İbn Ömer,
Ebu Hureyre ve Enes: Cuma, Mısır (denilen yerleşim merkezin) den altı mil
uzakta bulunan kimselere vaciptir, demişlerdir. Rabia dört mil demiştir. Malik
ve el-Leys üç mil demişlerdir.
Şafii ezanın
işitilmesinde gözönünde bulundurulması gereken, müezzinin yüksek sesli, etrafın
sessiz ve sakin, rüzgarsız, müezzinin de şehrin surlarının yakınında
bulunmasıdır, demiştir.
Sahih'te Aişe'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar cumaya evlerinden (ve Medine'nin) el-Avali
denilen uzak yerlerinden gelirler, tozlu yerlerden geçerler ve onlara toz
isabet ederdi. O bakımdan onlardan kokular çıkardı. Resulullah (s.a.v.):
"Bugününüz dolayısıyla keşke yıkansanız" diye buyurdu.
ilim adamlarımız dedi
ki: Ses yüksek olur, insanlar sessiz ve sükünet içerisinde bulunurlarsa, sesin
duyula bileceği en uzak mesafe üç mildir. elAvali'nin Medine'ye en yakın
yerleri de üç mildir.
Ahmed b. Hanbel ve İshak
dedi ki: Cuma namazı için ezanı duyan herkese cuma namazını kılmak vacibtir.
Darakutni'de yer alan
bir hadise göre Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden o Resulullah (s.a.v.)'dan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Cuma ancak nidayı (cuma için ezanı)
işiten kimseye vacibtir."
Ebu Hanife ve
arkadaşları da şöyle demişlerdi)": Cuma namazı Mısır'da bulunan herkese
vacibtir. Ezanı ister işitsin, ister işitmesin. Mısır'ın dışında bulunan
kimseye ise vacib değildir, isterse ezanı işitsin. Hatta ona: Peki cuma namazı -Küfe
ile arasında nehrin geçtiği- Zübara ahalisine vacib midir, diye sorulmuş, o:
Hayır demiştir.
Rabia'dan rivayet
edildiğine göre cuma namazı ezanı işitip evinden yürüyerek çıktığı takdirde
namaza yetişecek olan kimselere vacibtir. ez-Zühri'den de: Cuma ezanı işittiği
takdirde kişiye vacib olur, dediği rivayet edilmiştir.
8- Cuma Namazının
Vakti:
"Cuma günü namaz
için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun." buyruğu cuma
namazının ancak ezan okumakla vacib olduğuna delildir. Ezan ise ancak vaktin
girmesi ile okunur. Buna delil de Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğudur:
"Namaz vakti geldi mi ezan okuyunuz, sonra kamet getiriniz, yaşça büyük
olanınız size imam olsun'' buyruğudur. Peygamber (s.a.v.) bunu Malik b,
el-Huveyris ve arkadaşına söylemişti.
Buhari'de de Enes b.
Malik'ten rivayete göre Peygamber (s.a.v.) cuma namazını güneş (batıya doğru)
kaydığı sırada kılardı.
Ebu's-Sıddik ve Ahmed b.
Hanbel'den zevalden önce kılındığına dair rivayet te nakledilmiştir. Ahmed bu hususta
Seleme b. el-Ekva'ın zikrettiği şu hadisini delil alır: Biz Peygamber (s.a.v.)
ile birlikte (cuma) namazı kılıp, henüz duvarların yere gölgesi yokken
dağılırdık. O, bu hadisi ile birlikte İbn Ömer'in şu hadisini de delil
göstermektedir: Bizler ancak cuma namazını kıldıktan sonra kaylule yapar (öğle
uykusuna çekilir) ve yemek yerdik. Bunun
benzeri bir rivayet Sehl'den de gelmiştir ve bunu Müslim rivayet etmiştir.
Seleme'nin rivayet
ettiği hadis cuma namazını erken vakitte kılmaya yorumlanır. Bunu Hişam b.
Abdu'l-Melik, Ya'la b. el-Haris'den, o Iyas b. Seleme b. el-Ekva'dan, o da
babasından (yani Seleme b. el-Ekva'dan) diye rivayet etmiştir.
Veki' de Ya'la'dan, o
Iyas'tan, o da babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler güneş
zevale erdiğinde Rasülullah ile birlikte cuma namazını kılar, sonra da gölgelik
yerleri takip ederek geri dönerdik.
İşte halef ve seleften
cumhurun kabul ettiği görüş de budur, öğle namazına kıyasen de bu (cuma
namazının vakti) böyle olmalıdır.
İbn Ömer ile Sehl'in
rivayet ettikleri hadisler ise öğle vaktinde yahut ondan önce cuma namazına
oldukça erken gittiklerine delildir. Onlar bu işlerini (yani öğlen yemeği ile
kaylule uykusunu) ancak namazı bitirdikten sonra yaparlardı.
İmam Malik, cumayı erken
vakitte kılmanın ancak zevale az yakın olabileceği görüşünde olup, Peygamber
(s.a.v.)'ı: "Kim (cuma vaktinin) ilk saatinde gidecek olursa, bir deve
kurban etmiş gibi olur ... " sözünü bütün bunlar tek bir vakitte diye
tevil etmiştir. Diğer ilim adamları ise buradaki "saat" tabirini
günün eşit oniki saatine yahutta gündüzün uzayıp kısalmasına göre farklı
süreler diye yorumlamışlardır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Daha sahih olan budur. Çünkü İbn Ömer (r.a)'ın hadisinde belirtildiğine göre
onlar -cuma namazına çokça erken gittiklerinden ötürü- ancak cuma namazından
sonra kaylule uykusuna çekilir ve öğlen yemeğini yerlerdi.
9- Cuma Namazı Her
Müslümana Farzdır:
Yüce Allah cuma namazını
her müslümana farz kılmıştır. Bu, cumanın farzı kifaye olduğunu söyleyenlerin
görüşlerini reddetmektedir. Bu görüş bazı Şafii ilim adamlarından
nakledilmiştir. Konuyu gereği gibi tahkik etmemiş bazı kimseler Malik'ten onun
bu namazın sünnet olduğunu söylediğini nakletmişlerdir, Halbuki ümmetin ve
imamların cumhuru cuma namazının farz-ı ayn olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü
Yüce Allah: "Cuma namazı için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine
koşun ve alışverişi bırakın" diye buyurmuştur.
Peygamber
(s.a.v.)"dan da şöyle buyurduğu sabittir: "Birtakım kimseler cumaları
kılmamayı ya terkedecekler yahut Allah onların kalplerini mühürleyecek sonra da
mutlaka gafillerden olacaklardır."
Bu ise cuma namazının
vücubuna ve farziyetine dair apaçık bir delildir, İbn Mace'nin Sünen'inde
Ebu'I-Cadd ed-Damri'den -ki ashabdan idi şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kim önemsemeyerek cumayı üç defa
terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler." Hadisin senedi sahihtir,
Cabir b, Abdullah da
şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) dedi ki: "Kim bir zaruret olmaksızın
üç cuma namazını terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler, "
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'ın: "Cuma namazına gitmek her müslüman üzerine
farzdır," dediği sabittir.
10- Cuma Namazı İçin
Abdest ve Gusül:
Yüce Allah, cuma namazına
gitmeyi şartsız olarak mutlak bir ifade ile zikretmiş bulunmaktadır. Ancak
bütün namazlar hakkında abdestli olmak şartı Kur'an ve sünnette sabittir. Çünkü
yike Allah: "Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi", yıkayın,"
(el-Maide, 6) diye buyurmaktadır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur:
"Allah abdestsiz hiçbir namazı kabul etmez'',
Bir kesim oldukça garip
bir kanaat ileri sürerek cuma günü gusletmek farzdır demiştir. İbnu'l-Arabı der
ki: Bu görüş batıldır. Çünkü Nesai ve Ebu Davud'un Sünen'lerinde rivayet
ettiklerine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü abdest
alan bir kimse için bu yeterlidir ve güzeldir. Kim de guslederse, gusletmek
daha faziletlidir."
Müslim'in Sahih'inde de
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu
ki: "Kim cuma günü güzelce abdest alır, sonra cumaya gider hutbeyi güzel
bir şekilde dinlerse Allah ona cumadan cumaya kadarki günahlarını üç gün
fazlası ile birlikte bağışlar. Ancak kim çakıl taşlarına dokunacak olursa, o boş
bir iş yapmış olur.{ Bu da (bu hususta) açık bir nastır.
Muvatta'da şu rivayet
geçmektedir: Bir adam cuma günü Ömer b. el-Hattab hutbe irad ederken (mescide)
girdi ... (Bu şahıs) dedi ki: Sadece abdest aldım (ve hemen geldim.) Ömer:
Sadece abdest te mi aldın, dedi? Halbuki sen de biliyorsun ki Rasülullah
(s.a.v.) gusletmeyi de emrediyordu. Ömer gusletmeyi emretmekle birlikte ona
geri dönüp gitmesini emretmedi. İşte bu davranışı gusletmenin müstehab olduğu
şeklinde anlaşıldığının delilidir. Bir kimse farzabaşlamış iken -ki burada
cumada hazır olmak ve hutbeyi dinlemektir- onu bırakıp sünneti işlemeye geri
dönmesi imkansız bir şeydir. Bu uygulama ise ashabın ileri gelenlerinin
huzurunda, muhacirlerin büyükleri Ömer'in etrafında iken ve Peygamber (s.a.v.)'ın
mescidinde olmuştur.
11- Cuma Bayram Gününe
Rastlarsa:
Cuma bayram gününe
rastladığı için sakıt olmaz. Bu, Ahmed b. Hanbel'İn kanaatine aykırıdır. Çünkü
o şöyle demiştir: Cuma ve bayram aynı güne denk gelirse, cumanın farzı kalkar.
Çünkü bayram namazı cuma namazından öncedir ve insanlar bayram ile uğraşıp cuma
namazını kılmaya vakit bulamazlar. Bu hususta Osman (r.a)'ın bir bayram gününde
Medine'nin el-Avali denilen yerinde sakin olan kimselere cumaya katılmama
iznini vermiş olmasını delil diye gösterir. Halbuki ashabdan bir kimsenin
görüşü ona muhalefet edilmiş ve bu konuda icma olmamış ise delil teşkil edemez.
Diğer taraftan cuma namazı için gitmek emri diğer günlerde olduğu gibi bayram
gününde de geçerli bir emirdir.
Müslim'in Sahih'inde
en-Numan b. Beşir'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) iki
bayram namazı ile cuma namazlarında el-Ala Süresi ve el-Ğaşiye Süresi'ni
okurdu. Bayram ve cuma aynı güne rastladığı takdirde ise yine her iki namazda
da bu iki sureyi okurdu. Bunu Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace rivayet
etmiştir.
12- "Allah'ın
Zikri"nin Mahiyeti:
"Allah'ın
zikrine" namaza demektir. Hutbe ve öğütler diye de açıklanmıştır. Bu
açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Doğrusu bunun hepsi hakkında vacib olduğudur. Bunun ilki ise hutbedir. İlim
adamlarımız böyle demiştir. Ancak Abdu'l-Melik b. el-Macişün hutbenin sünnet
olduğu görüşündedir. Hutbenin vacib olduğunun delili ise alışverişi haram
kılmasıdır. Eğer vacib olmasaydı, alışverişin haram olmasına sebep olmazdı.
Çünkü müstehab olan bir şey, mübahı haram kılamaz.
Eğer zikirden maksat
namazdır diyecek olursak, hutbe de namazdan sayılır. Kul da fiilen Yüce Allah'ı
tesbih ettiği gibi fiilen de Allah'ı zikreden olur.
ez-Zemahşeri dedi ki:
Eğer: Yüce Allah'ı zikretmek, başka hususları ihtiva ettiği halde nasıl hutbe
ile açıklanabilir, diye sorulursa, şu cevabı veririz:
Resulullah (s.a.v.)'ı
anmak, onu övmek, raşid halifderine, müttaki mü'minlere övgülerde bulunmak,
Öğüt vermek ve hatırlatmak manasını ihtiva eden sözler de Allah'ı zikretmek
hükmündedir. Bunun dışında kalan zalimleri, onların lakablarını sözkonusu
etmek, onları övmek, onlara dua etmeye -onların hakettikleri ise bunun aksidir-
gelince bu, şeytanı zikretmek cümlesindendir. Böyle bir zikir ise Allah'ı
zikretmekten fersah fersah uzaktır.
13- Cuma Namazı
Esnasında Alışverişin ve Benzeri İşlerin Haram Olması ve Bunların Haram Oluş
Vakitleri:
"Ve alışverişi
bırakın" buyruğu ile Yüce Allah cuma namazı kılındığı sırada alışverişi yasaklamakta
ve cuma namazını kılmak farzına muhatab olan kimselere bu vakitte alışverişi
haram kılmaktadır.
(Ayette sözü edilen) bey
(veriş), şirasız (alışsız) olmaz, Bundan dolayı onlardan sadece birisinin
anılması ile yetinilmiştir. Yüce Allah'ın: "Sizi sıcaktan koruyacak
elbiseler ve kendi gücünüzden koruyacak zırhlar bağışladı," (en-Nahl, 81)
buyruğunda olduğu gibi.
Özellikle alışverişin
(bey'in) sözkonusu edilmesi çarşı pazarda bulunanların çoğunlukla uğraştığı
işin o oluşundan dolayıdır. Cuma namaZına gelmesi vacib olmayan kimselere
alışveriş, yasaklanmaz.
Alışverişin haram olduğu
vakit ile ilgili iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu zevalden sonra başlayıp
namazın bitirilmesine kadar devam eder. ed-Dahhak, el-Hasen ve Ata bu
görüştedir.
İkinci görüşe göre ise;
hutbe ezanından başlayıp namaz vaktine kadar devam eder. Bu da Şafii'nin
görüşüdür.
Malik'in görüşü ise cuma
namazı için ezan okunulduğu vakit, alışverişin terkedilmesi şeklindedir. Bu
vakitte yapılan alışverişler ona göre feshedilir. Ancak köle azad etmek, nikah,
talak ve başka akitler fesholmaz. Zira insanların alışverişle uğraştıkları gibi
bu gibi şeylerle uğraşmak adetlerinden değildir. (Maliki mezhebi alimleri)
derler ki: Şirket, hibe ve sadaka da aynı şekilde nadiren görülen işlerdendir.
(Bundan dolayı) fesh olmazlar.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Sahih olan hepsinin fesholacağıdır. Çünkü alışverişin yasaklanması onunla
uğraşılması dolayısıyladır. Buna göre cuma namazını kılmaktan alıkoyan bütün
akitler şer'an haramdır ve bu konuda gerektiği gibi sakınılması için (red'an)
fesholunurlar.
el-Mehdevi dedi ki: Kimi
ilim adamlarının görüşüne göre belirtilen vakitte alışveriş caizdir ve buradaki
yasağı mendubluğa yorumlamışlardır. Buna da Yüce Allah'ın: "Eğer
bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." buyruğunu delil
göstermişlerdir.
Derim ki: Bu Şafii'nin
görüşüdür. Ona göre (bu vakitte) yapılan alışveriş akdi sahihtir ve fesholmaz.
ez-Zemahşeri de Tefsir'inde şöyle demektedir: Ge'nel olarak ilim adamları bu
işin (bu vakitte alışverişin), alışverişin fasid olması sonucunu vermediği
görüşündedirler ve şöyle derler: Çünkü alışveriş bizatihi haram değildir. Ancak
onunla uğraşmak vacib (farz) olan ile uğraşmaktan alıkoyduğundan dolayı
(yasaklanmış)dır. Gasbolunmuş arazide ve elbisede namaz kılmak ile gasbolmuş su
ile abdest almak gibi. Bazı kimselerden ise böyle bir alışverişin fasid olduğu
görüşü rivayet edilmiştir.
Derim ki: Doğrusu bu
alışverişin fasid olduğu ve fesholacağıdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Bizim bu işimize uygun düşmeyen herbir iş
merdudtur."
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN