ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HADİD

22

/

24

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ {22} لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ {23} الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ {24}

 

22. İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen her bir musibet, mutlaka Bizim onu yaratmamızdan önce o bir kitapta (yazılmış)dır. Şüphesiz ki bu, Allah'a çok kolaydır.

23. Elinize geçiremediğinize tasalanmayasınız ve size verdiğine sevinmeyesiniz diye, Allah böbürlenip, kibirlenen kimseleri sevmez.

24. Onlar cimrilik edenler ve insanlara cimriliği emredenlerdir. Kim yüz çevirirse muhakkak Allah ihtiyacı olmayan (ganin)in bütün hamdlere layık olanın ta kendisidir.

 

"İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen herbir musibet mutlaka Bizim onu yaratmamızdanönce o birkitapta" yani Levh-i Mahfuzda "dır."

 

Mukatil'in dediğine göre "yerdeki musibet" kıtlık, bitki ve meyvelerin azlığıdır. Ekinlerdeki musibetler diye de açıklanmıştır. Nefislerdeki musibetler Katade'ye göre ağrılar ve hastalıklardır. Hadlerin uygulanması diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Hayyan yapmıştır. Bir başka açıklamaya göre geçim darlığı demektir. İbn Cüreyc'in rivayetinin anlamı budur.

 

"Onu yaratmamız" lafzında zamir nefislere yahut yeryüzüne yahut musibetlere ya da hepsine aittir. İbn Abbas: Musibet yaratılmadan önce diye açıklarken, Said b. Cübeyr, Allah yeri ve nefsi yaratmadan önce ... diye açıklamıştır.

 

"Şüphesiz ki bu Allah'a çok kolaydır." Yani gerek bunların yaratılması ve gerekse bütün bunların yazılıp tesbit edilmiş olması Allah'a çok kolaydır.

 

er-Rabi' b. Salih dedi ki: Said b. Cübeyr (r.a) yakalandığında ağladım. Bana: Ne diye ağlıyorsun? dedi. Ben: Sende gördüğüm bu durumdan ve senin kendisine doğru gitmekte olduğun sonuçtan dolayı ağlıyorum, dedim. Bana Ağlama dedi, çünkü Allah'ın ilminde bunun olacağı tesbit edilmişti. Sen Yüce Allah'ın: "İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen herbir musibet ... " ayetini duymamış mısın?

 

İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah, Kalemi yaratınca ona yaz diye buyurdu.

O da kıyamet gününe kadar olacak şeylerin hepsini yazdı.

 

Sırf bu ayet-i kerime dolayısıyla fazilet sahibi birtakım kimseler hastalandıklarında tedaviye yanaşmamışlar, Rabblerine güvenip O'na tevekküI ederek ilaç almamışlardır. Bunlar: Yüce Allah hastalık günlerimizi de, sağlık günlerimizi de bilir. Eğer bütün insanlar bunu azaltmaya gayret edecek yahut arttırmaya çalışacak olurlarsa buna güç yetiremezler. Çünkü Yüce Allah: "İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen herbir musibet mutlaka Bizim onu yaratmamızdan önce o bir kitaptadır" diye buyurmaktadır.

 

Bu ayetin daha önceki buyruklarla ilişkili olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki; Yüce Allah cihadda kendilerine isabet eden öldürülmek ve yaralanmak musibetlerini hafifletmekte ve cihad sebebiyle (orada yitirdiklerinin yerine) kendilerine ihsan ettiği mallarını muhafaza etmek ve bu mallarda meydana gelen zararların hepsinin yazılı, takdir edilmiş ve önlenmesi imkansız şeyler olduğunu açıklamakta, kişiye düşenin sadece emre uymaktan ibaret olduğunu belirtmekte, sonra da onlara bir edeb öğreterek şöyle buyurmaktadır:

 

"Elinize geçiremediğinize tasalanmayasınız" yani elinize geçiremediğiniz rızık sebebiyle üzülmeyesiniz ... Çünkü onlar, rızkın tesbit edildiğini ve bu hususta herşeyin olup bitmiş olduğunu bildikleri takdirde o rızıktan ele geçiremedikleri için üzülmezler,

 

İbn Mesud'dan rivayete göre Yüce Allah'ın Peygamberi şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kendisine isabet eden bir şeyin isabet etmemesinin imkansız olduğunu, isabet etmeyen bir şeyin de isabet etmesinin imkansız olduğunu bilmedikçe imanın tadını alamaz,"

 

Daha sonra da Yüce Allah'ın: "Elinize geçiremediğinize tasalanmayasınız ... " buyruğunu okudu. Yani dünyalıktan ele geçiremediğinize üzülmeyesiniz diye. Çünkü ele geçiremediğiniz şeyler sizin için takdir edilmemiş demektir. Eğer sizin için takdir edilmiş olsaydı ele geçirememeniz sözkonusu olmazdı.

 

"Ve size verdiğine sevinmeyesinizdiye." İbn Abbas'ın açıklamasına göre dünyalıktan, Said b, Cübeyr de afiyet ve bolluk türünden", diye açıklamışlardır. İkrime de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir; üzülmeyen ve sevinmeyen hiçbir kimse yoktur. Fakat mümin musibetini sabıra, elde ettiği ganimeti de şükre dönüştürür. Yasak kılınan hüzün ve sevinç ise bunları aşarak caiz olmayan şeylerin işlenmesine sebeb teşkil edenleridir. Nitekim Yüce Allah: "Allah böbürlenip kibirlenen kimseleri sevmez." Yani sahib olduğu dünyalık sebebiyle büyüklük taslayan, insanlara karşı bunlarla böbürlenen kimseleri sevmez diye buyurmaktadır.

 

"Size verdiğine" anlamındaki buyrukta, genel olarak "elif" med ile; (...) diye okunmuştur ki, dünyadan size verdikleri .. , demektir. Ebu Hatim de bu okuyuşu tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye, Nasr b, Asım ve Ebu Amr ise elifi kasr ile; (...) diye okumuşlardır ki, Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir, size gelen demektir, Bu da; "Elinize geçiremediğiniz"e muadildir (aynı vezindedir), Bundan dolayı bu lafız (...) diye gelmemiştir.

 

Cafer b. Muhammed es-Sadık dedi ki: Ey Adem oğlu, sana ne oluyor ki geçtikten sonra sana geri gelmesi imkansız olan elinden çıkan şeye üzülüyorsun, veya ölümün elinde bırakmayacağı varlığın dolayısıyla seviniyorsun?

 

Berze Cemher'e: Ey hakim kişi, niçin ele geçiremediğine üzülmüyor ve elde ettiğine sevinmiyorsun, diye soruldu, o da şu cevabı verdi; Çünkü ele geçmeyenin gözyaşı dökmekle telafi edilmesi mümkün değildir, ele geçenin de sevinçle devam ettirilmesine imkan yoktur,

 

Bu hususta el-Fudayl b. Iyad da şöyle demiştir: Dünya yok edici ve fayda sağlayıcıdır. Yok ettiği şeylerin geri dönüşü yoktur, faydalandırdığı şey de yola koyulmayı haber verir.

 

"Böbürlenen" kendisine öğünmek nazarıyla bakan kimse: "Kibirlenen" ise başkalarına küçümseyici gözle bakan kimse demektir, her ikisi de gizli şirktir. "Kibirlenen" kimse sütü toplansın diye memeleri bağlanan koyun gibidir. Böylelikle onu satın alacak kişi bu koyunun bu kadar süt topladığının normal hali olduğunu zanneder, oysa gerçekte durum böyle değildir. İşte insanlara kendisinin belirli bir hal ve süsünün bulunduğunu gösterip bununla birlikte birtakım (asılsız) iddialar da ileri sürüyorsa, o kimse kibirlenen bir kimse demektir.

 

"Onlar cimrilik edenler ... dir." Yani Allah böbürlenip, kibirlenen ve "cimrilik edenleri" sevmez demektir. Buna göre " ... enler" buyruğu "kibirlenen kimseler"in sıfatı olarak cer konumundadır.

 

Bunun mübteda olarak ref' konumunda olduğu da söylenmiştir. Yani cimrilik edenlere Allah'ın bir ihtiyacı yoktur.

 

Denildiğine göre, bununla Yüce Allah Muhammed (s.a.v)'ın, Kitaplarında bulunan niteliklerini açıklamak hususunda cimrilik gösteren yahudilerin ileri gelenlerini kastetmiştir. Onların böyle davranmaktan maksatları ise, insanların Muhammed'e iman ederek sonunda kendilerinin sağladığı menfaatlerin ellerinden gitmemesidir. Bu açıklamayı es-Süddi ve el-Kelbi yapmıştır.

 

Said b. Cübeyr dedi ki: "Onlar" ilimi öğretmekte "cimrilik edenler ve" insanlara bir şey öğretmemek suretiyle "insanlara cimriliği emredenlerdir."

 

Zeyd b. Eslem dedi ki: Bu Yüce Allah'ın hakkını eda etmekteki cimriliktir. Şöyle de açıklanmıştır: Kastedilen cimrilik, sadaka ve hakların yerine getirilmesi hususundaki cimriliktir. Bu açıklamayı Amir b. Abdullah el-Eşa'ri yapmıştır. Tavus dedi ki: Sözü edilen elinde bulunanlarla cimrilik etmektir.

 

Bu üç görüş de anlam itibariyle birbirine yakındır.

 

Havatır ehli, (kalbi düşüncelere önem veren) kimseler cimrilik ile cömertlik arasında iki açıdan fark gözetmişlerdir. Birincisine göre cimri, eli sıkılıktan zevk alan kimsedir, cömert ise vermekten zevk alan kimsedir. İkinci farka gelince, cimri istenildiği zaman veren kişidir, cömert ise istenmeksizin verendir. "Kim" imandan "yüz çevirirse, muhakkak Allah" o kimseye "ihtiyacı olmayanın ... ta kendisidir."

 

Onlara sadaka vermeyi teşvik ettikten sonra, bu hususta cimrilik edip insanlara tasaddukta bulunmak noktasında cimrilik etmeyi emredenlere, Allah'ın hiçbir ihtiyacının olmadığını bildirmesi için bu buyrukları zikretmiş olması da mümkündür.

 

"Cimrilik" anlamındaki lafız genel olarak "be" harfi ötreli, "hı" harfi sakin olarak: (...) diye okunmuştur. Enes, Ubeyd b. Umeyr, Yahya b. Ya'mer, Mücahid, Humeyd, İbn Muhaysın, Hamza ve el-Kisai ise "be" ve "hı" harfleri üstün olarak (...) diye okumuşlardır ki ensarın söyleyişi böyledir. Ebu'l-Aliye ve İbn es-Semeyka' ise "be" harfi üstün, "hı" harfi sakin olarak; (...) diye okumuşlardır. Nasr b. Asım'dan iki ötreli olarak: (...) diye okuduğu rivayet edilmiştir. Bütün bunlar meşhur söyleyişlerdir. Al-i İmran Süresi'nin sonlarında (180. ayet 4. başlıkta) cimrilik (duhl) ile eli sıkılık (şuhh) arasındaki farka dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

Nafi' ve İbn Amir: "Ta kendisi" lafzı olmaksızın: "Muhakkak Allah ihtiyacı olmayandır, bütün hamdlere layık olandır" diye okumuşlarken, diğerleri ise fasıl zamiri olmak üzere: "İhtiyacı olmayanın ... ta kendisidir" diye okumuşlardır. Bununla birlikte bu zamirin mübteda olması ve "ihtiyacı olmayanın" anlamındaki buyruğun onun haberi olması, cümlenin bütünü ile: ''Muhakkak" lafzının haberi olması da mümkündür.

 

"O" anlamındaki (mealde: ta kendisi) lafzını hazfedenlerin kıraatine göre bu zamirin fasl zamiri olması daha uygundur. Çünkü fasıl zamirinin hazfedilmesi mübtedanın hazfedilmesinden kolaydır .

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hadid 25-26

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR