HAŞR 6 / 7 |
وَمَا
أَفَاء
اللَّهُ عَلَى
رَسُولِهِ
مِنْهُمْ
فَمَا
أَوْجَفْتُمْ
عَلَيْهِ
مِنْ خَيْلٍ
وَلَا
رِكَابٍ وَلَكِنَّ
اللَّهَ
يُسَلِّطُ
رُسُلَهُ عَلَى
مَن يَشَاءُ
وَاللَّهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ
{6} مَّا أَفَاء
اللَّهُ
عَلَى
رَسُولِهِ
مِنْ أَهْلِ
الْقُرَى
فَلِلَّهِ
وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي
الْقُرْبَى
وَالْيَتَامَى
وَالْمَسَاكِينِ
وَابْنِ
السَّبِيلِ
كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً
بَيْنَ
الْأَغْنِيَاء
مِنكُمْ وَمَا
آتَاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَمَا نَهَاكُمْ
عَنْهُ
فَانتَهُوا
وَاتَّقُوا اللَّهَ
إِنَّ
اللَّهَ
شَدِيدُ
الْعِقَابِ {7} |
6.
Allah'ın onlardan Resulüne verdiği fey'e gelince; siz onun için ne at
oynattınız, ne de deveye bindiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği
kimselere musallat eder. Allah herşeye gücü yetendir.
7. Allah'ın
fethedilen ülkeler ahalisinden Resulüne verdiği fey, Allah'a, Peygambere,
akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir ki; o mal sizden
zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın. Hem Peygamber size
ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Ve Allah'tan korkun.
Çünkü Allah azabı çok çetin olandır.
"Allah'ın onlardan
Resulüne verdiği fey'e gelince ..;" ayeti ile bundan sonra gelen ayetin
sonundaki "çünkü Allah azabı çok çetin olandır" diye biten bir sonraki
ayete kadarki buyruklara dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:
1- Nadiroğullarından Alınan Fey':
2- Fey' ve Ganimetlere Dair Buyruklar ve
Açıklamaları:
3- İslam Devletinde Yöneticilerin
Sorumluluk Alanına Giren Mallar:
4- Her Bölgede Toplanan Mallar Oradaki
İhtiyaç Sahiblerine Harcanır:
5- Mal Yalnız Zenginler Arasında El
Değiştiren Bir Güç Olmamalıdır:
6- Rasulün Verdiğini Almak, Onun Yasak
Ettiğinden Sakınmak:
7- Buyruk, Ganimetler Hakkında özel
olmakla Birlikte Anlamı İtibariyle Umumidir:
8- Bu Ayet-i Kerime'nin Peygamberimiz'in
Bütün Emir ve Yasakları Hakkında Geçerli Olduğuna Dair Selef-i Salihin'den
Rivayetler:
9- Buyruk, Emir Anlamını İhtiva
Etmektedir:
10- Allah'tan Korkmak:
1- Nadiroğullarından
Alınan Fey':
"Allah'ın onlardan"
Nadiroğullarının mallarından "verdiği" döndürdüğü "fey'e gelince
siz onun için ne at oynattınız ... " Hızlıca at koşturmadınız. Çünkü:
''Hızlıca at koşturmak" demektir. Atın hızlıca koştuğunu anlatmak üzere:
''At hızlıca koştu" denilir. (...) Atı ben koşturdum, harekete getirip
yordum" demektir. Temim b. Mukbil'in şu beyitinde de bu anlamda
kullanılmıştır: "Bazan yeni"keskinleştirilip parlatılmış beyaz
(kılıç)larla savunmaları gerekeni savunanlardır onlar, Develeri hızlıca
koşturduklarında"
''Develer"
demektir. Bunun tekili (lafzından olmayarak): (...)'dir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: Siz o malları ele geçirmek için uzunca bir yol katetmediğiniz
gibi, ne savaştınız, ne de zorlukla karşılaştınız. Çünkü orası Medine'den iki
miluzaklıktaydı. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır.
Müslümanlar oraya
yürüyerek gitmişler, ne bir ata, ne de bir deveye binmişlerdir. Yalnızca
Peygamber (s.a.v.) bir deveye binmişti. Bir görüşe göre de hurma lifinden
yuları olan bir eşşeğe binmişti. Orayı sulh yoluyla ele geçirmiş ve
Nadiroğullarını oradan sürerek mallarını almıştı. Müslümanlar Peygamber
(s.a.v.)'dan mallarını kendileri arasında paylaştırmasını isteyince
"Allah'ın onlardan Resulüne verdiği fey'e gelince, siz onun için ne at
oynattınız ... " ayeti ile Nadiroğullarının mallarını Peygamber (s.a.v.)'e
-onları dilediği gibi kullanmak üzere- özel olarak tahsis etti. Peygamber
(s.a.v.) da bu malları muhacirler arasında paylaştı.
el-Vakıdi dedi ki: Bunu
Vehb de Malik'ten rivayet etmiştir. Nadiroğulları mallarından, muhtaç olan üç
kişi dışında ensardan kimseye bir şey vermedi. Bunlar Ebu Dücane Simak b.
Haraşe, Sehl b. Huneyf ve el-Haris b. es-Sımme'dir. Ensardan verdiği kişilerin
Sehl ve Ebu Dücane olmak üzere iki kişi oldukları da söylenmiştir. Sa'd b.
Muaz'a, İbn Ebi'l-Hukayk'ın kılıcını verdiği söylenir. Bu kılıç ensar arasında
ünlü bir kılıç idi.
Nadiroğullarından Süfyan
b. Umeyr ile Sa'd b. Vehb dışında kimse müslüman olmadı. Bunlar malları
kendilerine bırakılmak üzere müslüman oldular ve her ikisi de kendi mallarına
sahib oldular.
Müslim'in Sahih'inde
Ömer (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Nadiroğullarının malları Yüce
Allah'ın Resulüne fey' olarak verdiği ve müslümanların ne at oynatıp ne de
deveye bindiği mallardandı. Bu mallar özel olarak Peygamber (s.a.v.)'e aitti, O
(bu mallardan) hanımlarının bir yıllık nafakasını harcardı. Arta kalanı ise
savaşa elverişli binek ve silaha Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere
harcardı.
Abbas (r.a), Ömer (r.a)'ya
şöyle demişti: Benim ile şu yalancı, günahkar, sözünde durmayan hain kişi -Ali
(r.a)'ı kastediyor- hakkında Allah'ın Rasulüne fey' olarak verdiği
Nadiroğulları mallarından olan fey' hakkında hüküm ver deyince, Ömer (r.a)
şöyle dedi: Sizler Peygamber (s.a.v.)'ın: "Bize mirasçı olunmaz. Bizim
geriye bıraktığımız bir sadakadır." dediğini biliyor musunuz? Onlar: Evet
deyince, Ömer (r.a) şöyle dedi: Şüphesiz Yüce Allah, Resulüne (salat ve selam
ona) bir hususiyet vermiştir. Bu özelliği ondan başka hiçbir kimseye
vermemiştir. O buyurdu ki: "Allah'ın, fethedilen ülkeler ahalisinden
Resulüne verdiği fey' Allah'a, Peygambere ... verilir" -Ondan önceki ayeti
okuyup okumadığını bilemiyorum.- Rasülullah (s.a.v.) da Nadir oğulları
mallarını aranızda paylaştırdı. Allah'a yemin ederim, o başkalarını size tercih
etmediği gibi, sizi dışarda tutarak da onu yalnız başına almış değildir.
Nihayet bu mal (bunun neticesinde) kalmadı. Rasülullah (s.a.v.) o maldan bir
yıllık harcamasını alır, sonra geri kalanı diğer malların harcandığı yerlere
harcardı. .. diye hadisi uzun uzadıya nakleder. Bu hadisi de Müslim rivayet
etmiştir.
Yine denildiğine göre
Nadiroğulları yurtlarını ve mallarını terkedip gidince, müslümanlar ganimetler
gibi bu mallardan payalmak istediler. Yüce Allah bunun bir fey' olduğunu
açıkladı. Bununla birlikte kısmen birtakım çarpışmalar da olmuştu. Çünkü onlar
birkaç gün muhasara altında tutulmuşlar, savaşmışlar ve kendileriyle
savaşmıştı. Daha sonra sürgüne gönderilmek üzere barış yaptılar. Bununla birlikte
kesin ve kat'ı bir savaş olmamıştı. Ancak savaş başlar gibi olmuş ve muhasara
olmuştu. Yüce Allah o malları özel olarak Rasülüne tahsis etti.
Mücahid dedi ki: Yüce
Allah, onlara Rasülüne yardım ettiğini, onları da bineksiz ve gereçsiz olarak
zafere eriştirmiş olduğunu bildirip hatırlattı. "Fakat Allah
peygamberlerini dilediği kimselere" düşmanlarından dilediklerine
"musallat eder."
Bu buyrukta da o
malların, ashabı bir tarafa, özel olarak Allah'ın Resulüne has olduğu
açıklanmaktadır.
2- Fey' ve Ganimetlere
Dair Buyruklar ve Açıklamaları:
"Allah'ın
fethedilen ülkeler ahalisinden Resulüne verdiği fey' ... " buyruğu ile
ilgili olarak İbn Abbas şöyle demiştir: Buradaki ülkeler (kasabalar) Kurayza ve
Nadiroğullarıdır. Bunlar da Medine ve Fedek'te idiler. Medine ve Hayber'den üç
günlük mesafede idiler. Ayrıca Ureyna ve Yenbu'luların yurtlarını da Allah özel
olarak Resulüne tahsis etmiş olup Allah'ın Resulüne tahsis ettiği bu
maldakullarını da gözeterek Rasülü dışındaki birtakım kimselerin de pay sahibi olduklarını
açıklamış bulunmaktadır.
'İlim adamları, bu
ayet-i kerime ile ondan önceki ayet-i kerime ve el-Enfal Suresi'nindeki ayet-i
kerimeyi sözkonusu ederek, bunların aynı anlamı mı, farklı anlamı mı dile
getirdiklerine dair değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.
Birtakım ilim adamları
şöyle demiştir: Yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden
Resulüne verdiği fey' ... " ayet-i kerimesi el-Enfal suresi'nde yer alan,
ganimetlerin beşte birinin kendilerine harcanacağı kimseleri dile getiren ve
beşte dördün de savaşanlara harcanacağına işaret eden ayet-i kerime (el-Enfal,
41) ile neshedilmiştir. İslam'ın ilk dönemlerinde ganimet burada sözü edilen
kimselere harcanıyor ve ganimet elde edilmesine sebep teşkil eden savaşanlara
herhangi bir şey verilmiyordu. Bu Yezid b. Ruman, Katade ve başkalarının görüşü
olup, buna yakın bir görüş de İmam Malik'ten nakledilmiştir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Burada sözü edilen (fey'), at koşturulmaksızın ve deveye
binilmeksizin barış yoluyla elde edilmiş ganimetlerdir. O bakımdan bu
ganimetler Yüce Allah'ın sözünü ettiği kimselere fey' olarak verilir. Birinci
(bundan önceki) ayet-i kerimede belirtilen ise, özel olarak Peygamber
(s.a.v.)'e aittir. Peygamber bu mallardan ihtiyacı kadarını aldıktan sonra geri
kalan bölümler müslümanların ihtiyaçlarına harcanırdı.
Ma'mer de şöyle
demiştir: Önceki ayet-i kerime Peygamber (s.a.v.) hakkındadır. İkincisinde sözü
edilenler ise cizye ve haraç ile ilgili olup orada sözü edilen sınıflara
verilir. üçüncü ayet-i kerime olan el-Enfal Süresi'n deki ayet-i kerime ise
ganimet alan mücahidlerin payını açıklamaktadır.
Aralarında Şafii'nin de
bulunduğu bir kesim de şöyle demektedir: Bu iki ayetin de anlamı birdir. Yani
savaş olmaksızın kafirlerin mallarından ele geçirilenler beş paya ayrılır. Bu
beş payın dördü Peygamber (s.a.v.)'e verilir. Geri kalan beşte bir ise yine beş
paya ayrılır. Yine bu beş payın biri Resulullah (s.a.v.)'e verildikten sonra
bir pay Haşimoğulları ve Muttaliboğullarının oluşturduğu akrabalara verilir.
Çünkü bunlara zekat verilmez. O bakımdan onların fey'de bir hakları olduğu
tesbit edilmiştir. Bir pay yetimlere, bir pay yoksullara ve bir pay da
yolculara verilir. Rasulullah (s.a.v.)'ın vefatından sonra Rasulullah
(s.a.v.)'e ait olan fey' payı Şafii'den gelen bir görüşe göre serhat
bölgelerde, sınırlarda, savaş için hazır bekleyen mücahidlere harcanır. Çünkü
bunlar Resulullah (s.a.v.)'ın bu husustaki konumunu işgal ederler. Şafii'nin
bir diğer görüşüne göre ise bu pay, sınırları kuvvetlendirmek, kanallar açmak
ve köprüler yapmak gibi müslümanların menfaatine olan alanlara harcanır ve
bunlar arasında önem sırası gözetilir. Bu da (peygamberin) fey'in beşte
dördündeki payından harcanır, Hz, Peygamberin fey' ve ganimetin beşte birinden
aldığı payı ise vefatından sonra müslümanların faydasına olan işlere
harcanacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Sizin ganimetlerinizde, benim beşte birin dışında bir payım
yoktur. O beşte bir de size geri döner ... Bu hususa dair açıklamalar daha
önceden el-Enfal Süresi'nde (41. ayet, 10. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Aynı
şekilde Rasülullah (s.a.v.)'ın geriye bıraktığı mallar da miras alınmaz. Aksine
onun bıraktığı bu mallar bir sadakadır, onun adına müslümanların menfaatine olan
alanlara harcanır. Nitekim o: "Bizler miras bırakmayız. Bizim geriye
bıraktığımız sadakadır. " diye buyurmuştur.
Bir görüşe göre de fey'
malları Peygamber (s.a.v.)'e aitti. Çünkü Yüce Allah:
"Allah'ın onlardan
Resulüne verdiği fey'e gelince" buyruğunda fey'i kendisine izafe etmiştir.
şu kadar var ki o, hiçbir şekilde mal toplamazdı. Aile efradının ihtiyacı
kadarını alır, geri kalanlarını da müslümanların menfaatine olan yerlere
harcardı.
Kadı Ebu Bekr
İbnu'I-Arabi şöyle demektedir: Bu ayetlerin üçünün de farklı manaları dile
getirdiği hususunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur. Birinci ayet-i kerime Yüce
Allah'ın: "O kitab ehlinden kafir olanları ilk sürgünde yurtlarından,
yerlerinden çıkarandır" (2. ayet) buyruğudur. Daha sonra ise:
"Allah'ın onlardan
Resulüne verdiği fey'e gelince" diye buyurmaktadır ki, burada maksat kitab
ehlidir ve bu buyruk önceki ayetle geçen kitab ehline atfedilmiştir. "Siz
onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz" buyruğu da az önce
açıkladığımız gibidir. Yani sizin bunlarda herhangi bir hakkınız yoktur. Bundan
dolayı Ömer (r.a) şöyle demiştir: Bu mallar özel olarak Rasülullah (s.a.v.)'e
ait idi. Bununla da Nadiroğulları malları ve onların durumunda olan diğer
malları kastetmiştir. İşte bu bir tek ayettir ve tek bir manayı dile
getirmektedir. İkinci ayet-i kerime de Yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen
ülkeler ahalisinden Resulüne verdiği fey' Allah'a, peygambere ... verilir"
buyruğudur. Bu önceki buyruktan ayrı ve önceki buyrukta söz edilenlerin
dışındaki hak sahiblerine ait olduğu belirtilen yeni bir ifadedir. üçüncü
ayet-i kerime ise (el-Enfal, 41. ayet) "ganimet ayeti" diye
adlandırılmiştır. Şüphesiz ki bu da bir başka hak sahibine ait ikinci bir hakkı
sözkonusu eden başka bir hususa dairdir. Şu kadar var ki; birinci ve ikinci
ayeti kerimelerin herbirisi Allah'ın Rasülüne verdiği fey'in bir bölümüne dair
açıklamayı ihtiva etmek bakımından ortak bir özelliğe sahiptir. Birinci ayet-i
kerime fey'in savaşsız olarak elde edilmesi gerektiğini ifade ederken, el-Enfal
Süresindeki ayet-i kerime ise, onun savaş ile elde edilen türden olmasını
gerektirmekte, üçüncü ayet-i kerime olan Yüce Allah'ın: "Allah'ın
fethedilen ülkeler ahalisinden Resulüne verdiği fey'" buyruğu ise bu
fey'in savaşla mı yoksa savaşsız mı elde edilmesine dair herhangi bir şey
zikretmemektedir. İşte görüş ayrılığı da buradan ortaya çıkmaktadır. Bir kesim
bunun ilk ayeti kerime ile birlikte ele alınacağını söylemiş ve bu da bütünüyle
barış ve benzeri yolla ele geçirilen mallar hakkındadır, demiştir. Diğer bir
kesim ise; bu ikinci ayet-i kerime olan el-Enfal ayeti ile birlikte ele
alınmalıdır, demiştir. Bunun el-Enfal Süresindeki ayet-i kerime ile birlikte
ele alınması gerektiğini söyleyenler de daha önceden geçtiği üzere bu nesh
olmuş mudur, yoksa muhkem midir diye farklı görüşlere sahibtirler. Yüce
Allah'ın tanıklığı ile bu ayetin kendisinden önceki ayet-i kerime ile birlikte
ele alınması ise daha uygundur. Çünkü bu şekildeki bir ele alışta yeni bir
fayda ve yeni bir anlam dile getirilmiş olmaktadır. Bilindiği gibi bir ayet
şöyle dursun, ayetin bir harfini dahi yeni ve farklı bir manaya dair kabul
etmek, onu daha önce söylenmiş bir anlamın tekrarına yorumlamaktan daha
uygundur. İbn Vehb, Malik'ten Yüce Allah'ın: "Siz onun için ne at
oynattınız, ne de deveye bindiniz" buyruğunun Nadiroğulları hakkında
olduğunu söylediğini rivayet etmektedir. Bu mallarda beşte bir yoktu ve bunlar
için ne at oynatılmış, ne de deveye binilmişti. O bakımdan onların malları
yalnızca Resulullah (s.a.v.)'e aitti. O da bu malları muhacirlerle -önceden
geçtiği üzere- ensardan üç kişi arasında paylaştırmıştı. Yüce Allah'ın:
"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Resulüne verdiği fey'"
buyruğu ise Kurayzaoğulları hakkındadır. Kureyzaoğulları gazvesi ile Hendek
gazvesi aynı günde gerçekleşmiştir.
İbnu'l-Arabi (devamla)
dedi ki: Malik'in ikinci ayet-i kerime Kurayza oğulları hakkındadır, şeklindeki
sözü ifade ettiği anlamın el-Enfal Suresi'ndeki ayet-i kerimenin anlamı çerçevesinde
olduğuna ve hakkında neshin sözkonusu olduğuna bir işarettir. Bu görüş ayetin
muhkem olduğunu kabul eden görüşten daha güçlüdür. Bizler ise ikinci ayet-i
kerimenin -buna dair ilerisürdüğümüz deliller çerçevesinde- yeni bir anlam
ifade ettiğine dair açıklamalarımıza ve yaptığımız taksimata başka bir görüşü
tercih etmiyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Onun bu
tercihi güzel bir tercihtir. Ayrıca el-Haşr Süresi'nin el-Enfal Suresi'nden
sonra indiği de söylenmiştir, Dolayısıyla önce inen buyruğun (el-Enfal
Süresi'nindeki ayetin) sonra inen buyruğu neshetmesi de imkansız bir şeydir.
İbn Ebi Necih der ki:
Mal üç türlüdür: Ya ganimettir, ya fey'dir, yahut sadaka (zekat)dır. Yüce
Allah'ın bu mallar arasında harcama yerini belirtmediği tek bir dirhem dahi
yoktur.
Bunun böyle olması
doğruya daha yakın görülmektedir.
3- İslam Devletinde
Yöneticilerin Sorumluluk Alanına Giren Mallar:
İmamların (devlet
yöneticilerinin) ve valilerin müdahalelerinin sözkonusu olduğu mallar üç
türlüdür: Birincisi: Müslümanlardan onları temizlemek amacı ile alınan sadaka
ve zekat gibi mallar. ikincisi ganimetler: Savaş yoluyla kafirleri yenik
düşürmek ve onlara galib gelmek suretiyle müslümanların eline geçen kafirlerin
malları. üçüncüsü de fey'dir. Bunlar da savaşsız, bineğe ihtiyaç duymaksızın,
gönül hoşluğuyla ve kendiliğinden müslümanların eline geçen kafirlerin
mallarıdır. Barış, cizye, haraç, kafirlerin tacirlerinden alınan öşür (onda bir
gümrük vergisi) ve benzeri mallar. Müşriklerin kaçıp geriye mallarını
bırakmaları yahut onlardan herhangi birisinin Dar-ı İslam'da mirasçı
bırakmaksızın ölmesi halinde de aynı durum sözkonusudur.
Zekat fakirlere,
yoksullara, onun toplanması için çalışanlara -yüce Allah'ın zikrettiğine uygun
olarak- harcanır. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Süresi'nde (60.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ganimetlere gelince, İslam'ın ilk
dönemlerinde ganimetler özel olarak Peygamber (s.a.v.)'ın hakkı idi. O bunları
dilediği gibi kullanırdı.
Nitekim el-Enfal Süresi'nde:
"De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür" (el-Enfal, 1) diye
buyurmaktadır. Daha sonra bu Yüce Allah'ın: "Bilin ki ganimet olarak
aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri ... " (el-Enfal, 41) buyruğu ile
neshedilmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Süresi'nde (41.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Fey'in paylaştırılması,
humusun (ganimetin beşte birinin) paylaştırılması ile aynıdır. İmam Malik'in
görüşüne göre her ikisinin de paylaştırılması imamın görüşüne bırakılmıştır. O
bunları müslümanların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı birtakım haller için
ayırmayı uygun görürse yapabilir. Her iki payı yahut bunlardan birisini
insanlar arasında paylaştırmayı uygun görürse, onu bütün insanlar arasında
paylaştırır, Arap olan ile olmayan arasında da ayırım gözetmez. Erkek olsun,
kadın olsun önce fakirlerden başlar, ihtiyaçtan kurtulacak şekilde onlara
verir. Resulullah (s.a.v.)'ın akrabalarına fey'den imamın uygun göreceği
şekilde payları verilir. Bunun bilinen bir sınırı yoktur. Akrabaların zengin
olanlarına fey'den verilip verilmeyeceği hususunda görüş ayrılığı vardır.
İnsanların çoğu onlara da verileceği kanaatindedir. Çünkü bu onların hakkıdır.
Ancak Malik fakirlerin dışında kalanlarına (yani zenginlerine) verilmez. Çünkü
bu onlara (peygamberin akrabalarına) zekattan bedel olarak onlara tahsis
edilmiştir, demektedir.
Şafii der ki: Kafirlerin
mallarından savaşsız olarak elde edilen herbir mal Peygamber (s.a.v.)'ın
döneminde yirmibeş paya ayrılırdı. Bunun yirmisi Peygamber (s.a.v.)'e ait olup,
o bunlarda dilediği gibi tasarruf ta bulunurdu. Geri kalan beşte bir ise
ganimetin beşte birinin paylaştırıldığı şekilde paylaştırılırdı.
Ebu Cafer Ahmed b.
Davudi dedi ki: Bu bizim bildiğimiz kadarıyla Şafii'den daha önce herhangi bir
kimsenin ileri sürmediği bir görüştür. Bilakis bu tür mallar Sahih'te Ömer
(r.a)'dan ayetin açıklaması sadedinde sabit olduğu üzere tamamiyle Peygambere
ait bir pay idi. Eğer durum onun dediği gibi olsaydı Yüce Allah'ın: "Diğer
mü'minler bir yana yalnız sana has olmak üzere" (elAhzab, 50) buyrugunun
kendisini Peygambere hibe eden kadının başkası için de caiz olduğuna delillet
edebileceğini, ayrıca Yüce Allah'ın: "Kıyamet günü ise yalnız
onlaradır." (el-A'raf, 32) buyruğunun da mü'minlerden başkalarının cennet
nimetlerinde onlarla ortak olabileceklerini ifade ettiği söylenebilirdi.
Bu hususa dair Şafii'nin
görüşü, daha önceden bütün genişliğiyle açıklanmış bulunmaktadır. Allah'a
hamdolsun. Şafii'nin görüşü şudur: Fey'in beşte biri tıpkı ganimetin beşte
birinin harcanabileceği yerlere harcanır. Onun beşte dördü ise Peygamber
(s.a.v.)'e ait idi. Ondan sonra ise bu pay müslümanların menfaatine olan
yerlere harcanır. Şafii'nin bir diğer görüşü daha vardır:
Bu pay ondan sonra
kendilerini yalnızca düşmanla savaşa adayan ve bu maksatla sınırlarda bekleyen
kimselere verilir. Az önceden de geçtiği gibi.
4- Her Bölgede Toplanan
Mallar Oradaki İhtiyaç Sahiblerine Harcanır:
İlim adamlarımız dedi
ki: Her mal toplandığı beldede harcanır. O belde ahalisi ihtiyaçtan
kurtulacaksınıra ulaşmadıkça, toplandığı beldeden bir başka yere taşınmaz.
Muhtaçların ihtiyacı karşılandıktan sonra daha yakın bölgede bulunan
diğerlerine götürülür. Ancak malın toplandığı yerin dışındaki belde ahalisi
eğer ileri derecede ihtiyaç ile karşılaşacak olursa, o vakit o mal muhtaçların
bulunduğu yere intikal ettirilir. Nitekim Remade (Hz. Ömer devrinde vuku bulan
şiddetli kurak ve kıtlık) yıllarında Ömer (r.a) böyle yapmıştı. Bunlar beş veya
altı yıl sürmüştü, iki yıl sürdükleri de söylenmiştir. Bir görüşe göre de bu
açlıkla birlikte taunun ileri dereceye ulaştığı bir yıldır.
Şayet belirttiğimiz
husus sözkonusu olmayıp imam fey'in bekletilmesini uygun görecek olursa, o bunu
müslümanların karşılaşacakları zorlu haller için bekletir. Bu mallardan yeni doğan
çocuklara da pay verir, babası fakir olanlara öncelik tanır. Fey' zenginlere de
helaldir. Fey'de insanlar arasında eşitlik sağlar. Şu kadar var ki ihtiyaç
sahibi ve fakir olanları daha çok kayırır. Bu hususta birini diğerine tercih
etmesi ihtiyaca göre olur. Yine bu maldan borçlulara borçlarını ödeyecek
kadarını verir. Birtakım mükafatları ve akrabalık bağını gözetmek maksadı ile
de -ehil olan kimselere- o maldan verdiği gibi hakimlere, kadılara ve
müslümanlara faydalı görevler ifa edenlere de bundan maaş verir. Bu hususta
daha çok pay verilmeye layık olanlar müslümanlara daha büyük faydalar
sağlayanlardır. Divanda kayıtlı olup fey'den bir şeyler alan herkesin, imam
gazaya çıktığı vakit, gazaya çıkması gerekir.
5- Mal Yalnız Zenginler
Arasında El Değiştiren Bir Güç Olmamalıdır:
Yüce Allah'ın: "Ki
o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şeyolmasın"
buyruğundaki: "Ol ... sın'' lafzı genel olarak "ye" ile:
"Elden ele dolaşan bir şey" lafzı da nasb ile okunmuştur ki ta ki o
fey (malı) elden ele dolaşan bir şeyolmasın, demektir,
Ebu Cafer, el-A'rec, İbn
Amir'den Hişam ve Ebu Hayve ise "olmasın" anlamındaki lafzı
"te" ile; (...) diye "elden ele dolaşan bir şey"
anlamındaki lafzı da ref ile: (...) diye okumuşlardır ki; elden ele dolaşan bir
varlık olmasın, demek olur. Bu durumda "kane" fiili tam bir fiil
olur. "Elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki lafız da
"kane"nin ismi olarak merfu olup, haber alması sözkonusu olmaz,
Bununla birlikte bunun nakısa olup, haberi: "Sizden zengin olanlar arasında"
ibaresi de olabilir. Tanme olduğu takdirde Yüce Allah'ın: "Sizden, zengin
olanlar arasında" anlamındaki buyruk "elden ele dolaşan bir şey"
anlamındaki (...)'a; "aranızdan zengin olanlar arasında dönüp dolaşan
(redavüI eden) bir şey" anlamında olmak üzere taalluk eder. Bununla
birlikte; "sizden zengin olanlar arasında" anlamındaki ibarenin
"elden ele dolaşan bir şey" lafzına sıfat ta olabilir.
"Elden ele dolaşan
bir şey" lafzı genel olarak "dal" harfi Ötreli olarak
okunmuştur. es-Sülemi ve Ebu Hayve ise ("dal" harfini) nasb ile
okumuştur. İsa b. Ömer, Yunus ve el-Esmai: Her iki söyleyiş de aynı anlamdadır,
demişlerdir. Ebu Amr b. el-Ala ise şöyle demektedir: -üstün ile-:
"Devlet'' şeklindeki söyleyiş, savaş ve başka şeylerde elde edilen zafer
demektir. Mastar bu şekilde gelir. Ötreli okuyuş ise mal türünden elden ele
dolaşan şeyin adıdır. Ebu Ubeyde de böyle demiştir. "Dule" elden ek
dolaşan şey'in adıdır.
"Devle(t)"
bunun fiilini anlatır.
Ayetin anlamına gelince:
Biz bu fey'e böyle bir uygulamayı öngördük ki; bunu başkanlar, zenginler,
güçlüler, fakir ve zayıfları dışarıda tutarak kendi aralarında
paylaştırmasınlar. Çünkü cahiliye dönemi insanları bir ganimet elde ettiler mi
başkanları o ganimetin dörtte birini kendisine ayırırdı ki; buna "el-mirba'"
denilirdi. Bundan sonra da yine istediğini kendisi için seçerdi. İşte cahiliye
dönemi şairlerinden birisinin şu mısraı bunu anlatmaktadır:
"Onun mirba'i
(dörtte biri) de safayası (ganimet arasından seçtiğin herhangi bir şeyi) de
senindir."
Yani Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: Ta ki bu fey'e cahiliye dÖnemindeki uygulamanın benzeri
yapılmasın. Bundan dolayı Allah bunda tasarruf yetkisini Resulüne vermiştir. O
bunları, hakkında beşte birin sözkonusu olmadığı, emir verdiği yerlere
paylaştırır. Beşte bir ele geçerse o vakit bu, bütün müslümanlar arasında
paylaştırılır.
6- Rasulün Verdiğini
Almak, Onun Yasak Ettiğinden Sakınmak:
''Hem Peygamber size ne
verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" buyruğu şu demektir: O
ganimet malından size neyi verirse onu alınız. Size yasakladığı şeyleri
almaktan ve ganimetten çalmaktan da sakınınız. Bu açıklamayı el-Hasen've
başkaları yapmıştır. es-Süddi dedi ki: Onun size verdiği fey' malını kabul
ediniz, size vermediği şeyleri de istemeyiniz.
İbn Cüreyc dedi ki: Size
bana itaat kabilinden olup getirdiği şeyleri siz de yerine getiriniz. Bana
masiyet türünden olup size yasakladığı şeylerden siz de uzak durunuz.
el-Maverdi dedi ki:
Bunun genel olarak Hz. Peygamberin bütün emir ve yasakları hakkında yorumlandığı
söylenmiştir. Çünkü o, ancak salah olan bir işi emreder ve ancak fesad olan bir
işi yasaklar.
Derim ki: Bu, bundan
önceki görüşün ifade ettiği aynı anlamı ifade eder. O halde bu hususta üç görüş
vardır.
7- Buyruk, Ganimetler Hakkında
özel olmakla Birlikte Anlamı İtibariyle Umumidir:
el-Mehdevi dedi ki: Yüce
Allah'ın: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise
de sakının" buyruğu şunu gerektirmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın emrettiği
herbir husus Allah'tan bir emirdir. Ayet-i kerime her ne kadar ganimetler
hakkında ise de onun bütün emir ve yasakları da bunun kapsamına girer.
el-Hakem b. Umeyr -ki
ashabdan birisi idi- şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Şüphesiz ki bu Kur'an terk eden kimseye zordur, zor gelir, kolay
değildir. Buna karşılık ona uyan ve ona talib olan kimseye de kolay gelir.
Benim hadisim de zordur, zor gelir. O hakemdir. Benim hadisime sıkı sıkı
yapışıp onu belleyen kimse -Kur'an ile birlikte olmak şartıyla- kurtulur. Her kim
Kur'an'ı ve hadisi önemsemeyecek olursa, dünya ve ahireti kaybeder. Sizler
benim sözümü almakla, emrime uymakla, sünnetimi izlemekle emrolundunuz. Benim
sözüme razı olan Kur'an'dan da razı olur. Benim sözümle alay eden Kur'an ile
alay etmiş olur, Yüce Allah da; "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın.
Neyi yasak etti ise de sakının" diye buyurmuştur ...
8- Bu Ayet-i Kerime'nin
Peygamberimiz'in Bütün Emir ve Yasakları Hakkında Geçerli Olduğuna Dair Selef-i
Salihin'den Rivayetler:
Abdurrahman b. Zeyd dedi
ki: İbn Mesud ihrama girmiş olduğu halde elbiselerini de giyinmiş olan birisi
ile karşılaştı, ona: Bu elbiseleri üzerinden çıkar, dedi. Adam ona: Bu hususta
bana Yüce Allah'ın Kitabından bir ayet okuyabilir misin? dedi, O da: Evet dedi.
"Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de
sakının" buyruğunu okudu.
Abdullah b. Muhammed b.
Harun el-Firyabi dedi ki: Ben Şafii (r.a)'ı şöyle derken dinledim: Bana
istediğiniz hususa dair soru sorunuz. Ben de size Yüce Allah'ın Kitabından ve
Peygamberimizin sünnetinden cevap vereyim. (el-Firyabi) dedi ki: Ben ona şunu
sordum: Allah halini ıslah etsin. Eşek arısı öldüren, ihramlı kimse hakkındaki
görüşün nedir? Dedi ki: Rahman ve rahim Allah'ın adı ile. Yüce Allah buyurdu
ki: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de
sakının." Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı.
O Abdu'I-Melik b.
Umeyr'den, o Rib'i b. Hiraş'dan, o Huzeyfe b. el-Yeman'dan dedi ki: Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Benden sonraki iki kişiye Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz''
Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O, Mis'ar b. Kidam'dan, o Kays b. Müslim'den, o
Tarık b. Şihab'dan, o Ömer b. el-Hattab (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Ömer
eşek arısının öldürülmesini emretmiştir.
İlim adamlarımız der ki:
Bu son derece güzel bir cevaptır. İhramlı iken eşek arısının öldürülmesinin
caiz olduğuna fetva verdiği gibi bu Ömer'e uyduğunu ve Peygamber (s.a.v.)'in de
ona uymayı emrettiğini, Yüce Allah'ın da Peygamber (s.a.v.)'in söylediklerini
kabul etmeyi emir buyurduğunu açıklamaktadır. Buna göre eşek arısının ihramlı
iken öldürülmesinin caiz oluşu Kitab ve Sünnet'ten çıkarılmış olmaktadır. Bu
anlamdaki açıklamalar daha önceden İkrime'ye çocuk doğuran cariyeler (ümmü
veledler) hakkında sorulan soruya verdiği cevap açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
O şöyle demişti: Bu gibi cariyeler Nisa suresinde Yüce Allah'ın: ''Allah'a
itaat edin, Resulüne de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de'' (Nisa
59)
Müslim'in Sahih'inde ve
başka eserlerde Alkame'den, o'nunda İbn Mes'ud'dan şöyle dediğine dair rivayet
yer almaktadır: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: ''Allah dövme yapanlara ve
dövme yaptıranlara, yüzündeki tüyleri alanlara, güzelleşmek için dişlerinin
arasını törpüleyip incelten ve Allah'ın hilkatini değiştirenlere lanet
etmiştir.'' Bu söz Um Yakub diye bilinen Esedoğullarından bir kadının kulağına
gitti. Bu kadın gelerek dedi ki: Aldığım habere göre sen şöyle şöyle olan
kadınlara lanet okumuşsun. İbn Mesud dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'in lanet
etiğine -üstelik bu husus Allah'ın Kitabında da var iken- ben ne diye lanet
etmeyeyim? Kadın şöyle dedi: Ben iki kapak arasında bulunanları (mushafı)
tamamını okudum, fakat senin dediğini orada göremedim. İbn Mesud dedi ki: Eğer
sen gerçekten sen onu okumuş olsaydın, onu bulacaktın. Sen Yüce Allah'ın: ''Hem
Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının''
buyruğunu okumadın mı? Kadın: Okudum deyince, İbn Mesud: İşte o (Nebi) bu işi
yasaklamıştı...dedi.
Buna dair yeterli
açıklamalar daha önce Nisa suresi (119. ayet, 7. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
9- Buyruk, Emir
Anlamını İhtiva Etmektedir:
"Hem Peygamber size
ne verdi ise onu alın" buyruğunda her ne kadar elden ele uzatmak anlamını
ihtiva eden "vermek: i'ta" lafzı kullanılmış ise de bunun anlamı
emirdir. (Her ne emrederse demektir.) Buna delil de Yüce Allah'ın: "Neyi
yasak etti ise de bundan sakının" buyruğunda "yasak; nehy"in
karşılığında kullanılmış olmasıdır. Nehy'in karşılığı ise ancak emirdir. Bunun
bu şekilde anlaşılması gerektiğinin delili de daha önce zikrettiğimiz hususlarla
birlikte Peygamber Efendimiz'in de şu buyruğudur: "Ben size her neyi
emretti isem, ondan gücünüzün yettiğini yerine getirin. Size herhangi bir şeyi
yasaklayacak olursam, ondan uzak durun.''
el-Kelbi dedi ki: Ayet-i
kerime müslümanların başkanları hakkında inmiştir. Onlar Rasülullah (s.a.v.)'ın
eline geçirdiği müşriklerin malları ile ilgili olarak şöyle demişlerdi: Ey
Allah'ın Rasülü, sen safiyyeni (seçtiğini) Ve dörtte birini al, diğerini de
bizlere bırak. Çünkü cahiliye döneminde biz böyle yapardık deyip, ona şu beyiti
okudular:
"O ganimetin dörtte
biri ve seçtiklerin de senindir Sen nasıl istersen öyle hükmedersin, yolda ele
geçirilenler de paylaştırılması mümkün olmayıp arta kalanlar da
(senindir,)"
Bunun üzerine Yüce Allah
bu ayet-i kerimeyi indirdi.
10- Allah'tan Korkmak:
"Ve Allah'tan"
yani Allah'ın azabından "korkun." Çünkü O'na isyan edenlere azabı pek
çetindir. Verdiği emir ve yasaklarda Allah'tan korkun, onları kaybetmeyin, diye
de açıklanmıştır.
"çünkü Allah
azabı" vermiş olduğu emirlerde kendisine muhalefet edenlere "çok
çetin olandır."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN