HAŞR 2 |
هُوَ
الَّذِي
أَخْرَجَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ أَهْلِ
الْكِتَابِ
مِن
دِيَارِهِمْ لِأَوَّلِ
الْحَشْرِ
مَا
ظَنَنتُمْ
أَن يَخْرُجُوا
وَظَنُّوا
أَنَّهُم
مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم
مِّنَ
اللَّهِ
فَأَتَاهُمُ
اللَّهُ
مِنْ حَيْثُ
لَمْ
يَحْتَسِبُوا
وَقَذَفَ فِي
قُلُوبِهِمُ
الرُّعْبَ
يُخْرِبُونَ
بُيُوتَهُم
بِأَيْدِيهِمْ
وَأَيْدِي
الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا
يَا أُولِي
الْأَبْصَارِ |
2. O, kitab ehlinden
kafir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır. Siz onların
çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da hisarlarının kendilerini Allah'a karşı
gerçekten koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah onlara hesaba katmadıkları taraftan
geldi ve kalplerine korku saldı. Evlerini hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin
elleriyle tahrib ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, artık ibret alın.
"O kitab ehlinden
kafir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır"
buyruğuna dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Surenin Adı ve
Yurtlarından Sürülenler:
2- İlk Sürgün ve
Mahşer:
3- Kafirlerle
Yurtlarından Sürülmeleri Şartıyla Barış Yapılabilir mi?
1- Surenin Adı ve
Yurtlarından Sürülenler:
"O, kitab ehlinden
kafir olanları ... yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" buyruğu ile
ilgili olarak Said b, Cübeyr dedi ki: Ben İbn Abbas'a: (Bu surenin adı) el-Haşr
Süresi mi dedim, o: en-Nadır Süresi de, dedi, Nadirliler, Harun (a.s) soyundan
gelen bir yahudi koludur Bunlar İsrailoğulları fitnelere düştüklerinde Muhammed
(s.a.v.)'ın gelişini beklemek üzere gelip Medine'ye yerleştiler, Yüce Allah'ın
açıkladığı işler onların başından geçen işlerdendir,
2- İlk Sürgün ve
Mahşer:
"İlk sürgün"
buyruğundaki "el-haşr" toplamak demektir, Bunun dört çeşidi
sözkonusudur, İki toplanma dünyada, iki toplanma da ahirette olacaktır.
Dünyadaki toplanma (haşr') Yüce Allah'ın: "O kitab ehlinden kafir olanları
ilk sürgünde (evvelu'l-haşr) yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" buyruğunda
sözkonusu edilmektedir.
ez-Zühri dedi ki: Bunlar
daha önce sürgün musibetiyle karşılaşmamış bir koldan idiler. Yüce Allah
onların üzerine sürgün edilmeyi takdir buyurmuştu, Eğer bu olmasaydı, mutlaka onları
dünyada azaplandıracaktı. Dünya hayatında onların ilk haşrolundukları toplanma
yeri Şam olmuştu,
İbn Abbas ve İkrime
dediler ki: Mahşer'in Şam'da olacağından yana şüphe eden kimse, bu ayeti
okusun, Ayrıca Peygamber (s.a.v.) kendilerine: "Çıkınız" deyince
onlar: Nereye diye sormuşlar, Peygamber (s.a.v.) da: "Mahşer yurduna"
diye buyurmuştu.
Katade dedi ki: İşte
mahşerin ilki budur. İbn Abbas: Onlar kitab ehlinden ilk haşredilen (sürülen)
ve yurtlarından çıkarılan kimselerdir demiştir,
Denildiğine göre onlar
Hayber'e sürüldüler. Buna göre Yüce Allah'ın: "İlk sürgünde" buyruğu
kalelerinden, hisarlarından Hayber'e sürülmeleridir. İkincisi ise Ömer (r.a)'ın
kendilerini Hayber'den Necid ve Ezriat'e sürmesidir, Teyma ve Eriha'ya
sürülmeleri diye de açıklanmıştır. Buna sebeb, onların kafir olmaları ve
ahidlerini bozmalarıdır.
İkinci haşr ise kıyamete
yakın bir zamandaki toplanmalarıdır. Katade dedi ki: İnsanları doğudan batıya
doğru toplayacak bir ateş gelecektir. Onların geceyi geçirdikleri yerde o da
duraklayacak, Öğlen istirahatine çekilecekleri vakit onlarla birlikte orada
kalacak ve geriye kalanlarını yiyecektir,
Bu husus Sahih'de de
sabit olmuş ve biz bunu et-Tezkire adlı eserimizde zikretmş bulunuyoruz,
Buna yakın bir rivayeti
İbn Vehb, Malik'ten zikretmektedir. İbn Vehb dedi ki: Ben Malik'e: Bu (haşr ve
toplanma) onların yurtlarından sürülmeleri midir? diye sordum. Bana şöyle dedi:
Haşr, kıyamet gününde olacaktır ve yahudiler toplanacaktır. (Malik devamla)
dedi ki: Yahudilere yanlarında bulunan mal hakkında soru sorulup onlar bunu
gizlediklerinde Resulullah (s.a.v.) Hayber'e sürmüş ve böylelikle onlarla
savaşmayı helal görmüştü.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Haşrın başı, ortası ve sonu vardır. Başı Nadiroğullarının sürülmesidir, ortası
Hayberlilerin sürülmesi, sonuncusu ise kıyamet günündeki haşirdir.
el-Hasen'den: Burada
sözü edilenler Kurayzaoğullarıdır, dediği rivayet edilmiş ise de geri kalan
müfessirler: Kurayza oğulları hiçbir şekilde haşrolunmadı (sürgüne
gönderilmedi), onlar öldürüldüler, demişlerdir. Bu açıklamayı da es-Sa'lebi
nakletmiştir.
3- Kafirlerle
Yurtlarından Sürülmeleri Şartıyla Barış Yapılabilir mi?
el-Kiya et-Taberi dedi
ki: Harb ehli ile herhangi bir şey istemeksizin yurtlarından sürülmeleri
şartıyla barış yapmak şu an için caiz değildir. Bu İslamın ilk dönemlerinde
caizdi, sonradan nesh olundu. Şimdi ise; onlarla savaşmak yahut kadın ve.
çocuklarının esir alınması ya da onlara cizye koymak şartlarından birisinden
başkası kabul edilemez.
"Siz onların
çıkacaklarını sanmamıştınız" buyruğu ile şunu kastetmektedir: Müslümanlar
yahudilerin halini, onların kendilerini koruyabilecek durumda oluşlarını,
güçlerini, söz birliklerini gözlerinde büyütmeleri dolayısıyla böyle bir şeyi
sanmıyorlardı.
"Onlar da
hisarlarının kendilerini Allah'a karşı" Allah'tan gelecek emre karşı
"gerçekten koruyacağını sanmışlardı."
Denildiğine göre bu
hisarların adı el-Yatih, en-Netat, es-Sülalim ve el-Ketibe idi. Nadiroğulları
çokça silahı bulunan ve zaptedilmesi güç kaleleri olan kimselerdi. Fakat
bunların hiçbirisi onları Allah'ın emrine karşı koruyamadı.
"Fakat Allah"
ın emri ve azabı "onlara hesaba katmadıkları" hiç de beklemedikleri
"taraftan geldi." Bilmedikleri taraftan geldi, diye de açıklanmıştır.
"Hesaba
katmadıkları taraftan geldi" buyruğu; Ka'b b. el-Eşref'in öldürülmesini
ummuyorlardı, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Cüreyc, es-Süddı ve Ebu
Salih yapmıştır.
"Ve
kalplerine" liderleri Ka'b b, el-Eşref'in öldürülmesiyle "korku
saldı."
Ka'b'ı öldürenler
Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ın süt kardeşi olan Ebu Naile Silkan b. Selame b.
Vakş, Abbad b. Bişr b. Vakş, el-Haris b. Evs b. Muaz: ile Ebu Abs b. Cebr idi.
Ka'b'ın öldürülüş haberi siret'te meşhurdur. Sahih'de belirtildiğine göre de
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir aylık mesafeden bana
(düşmanımın kalbine) korku salınmak ile yardım olundu." Medine ile
Nadiroğullarının bulundukları mahalle arasındaki mesafe bir mil olduğuna göre,
nasıl ona yardım olunmazdı? Bu Muhammed (s.a.v.)'e özel olarak verilmiş bir
imtiyazdı.
"Evlerini hem kendi
elleriyle ... tahrib ediyorlardı" buyruğundaki ''Tahrib ediyorlardı"
lafzı genel olarak şeddesiz: (...) den gelen (müzari) bir fiil olarak
okunmuştur. Yıkıyorlardı demektir. es-Sülemi. el-Hasen, Nasr b. Asım,
Ebu'I-Aliye, Katade ve Ebu Amr ise; "Tahrib ediyorlardı" şeklinde
"tahrib"den gelen bir fiil olarak şeddeli okumuşlardır.
Ebu Amr dedi ki: Şeddeli
okuyuşu tercih edişimin sebebi şudur: "Bir şeyi sakini olmaksızın harabe
halde terketmek" demektir. Nadiroğulları ise orayı bu şekilde harabe
olarak terketmediler. Onlar orayı yıkarak tahrib ettiler. Bunu da Yüce
Allah'ın: "Hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin elleriyle" buyruğu
desteklemektedir.
Başkaları ise şöyle
demişlerdir: Bu iki şekil de aynı anlamdadır. Şeddeli okuyuş ise çokluk
anlamına gelir. Sibeveyh de (...) ile (...) kiplerinin anlamlarının birinin
diğeri yerine kullanılabildiğini nakletmiştir. ''(...) ile (...): Onu tahrib
ettim" anlamına; (...) ile (...)'in ise "onu sevindirdim"
anlamına gelmesi gibi. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de birinci okuyuşu tercih
etmişlerdir.
Katade ve ed-Dahhak dedi
ki: Mü'minler içeriye girmek için dışarıdan tahrib ediyorlar, yahudiler ise
hisarlarının tahrib edilen bölümlerini, yıktıkları yerlerden çıkan malzeme ile
yeniden bina etmek için içeriden tahrib ediyorlardı.
Rivayet edildiğine göre
Nadiroğulları Rasülullah (s.a.v.) ile; onun yanında yer almamak ve ona karşı
olmamak şartı ile barış antlaşması yapmışlardı. Bedir günü zafer kazanınca
Tevrat'ta niteliği belirtilen peygamber işte budur. Onun hiçbir sancağı geri
çevrilmez, dediler. Uhud günü müslümanlar yenilince bu sefer şüpheye düştüler
ve antlaşmalarını bozdular. Ka'b b. el-Eşref yirmi süvari ile Mekke'ye çıkıp
gitti. Ka'be'nin yanında Hz. Peygamberin aleyhine Kureyşle antlaşma yaptılar. Peygamber
(s.a.v.)'in ensardan Muhammed b. Mesleme'ye emir vermesi üzerine Muhammed b.
Mesleme, Ka'b'ı gafil bir şekilde öldürdü, Sabah olunca da askeri birlikleriyle
surlarına karşı dikildi. Onlara: Medine'den çıkın, dedi. Onlar: Buradan
çıkmaktansa ölümü tercih ederiz, diyerek; "savaşa!" diye seslendiler.
Rasülullah (s.a.v.)'den
çıkış hazırlıklarında bulunmak üzere on günlük süre istedikleri de
söylenmiştir. Bunun üzerine münafık Abdullah b. Ubey ve arkadaşları: Kaleden
çıkmayın, diye gizli bir haber gönderdi. Eğer onlar sizinle savaşacak
olurlarsa, biz de sizinle birlikte savaşırız, sizi desteksiz bırakmayız. Eğer
çıkartılacak olursanız, andolsun biz de sizinle birlikte çıkarız, Yirmibir gün
süreyle sokakların başlarını tuttular ve sağlam bir şekilde oraları koruma
tertiblerini aldılar. Allah kalplerine korkuyu salıp, münafıkların yardım
edeceklerinden yana ümidlerini kesince barış istediler. İleride açıklanacağı
üzere Hz. Peygamber onları sürgüne göndermekten başka bir yol kabul etmedi.
ez-Zühri, İbn Zeyd ve
Urve b. ez-Zübeyr şöyle demişlerdir: Peygamber (s.a.v.) kendileriyle develerin
taşıyabileceği kadarını beraberlerinde götürmek şartı ile barış yaptığından,
hoşlarına giden bir kereste ya da bir direği almak için evlerini yıkıyorlar,
bunu develerine yüklüyorlardı. Mü'minler de geri kalanlarını yıkıyorlardı.
Yine İbn Zeyd'den şöyle
dediği nakledilmiştir: Yahudiler kendilerinden sonra müslümanlar orada
kalmasınlar diye evlerini tahrib ediyorlardı.
İbn Abbas dedi ki:
Müslümanlar onların bir evlerini zabtettiler mi hemen orayı -savaş alanı
genişlesin diye- yıkıveriyorlardı. Kendileri ise evlerinin arka taraflarından
diğer eve geçip çıkarıldıkları yere gelen müslümanlara oradan atışta bulunmak
üzere oyuklar açıyorlardı. Bunu ara sokaklarını bu yıktıkları malzeme ile
kapatmak için yapıyorlardı, diye de açıklanmıştır.
İkrime dedi ki: Onlar
evlerinin içlerini ve oralarda bulunanları müslümanlar almasın diye "kendi
elleriyle" tahrib ediyorlardı. Bu yolla onlara ulaşmak maksadıyla da dış
taraflarından "mü'minler elleriyle" onların evlerini "tahrib
ediyorlardı. "
Yine İkrime dedi ki:
Evleri oldukça süslü idi. Müslümanların orada oturmalarını istemediklerinden
dolayı evlerinin iç taraflarını kendileri tahrib ettiler, müslümanlar da
dışarıdan tahrib ettiler.
Bir diğer açıklamaya
göre; onlar antlaşmalarını boZmak suretiyle "evlerini kendi
elleriyle" savaşmakla da "mü'minlerin elleriyle tahrib
ediyorlardı." ez-Zühri de böyle açıklamıştır. Ebu Amr b. el-Ala da şöyle
demiştir: Evlerini mü'minlere bırakmak suretiyle "kendi elleriyle"
tahrib ediyorlar, mü'minlerin evlerinden onları sürmek suretiyle de
"mü'minlerin elleriyle" tahrib ediyorlardı.
İhnu'l-Arabi dedi ki:
Bozmak (ifsad etmek) maksadı ile ele alış, eğer el ile olursa, bu hakikat
anlamında kullanılır. şayet ahdi bozmak suretiyle olursa, mecazi bir anlam
ifade eder. Şu kadar var ki mecazi anlatım noktasında ez-Zühri'nin açıklaması,
Ebu Amr b. el-Ala 'nın açıklamasından daha uygundur.
"Ey basiret
sahibleri artık ibret alın!" Ey özlü akıl sahibleri öğüt alın, demektir.
Ey bunu gözüyle görenler ... diye de açıklamıştır. Bu durumda "ebsar"
lafzı "basar"ın çoğulu olur.
Burada ibret alınacak
hususlardan birisi de şudur: Onlar Allah'ın hükmüne karşı hisarlarına sığınıp
korunmak istediler. Allah; onları hisarlarından aşağıya indirdi.
Yine ibret şekillerinden
birisi şudur: Allah onlara daha önce kendilerine yardım eden kimseleri musallat
etti. Bir diğer ibret yolu da şudur: Onlar kendi mallarını, kendi elleriyle
yıktılar. Kim başkasının karşı karşıya kaldığı durumlardan ibret almazsa, kendi
başına gelen olaylardan ibret almak durumunda olur. Doğru mesellerden birisinde
de: ''Bahtiyar diye başkasının başına gelenlerden öğüt alan kimseye denir"
denilmektedir,
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN