MÜCADELE 3 / 4 |
وَالَّذِينَ
يُظَاهِرُونَ
مِن
نِّسَائِهِمْ
ثُمَّ
يَعُودُونَ لِمَا
قَالُوا
فَتَحْرِيرُ
رَقَبَةٍ
مِّن قَبْلِ
أَن
يَتَمَاسَّا
ذَلِكُمْ
تُوعَظُونَ بِهِ
وَاللَّهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ {3}
فَمَن لَّمْ
يَجِدْ
فَصِيَامُ
شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ
مِن قَبْلِ
أَن
يَتَمَاسَّا
فَمَن لَّمْ
يَسْتَطِعْ
فَإِطْعَامُ
سِتِّينَ مِسْكِيناً
ذَلِكَ
لِتُؤْمِنُوا
بِاللَّهِ
وَرَسُولِهِ
وَتِلْكَ
حُدُودُ
اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ {4} |
3.
Hanımlarına zihar yapıp sonra da o sözlerinden dönenler, eşleri ile temas
etmezden evvel bir köle azad etmelidirler. Size işte bununla öğüt veriliyor.
Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
4. Ama kim
bulamazsa o halde, eşleriyle temas etmeden önce aralıksız iki ay oruç
tutmalıdır. Kim güç yetiremezse o zaman altmış yoksul doyurmalıdır. Bu hükümler
Allah'a ve Resulüne iman edesiniz diyedir ve bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır. Kafirler için çok acıklı bir azab vardır.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı oniki (13+6) başlık halinde sunacağız:
1- Zihar Yaptıktan Sonra Tekrar
Dönenlerin Hükmü:
2- "Sözlerinden Dönenler"
Buyruğunun Anlamı ve Anlaşılması:
3- Köle Azad Etmek:
4- İki Yarımşar Köle Azad Etmek Yeterli
midir?:
5- Keffarette Bulunma Zamanı:
6- Bu Husustaki Allah'ın Emri:
7- Köle Azad Etmek İmkanı Olmazsa:
8- Köle Azad Etmekten Aciz Kalırsa:
9- Keffaret Orucuna Başladıktan Sonra
Köle Azad Etmek İmkanını Bulursa:
10- Zihar Yapan Bir Kimse Oruç Esnasında
Gündüzün Hanımı İle İlişki Kurarsa:
11- İyileşmesi Umulmayan Bir Hastalığa
Yakalanan Kimsenin Keffareti:
12- Fakirken Zihar Yaptıktan Sonra Köle
Azad Edecek Bolluğa Erişenin Durumu:
13- Keffaret Olarak İki Köle Azad Etmesi
Gereken Bir Kimsenin, Herbir Köleyi Yarımşardan İki Keffaret İçin Kabul Ederek
azad Ederse:
14- Keffaretlerde Sıra ve Yemek Yedirme
Miktarı:
15- Keffarette Doyurulması Gereken
Yoksul Sayısı:
16- Hür Kimseye Hacr (Kısıtlılık)
Koymak:
17- Zihar Hükmü Neshedicidir:
18- İmanın Gerekçesi Olan Ameli
Uygulamalar:
19- "Allah'ın Hudutları ve
Kafirlerin Azabı":
1- Zihar Yaptıktan
Sonra Tekrar Dönenlerin Hükmü:
"Hanımlarına zihar
yapıp ... " buyruğu mübteda olup haber "bir köle azad etmelidirler"
buyruğudur. "üzerlerine ... düşer" lafzı ifadenin buna delaleti
dolayısıyla hazfedilmiştir. Onlara bir köle azad etmek düşer, demektir. Bunun;
onların keffaretleri bir köle azad etmektir, takdirinde olduğu da söylenmiştir.
İlim adamlarının zihar hakkında
icma' ile kabul ettikleri husus erkeğin hanımına: Sen benim için annemin sırtı
gibisin, demesidir. Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunlar elbette çirkin ve
yalan bir söz söylüyorlar" (Mücadele, 2) buyruğunda Yüce Allah'ın
"çirkin ve yalan söz" diye nitelendirdiği söz de budur. Artık kim bu
sözü söylerse, o kimsenin hanımına yaklaşması haram olur. Kim söylediğinden
dönecek olursa bu sefer zihar keffaretinde bulunması gerekir. Çünkü Yüce Allah:
"Hanımlarına zihar yapıp sonra da o sözlerinden dönenler eşleri ile temas
etmezden evvel bir köle azad etmelidirler" diye buyurmuştur. İşte bu da
zihar keffaretinin, söylediğine tekrar dönmek ile birlikte olması gerektiğinin,
sadece o sözü söylemekle gerekmediğinin delilidir. Bu insanların hakkında yedi
ayrı görüş ortaya koydukları, nisbeten müşkil bir konudur:
1. Burada
"dönüş"den kasıt hanımı ile ilişki kurmayı kararlaştırmaktır. Ebu
Hanife ve arkadaşlarının teşkil ettiği Iraklıların meşhur görüşü budur.
Malik'ten de: Eğer hanımı ile ilişki kurmayı kararlaştırırsa bu bir dönüş olur,
eğer böyle bir karar vermezse dönüş olmaz dediği rivayet edilmiştir.
2. Hanımıyla zihar
yaptıktan sonra onu nikahı altında tutmaya karar vermektir. Bu da Malik'in
görüşüdür.
3. Hem hanımını nikahı
altında tutmaya, hem de onunla ilişki kurmaya karar vermektir. Bu da Malik'in
Muvatta adlı eserindeki görüşüdür. Malik Yüce Allah'ın: "Hanımlarına zihar
yapıp sonra da o sözlerinden dönenler" buyruğu hakkında şöyle demiştir:
Ben bunun tefsirinin şöyle olduğunu duydum: Erkek hanımına zihar yapar, sonra
da onunla ilişki kurup onu nikahı altında tutmaya karar verirse (söylediğinden
dönmüş) olur. Eğer buna dair karar verecek olursa, işte o vakit keffarette
bulunması vacibtir. Şayet hanımını boşayıp onunla zihar yaptıktan sonra nikahı
altında tutmaya ve onunla ilişki kurmaya karar vermeyecek olursa, herhangi bir
keffarette bulunma yükümlülüğü yoktur. Malik dedi ki: Eğer bundan sonra onunla
evlenecek olursa, zihar keffaretini yerine getirmedikçe ona dokunamaz.
4. Bundan kasıt bizatihi
ilişki kurmaktır. İlişki kurmayacak olursa, bu, söylediğinden dönmek olmaz. Bu
görüşü el-Hasen ve yine Malik ifade etmiştir.
5. İmam Şafii (r.a) dedi
ki: Bu zihardan sonra onu boşama kudreti bulunmakla birlikte hanımını eş olarak
nikahı altında tutmasıdır. Çünkü zihar yapmakla hanımının kendisine haram
olmasını kastetmiştir. Hemen bunun arkasından talakı verirse, bu sefer haram
kılmak şeklinde başlattığı işin aksini yapmış olur. Bu durumda da ona kefaret
düşmez. Şayet talakı vermeyecek olursa, bu sefer daha önceki haline dönmüş
olur. Bu durumda da ona keffaret düşer.
6. Zihar keffaretten
başka hiçbir şeyin ortadan kaldırmadığı bir haramlığı gerektirir. Bu görüşü
kabul edenlerin kanaatine göre dönmek daha önceden yerine getireceği bir
keffaret ile olmadıkça, onunla ilişki kurmayı mübah kılmaması demektir. Bu
açıklamayı da Ebu Hanife, onun mezhebine mensub ilim adamları ve el-Leys b.
Sa'd ifade etmişlerdir.
İbnu'l-Arabi devamla
dedi ki: Şafii'nin: Güç yetirmekle birlikte talakı terketmektir, şeklindeki
görüşünü ise üç temel nokta çürütmektedir. Birincisi Yüce Allah:
"Sonra" diye buyurmuştur ki, bu da zahiri itibariyle terahiyi (arada
bir süre geçirmeyi) gerektirmektedir. İkincisi Yüce Allah'ın: "Sonra ...
dönenler" buyruğu belirli bir fiilin varlığını ve zamanın geçmesini
gerektirmektedir ki, zamanın geçmesi kişinin kendi fiili değildir, üçüncü husus
ric'i talak nikah altında kalmaya aykırı değildir. Dolayısıyla ila'da olduğu
gibi, ziharın hükmünü kaldırmaz,
Şayet: O hanımını anne
gibi görecek olursa, onu nikahı altında tutamaz.
Zira annenin nikah
altında tutulması sahih değildir, denilecek olursa -ki bu
7. Bundan kasıt, ziharı
lafzı ile tekrarlamaktır. Bu ise kıyası kabul etmeyen zahirilerin görüşüdür,
Bunlar derler ki: şayet zihar lafzını tekrar söylerse işte "dönüş"
budur. Eğer söylediğini tekrarlamazsa dönüş olmaz. Bu açıklama Bukeyr b,
el-Eşec, Ebu'l-Aliye ve yine Ebu Hanife'ye de isnad edilir. el-Ferra'nın kabul
ettiği görüş de budur. Ebu'I-Aliye de şöyle demektedir: Ayetin zahiri onun
lehine tanıklık etmektedir, Çünkü Yüce Allah:
"Sonra da o
sözlerine dönenler" diye buyurmaktadır ki, daha önce söyledikleri söze
dönenler demektir. Ali b, Ebi Talha da, İbn Abbas'tan Yüce Allah'ın:
"Hanımlarına zihar yapıp sonra da o sözlerinden dönenler" buyruğu
hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu kişinin hanımına: Sen benim için
annemin sırtı gibisin, demesidir. Ona bu sözü söyledi mi artık zihar
keffaretini yerine getirmedikçe hanımı tekrar ona helal olmaz,
İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu
zihar lafzını tekrar söylemektir, diyenlerin görüşleri kat'i olarak batıldır ve
Bukeyr'den böyle dediği sahih olarak rivayet edilemez. Bunun Davud ve onun
taraftarı olanların, bilgisizce iddialarına benzeme ihtimali daha büyüktür.
Zihar yapanların başından geçen olaylar rivayet edilmiş bulunmaktadır. Onların
keffarette bulunmalarından sözedilirken herhangi bir şekilde sözlerini
tekrarlamalarından sözedilmemiştir. Aynı şekilde buyruğun anlamı da bu görüşü
çürütmektedir. Çünkü Yüce Allah bu sözü çirkin Ve yalan bir söz olarak nitelendirmiştir.
O halde sen o haram sözü tekrarlayıp yasak olan sebebi bir daha söyleyecek
olursan, bu takdirde sana keffareti yerine getirmek vacib olur nasıl
denilebilir? Bu aklen kabul edilemez bir şeydir, Diğer taraftan keffareti
gerektiren herbir sebeb te -ister öldürmek, ister ramazan orucunda hanımıyla
ilişkide bulunmak, ister başka bir sebeb olsun- bunun tekrarlanması şartının
olmadığı da bilinen bir husustur.
Derim ki
(İbnu'I-Arabi'nin): "Bu Davud'un ve onun taraftarlarının cahilce
iddialarından birisi gibidir" şeklindeki ifadesi Davud'a karşı ağır bir
ifadedir. Çünkü Davud'un bu görüşünü, belirttiğimiz kimseler de ifade etmiştir.
Maverau'n-Nehir
alimlerinin dayanak noktasıdır- şöyle deriz: Söylediğinin aksini
kararlaştıracak ve hanımını annesinden farklı bir durumda görmeye başlayacak
olursa, artık keffarette bulunur ve hanımına geri döner.
Bu görüşün tahkiki
şudur: Karar vermek manevi olarak bir sözdür. Böyle bir kişi, helal kılmayı
gerektiren bir söz söylemiş olur ki bu da nikahtır. Diğer taraftan haram
kılmayı gerektiren bir söz söylemiştir ki, bu da zihardır. Daha sonra
söylediğine -ki bu da helal kılmaktır- geri dönmüştür. Böylesinin onun
tarafından bir akit başlangıcı olması doğru olamaz. Çünkü akit bakidir, geriye sadece
daha önce taşıdığı inanca ve içinden söylediği ve: Sen benim için annemin sırtı
gibisin, sözleri ile haber vermiş olduğu hususa aykırı karar vermek anlamında
bir sözdür. işte bu durum ortaya çıktığı takdirde keffarette bulunur ve
hanunına geri döner. Çünkü Yüce Allah: "Eşleri ile temas etmezden
evvel" diye buyurmuştur. Bu ise kendi alanında son derece yetkin ve
yeterli bir açıklamadır.
2- "Sözlerinden
Dönenler" Buyruğunun Anlamı ve Anlaşılması:
Kimi tevil alimleri
şöyle demişlerdir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Anlamı da şudur:
"Hanımlarına zihar yapıp sonra da" daha önceki halleri üzere cimaa
"dönenler" söyledikleri sebebiyle "bir köle azad
etmelidirler" yani o söyledikleri sözlerden Ötürü onların üzerine bir köle
azad etmek düşer. Buna göre Yüce Allah'ın: ''Sözlerinden" buyruğundaki cer
harfi (olan kesreli lam), müntedanın haberi durumunda olan hazfedilmiş bir
ifadeye taalluk etmektedir. Bu da; "üzerlerine ... düşer" lafzıdır.
Bu açıklamayı el-Ahfeş yapmıştır.
ez-Zeccac dedi ki: Anlam
şöyledir: Sonra o söyledikleri sözlerden ötürü cima' etmek isteğine geri
dönenler ... Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir:
Cahiliye döneminde
hanımlarına zihar yapıp da sonra cahiliye döneminde söyledikleri şeylere
İslamda tekrar dönen kimselerin keffareti bir köle azad etmektir.
el-Ferra dedi ki: Burada
"lam; " ... den, dan" anlamındadır. (...): Sonra da
söylediklerinden dönerek cima yapmak isteyenler. .... demektir.
el-Ahfeş dedi ki:
"(...) ile ''Sözlerine (mealde: sözlerinden)" aynı anlamdadır. Zaten
bu iki cer harfinin biri diğerinin yerine kullanılabilir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: ''Bizi buna ileten Allah'a hamdolsun" (el-A'raf, 43)
diye buyurmakta (ve burada ''lam" harfini kullanmakta iken) bir başka
yerde: "Onlara cehennemin yolunu gösterin'' (es-Saffat, 23) diye
buyurmakta (ve burada ''lam'' ın yerine "ila" harf-i cerrini
kullanmakta)dır. Yine Yüce Allah: ''Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir"
(ez-Zilzal, 5) diye buyurmak ta (ve "lam" harfini kullanmakta iken)
bir başka yerde de: "Nuh'a şöyle vahyolundu" (Hud, 36) diye
buyurmakta ve ("ila" harfini kullanmakta)dır.
3- Köle Azad Etmek:
"Bir köle azad
etmelidirler" buyruğunda bu gibi kimselere köle azad etmek düşer
denilmektedir: (...): Onu özgürleştirdim" demektir.
Diğer taraftan azad
edilecek bu kölenin eksiksiz, her türlü kusurdan uzak olması icab eder. Malik
ve Şafii'ye göre bu kölenin müslüman olması eksiksiz olmasının bir parçasıdır.
Tıpkı öldürme keffaretinde azad edilecek kölede olduğu gibi. Ebu Hanife ve
arkadaşlarına göre ise kafir bir köle de, mükatebe ve buna benzer kölelik
şaibesi bulunan bir kölenin azad edilmesi yeterlidir.
4- İki Yarımşar Köle
Azad Etmek Yeterli midir?:
İki yarımşar köle azad
edecek olursa bize (Maliki mezhebine) ve Ebu Hanife'ye göre yeterli değildir.
Şafii yeterli olur, demiştir. Çünkü iki yarımşar köle, tam bir köle
hükmündedir. Diğer taraftan azad etmek suretiyle keffaret, mal ile gerçekleşir.
O halde tıpkı yemek yedirmekte olduğu gibi bunun da kısımlara ve parçalara
bölünmesi mümkündür.
Bizim delilimiz:
"Bir köle azad etmelidir" buyruğudur. Bu ise bir tek kişiyi ifade
eden bir isimdir. Kölenin bir parçası ise tam bir köle değildir. Böyle bir şey
çeşitli parçaların biraraya getirilmesi suretiyle toplam (telfik' yapılabilecek
işlerden değildir. Zira bir köle azad etmeye taalluk eden bir ibadette, iki
ayrı kölenin yarımlarının onun yerini tutması sözkonusu değildir.
Bunun asıl dayanağı da
iki ayrı adamın, iki ayrı kurbanda ortaklığı meselesidir. (İki kişi yarımşardan
iki ayrı kurbanda ortak olurlarsa ikisinin de kurbanı olmaz.) Diğer taraftan
bir kimse iki ayrı adama kendisinin yerine hac yapmalarını emredecek olursa
bunlardan birisinin haccın yarısını yerine getirmesi caiz olmadığı gibi, bu da
böylece caiz olmaz.
Ayrıca bir kimse bir köle
satın alınıp, yerine azad edilmesini vasiyet edecek olursa, onun adına iki
yarım kölenin azad edilmesi caiz değildir. İşte bizim bu meselemizde de durum
böyledir, böylece onların delili de batıl olur. Yemek yedirmek ve başka şeyler
ise keffarette -bize göre- parçalanma, bölünme kabul etmezler.
5- Keffarette Bulunma
Zamanı:
"Eşleri ile temas
etmezden evvel" buyruğu gereğince zihar yapan kocanın keffarette
bulunmadan önce hanımı ile ilişki kurması caiz değildir. Eğer keffaretten önce
hanımıyla ilişki kuracak olursa günah kazanır, asi olur, bununla birlikte
keffareti de düşmez. Mücahid'den keffareti yerine getirmeye başlamadan önce
ilişki kuracak olursa, bir keffarette daha bulunması gerekir dediği
nakledilmiştir.
Başkalarından rivayet
olunduğunagöre de zihar dolayısıyla yerine getirilmesi farz olan keffaret
(keffareti yerine getirmeden önce ilişki kurması halinde), üzerinden düşer ve
asla bir şey gerekmez. Çünkü Yüce Allah keffareti temas etmeden önce farz
kılmış ve yerine getirilmesini emretmiştir. Eğer bu keffareti hanımı ile temas
edinceye kadar erteleyecek olursa vakti geçmiş olur.
Sahih olan keffaretin
sabit olacağıdır. Çünkü o hanımına temas etmek suretiyle bir günah işlemiş
olur. İşlediği bu günah ise keffareti kaldırmaz. Tıpkı bir namazı vaktinden
sonraya bırakması halinde olduğu gibi, kaza yoluyla bu keffareti yerine
getirir. Evs b. es-Samit ile ilgili hadiste belirtildiğine göre: o Peygamber
(s.a.v.)'e hanımı ile ilişki kurduğunu haber verdiğinde Peygamber ona
keffarette bulunmasını emretmiş idi. Bu da açık bir nastır.
Bu keffaretin köle azad
etmek, oruç tutmak yahut yemek yedirmek suretinde yerine getirilmesi arasında
herhangi bir fark yoktur.
Ebü Hanife dedi ki: Eğer
keffaretini yemek yedirmek suretiyle yerine getirecek ise Önce hanımına temas
etmesi, sonra da yemek yedirmesi caizdir. Temasın dışında öpmek, tenlerin
dokunması ve lezzet almak ise, ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre
haram değildir. el-Hasen ve Süfyan da böyle demiştir. Şafii mezhebinin sahih
görüşü de budur.
Bütün bunların haram
olduğu ve hepsinin de temas etmek anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da
Malik'in görüşü ve Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden birisidir. Daha önce
geçmiş bulunmaktadır.
6- Bu Husustaki
Allah'ın Emri:
"İşte size bununla
öğüt veriliyor." Size bu emrediliyor. "Allah" keffareti yerine
getirmek ve başka türden bütün "yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
"
7- Köle Azad Etmek
İmkanı Olmazsa:
Azad etmek için köle ve
onun bedelini bulamayan yahutta köleye sahib olmakla birlikte o kölenin hizmeti
dolayısıyla ona ileri derecede ihtiyacı bulunan, yahut köle bedelini elinde
bulundurmakla birlikte o bedele nafakası dolayısıyla ihtiyacı olan yahut
meskeni bulunmakla birlikte başka bir meskeni olmayıp, onun dışında herhangi
bir şeyi de bulunmayan kimsenin, Şafii mezhebine göre oruç tutmak hakkı vardır,
Ebü Hanife dedi ki:
Böyle bir kimse oruç tutmaz, onun köle azad etmesi gerekir, isterse buna
ihtiyacı bulunsun,
Malik dedi ki: Böyle bir
kimsenin evi ve hizmetçisi varsa, köle azad etmesi gerekir. şayet köle azad
etmekten aciz olursa, durum ne olur? Bu da bir sonraki başlığın konusudur.
8- Köle Azad Etmekten
Aciz Kalırsa:
Bu durumda kesintisiz
iki ay oruç tutması gerekir. Eğer mazeretsiz olarak arada orucunu açacak olursa
tekrar baştan başlar.
Şayet yolculuk ya da
hastalık gibi bir mazeret sebebiyle orucunu açacak olursa, kalanı tamamlar
denilmiştir. Bu ibnu'I-Müseyyeb, el-Hasen, Ata b. Ebi Rebah, Amr b. Dinar ve
eş-Şa'bı'nin görüşüdür. Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden birisi de
böyledir. Mezhebinin sahih olan görüşü de budur.
Malik ise şöyle
demiştir: Zihar keffareti orucunu tutarken hastalanacak olursa, iyileştiği
vakit tamamlar.
Ebu Hanife -Allah ondan
razı olsun-'nin görüşüne gelince, yeni baştan başlar. Şafiinin bu hususta ki
iki görüşünden birisi de budur.
9- Keffaret Orucuna
Başladıktan Sonra Köle Azad Etmek İmkanını Bulursa:
Oruca başladıktan sonra
köle azad etme imkanını bulursa, orucunu tamamlar ve bu, keffaret olarak -Malik
ve Şafii'ye göre- ona yeterli gelir. Çünkü oruca başladığı sırada o bununla
emrolunmuş idi.
Ebü Hanife ve mezhebine
mensub ilim adamlarına göre ise oruca son verir ve köle azad eder. Bunu da ay
hesabı ile iddet bekleyen küçük yaştaki kadının iddetinin bitmesinden önce (ay
hali) kanı görmesine kıyas ederek söylemişlerdir. Bu durumdaki bir kadın bütün
ilim adamlarının icmaı ile baştan ay hali hesabı ile iddet bekler.
Oruç tutarken bir
yolculuğa başlayıpta orucunu açacak olursa Malik, Şafii ve Ebü Hanife'ye göre
oruca yeniden başlar. Çünkü Yüce Allah: "Aralıksız iki ay" diye
buyurmaktadır. Hasan-i Basri'nin görüşüne göre ise kaldığı yerden devam eder.
Çünkü bu bir mazerettir ve Ramazana kıyasen de bu böyledir. şayet Bayram ve
Ramazan orucu gibi kefaret orucu tutması helal olmayan bir zaman girecek
olursa, bu oruç keffareti de kesilmiş olur. (Yani kesintisizliği kesintiye
uğrattığından- oruca yeniden başlar.)
10- Zihar Yapan Bir
Kimse Oruç Esnasında Gündüzün Hanımı İle İlişki Kurarsa:
Ziharda bulunmuş bir
kimse iki ay keffaret orucu tutarken gündüzün ilişki kuracak olursa, Şafii'nin
görüşüne göre kesintisizlik şartı batıl olur. Geceleyin ise bu şarta bir zarar
gelmez, çünkügeceleyin oruç zamanı değildir. Malik ve Ebu Hanife ise şöyle
demişlerdir: Her durumda orucu batıl olur ve keffaret orucuna yeniden başlaması
icab eder. Çünkü Yüce Allah: "Eşleriyle temas etmeden önce" diye
buyurmaktadır. Bu ise iki ayın tamamına ve bu iki ayın kısımlarına ait bir
şarttır. Bu iki ay tamamlanmadan önce ilişki kuracak olursa, o takdirde bu
emrolunduğu bir oruç olmaktan çıkar ve bundan dolayı o orucuna yeniden
başlaması icab eder. Nitekim birisine: Zeyd ile konuşmadan önce namaz kıl,
diyecek olsa, o da namaz esnasında Zeyd ile konuşursa yahutta ona: Zeyd'i
görmeden önce namaz kıl, deyip de namaz esnasında onu görecek olursa namazına
yeniden başlaması gerekir. Çünkü bu namaz, kılmakla emrolunduğu namaz değildir.
İşte bu da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11- İyileşmesi
Umulmayan Bir Hastalığa Yakalanan Kimsenin Keffareti:
Bir kimsenin hastalığı
iyileşmesi umulmayacak şekilde uzayıp gidecek olursa, bu kişi yaşlılıktan
dolayı (oruç tutmaktan) aciz kimse durumundadır. Böyle birisinin oruç tutmak
suretiyle keffarette bulunmayı geçerek, yemek yedirmek suretiyle keffarette
bulunması caizdir. şayet hastalığı iyileşmesi umulan türden olup da hanımı ile
ilişki kurmaya ihtiyacı ileri dereceye ulaşacak olursa, oruç tutma gücünü elde
edinceye kadar iyileşmeyi beklemeyi tercih etme hakkına sahiptir. Eğer yemek
yedirmek ile keffarette bulunup oruç tutmaya güç yetirmeyi beklemeyecek olursa,
bu da onun için yeterli olur.
12- Fakirken Zihar
Yaptıktan Sonra Köle Azad Edecek Bolluğa Erişenin Durumu:
Eli darken zihar
yaptıktan sonra bolluğa erişen bir kimsenin oruç tutması yeterli olmaz.
Zenginken zihar yaptıktan sonra keffarette bulunmadan önce fakir düşen kimse de
oruç tutar. Çünkü keffarette bulunacağı günkü haline bakılır. Şayet yokluk
halinde ve eli dar iken hanımı ile ilişki kurup da zengin oluncaya kadar oruç
tutmayacak olursa, bu durumda köle azad etmesi gerekir. Eğer oruca başladıktan
sonra varlık sahibi olursa, şayet orucu üzerinden bir cuma (bir hafta) gibi ve
buna yakın uygun bir süre geçmiş bulunuyor ise orucuna devam eder. Eğer bir iki
gün ve buna yakın süre oruç tutmuş ise, oruç tutmayı bırakır ve köle azad
etmeye döner. Bununla birlikte bu onun için vacib değildir. Nitekim bir kimse
teyemmüm ile namaz kılmaya başlamışken su ile karşılaşacak olursa -Malik'e
göre- namazını kesip yeniden abdest almaya kalkışması vacib değildir.
13- Keffaret Olarak İki
Köle Azad Etmesi Gereken Bir Kimsenin, Herbir Köleyi Yarımşardan İki Keffaret
İçin Kabul Ederek azad Ederse:
İki ayrı zihar keffareti
yahut öldürme ya da Ramazan ayında oruç açmak keffareti adına iki köle azad
edip, bu kölelerin herbirisini iki keffaret adına ortak azad edecek olursa, bu
onun için yeterli olmaz. Bu iki ayrı keffaret adına tıpkı tek bir köle azad
etmiş kimse gibidir. Aynı şekilde her iki keffaret adına toplam dört ay oruç
tutarsa yine yeterli olmaz. Herbir keffaret için ayrı ayrı iki ay oruç
tutmalıdır. Bunun yeterli olacağı da söylenmiştir.
Eğer iki hanımına zihar
yapıp da tayin etmeksizin onlardan birisi için bir köle azad edecek olursa,
ikinci bir keffarette daha bulunmadan iki hanımından herhangi birisi ile ilişki
kurması caiz olamaz. Eğer keffareti herhangi birisi içindir, diye tayin edecek
olursa, ikinci keffarette bulunmadan önce keffareti kendisi için tayin ettiği
hanımı ile ilişki kurması caiz olur.
Şayet dört tane hanımına
zihar yapacak olup da onlar adına üç köle azad edip, iki ay da oruç tutarsa,
köle azad etmesi de oruç tutması da yeterli olmaz. Çünkü o bu durumda herbir
keffaret için onbeş gün oruç tutmuş sayılır. Eğer yemek yedirmek suretiyle
onlar adına keffarette bulunacak olursa, hepsi için ikiyüz tane yoksul
yedirmesi caiz olur. Şayet güç yetiremeyecek olursa köle azad edip, oruç
tutmaktan farklı olarak bunları dağınık yapabilir. Çünkü iki ay oruç
dağıtılamaz, fakat yemek yedirmek dağıtılabilir.
Altı başlık ihtiva eden
bir bölüm
14- Keffaretlerde Sıra
ve Yemek Yedirme Miktarı:
Yüce Allah, burada
keffareti sıralanmış şekliyle sözkonusu etmektedir. Dolayısıyla köle azad
etmekten aciz olunmadıkça oruç tutmaya imkan yoktur. Aynı şekilde oruç tutamama
sözkonusu olmadıkça yemek yedirmeye kalkışmak sözkonusu olmaz. Oruç tutacak
gücü olmayan kimsenin altmış tane yoksulu yedirmesi gerekir. Herbir yoksula
Peygamber (s.a.v.)'ın müddu ile iki müd verilir. Eğer Hişam müddü ile bir müd
verecek olursa -ki bu da bir müd ile üçte bir müd kadardır- yahut Peygamber
(s.a.v.)'ın müddü ile birbuçuk müd yedirecek olursa bu da onun için yeterli
gelir.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
dedi ki: Bunun faziletli olanı Peygamber (s.a.v.)'ın müddu ile iki müd
yedirmektir. Çünkü Yüce Allah zihar keffaretinde "Ailenize yedirdiğinizin
orta yollusundan" (el-Maide, 89) diye buyurmamıştır. O halde yedirilmesi
vacib olan miktar orta yollu doyuracak kadardır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Malik, İbnu'l-Kasım ve İbn Abdi'l-Hakem'in rivayetlerine göre şöyle demiştir:
Hişam müddu ile bir müd (yedirir). Bu da burada doyuracak kadardır. Çünkü Yüce
Allah burada mutlak olarak yemek yedirmekten sözetmiş "orta yollu"
olmasını sözkonusu etmemiştir. Eşheb'in rivayetinde de şöyle demektedir:
Peygamber (s.a.v.)'ın müddü ile iki müd (yedirir). Ona: Sen Hişam'ın müddü ile
dememiş miydin? diye sorulunca, o: Evet şu kadar var ki Peygamber (s.a.v.)'ın
müddü ile iki müd yedirmek benim daha çok sevdiğim bir şeydir. Aynı şekilde
İbnu'l-Kasım da ondan yaptığı rivayetinde böyle demektedir.
Derim ki: İbn Vehb ve
Mutarrif'in Malik'ten yaptığı rivayet te böyledir: Buna göre o herbir yoksula
Peygamber (s.a.v.)'ın müddü ile iki müd verir. Ebu Hanife ve mezhebine mensub
ilim adamlarının görüşü de böyledir.
Şafii ve diğerlerinin
görüşüne göre ise herbir yoksula bir müd verir.
Bundan daha fazlasını
vermesi de gerekmez. Çünkü o yemek yedirmekle keffarette bulunmaktadır. Müdden
fazlasını harcama yükümlülüğü yoktur. Bunun asıl dayanağı ise ramazanda oruç
yeme keffareti ile yemin keffaretidir.
Bizim delilimiz ise Yüce
Allah'ın: "O zaman altmış yoksul doyurmalıdır" buyruğudur.
"Doyurmak" lafzının mutlak olarak kullanılması karnı doyurmayı
kapsar. Bu ise adeten ona bir şeyler ilave etmedikçe tek bir müd ile
gerçekleşmez. Eşheb de böyle demiştir: Malik'e: Bize ve size göre "doymak"
farklı mıdır? diye sordum, o evet dedi. Bize göre doymak Peygamber (s.a.v.)'ın
müddü ile bir müddür. Size göre ise doymak bundan daha fazladır. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) sizi kapsamaksızın bize bereket ihsan edilmesi için dua
etmiştir. O bakımdan sizler bizim yediğimizden fazlasını yersiniz.
Ebü'I-Hasen el-Kabisi
dedi ki: Zihar keffaretinde Medinelilerin Hişam müddünü esas almalarının
sebebi, Yüce Allah'ın çirkin ve yalan bir söz söylediklerine tanıklık etmiş
olduğu zihar yapanların cezasını arttırmak içindir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Burada gördüğünüz gibi Hişam müddünden söze dilmektedir. Zamanın onun adının
anılmasını ortadan kaldırmasını, adının kitaplardan silinmesini çok arzu ederdim.
Çünkü vahyin indiği, Allah Rasülünün karar kıldığı aralarında ziharın yapılıp
haklarında: ''... O zaman altmış yoksul doyurmalıdır" diye buyurulmuş olan
Medine ahalisi bunun ne demek olduğunu anlamışlar, bundan maksadın ne olduğunu
bilip, bu maksadın da karnın doyurulması olduğunu iyi biliyorlardı. Bunun
miktarı da onlarca bilinen ve kabul edilen bir husustur. Bu doymak haberlerde
çokça varid olmuş ve hidayet bulmuş Raşid halifeler döneminde bunun üzere hal
devam edip gitmiştir. Bu hal şeytan, Hişam'ın kulağına bir şeyler
fısıldayıncaya kadar öylece devam etti. O da Peygamber (s.a.v.)'ın müddünün
kendisini de emri altında bulunan ve kendisine denk olanlardan benzeri herhangi
bir kimseyi de doyurmadığını gördü. Bunun üzerine şeytan kendisine, kendisini
doyuracak miktarı ihtiva edecek bir müd edinmesini süsleyip gösterdi. O da bir
müddü iki rıtıl olarak değerlendirip, insanları da bunu kabul etmeye mecbur
etti. Bu miktar nemlenecek olursa, yaklaşık üç rıtıl kadar olur. Bunun
sonucunda o (Hişam) Peygamberin sünnetini değiştirip, bereketin mahallini
ortadan kaldırmış olmaktadır.
Peygamber (s.a.v.)
Medinelilere müdlerinde ve sa'larında -tıpkı Mekke'de İbrahim'e bereket ihsan
ettiği gibi- bereketlerinin kalması için dua ettiğinden ötürü bereket Peygamber
(s.a.v.)'ın duası sebebiyle onun müddünde cereyan ediyordu. Bu bakımdan şeytan,
bu sünnetin değiştirilerek bu bereketin ortadan kaldırılması için çalışıp
durdu. Onun bu arzusunu ise Hişam'dan başka kabul eden olmadı. Dolayısıyla ilim
adamlarının onun adını sözkonusu etmemeli ve bu hususta ki kayıtlardan adlarını
-eğer uygulamasını değiştirmeseler dahi- silmeleri gerekir. Ahkam ile ilgili
hususlarda onu anarak göndermelerde bulunup Yüce Allah'ın ve Rasulünün
zikrettiği hususlara açıklama getirecek bir konuma yükseltmeleri -bu vahyin
kendilerine inmiş olduğu ashab nezdinde açıkça bilinen bir şey iken- çok büyük
bir musibettir. Bundan dolayı zihar keffaretiyle ilgili Eşheb'in rivayetinde
Peygamber (s.a.v.)'ın müddü ile iki müddün sözkonusu edilmesini biz, bunun
Hişam müddü ile yerine getirileceğini belirten rivayetten daha çokseveriz.
Nitekim Malik'in Eşheb'e söylemiş olduğu şu sözleriyle bu bilgiye nasıl dikkat
çektiğine dikkat edelim: Bize göre doymak Peygamber (s.a.v.)'ın müddü iledir.
Size göre doymak ise daha fazlasıyla olur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bizim için
bereket ile duada bulunmuştur. Ben de (İbnu'l-Arabi) böyle diyorum. Çünkü
ibadet sünnete uygun olarak eda edilecek olursa, eğer bedeni bir ibadet ise
daha çabuk kabul edilir. Eğer mali bir ibadet ise onun azı bile mizanda daha
ağır basar, onu alanın elinde daha mübarek olur, ağzında daha hoş tat verir,
karnındaki rahatsızlığı daha az olur, onun kalıbını dik tutma imkanı daha ileri
derecede olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
15- Keffarette Doyurulması
Gereken Yoksul Sayısı:
Malik ve Şafii'ye göre
altmış yoksuldan daha azına yemek yedirmesi yeterli olmaz. Ebu Hanife ve
mezhebine mensub ilim adamları ise şöyle demişlerdir: Şayet sayıyı
tamamlayıncaya kadar hergün bir yoksula yarım sa' yemek yedirecek olursa bu
onun için yeterli olur.
16- Hür Kimseye Hacr
(Kısıtlılık) Koymak:
Kadı Ebü Bekr
İbnu'I-Arabi dedi ki: Garib işlerden birisi Ebü Hanife'nin: Hür kimsenin hacr
altına alınması batıldır deyip, buna Yüce Allah'ın: "Bir köle azad
etmelidirler" buyruğunu delil göstermesidir. Bu görüşüyle o reşid ile
sefih arasinda fark gözetmemektedir, Fakat bu onun gibisine yakışmayan, oldukça
zayıf bir fıkhi anlayıştır, Çünkü bu ayet-i kerime umumidir. Rasülullah
(s.a.v.)'ın ashabı arasında hacr ile hüküm vermek yaygın bir şeydi ve kıyas da
bunu gerektirir. Küçüklük yahut velayet altında bulunmak dolayısıyla hacr
halinde iken sefih olarak buluğa eren bir kimseye malının verilmesi
yasaklanmıştır. Böyle bir kimsenin malında yapacağı uygulama nasıl geçerli
olabilir? Bilindiği gibi has olan hüküm, umum ifade eden hükme hakimdir (ondan
üstündür yani umumi hükmü tahsis eder.)
17- Zihar Hükmü
Neshedicidir:
Bazı ilim adamlarına
göre zihar hükmü, cahiliye döneminde görülen ziharın talak olduğu şeklindeki
uygulamayı neshedicidir. Bu anlamdaki açıklama İbn Abbas, Ebu Kılabe ve
başkalarından rivayet edilmiştir.
18- İmanın Gerekçesi
Olan Ameli Uygulamalar:
"Bu hükümler
Allah'a ve Resulüne iman edesiniz diyedir" buyruğu şu demektir: Bizim
keffaret hususunda sözünü ettiğimiz bu ağır hüküm "... iman edesiniz
diyedir. " Yani Allah'ın bu emri
verdiğini tasdik etmeniz içindir.
Kimi ilim adamı bu
keffaretin Yüce Allah'a iman etmek anlamında olduğuna delil göstermişlerdir,
Çünkü Yüce Allah bunu sözkonusu edip, farz kıldığını belirtince; "Bu
hükümler Allah'a ve Rasulüne iman edesiniz diyedir" diye buyurmaktadır.
Yani bu hükümler Yüce Allah'a itaat edenler, O'nun sınırları yanında durup
onları aşmayan kimseler olasınız diyedir. Yüce Allah, böylelikle keffarette bulunmayı
itaat ve Yüce Allah'ın hududuna riayet olduğundan dolayı iman diye
adlandırmaktadır. Böylelikle ona benzeyen herbir husus da iman(a delalet
eden)dir.
Şayet: Yüce Allah'ın:
"Bu hükümler Allah'a ve Rasülüne iman edesiniz diyedir" buyruğu
çirkin ve yalan bir söz olan zihara dönmemeniz içindir, demek olduğu söylenecek
olursa ona şöyle cevab verilir: Bunun da kastedilmiş olması mümkündür,
birincisinin de kastedilmiş olması mümkündür. Bu durumda anlam şöyle olur:
Bunlar o çirkin ve yalan söze dönmeyesiniz diyedir. Aksine Yüce Allah'a itaat
olmak üzere bunları terkediniz. Çünkü O, bunları haram kılmış bulunmaktadır.
Ayrıca kendisine zihar yaptığınız hanımdan keffarette bulununcaya kadar uzak
kalasınız, diyedir. Çünkü Yüce Allah ona dokunmayı yasaklamış bulunmaktadır.
Yüce Allah keffareti emredip, sizin tarafınızdan bunun yerine getirilmesini ön
gördüğü için de keffarette bulunuruz. Böylelikle bütün bunlarla siz, Allaha ve
Resülüne iman eden kimseler olursunuz. Çünkü bunlar sizin korumanız gereken
sınırlardır, eda etmeniz gereken itaatlerdir. Allah'a ve Resulüne itaat ise
imandır. başarı Allah'tandır.
19- "Allah'ın
Hudutları ve Kafirlerin Azabı":
"Ve bunlar Allah'ın
koyduğu sınırlardır." Yani Yüce Allah kendisine neyin isyan ve neyin itaat
olduğunu açıklamış bulunmaktadır. O halde zihar O'na bir masiyettir, keffaret
ise O'na itaattir.
"Kafirler için çok
acıklı bir azab vardır." Yani Yüce Allah'ın hükümlerini tasdik etmeyen
kimseler için cehennem azabı vardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN