HAŞR 9 |
وَالَّذِينَ
تَبَوَّؤُوا
الدَّارَ
وَالْإِيمَانَ
مِن
قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ
مَنْ
هَاجَرَ
إِلَيْهِمْ
وَلَا
يَجِدُونَ
فِي صُدُورِهِمْ
حَاجَةً مِّمَّا
أُوتُوا
وَيُؤْثِرُونَ
عَلَى أَنفُسِهِمْ
وَلَوْ
كَانَ
بِهِمْ
خَصَاصَةٌ وَمَن
يُوقَ شُحَّ
نَفْسِهِ
فَأُوْلَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
9. Onlardan evvel
Medine'yi yurt edinip imana sahip olanlar ise, kendilerine hicret edenleri
severler ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik
duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz
nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onIar
umduklarını bulanların ta kendileridir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunaçağız:
1- Medine'yi Yurt
Edinenler ve İmana Sahip Olanlar:
2- Bu Ayetin Önceki
Buyruklarla İlişkisi:
3- Ömer'in (r.a.)
Fethedilen Arazilere Dair Uygulaması:
4- Ganimet Olarak
Alınan Taşınmazın Paylaştırılması:
5- Medine Şehrinin
üstünlüğü:
6- Muhacirlere
Verilenleri Kıskanmayan Ensar:
7- genel olarak
Ashabın, özel olarak Ensarın Sıkıntılı Zamanlarda Bile Başkalarını Kendilerine
Tercih Etmeleri:
8- Başkalarını
Kendisine Tercih Etmek Buna Dair Örnekler ve Sınırları:
9- lsar (Başkasını
Tercih)in Mertebeleri:
10- Fakirlik İçinde
Olmak:
11- Cimriliğin Mahiyeti
ve Ondan Korunmanın Güzel Sonucu:
1- Medine'yi Yurt
Edinenler ve İmana Sahip Olanlar:
"Onlardan evvel
Medine'yi yurt edinip imana sahip olanlar" buyruğunda söz konusu edilen
yurt edinen kimselerle muhacirlerin oraya göç etmesinden önce Medine'yi vatan
edinmiş ensarın kastedildiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. "İman"
lafzı "Yurt edinen" Lafzından başka bir fiil ile nasbedilmiştir.
Çünkü bu fiil, ancak mekan hakkında kullanılır.
''Onlardan evvel"
lafzındaki: '' ... dan" daha önce geçen: "Yurt edinen" anlamı
verilen fiilin sılasıdır. Buyruk: Muhacirlerden önce orayı yurt edinen ve imana
kesin olarak inanıp ihlaslı bir imana sahib olan kimseler ... anlamındadır.
Çünkü iman, yurt edinilecek bir yer değildir. Bu da Yüce Allah'ın: "Haydi
işinizi sağlam tutun, ortaklarınızı da. (çağırın)" (Yunus, 71) buyruğunun:
"Ortaklarınızı da çağırın" anlamını vermesine benzer. Bu açıklamayı
Ebu Ali, ez-Zemahşerı ve başkaları sözkonusu etmiştir. Böyle bir anlatım:
"Ben ona alaf olarak saman ve soğuk su verdim" türünden bir anlatım
olur.
Buyruğun muzafın
hazfedilmiş olması şeklinde yorumlanması da mümkündür. Sanki: (...): Onlar
orayı ve iman yerlerini yurtedinip yerleştiler" denilmiş gibidir.
"Yurt edinmek" fiilinin delalet ettiği anlama göre yorumlanması da
mümkündür. "Onlar o yurttan ayrılmadıkları gibi imana da sıkı sıkı bağlı
kaldılar ve her ikisinden de ayrı kalmadılar" denilmiş gibidir.
"İmanın yurt edinilmesi" misal (deyim) olarak da kullanılmış
olabilir. Nitekim: "Filan oğullarının (kalplerinin) tam ortasına
yerleşti" demek de böyledir.
(...): Bir yeri yer
edinmek, orada karar kılmak, yerleşmek, demektir. Bu buyrukla, ensarın
muhacirlerden önce iman ettikleri kastedilmemektedir. Maksat onların Peygamber
(s.a.v.)'ın kendilerine hicret etmesinden önce iman etmiş olduklarını
anlatmaktır.
2- Bu Ayetin Önceki
Buyruklarla İlişkisi:
Yine bu ayet-i kerimenin
kendisinden önceki buyruklarla bağlantısı olmayan bir ayet mi yoksa onlara
atfedilmiş bir ayet mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir kesimin
açıklamasına göre bu ayet-i kerime daha önce geçen Yüce Allah'ın: ", ..
fakir muhacirler içindir" (8. ayet) buyruğuna atfedilmiş olup el-Haşr
Suresi'nindeki bütün ayetler birbirine atfedilmiştir. Ancak bunlar bu husus
üzerinde dikkatle düşünüp konuyu insaf ile ele alacak olurlarsa durumun
benimsedikleri kanaatten farklı olduğunu göreceklerdir. Çünkü. Yüce Allah:
"O kitab ehlinden kafir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden
çıkarandır. Siz de onların çıkacaklarını sanmamıştınız ... ve (bu) fasıkları
alçaltması içindir" (el-Haşr, 1-5) diye buyurmakta ve bu buyruklarıyla
Nadiroğulları ile Kaynukaoğulları hakkında haber vermektedir. Daha sonra:
"Allah'ın onlardan Rasulüne verdiği fey'e gelince, siz onun için ne at
oynattınız, ne de deveye bindiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği
kimselere musallat eder" (el-Haşr, 6) buyruğunda ise fey'in, Resulullah
(s.a.v.)'e ait olduğunu haber vermektedir. Çünkü onu ele geçirilmek için
herhangi bir binek sırtına binilmemiştir. Daha önce haklarında sözkonusu edilen
çarpışma ve ağaçlarının kesilmesine gelince, onlar sonunda bu işe son vermişler
ve bu husus böylece olup bitmişti. Arkasından da: "Allah'ın fethedilen
ülkeler ahalisinden Rasulüne verdiği fey Allah'a, Peygambere, akrabalara,
yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir" (el-Haşr, 7) diye
buyurulmaktadır. Bu da önceki buyruklara atfedilen bir söz değildir; aynı şekilde:
"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip imana sahib olanlar ise ... "
buyruğu da ensardan övgüyle söz etmek ve onlara övgülerde bulunmak sadedinde
yeni bir söz başlangıcını teşkil etmektedir. Çünkü onlar elde edilen o fey'i
muhacirlere teslim etmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Fey', fakir
olan muhacirleredir. Ensar ise onları severler. Fey'in yalnızca onlara
verilmesinden ötürü de onları kıskanmazlar. Aynı şekilde; "onlardan sonra
gelenler" (el-Haşr, 10) buyruğu da yeni bir ifade başlangıcıdır, haberi
de: "Derler ki: Rabbimiz bizi. .. mağfiret eyle" buyruğudur.
İsmail İbn İshak dedi
ki: Yüce Allah'ın: "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip ... "
buyruğu ile "onlardan sonra gelenler" buyruğu daha önce geçen
buyruklara atfedilmiştir. Bunlar da fey'de ortaktırlar. Yani bu mal hem
muhacirlere, hem de "onlardan evvel Medine'yi yurt edinenler"e
aittir.
Malik b. Evs dedi ki:
Ömer b. el-Hattab (r.a) Şu: "Sadakalar (zekat) ancak fakirlere ...
mahsustur" (et-Tevbe, 60) ayetini okuyup bu (zekat); bunlara (bu ayette
sözü edilenlere)dir, dedi. Sonra: "Bilin ki ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a ... aittir." (el-Enfal, 41)
buyruğunu okuyarak: Bu da burada söz edilenlere aittir, dedi. Daha sonra:
''Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasulüne verdiği fey' ... fakir
muhacirler içindir." (el-Haşr, 7-8) ayetleri ile; "Onlardan evvel
Medine'yi yurt edinip imana sahib olanlar ... " ayetini ve: "Onlardan
sonra gelenler. .. " (el-Haşr, 10) ayetlerini okuduktan sonra dedi ki:
Andolsun ki eğer yaşayacak olursam Himyer dağının tepesinde bulunan çobana dahi
bu maldan payı alnı terlemeksizin ulaşacaktır, dedi.
Yine denildiğine göre o,
muhacirlerle ensarı çağırıp, Yüce Allah'ın kendisine bu kabilden nasib ettiği
fetihlere ne şekilde uygulama yapacağı hususunda danıştıktan sonra onlara dedi
ki: Bu işi iyice gözden geçirin, iyiden iyiye üzerinde düşünün. Daha sonra
yarın sabah yanıma gelin. O da o gece düşünüp durdu. Sonunda bu ayetlerin bu
gibi hususlar hakkında nazil olduğunu iyiden iyiye anladı. Sabah yanına
geldiklerinde: Dün gece el-Haşr Suresi'nindeki ayetler üzerinde durdum deyip
"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisindenResulüne verdiği fey ... fakir
muhacirler içindir." (el-Haşr, 78) buyruklarını okudu. Yüce Allah'ın:
"İşte onlar sadıkların ta kendileridir." (el-Haşr, 8) buyruğuna
ulaşınca, bu ancak burada söz edilenlere aittir, dedi. Sonra Yüce Allah'ın:
"Onlardan sonra gelenler derler ki: Şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin,
çokmerhametlisin" (Haşr, 10) buyruğunu okuyup dedi ki: Artıkmüslüman olup
da bununkapsamına girmeyen hiçbir kimse kalmıyor, dedi. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
3- Ömer'in (r.a.)
Fethedilen Arazilere Dair Uygulaması:
Malik'in Zeyd 'b.
Eslem'den, onunbabasından rivayetine göre Ömer şöyle demiştir: Şayet daha sonra
gelecek insanlar olmasaydı, fethedeceğim herbirkasabayımutlaka Rasülullah
(s.a.v.)'ın Hayber'i paylaştırdığı gibi paylaştırırdım.
Bir çok yoldan gelmiş,
oldukça yaygın (müstefız) rivayetlerde belirtildiğine göre Ömer, Irak sevadını
(sevad; toprak, coğrafya), Mısır'ı ve elde ettiği ganimetleri atiyelere
(maaşlar) halkın ve çoluk çocukların rızıklarına kaynaklık teşkil etsin diye
savaşçılara -paylaştırmaksızın bırakmıştır. Zübeyr, Bilal ve ashabtan daha
başka -kimseler ise fethedilen yerlerin kendilerine paylaştırılmasını
istediler. Ömer onların bu isteklerini uygun bulmadı. Bu hususta yaptığı
uygulamanın mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Onun uygulaması hususunda
orduyakatılanların gönüllerini hoş ettiği söylenmiştir. Gönül hoşluğu ile
herhangi birbedel almaksızın payını müslümanlara bırakmak isteyenler azınlıkta
idiler. Bunu kabul etmeyen kimselere ganimetten kendisine düşen payın bedelini
verdi.
O toprakları
mücahidlerin gönüllerini hoş ettikten sonra bıraktı, diyen kimseler onun bu
uygulama sını Peygamber (s.a.v.)'ın uygulaması gibi değerlendirmiştir. Çünkü
Peygamber de Hayber'i paylaştırmıştı. Zira Ömer'in paylarını satın alması ve
diğerlerinin de gönül hoşluğu ile paylarını terketmeleri tıpkı orayı
paylaştırması seviyesindedir.
Bir diğer görüşe göre
ise o, savaşakatılanlara herhangi bir şey vermeksizin oraları -bırakmıştır.
Ömer bu hususta Yüce Allah'ın: ''Yurtlarından ve mallarındanç-ıkartılıp,
uzaklaştırılmış ... fakir muhacirler içindir ... Rabbimiz şüphesiz ki Sen çok
esirgeyicisin, çok merhametlisin." (el-Haşr, 9-10) ayetlerinde geçtiği
üzere bu hususta tevil yaparak uygulamada bulunmuşdur. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
4- Ganimet Olarak
Alınan Taşınmazın Paylaştırılması:
ilim adamları (ganimet
olarak alınan) akarın paylaştırılması hususunda farklı görüşleresahiptir.
İmam Malik der ki:
İmamın (İslam devlet başkanının) akarı müslümanların maslahatına vakfetmesi
hakkı vardır,
Ebu Hanife dedi ki: İmam
böyle bir yeri paylaştırmak ya da müslümanların maslahatına vakfetmekten
birisini tercih etmekte serbesttir.
Şafii dedi ki: İmamın
müslümanların rızasını almaksızın vakfetmesi hakkı yoktur. Aksine o diğer
mallar gibi bu akarı onlara paylaştırır. Her kim gönül hoşluğuyla hakkından
feragat edecek olursa, o vakit imam da bunu onlara vakıf edebilir. Gönül
hoşluğuyla hakkından vazgeçmeyen kimsenin de kendi malını alması hakkı öncelik
kazanır. Ömer (r.a) ganimet alanların gönüllerini hoş etmeye çalışmış ve
ganimetlerini onlardan satın almıştır.
Bu görüşe göre Yüce
Allah'ın: "Onlardan sonra gelenler. .. " (el-Haşr, 10) buyruğu
kendisinden önceki buyruklar ile ilişkisiz olur ve bu durumda onlar
kendilerinden önce gelenlere dua etmeye ve onlardan övgü ile sözetmeye teşvik
edilmiş olurlar.
5- Medine Şehrinin üstünlüğü:
İbn Vehb dedi ki: Ben
İmam Malik'in Medine'nin diğer şehirlere üstün olduğunu sözkonusu ederek şöyle
dediğini duydum: Medine "iman yurdu" ve "hicret yurdu"
edinilmiştir. Diğer şehirler ise kılıçla fethedilmiştir. Sonra da Yüce Allah'ın:
"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip imana sahib olanlar ise kendilerine
hicret edenleri severler" ayetini okudu. Bu hususa dair açıklamalar ile
Mescid-i haram ve Medine mescidinde namaz kılmanın faziletine dair açıklamalar,
daha önceden geçmiş bulunduğundan tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
6- Muhacirlere
Verilenleri Kıskanmayan Ensar:
"Ve bunlara verilen
şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar." Yani fey'
malından ve başka mallardan özel olarak muhacirlere verilen şeyler dolayısıyla
onları kıskanmazlar. Genellikle böyle açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre
hazfedilmiş iki muzafın takdiri sözkonusudur. Mana da şöyledir: Onlara verilen
şeylere bir ihtiyaç duymazlar.
İnsanın içinde gidermeye
gerek duyduğu herbir şey "bir ihtiyaç"dır. Muhacirler ensarın
evlerinde kalıyorlardı. Peygamber (s.a.v.) Nadiroğuıları mallarını ganimet
olarak alınca, ensarı çağırdı ve muhacirleri kendi evlerinde misafir edip
mallarına ortak kılmaları dolayısıyla onlara teşekkür ettikten sonra şöyle
dedi: "Arzu ederseniz, Allah'ın bana Nadiroğullarından fey' olarak verdiği
malı sizlerle onlar arasında paylaştırırım. Muhacirler de önceden olduğu gibi
sizin meskenlerinizde kalmaya, mallarınızdan faydalanmaya devam ederler.
Dilerseniz yalnızca onlara (bu malları) veririm ve sizin evlerinizden
ayrılırlar."
Bunun üzerine Sa'd b.
Ubade ve Sa'd b. Muaz şöyle dediler: O malı muhacirler arasında paylaştıralım.
Bununla birlikte eskiden olduğu gibi evlerimizde kalmaya devam etsinler. Ensar
hep birlikte şöyle seslendi: Biz gönül hoşluğu ile hakkımızı onlara veriyoruz,
ey Allah'ın Resulü. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah'ım ensara, ensarın çocuklarına merhamet buyur." Resulullah
(s.a.v.) de muhacirlere ganimetleri taksim etmekle birlikte daha önce sözünü ettiğimiz
üç kişi dışında ensardan hiç kimseye bir şey vermedi.
Yüce Allah'ın: "
... Ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik
duymazlar" buyruğunun (onlara verilen malın) az olma halini kastetmiş
olması ihtimali de vardır. Onlar bunun yerine kendilerine verilene razı olur ve
onu kabul ederler, demek olur. Peygamber (s.a.v.) dünyada kaldığı sürece bu
hallerini devam ettirdiler. Peygamber (s.a.v.)'ın vefatından sonra ise tabii
ölçüler içerisinde dünyanın etkisi altında kaldılar. Nitekim Peygamber (s.a.v.)
da onları uyarıp şöyle demişti: "Sizler benden sonra (başkalarının size)
tercih edildiğini göreceksiniz. Havz'ın kenarında benimle karşılaşacağınız
vakte kadar sabrediniz."
7- genel olarak
Ashabın, özel olarak Ensarın Sıkıntılı Zamanlarda Bile Başkalarını Kendilerine
Tercih Etmeleri:
"Kendileri fakirlik
içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler"
buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi'de Ebu Hureyre'den şu rivayet
kaydedilmektedir: Bir adamın yanında geceleyin bir misafir kaldı. O şahsın
yanında ise ancak kendisine ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek vardı.
Hanımına: Çocukları uyut, kandili söndür ve yanında ne varsa misafirin önüne
getir, dedi. Bunun üzerine şu: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi
(muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler" buyruğu nazil oldu. (Tirmizi)
dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Müslim de bu hadisi rivayet
etmiştir.
Yine Müslim Ebu
Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bir adam Resulullah (s.a.v.)'e
gelerek: Ben çok fakirim dedi. Peygamber, hanımlarından birisine haber
gönderdi, o da: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, yanımda sudan başka bir
şey yok, dedi. Daha sonra bir diğerine haber gönderdi, o da aynı şeyi söyledi.
Nihayet hepsi de aynı cevabı verdiler:
Seni hak ile gönderene
yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yok. Bunun üzerine Peygamber:
"Bu adamı bu gece kim misafir edebilir; -Allah'ın rahmeti de onun üzerine
olsun-'' Ensardan bir adam kalkıp: Ben ey Allah'ın Rasülü dedi. Onu alıp evine götürdü,
hanımına: Yanında bir şey var mı? diye sordu. Kadın: Çocuklarıma yetecek
kadardan fazlası yok, dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi: Sen onları herhangi
bir şeyle oyala, Misafirimiz içeri girince kandili söndür ve bizim yemek
yediğimizi ona hissettir. Yemeğe oturdu mu sen de kalk ve kandili söndür. (Ebu
Hureyre) dedi ki: Onlar (sofraya) oturdular. Misafir de yemeği yedi. Sabah
olunca Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gidince, Peygamber şöyle buyurdu:
"Yüce Allah dün gece misafirinize yaptığınız ikramı gerçekten beğendi.
"
Yine Ebu Hureyre'den
gelen rivaye'te göre o şöyle demiştir: Bir adam kendisini misafir olarak
ağırlasın diye Rasülullah (s.a.v.)'e geldi. Ancak Peygamberin yanında ona ikram
edecek hiçbir şey yoktu. "Bu adamı misafir edecek bir kimse yok mu? -Allah
ona rahmet etsin.-'' dedi. Ensardan Ebu Talha diye anılan birisi kalktı, o
adamı alıp evine götürdü ... diyerek hadisi az önceki hadise yakın lafızlada
nakletti, ayrıca bu rivayette ayetin bunun üzerine indiğini de belirtti.
el-Mehdevi'nin Ebu
Hureyre'den naklettiğine göre bu Sabit b. Kays ile Sabitin kendisine misafir
olduğu ve Ebu'I-Mütevekkil diye anılan ensardan bir kimse hakkında inmiştir.
Ebu'l-Mütevekkil'in yanında kendisinin ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şey
yoktu. Hanımına: Kandili söndür ve çocukları uyut deyip, yanında ne varsa
misafirinin önüne getirdi. en-Nehhas da bunu böylece zikrederek şöyle demiştir:
Ebu Hureyre dedi ki: Ensardan Ebu'l-Mütevekkil diye anılan bir adama Sabit b.
Kays misafir geldi.
Ebu'I-Mütevekkil'in kendisinin
ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şeyi yoktu. Hanımına kandili söndür,
çocukları uyut dedi. Bunun üzerine: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar
dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler ... İşte onlar umduklarını
bulanların ta kendileridir" ayeti nazil oldu.
Bu işi yapanın Ebu Talha
olduğu söylenmiştir. el-Kuşeyrı, Ebu Nasr Abdurrahim b, Abdi'l-Kerim'in
naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabından
birisine bir koyun başı hediye edildi. o: Kardeşim filan ve onun çocuklarının
buna ihtiyacı daha çoktur, diyerek o başı onlara gönderdi. Herbiri o başı
diğerine gönderip durdu, sonunda elden ele yedi ev dolaştı ve nihayet ilk
sahiplerine geri döndü. Bunun üzerine: "Kendileri fakirlik içinde
bulunsalar dahi (başkalarını) öz nefislerine tercih ederler" buyruğu nazil
oldu. Bunu es-Salebi, Enes'den naklederek dedi ki: Ashabtan birisine bir koyun
başı hediye edildi. Çok fakir bir kimse idi. O başı bir komşusuna gönderdi. O
baş yedi evde, yedi kişiye elden ele dolaştı, sonra birincisinin eline geri
döndü. Bunun üzerine " ... öz nefislerine tercih ederler" ayeti indi.
İbn Abbas dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) Nadiroğuıları günü ensara dedi ki: "İsterseniz
yurtlarınıza ve mallarınıza ve yurtlarınıza hicret eden muhacirlere malı
paylaştırırım, siz de bu ganimette onlara ortak olursunuz. İsterseniz
yurtlarınız ve malIarınız sizin olmak üzere size ganimetten hiçbir pay
vermeyelim." Bunun üzerine ensar dedi ki: Hayır, bizler kardeşlerimizle
yurtlarımızı ve mallarımızı paylaştırmaya devam edelim ve ganimeti yalnızca
onlara verelim. Bunun üzerine "öz nefislerine tercih ederler" ayeti
nazil oldu. Ancak birincisi daha sahihtir.
Buhari ve Müslim'de
Enes'den gelen rivayete göre bir kimse Peygamber (s.a.v.)'e kendi arazisindeki
birtakım hurma ağaçlarını tahsis ederdi. Bu Kureyza ve NadiroğulIarı diyarı
fethedilinceye kadar böyle devam etti. Artık bundan sonra Peygamber daha önce o
kimselerin verdiklerini sahiplerine geri verdi. Müslim'in lafzı böyledir.
ez-Zühri, Enes b.
Malik'ten rivayetle dedi ki: Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldiklerinde
ellerinde mal namına hiçbir şey yoktu. Ensarın ise arazi ve akarları vardı.
Ensar her yıl mallarından elde ettikleri mahsüllerinin yarısını
onlarlapaylaştırdılar. Buna karşılık onlar (muhacirler) de çalışıp,
(mallarının) bakımlarını üzerlerine almışlardı. Enes b. Malik'in annesi Um
Süleym diye anılırdı. Um Süleym, Ebu Talha'nın oğlu Abdullah'ın da annesi idi.
Abdullah, Enes'in anne bir kardeşi idi. Enes'in annesi ResululIah (s.a.v.)'e
bir hurmalığını vermiş, Resulullah da o hurmalığı azatlısı ve Usame b. Zeyd'in
de annesi olan Um Eymen'e vermişti. İbn Şihab dedi ki: Enes b. Malik'in bana
haber verdiğine göre Resulullah (s.a.v.) Hayberlilerle savaşı bitirip,
Medine'ye geri döndükten sonra muhacirler, ensara daha önceden kendilerine
vermiş oldukları meyve bağışlarını geri verdiler. (Enes) dedi ki: Resulullah
(s.a.v.) anneme hurmalıklarını geri verdi; Um Eymen'e de o hurmaların yerine
kendi bahçesinden verdi. Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir.
8- Başkalarını
Kendisine Tercih Etmek Buna Dair Örnekler ve Sınırları:
İsar (başkasını
kendisine tercih): kişinin başkasını nefsine ve nefsinin dünyevi paylarına;
dini payları arzu ederek tercih etmesi demektir. Bu tutum yakinin güçlü
oluşundan, sevgi sağlamlığından ve meşakkatlere karşı sabırlı olmaktan ileri
gelir. "Bu hususta onu tercih ettim" denilirken, bunu ona özellikle
tahsis ettim ve tercih ettim, demektir. Buradaki isar (tercih etme)nin mefulü
hazfedilmiştir. Yani onlar mallarında, evlerinde onları kendilerine tercih
ederler. Ancak bunu varlıklı olmakla birlikte değil, bunlara önceden de
açıklandığı gibi- ihtiyaç duymakla birlikte yaparlar.
Muvatta'da yer alan
rivayette belirtildiğine göre İmam Malik'e Peygamber (s.a.v.)'ın zevcesi Aişe
(r.anha)'dan şu rivayet ulaşmıştır: Oruçlu olduğu bir sırada bir yoksul ondan
bir şeyler dilenmişti. Evinde ise yalnızca bir ekmek vardı. Bir cariyesine: O
ekmeği ona ver dedi. Cariyesi: Yanında kendisiyle oruç açacağın bir şey yok,
deyince yine: Sen o ekmeği ona ver dedi. (Cariyesi) ben de denileni yaptım,
dedi. Akşam olunca, daha önce bize hediye vermemiş bir hane halkı ya da bir
kimse bize yufkaya sarılı bir koyun hediye etti. Aişe beni çağırıp, bundan ye
dedi. İşte bu senin o ekmeğinden hayırlıdır.
İlim adamlarımız dedi
ki: İşte bu karlı bir maldır ve Allah nezdinde tertemiz bir fiildir. Yüce Allah
bundan dilediğini acilen verir. Bununla birlikte bu sebeple onun için saklanan
mükafatı da eksiltmez. Allah için bir şeyi terkeden bir kimse hiçbir zaman onun
yokluğunu hissetmez. Aişe (r.anha) bu davranışı ile Yüce Allah'ın kendilerinden
ihtiyaç içinde bulunsalar dahi başkalarını kendilerine tercih eden kimselerden
olmakla övdüğü kimseler arasına katılmıştır. Şüphesiz ki böyle bir iş yapan bir
kimse, nefsinin cimriliğinden korunmuş ve daha sonrası asla ziyanın sözkonusu
olmayacağı bir kurtuluşa ermiş olur.
Rivayetteki
"yufkaya sarılmış bir koyun" ifadesinin manası şudur: Bu Arapların
yahut bazılarının -ya da ileri gelenlerinin bir kısmının- yiyeceği idi. Onlar
bir koyun yahut bir kuzuyu yüzdükten sonra tamamen buğday unu hamuru ile
üzerini örter ve ona sarıp sarmalarlardı. Sonra bu haliyle onu tandıra
asarlardı. Bu şekilde yüzülmüş koyun ya da kuzunun bütün yağları, onun üZerini
örten hamura sızardı. Bu onlarca makbul, hoş bir yiyecek idi.
Nesai'nin, Nafi'den
rivayet ettiğine göre; İbn Ömer hastalanmış Ve canı üzüm çekmişti. Ona bir
dirheme, bir salkım üzüm satın alındı. Bir yoksul gelip bir şeyler dilendi. Bu
sefer: O salkımı bu yoksula verin, dedi. Arkasından bir adam o salkımı yine bir
dirheme satın alıp onu İbn Ömer'e getirdi. Yine o yoksul gelip dilencilik etti,
yine İbn Ömer: O üzümü buna verin, dedi. Bir başka adam bu salkımı yine bir
dirheme satın aldı ve sonra bunu ona geri getirdi. Dilenci tekrar geridönmek
istedi, ancak ona engel olundu. Eğer İbn Ömer yediği salkımın aynı salkım
olduğunu bilmiş olsaydı, asla tadına bakmazdı. Çünkü Allah için elinden
çıkardığı bir şeyi tekrar geri dönüp almazdı.
İbnu'I-Mübarek dedi ki:
Bize Muhammed b. Mutarrif haber verdi, dedi ki:
Bize Ebu Hazim,
Abdurrahman b. Said b. Yerbü'dan anlattı. O Malik edDarr'dan şöyle dediğini
nakletti: Ömer b. el-Hattab (r.a) dörtyüz dinar aldı, onu bir keseye koyduktan
sonra hizmetkara dedi ki: Al bunu Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'a götür. Sonra
bunları nasıl kullanacağını görecek şekilde bir süre evde oyalanıver. Hizmetkar
o parayı alıp Ebu Ubeyde'ye götürdü ve ona şöyle dedi: Müminlerin emiri sana
der ki: Sen bu parayı ihtiyaçlarına harca. Ebu Ubeyde: Allah onun bağını
gözetsin, ona rahmet buyursun dedikten sonra: Ey cariye gel, diye seslendi. Şu
yedi dinarı filana, şu beş dinarı filana götür diye hepsini tüketinceye kadar
dağıttı. Hizmetkar Hz. Ömer'e geri döndü, ona durumu bildirdiğinde benzeri bir
keseyi Muaz b. Cebel için hazırladığını gördü. Ona: Bunu da al Muaz b. Cebel'e
götür. Bunları nasıl kullanacağını görünceye kadar da bir süre evde oyalan
dedi. Hizmetkar o parayı alıp, Muaz'a götürdü ve ona: Mü'minlerin emiri sana
der ki: Sen bu parayı ihtiyaçlarına harca dedi. Muaz: Allah ona rahmet
buyursun, o bizi gözettiği gibi Allah da onu gözetsin dedi ve: Ey cariye gel,
filanın evine şu kadar, filanın evine şu kadar götür, dedi. Muaz'ın hanımı
durumu görünce, peki ya biz! dedi. Allah'a yemin ederim, biz de yoksul kimseleriz,
bize de ver. Kesede sadece iki dinar kalmıştı. Bunları da hanımına verdi.
Hizmetkar Ömer (r.a)'a dönüp, gördüklerini haber verince Ömer bu işe çok
sevindi ve: Bunlar kardeşlerdir, birbirlerindendir, dedi.
Muaviye'nin Aişe
(r.anha)'ya gönderdiği bağışı kullanması da buna benzer. Muaviye'nin gönderdiği
para 10.000 (dirhem) idi ve İbnu'I-Münkedir onun yanına girmişti ...
Şayet: Kişinin sahip
olduğu malın tamamını sadaka vermesini yasaklayan sahih haberler varid olmuştur
denilecek olursa, şöyle cevab verilir: Böyle bir uygulama fakirliğe
sabredeceğinden emin olunmayan ve gerekli harcamalarını yapacağı bir şeyler
bulamayıp dilenciliğe mecbur kalacağından korkulan kimse için mekruhtur. Yüce
Allah'ın başkalarını kendilerine tercih ettikleri için övdüğü ensar ise bu
durumda değillerdi. Aksine onlar Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: "Sıkıntıda,
hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler" (el-Bakara, 177)
idiler. Onlar arasında ısar (başkalarını tercih), malı elde tutmaktan daha üstün
idi, Fakirliğe sabredemeyip dilenciliğe maruz kalacak kimseler için ise malı
elde tutmak, başkalarını tercih etmekten daha efdaldir.
Rivayete göre bir adam
Peygamber (s.a.v.)'e yumurta kadar bir altın getirerek, bu sadakadır dedi,
Peygamber onu o adamın üzerine atarak dedi ki: "Sizden herhangi bir kimse
sahib olduğu. malın tamamını getirip onu sadaka verdikten sonra oturup
insanlara el açacak hale düşmesin." diye buyurdu. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
9- lsar (Başkasını
Tercih)in Mertebeleri:
Can ile tercih, mal ile
-sonunda o da canın yongası olsa dahi- tercihin üstündedir. Çokça kullanılan
darb-ı mesel mesabesindeki ifadelerden birisi de şudur: "Cömertçe canını
feda etmek cömertliğin en ileri derecesidir."
Sevginin tarifi
hususunda sufilerin güzel ibarelerinden birisi de; "sevginin (muhabbetin)
isar demek olduğu"dur. Nitekim Aziz'in karısı ileri derecede Yusuf'u
sevince, onu kendisine tercih ederek: Ondan murad almak isteyen bendim,
demişti.
Canı feda etmenin en
üstün mertebesi de Resulullah (s.a.v.)'ı korumak amacı ile yapılan
fedakarlıktır. Sahih'te belirtildiğine göre Ebu Talha, Uhud gününde Peygamber
(s.a.v.)'e vücudunu kalkan etmişti, Peygamber (s.a.v.) ise insanları görmek
üzere başını uzatıyor, Ebu Talha ona: Başını uzatma ey Allah'ın Resulü, sana
isabet ettirmesinler, Benim göğsüm senin göğsün önündedir, diyordu Resulullah
(s.a.v.)'ı eli ile (gelen darbeye karşı) korumuş, bundan ötürü de çolak
kalmıştı.
Huzeyfe el-Adevi dedi
ki: Yermuk günü beraberinde az bir miktar su olduğu halde bir amcam oğlunu
aramaya koyuldum. Bu arada kendi kendime:
Eğer henüz canı çıkmamış
ise ona bu sudan içiririm, diyordum. Ansızın onu görüverdim, ona: Su ister
misin? dedim, başıyla: Evet diye işaret etti. Tam bu sırada bir kişi; ah ah
diye inliyordu. Amcam oğlu bana: Ona git, diye işaret etti. Meğer o kişi Hişam
b. el-As imiş, ona: Sana su vereyim mi? dedim, evet diye işaret etti. Bir
başkasının "ah ah" demekte olduğunu işitince, Hişam onun yanına git,
diye işaret etti. Onun yanına vardığında ölmüş olduğunu gördüm. Tekrar Hişam'a
geri döndüğümde o da ölmüştü. Amcamın oğlunun yanına döndüm, o da ölmüştü.
Ebu Yezid el-Bistami
dedi ki: Belhli bir delikanlının beni yenik düşürdüğü gibi hiç kimse yenik
düşürmemiştir. O haccetmek üzere giderken bize uğradı. Bana: Ey EbuYezid dedi,
size göre zühdün tanımı nedir? Ben: Bulursak yeriz, bulamazsak sabrederiz
dedim. O: Bizde Belh köpekleri de böyle yapar, dedi. Ben: Peki ya size göre
zühdün tanımı nedir? diye sordum. O: Bulamazsak şükrederiz, bulursak
başkalarını kendimize tercih ederiz, dedi.
Zünnun el-Mısri'ye:
Kalbi açık zahidin tanımı nedir? diye soruldu. O üç özelliktir dedi: Toplanmış
oranı dağıtmak, elde bulunmayanı istemeye son vermek ve gıdaya ihtiyacı varken
başkasını tercih etmek.
Ebu'l'-Hasen
el-Antaki'den nakledildiğine göre; yanında Rey kasabalarından birisinde otuz
küsur kişi bir araya geldi. Beraberlerinde hepsini doyurmayacak kadar birkaç
tane ekmek vardı. Bütün ekmekleri kırdılar, kandili söndürüp yemeğe oturdular.
Yemek kaldırıldığında olduğu gibi duruyordu, kimse ondan bir, şey yememiş,
'herkes arkadaşını kendisine tercih etmişti.
10- Fakirlik İçinde
Olmak:
Yüce Allah'ın:
"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi" buyruğunda yer alan (ve
"fakirlik" diye manası verilen): "Kişinin durumunu bozan, sarsan
ihtiyaç içinde olmak hali" demektir. Bunun aslı bir hususa tek başına
sahip olmak ya da elinde bulundurmak demek olan "ihtisas"dan
gelmektedir. O halde bu lafız, münferiden muhtaç olmak demektir. Yani onlar
fakirlik ve ihtiyaç içerisinde bulunsalar dahi... demek olur. Şairin şu
beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Bahara gelince eğer ihtiyaç ve
fakirlik varsa, Onunla hasta olan da yaşar, eli dar olan da zenginleşir."
11- Cimriliğin Mahiyeti
ve Ondan Korunmanın Güzel Sonucu:
"Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta
kendileridir" buyruğunda geçen: (...) ile (...) aynı şeylerdir. (cimrilik
demektir.) Mesela: "Cimriliği apaçık, oldukça cimri adam" denilir.
Amr b. Külsüm da şöyle demiştir: "Sen tahammülsüz, cimri ve malına tutkun
kimsenin önüne (Şarab) getirildiği vakit, oldukça alçalmış olduğunu
görürsün."
Bazı dilciler (ayette
geçen): (...)'dan daha ileri derecedeki bir cimriliği ifade ettiği
kanaatindedir. es-Sihah'ta şöyle denilmektedir: ''Hırs ile birlikte cimrilik"
demektir. Bu fiil: "Sen cimrilik ettin, edersin" şeklinde
kullanıldığı gibi; (...) şeklinde de kullanılır. "Cimri adam" demek
olup, çoğulu; "Cimri kimseler" diye gelir.
Ayet-i kerimeden kasıt,
zekat ve farz olmayan akrabalık bağlarını gözetmek, misafirlik ve buna benzer
hususlarda cimrilik göstermektir. Bu. gibi yerlere gerekli infakı yapmakla
birlikte kendisine karşı eli sıkı davranan bir kimse ne şahıh, ne de bahıl
(cimri)dir. Kendisine bol harcamalarda bulunmakla birlikte sözünü ettiğimiz
zekat ve itaat alanlarında gereği gibi infakta bulunmayan bir kimse ise,
nefsinin cimriliğinden korunmamış olur.
el-Esved'in İbn
Mesud'dan rivayet ettiğine göre bir adam ona gelip şöyle demiş: Ben helak olmuş
olmaktan korkarım. İbn Mesud: Neden? diye sordu. O da şöyle dedi: Yüce
Allah'ın: "Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını
bulanların ta kendileridir" diye buyurmaktadır. Ben ise oldukça cimri
birisiyim. Hemen hemen elimden hiçbir şey çıkmıyor. Bunun üzerine İbn Mesud
şöyle dedi: Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın sözünü ettiği cimrilik bu değildir.
Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de sözünü ettiği cimrilik senin haksızlık ederek
kardeşinin malını yemendir. Senin halin ise buhl (eli sıkılık)tır, Bununla
birlikte eli sıkılık çok kötü bir şeydir.
Bu açıklamalarıyla
Abdullah b. Mesud (r.a) şuhh ile buhl arasında fark gözetmiş olmaktadır.
Tavus dedi ki: Bahillik
insanın elinde bulunandan cimrilik etmesidir.
Şuhh ise insanın
başkasının elinde bulunanlara göz dikmesi, ister helal, ister haram olsun ellerinde
bulunanın kendisinin de olmasını sevmesi ve bir türlü doymamasıdır,
İbn Cübeyr dedi ki:
Cimrilik, zekatı vermemek ve haram mal biriktirmektir. İbn Uyeyne ise şuhh
(mealde; cimrilik) zulüm demektir. Leys: Farzları terkedip, haramları
işlemektir. İbn Abbas: Kim hevasına uyar, imanı kabul etmezse işte o şahih
(cimri)dir, demiştir. İbn Zeyd: Her kim bir şeyi Allah'ın nehyettiği bir başka
şey için almazsa ve yine cimriliği Allah'ın kendisine emrettiği herhangi bir
şeyden alıkoyup engellemeye çağırmazsa o kimseyi Allah öz nefsinin
cimriliğinden korumuş olur.
Enes dedi ki: Peygamber
(s.a.v.) buyurdu ki: "Zekatı veren, misafire ikram eden ve musibet
hallerinde bir şeyler veren bir kimse cimrilikten uzaktır." Yine ondan
gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şu duayı yapardı: Allah'ım, nefsimin
cimriliğinden, israfımdan ve vesveselerinden sana sığınırım.'' Ebu'l-Heyyac
el-Esedi dedi ki: Bir adamı tavaf esnasında: Allah'ım, beni nefsimin
cimriliğinden koru diye dua edip, buna başka hiçbir şey eklemediğini gördüm.
Ben ona: Niye böyle yaptığını sordum, şu cevabı verdi:
Eğer nefsimin
cimriliğinden korunacak olursam, hırsızlık ta yapmam, zina da etmem, kötü hiç
bir iş yapmam. Bir de ne göreyim o kişi Abdurrahman b. Avf imiş.
Derim ki: Peygamber
(s.a.v.)'ın şu buyruğu da buna delildir: "Zulümden sakınınız, çünkü zulüm
kıyamet gününde zulumat (karanlıklar)dır. Cimrilikten de sakınınız, çünkü
cimrilik sizden öncekileri helak etti. Onları birbirlerinin kanlarını dökmeye
kadar götürdü, kendilerine haram kılınan başkalarına ait hakları helal bellemek
noktasına kadar ulaştırdı.''
Biz bu hususu Al-i İmran
Süresi'nin sonlarında (180. ayet, 4. başlıkta) açıklamış bulunuyoruz.
Kisra arkadaşlarına:
Ademoğluna en zararlı şey nedir? diye sormuş, onlar:
Fakirlik demişler.
Kisra: Cimrilik, fakirlikten zararlıdır. Çünkü fakir bir şeyler buldu mu karnı
doyar, fakat cimri bir kimse bulacak olsa dahi ebediyen doymaz, demiş.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN