SAF 2 / 3 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آَمَنُوا
لِمَ تَقُولُونَ
مَا لَا
تَفْعَلُونَ
{2} كَبُرَ
مَقْتاً
عِندَ
اللَّهِ أَن
تَقُولُوا
مَا لَا
تَفْعَلُونَ
{3} |
2. Ey
iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?
3.
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah'ın yanında büyük bir hışmı gerektirir.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Buyrukların Nüzul Sebebi:
2- Bir İtaati Yapmayı Adayan Bir
Kimsenin Bu Adağını Yerine Getirmesi Gereği:
3- Sözünü, Dediğini Yerine
Getirmeyenler:
4- Kişinin Yapmadığı ve Yapmayacağı
Şeyleri Söylemesi:
5- Yapmayacağı Şeyi Söylemenin Vebali:
1- Buyrukların Nüzul
Sebebi:
"Ey iman edenler!
Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" buyruğu ile ilgili olarak Darimı
Ebu Muhammed, Müsned'inde şu rivayeti kaydetmektedir: Bize Muhammed b. Kesir,
el-Evzai'den haber verdi. O Yahya b. Ebi Kesir'den, o Ebu Seleme'den, o
Abdullah b. Selam'dan dedi ki: Biz Resulullah (s.a.v.)'ın ashabından bir grub
kendi aramızda konuşarak dedik ki: Yüce Allah'ın hangi ameli daha çok sevdiğini
bilseydik elbette ki onu işlerdik. Bunun üzerine Yüce Allah: "Göklerde ve
yerde olan herşey Allah'ı tesbih eder. O Azizdir, Hakimdir. Ey iman edenler!
Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" buyruklarını -(Abdullah) onu
(sureyi) bitirinceye kadar (okudu)- indirdi. Abdullah dedi ki: Rasülullah
(s.a.v.) da onu (o sureyi) bize sonuna kadar okudu. Ebu Seleme dedi ki: İbn Selam
da onu (süreyi sonuna kadar) bize okudu. Yahya dedi ki: Ebu Seleme de onu bize
(sonuna kadar) okudu. Yahya da onu bize okudu. el-Evzai de onu bize okudu.
Muhammed de onu bize okudu.
İbn Abbas dedi ki:
Abdullah b. Revaha dedi ki: Bizler Allah'ın amellerden hangisini daha çok
sevdiğini bilseydik, elbette onu işlerdik; fakat cihad emri inince ondan
hoşlanmadılar.
el-Kelbı dedi ki:
Mü'minler: Ey Allah'ın Resulü dediler. Şayet bizler Allah'ın hangi ameli daha
çok sevdiğini bilseydik, biz de o işi yapmaya daha çok koşardık. Bunun üzerine:
"Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim
mi?" (es-Saf, 10) buyruğu nazil oldu. Bir süre böylece beklediler ve bu
arada şöyle diyorlardı: Bu ticaretin ne olduğunu bilseydik, elbetteki onu
mallarımızı, canlarımızı, eşimizi, dostumuzu feda ederek satın alırdık. Yüce
Allah bu ticareti onlara: "Allah'a ve Rasulüne iman edersiniz,
mallarınızla, canlarınızla Allah'ın yolunda cihad edersiniz" (es-Saf, 11)
ayeti ile gösterdi. Uhud günü sınandılar, fakat kaçtılar, İşte sözlerine bağlı
kalmadıkları için onları ayıplamak üzere bu süre nazil oldu.
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: Yüce Allah Peygamberine Bedir şehidlerinin sevabını haber verince, ashab:
şahid ol, Allah'ım dediler. Andolsun biz bir savaşta bulunacak olursak,
şüphesiz o uğurda bütün gücümüzü harcayacağız; fakat Uhud günü kaçtıklarından
ötürü Allah bu davranışları sebebiyle onları ayıpladı.
Katade ve ed-Dahhak
dediler ki: Bu buyruk -hiç de böyle bir şey yapmadıkları halde-: Biz cihad
ettik ve çeşitli bela ve sıkıntılara maruz kaldık, diyen bir topluluk hakkında
inmiştir.
Suhayb dedi ki: Bedir
günü müslümanlara eziyet vermiş, onlara oldukça sıkıntılar ve zorluklar
tattırmış bir kişi vardı. Ben de onu öldürdüm. Bir başka adam: Ey Allah'ın
Peygamberi gerçekten ben filan kişiyi öldürdüm, dedi. Peygamber (s.a.v.) da
bunun üzerine çok sevindi. Ömer b. el-Hattab ile Abdu'r-Rahman b. Avf: Ey
Suhayb, dediler niye filanı sen öldürdüğünü haber vermedin? Filan kişi yalan
yere onu öldürdüğünü iddia etti, Bunun üzerine Suhayb ona durumu haber verince,
Peygamber: "Böyle mi ey Ebu Yahya?" diye buyurdu. Suhayb: Allah'a
yemin olsun ki evet ey Allah'ın Rasülü, dedi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime, o
şahsı yalan yere öldürdüğünü iddia eden kişi hakkında nazil oldu.
İbn Zeyd dedi ki: Buyruk
münafıklar hakkında inmiştir. Onlar Peygamber (s.a.v.) ve ashabına şöyle
diyorlardı: Sizler savaşmak üzere çıkar ve savaşacak olursanız, biz de sizinle
birlikte çıkar ve sizinle birlikte savaşırız. Fakat müslümanlar savaşmak üzere
Medine'nin dışına çıktıklarında onları bırakıp geri döndüler ve geri kaldılar.
2- Bir İtaati Yapmayı
Adayan Bir Kimsenin Bu Adağını Yerine Getirmesi Gereği:
Bu ayet-i kerime itaat
olan herhangi bir işi yapmayı üzerine alan kimsenin bu taahhüdüne bağlı kalmasını
vacib kılmaktadır.
Müslim'in Sahih'inde Ebu
Musa'dan rivayete göre o, Basralı kurraya (Kur'an-ı Kerim'i okuyup, bellemiş
olanlara) haber gönderdi. Huzuruna Kur'an-ı Kerim'i okumuş üçyüz kişi geldi.
Şöyle dedi: Sizler Basralıların en hayırlıları ve Kur'an'ı en iyi
bilenlerisiniz. Bunu okuyunuz ve sakın üzerinizden fazla zaman geçmesin. O
takdirde sizden öncekilerin kalpleri katılaştığı gibi sizin kalpleriniz de
katılaşır. Biz uzunluğu itibariyle ve ağır muhtevası dolayısıyla et-Tevbe
Süresi'ne benzettiğimiz bir süreyi okuyorduk, onu unuttum. Şu kadar var ki ben
o sureden şunu bellemiş bulunuyorum: "Şayet Ademoğlunun iki vadi dolusu
malı bulunsa, onlara bir üçüncüsünün katılmasını ister. Bununla birlikte
Ademoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Yine bizler müsebbihat
(sebbaha lillahi ... diye başlayan) surelerinden birisine benzettiğimiz bir
sureyi de okuyorduk, onu da unuttum. Şu kadar var ki ben o sureden: "Ey
iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" buyruğunu bellemiş
bulunuyorum. İşte bu sizin boynunuza kıyamet gününde kendisinden sorumlu
tutulacağınız bir tanıklık olarak yazıldı.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Bütün bu hususlar dinen sabit şeylerdir. Sözünü ettiği Yüce Allah'ın: "Ey
iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" buyruğu dinde hem
lafız, hem mana itibariyle bu surede sabittir. "Bu kıyamet gününde
kendisinden sorumlu tutulacağınız boynunuza bir şehadet olarak yazıldı"
sözüne gelince, bu da mana itibariyle dinde sabit olmuş bir husustur. Bir kimse
üzerine bir yükümlülük aldığı takdirde şer'an onu yerine getirmesi gerekir.
üstlenilen yükümlülük iki kısımdır. Biri adaktır, bu da iki kısma ayrılır.
Başından beri Yüce Allah'a yakınlaşmak maksadıyla yapılan adak. Bir kimsenin:
"Allah için bir namaz kılacağım, oruç tutacağım, sadaka vereceğim"
demesi ve buna benzer Allah'a yakınlaştırıcı amelleri adamasıdır. Bu gibi
adakları yerine getirmenin gereği icma ile kabul edilmiştir.
İkincisi ise mübah olan
bir adaktır. Bu da gerçekleşmesi istenen bir şarta bağlı olarak yapılan
adaktır. Bir kimsenin: Benim misafirim eğer geri dönecek olursa, üzerime bir
sadaka vermek borç olsun demesi gibi; yahutta gerçekleşmesini arzu etmediği bir
şarta bağlı olarak yaptığı adaktır. Eğer Allah beni filanın şerrinden koruyacak
olursa, bir sadaka vermek borcum olsun demesine benzer.
Bu tür adağın
bağlayıcılığı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik ve Ebu
Hanife, böyle bir adağın gereğini yerine getirmesi gerekir, demişlerdir. Şafii bu
husustaki görüşlerinden birisinde: Böyle bir adağı yerine getirmesi gerekmez,
demiştir.
Ancak ayetin umumi
ifadesi bizim lehimize bir delildir. Çünkü ayet-i kerime bu mutlak ifadesiyle
ister bir şarta bağlı olsun, ister olmasın herhangi bir şekilde yapmadığı şeyi
söyleyen kimseyi yermeyi ihtiva etmektedir.
Şafii'nin mezhebine
mensub ilim adamları da şöyle demişlerdir: Adak ancak Allah'a yakınlaştırıcı
amel türlerinden olan ve sadece O'na yaklaşmak maksadı güdülen şeyler olabilir.
Bu tür işler ise her ne kadar Allah'a yakınlaştırıcı ameller türünden ise de
bunlarla Allah'a yakınlaşmak maksadı güdülmemiştir. Sadece kişinin kendisini
bir işi işlemekten alıkoyması yahutta bir işi yapmaya yönelmesi maksadını
gütmüştür.
Biz deriz ki: Allah'a
yakınlaştırıcı şer'i ameller -her ne kadar Allah'a yakınlaştırıcılık özelliğini
taşıyor olsalar dahi- birtakım meşakkatler ve birtakım yükümlülüklerden
ibarettir. Böyle bir kimse ise bir menfaati elde etmek yahut bir zararı önlemek
maksadı ile Yüce Allah'a yakınlaştırıcı böyle bir ameli yerine getirme
külfetini üzerine almış bulunmaktadır. Dolayısıyla bu tutumuyla da teklifin
izlediği yolun dışına çıkmamış ve yine Yüce Allah'a yakınlaşmak maksadını
sürdüren bir kimsedir.
İbnu'l-Arabi der ki:
Eğer söylenen söz bir vaad mahiyetinde ise bu ya o kimsenin: Evlenecek olursan
sana bir dinar katkım olacaktır yahut: Filan ihtiyacını satın alacak olursan
ben de sana şunu veririm, demesi gibi bir sebebe bağlı olur. Fukahanın icmaı
ile bu sözü yerine getirmesi gerekir. Yahutta şarttan uzak mücerred bir vaad
olursa, mutlak ifadesi ile bunu yerine getirmesi gerekir. Bu görüş sahipleri
ayetin nüzul sebebini esas almışlardır. Çünkü rivayet olunduğuna göre ashab
şöyle diyordu: Bizler hangi amelin daha faziletli ya da Allah tarafından daha
çok sevildiğini bilsek elbette ki onu işlerdik. Bunun üzerine Yüce Allah da bu
ayet-i kerimeyi indirdi. Bu rivayet kabul edilmesinde pek sakınca olmayan bir
hadistir. Mücahid'den de rivayet olunduğuna göre Abdullah b, Revaha bunu
işitince şöyle demişti: Ben öldürülünceye kadar Allah yolunda kendimi
vakfetmeye devam edeceğim.
Bana göre sahih olan:
Mazeret hali müstesna, verilen sözün her durumda yerine getirilmesinin vacib
olduğudur.
Derim ki: Malik dedi ki:
Bir kimse bir diğerinden kendisine bir şeyler hibe etmesini isteyip de o kimse:
Evet dediği halde, sözünü daha sonradan yerine getirmemeyi uygun görecek
olursa, benim görüşüme göre verdiği bu sözü yerine getirmek zorunda değildir.
İbnu'l-Kasım dedi ki:
Bir kimse borçlulara söz vererek: Onun (borçlumun) size yapacağı ödemeyi ona
hibe ettiğime dair sizi şahit tutuyorum diyecek olursa, bu ifade onun için
bağlayıcı olur. Ama: Evet, ben bunu yaparım, deyip de daha sonra başka bir
kanaate sahip olması halinde bunu yerine getirmek zorunda olmayacağı görüşündeyim,
Derim ki: Yani bu
hususta onun aleyhine hüküm verilmez, Fakat ahlaki faziletler ve güzel insani
davranış açısından bunu yerine getirmesi gerekir. Çünkü Yüce Allah verdiği sözü
gerçekleştiren ve adağının gereğini yerine getiren kimseleri överek şöyle
buyurmuştur: "Ahidleşince ahidlerini yerine getirenler. .. "
(el-Bakara, 177); "Kitapta İsmail'i de an! O sözünde durandı ... "
(Meryem, 54) Buna dair açıklamalar daha önceden (Meryem, 54-55. ayetler, 2,
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
3- Sözünü, Dediğini
Yerine Getirmeyenler:
en-Nehai dedi ki; üç
ayet-i kerime insanlara kıssa yoluyla öğütler vermeme engel oldu:
"İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?" (Bakara, 44);
"Size yasakladığım şeylere kendim uymayarak size (emrettiklerime) aykırı
davranmak istemiyorum" (Hud, 88) buyrukları ile: "Ey iman edenler!
Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" buyruğudur.
Hafız Ebu Nuaym'in
rivayetine göre Malik b. Dinar, Sumame'den, o Enes b. Malik'ten şöyle dediğini
nakletmiştir; Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İsraya götürüldüğüm gece
dudakları ateşten makaslarla kesilen ve her kesildikçe tekrar dudakları uzayan
bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar kimlerdir, ey Cebrail diye sordum, dedi
ki; Bunlar yapmadıkları şeyleri söyleyen, Allah'ın Kitabını okuyup da amel
etmeyen ümmetinin hatipleridir. ''
Seleften birisinden
nakledildiğine göre ona: Bize hadis naklet, denildi fakat o sustu. Daha sonra
tekrar: Bize hadis naklet deyince, şu cevabı verdi: Benim yapmadığım şeyleri
söyleyip böylelikle Allah'ın hışmını çabuklaştıracağımı mı zannediyorsunuz?
4- Kişinin Yapmadığı ve
Yapmayacağı Şeyleri Söylemesi:
"Yapmayacağınız
şeyi niçin söylersiniz?" buyruğu, insanın yapmadığı ve yapmayacağı iyi
şeylerden kendisi hakkında sözetmesi sebebiyle bir azar ve bir inkar (red)
anlamında bir istifham (soru)dır. Eğer kişinin bu söylediği şeyler geçmişe dair
ise yalan olur, geleceğe dair ise verdiği sözde durmamak olur. Her ikisi de
yerilmiş davranışlardır.
Süfyan b. Uyeyne Yüce
Allah'ın: "Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" buyruğunu şöyle
açıklamıştır: Yani o işi yapmanın size bırakılmadığı hususları ne diye
söylersiniz? Sizler bu işleri yapıp yapmayacağınızı bilemezsiniz.
Buna göre ifade sözün
reddedilmesi hususunda zahirine göre yorumlanmış olmaktadır.
5- Yapmayacağı Şeyi
Söylemenin Vebali:
"Yapmayacağınız
şeyi söylemeniz Allah'ın yanında büyük bir hışmı gerektirir" buyruğu
Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden birisi olan tartışma ve gazab halinde
verilen söze bağlı kalmanın gereği ne delil gösterilebilir.
Buyruktaki: " ...
me" mübteda olarak gelmiş olup ondan önceki ifadeler de haberdir. Şöyle
buyurulmuş gibidir: Yapmayacağınız şeyi söylemeniz yerilmiş bir iştir. Bununla
birlikte hazfedilmiş bir mübtedanın haberi de olabilir.
el-Kisai dedi ki: Bu
edat burada ref' konumundadır. Çünkü: "Büyük" lafzı; (...): Kardeşin
çok kötü bir adamdır" konumunda bir fiildir. "Hışmı" ifadesi de
temyiz olarak nasbedilmiştir. Yani onların yapmadıkları şeyi söylemesi hışım
itibariyle çok büyüktür. Hal olduğu da söylenmiştir. ("Hışım olarak, ..
" demek olur).
"(...) ile (...):
Hışım duymak" iki mastardır. Mesela insanlar tarafından sevilmeyen bir
kimse hakkında: "Sevilmeyen bir kişi" denilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN