HADİD 16 / 17 |
أَلَمْ
يَأْنِ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا أَن
تَخْشَعَ
قُلُوبُهُمْ
لِذِكْرِ
اللَّهِ وَمَا
نَزَلَ مِنَ
الْحَقِّ
وَلَا
يَكُونُوا
كَالَّذِينَ
أُوتُوا
الْكِتَابَ
مِن قَبْلُ فَطَالَ
عَلَيْهِمُ
الْأَمَدُ
فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ
وَكَثِيرٌ
مِّنْهُمْ
فَاسِقُونَ {16} اعْلَمُوا
أَنَّ
اللَّهَ
يُحْيِي
الْأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
قَدْ
بَيَّنَّا
لَكُمُ
الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ
{17} |
16. İman
edenlerin kalplerinin, Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı
ile boyun eğecekleri zaman ve kendilerine önceden kitab verilipte üzerlerinden
uzun bir zaman geçti diye kalpleri katılaşmış bulunanlar gibi -ki onların çoğu
fasık kimselerdir- olmamaları zamanı gelmedi mi?
17. Şunu
bilin ki; muhakkak Allah ölümünden sonra yeri diriltir. Akıl edersiniz diye
ayetleri size açıkladık.
"İman edenlerin ...
zamanı gelmedi mi?" Yaklaşmadı mı? Vakit gelmedi mi? demektir. Şair şöyle
demektedir; "Ey kalb, cahilliği terketmemin zamanı, Ve açıkça görülen
ağarmış saçların, aklımızı başımıza getirmesinin vakti gelmedi mi?"
Bu fiilin mazisi kasr
ile; "Vakti, zamanı geldi" şeklinde olup muzarii: (...) diye gelir.
Med ile: "Bu işi yapman için zaman gelmedi mi, geliyor, gelmek"'
denilir.
Anlam itibariyle (...):
Senin için zamanı geldi" gibidir ki, medli kullanılış da kasr ile
kullanılışın maklubudur. (Fiilin sonundaki med harfi ilk harfine kalbedilmiş
şeklidir.) İbnu's-Sikkit şu beyiti zikretmektedir: "Körlüğümün açılma
zamanı gelmedi mi Ve artık Leyla'yı anmaktan vazgeçmenin? Evet, benim için bu
zaman gelmiş bulunuyor."
Şair burada bu fiili her
iki şekliyle de kullanmış olmaktadır.
"Zamanı gelmedi
mi?" anlamındaki buyruğu el- Hasen; "(...) diye okumuştur ki, bunun
aslı: " ... medi mi" şeklinde olup, buna fazladan (...) ilave
edilmiştir. O halde bu bir kimsenin (...): Böyle olmuştur" diyenin sözünü
nefyederken kullanılır: (...) de, "Böyle oldu" diyenin sözlerini
nefyetmek için kullanılır.
Müslim'in, Sahih'inde
İbn Mesud'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bizim müslüman olmamız ile
Allah'ın şu: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ... karşı
yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman ... gelmedi mi?" ayeti ile
bize sitemde bulunması arasında sadece dört yıllık bir zaman geçmiştir.
el-Halil dedi ki:
"Sitem nazlıca hitab etmek ve içten içe bir rahatsızlığı hatırlatmak"
demektir Bu fiilden ''Ben ona sitem ettim, sitem etmek" denilir.
"Allah'ın zikrine
ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile" zilletle ve yumuşaklıkla
"boyun eğecekleri zaman ... gelmedi mi."
Rivayet edildiğine göre
Peygamber (s.a.v.)'in ashabı Medine'de bolluk ile karşılaştıklarında çokça
şakalaşıp gülmeye başladılar. Bu ayet-i kerime nazil olunca Peygamber (s.a.v.):
"Şüphesiz ki Yüce Allah sizin zillet ile ve saygı ile boyun eğişinizin
geciktiğini bildirmektedir." diye buyurdu. O vakit ashab: "Saygı ile
ve zilletle artık boyun eğiyuruz" dediler.
İbn Abbas dedi ki: Allah
müıninlerin kalplerinin (boyun eğmekte) geciktiğini gördü. Bu bakımdan
Kur'an'ın nüzulünün onüçüncü yılı başında onlara sitem etti,
Bu ayetin hicretten bir
yıl sonra münafıklar hakkında indiği de söylenmiştir. Şöyle ki; onlar
Selman'dan Tevrat'taki hayret verici hususlardan kendilerine söz etmesini
istediler. Bu sefer: "Elif, Lam, Ra, Bunlar apaçık kitabın ayetleridir. ..
Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmekle en güzel kıssayı sana anlatacağız."
(Yusuf, 1-3) buyrukları indi. Böylelikle onlara anlatılan bu Kur'an'ın başka
kitaplardan daha güzel ve onlar için daha faydalı olduğunu bildirdi. Onlar da
Selman'dan böyle bir şey istemekten vazgeçtiler. Daha sonra yine birincisinin
benzeri bir istekte bulununca bu sefer de Yüce Allah'ın: "İman edenlerin
kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun
eğecekleri zaman ... gelmedi mi" buyruğu indi.
Bu tevile göre sözü
edilen "müminler" sadece dil ile iman ettiklerini açıklayan
kimselerdir
es-Süddi ve başkaları
ise şöyle demiştir: İçlerinde küfrü gizlemekle birlikte zahiren "iman
edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ... yumuşayarak, saygı ile boyun
eğecekleri zaman gelmedi mi" demektir.
Ayet müminler hakkında
inmiştir; diye de söylenmiştir. Sa'd dedi ki: Ey Allah'ın Resulü bize kıssa
anlatsan, diye söylenince Yüce Allah'ın: "Biz sana en güzel kıssayı
anlatıyoruz" (Yunus, 3) buyruğu nazil oldu. Aradan bir süre geçtikten
sonra bu sefer: Bize bir şeylerden söz etsen, deyince de bu sefer ''Allah sözün
en güzelini ... indirmiştir." (ez-Zümer, 23) buyruğu nazil oldu. Aradan
bir süre geçtikten sonra: Keşke bize hatırlatmada bulunsan, öğüt versen,
dediler. Bunun üzerine de Yüce Allah: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın
zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman ...
gelmedi mi" buyruğu indi.
Buna yakın bir rivayet
te İbn Mesud'dan gelmiştir. O dedi ki: Bizim müslüman olmamız ile bu ayet-i
kerime ile bize sitem edilmesi arasında sadece dört yıllık bir süre geçmiştir.
Birbirimize bakmaya ve biz acaba ne yaptık, demeye koyulduk.
el-Hasen dedi ki: Onlar
yarattıkları arasında en çok sevdiği kimseler olmakla birlikte onların
geciktiklerini ifade buyurdu.
Bir diğer görüşe göre bu
hitab Muhammed (s.a.v.)'e inanmayıp Musa ve İsa'ya iman eden kimseleredir.
Çünkü bunun akabinde: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler. .. "
(el-Hadid, 19) diye buyurmaktadır. Yani Tevrat'a ve İncil'e iman eden
kimselerin kalplerinin Kur'an'a karşı Yumuşamaları ve Musa ve İsa kavminin
erken dönemlerinde gelmiş bulunanlar gibi olmamaları zamanı gelmedi mi? Çünkü
bunlar ile kendileri arasındaki zaman ile peygamberleri arasındaki zaman uzayıp
gitmiş, bundan dolayı da kalpleri katılaşmıştı.
''Olmamaları"
buyruğu: (...) anlamındadır. O halde bu buyruk: "Saygı ile boyun
eğecekleri" anlamındaki fiile atfedilerek nasb olmuştur.
Nehy olarak cezm olduğu
ve: ''Olmasınlar" takdirinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamanın
delili, Ruveys'in Yakub'dan rivayet ettiği "te" harfi ile:
"Olmayınız" şeklindeki kıraatidir. Bu aynı zamanda İsa ve İbn
İshak'ın da kıraatidir. Yahudilerle, hristiyanların yolundan gitmeyiniz. Onlara
Tevrat ve İncil verildi ve aradan uzun zaman geçti ... demektir.
İbn Mesud dedi ki:
İsrailoğullarının üzerinden uzun zaman geçince kalpleri katılaştı. Bunun
neticesinde kendiliklerinden bir kitab uydurdular ve bu hoşlarına gitti. Çünkü
hak kendileri ile arzularının çoğunu gerçekleştirmesi arasına engel teşkil
ediyordu. Sonunda Allah'ın kitabını sanki hiçbir şey bilmiyormuşcasına
arkalarına atıverdiler ve şöyle dediler: Şu kitabı İsrailoğullarına teklif
ediniz. Eğer size uyarlarsa, onlara ilişmeyiniz. Aksi takdirde onları
öldürünüz. Daha sonra bu kitabı ilim adamlarından birisine göndermek kanaati
etrafında birleştiler ve şöyle dediler: Çünküeğer bu hususta o bize uyarsa,
kimse bize muhalefet etmeyecektir. Kabul etmezse onu öldürürüz.
Ondan sonra da kimse
bize muhalefet etmeyecektir. Bu ilim adamına haber gönderdiler. O da Allah'ın
kitabını bir yaprağa yazıp, onu bir boynuzun içerisine sokup, boynuna astı,
üzerine de elbiselerini giyindi. Yanlarına geldiğinde yazdıkları kitabı ona
sundular ve: Buna iman ediyor musun dediler. O da elini göğsüne vurarak
-göğsünde asılı bulunan kitabı kastederek-: Buna iman ettim, dedi. Bunun
sonucunda da İsrailoğulları yetmiş küsür fırkaya ayrıldı. O fırkaların en hayırlıları
ise bu boynuz sahibi kimsenin etrafında toplananlardır. Abdullah (b. Mesud
devamla) dedi ki: Sizlerden ömrü vefa edenler pek yakında münker şeyler
görecektir. Değiştirme imkanını bulamayacağı bir münkeri herhangi biriniz
görecek olursa, Allah'ın o kimsenin bu münkeri kalpten hoş karşılamadığını
bilmesi ona yeter.
Mukatil b. Hayyan dedi
ki: Yani Kitab ehlinin müminleri üzerinden uzun bir zaman geçti ve onlar yeni
bir peygamberin gönderiliş zamanının çok geciktiğini düşünmeye başladılar.
Bunun üzerine "kalpleri katılaşmış" oldu. "Ki onların çoğu fasık
kimselerdir." Bununla da ruhbanlığı ortaya koyan ve manastırlarda ibadete
çekilen kimseleri kastetmektedir.
Bir diğer görüşe göre
ise dinine nasıl uyacağını bilemeyecek kadar fıkhi bilgisi bulunmayan, bununla
birlikte bilenlere de muhalefet eden kimseleri kastetmektedir. Bunların Yüce
Allah'ın bilgisine göre iman etmeyen kimseler oldukları da söylenmiştir.
Onlardan bir kesim Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderilinceye kadar
İsa'nın dini üzere sebat ettiler. Peygamber gelince ona iman ettiler. Bir kesim
de İsa (a.s)'ın dininden döndüler. Yüce Allah'ın fasık olduklarını belirttiği
kişiler de bunlardır.
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: Ashab Mekke'de kıtlık içerisinde idi. Medine'ye hicret edince bolluk ve nimet
ile tanıştılar. Daha Önce içlerinde bulundukları halden uzaklaştılar, bunun
sonucunda da kalpleri katılaştı. Yüce Allah onlara öğüt verince de ayıktılar.
ibnu'I-Mübarek şunu
zikretmektedir: Bize Malik b. Enes haber verdi dedi ki: Bana ulaştığına göre
İsa (a.s), kavmine şöyle demiştir: Yüce Allah'ı anmaksızın çokça konuşmayın,
çünkü o vakit kalpleriniz katılaşır. Şüphesiz katı kalb Allah'tan uzaktır,
fakat siz bilmezsiniz. Başkalarının günahlarına sizler rab imişcesine
bakmayınız. O günahlara -ya da kendi günahlarınıza dedi- kendiniz kul
imişcesine bakınız, Çünkü insanlar iki türlüdür. Kimisi afiyet içerisindedir,
kimisi belalara maruzdur. Belalara maruz olanlara merhamet ediniz, esenlikte
afiyette olduğunuz için de Allah'a hamdediniz.
Şu: "İman edenlerin
kalplerinin Allah'ın zikrine ... karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri
zaman ... gelmedi mi" ayeti el-Fudayl b. Iyad ile İbnu'l-Mübarek'in
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- tevbe etmelerine sebeb teşkil etmiştir.
Ebu'l-Mutarrif Abdu'r-Rahman b. Mervan el-Kalanisi dedi ki; Bize Ebu Muhammed
el-Hasen b. Ruşeyk anlattı, dedi ki: Bize Ali b. Yakub ez-Zeyyad anlattı, dedi
ki: Bize İbrahim b. Hişam anlattı, dedi ki: Bize Zekeriya b. Ebi Eban anlattı,
dedi ki: Bize el-Leys b. el-Haris anlattı, dedi ki: Bize el-Hasen b. Daher
anlattı, dedi ki: Abdullah b. el-Mübarek'e zühde başlaması ile ilgili soru
soruldu da şöyle dedi: Bir gün dostlarımla birlikte bir bahçemizde idik. Bu da
ağaçların türlü meyvelerle yüklü olduğu bir zamana rastlamıştı. Geceye kadar
yedik içtik, sonra da uyuduk. Ben ud ve tambur çalmaya çok düşkün birisi idim.
Geceleyin kalktım ve "raşin es-sehar" diye bilinen bir makam ile
çalmaya başladım. Sinan da şarkı söylemek istedi. Başımın üstündeki bir ağaçta
da öten bir kuş vardı. Elimde bulunan ud ise istediğim gibi çalmıyordu. Ansızın
onun -elindeki udu kastediyor- insan gibi konuşmaya koyulduğunu ve: "İman
edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı
ile boyun eğecekleri zaman ... gelmedi mi" dediğini duydum, ben de: Evet,
Allah'a yemin ederim ki zamanı geldi dedim, udu kırdım, yanımda bulunan
arkadaşları gönderdim. İşte bu benim zühde ilk olarak başlayışım ve gayretle
ibadete yönelişimin başlangıcı olmuştu. Bize ulaştığına göre İbnu'I-Mübarek'in
udun eşliğinde çalmak ve söylemek istediği şiir şudur:
"Gelmedi mi bana
merhamet edeceğin zaman? Ve sitem edip kınayıcılara karşı geleceğin zaman Size
çok düşkün ve şevk duyana mersiye okumak Sizden ayrılıktan ötürü mateme
boğulmuş olan Gece karanlığı onu örtünce geceyi geçirir Yıldızlara ve
gezegenlere akarak, gözetleyerek Ne olur ki o ceylan eğer Daha önce yasak
kıldığı vuslatı helal kılsa!"
el-Fudayl b. İyad'a
gelince onun tevbe etmesinin sebebi de şudur: O bir kıza aşık olmuştu. Onunla
geceleyin sözleşti. Ona ulaşmak üzere duvarlara tırmanırken, Kur'an okuyan
birisinin Yüce Allah'ın: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ...
karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman gelmedi mi" buyruğunu
okumakta olduğunu duydu, Hemen Allah'a yemin ederim ki vakti geldi, diyerek
gerisin geri döndü Gece karanlığında bir harabeye sığındı. Orada bir yolcu
topluluğu bulunuyordu. Biri diğerine:
Fudayl yol kesicilik
yapıyor, dediler. Fudayl de: Eyvah geceleyin Allah'a isyan için koşuşurken,
müslümanlardan bir kesimin de benden korktuklarını görüyorum. Allah'ım, Sana
tevbe ettim ve Sana tevbem de Beyt-i Haramımı mücavirlik yapmak olarak tesbit
ettim, dedi.
"Şunu bilin ki
muhakkak Allah ölümünden sonra yeri diriltir." Yani "Allah ölümünden
sonra" kurumuş iken "yeri" yağmur ile "diriltir."
Salih el-Merri dedi ki:
Kalplerin katılaşmasından sonra kalpleri yumuşatır, demektir. Cafer b. Muhammed
dedi ki: Zulümden sonra o kalpleri adaletle diriltir. Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Kafirin kalbi küfÜr ve dalalet ile ölmüşken, imana iletmek
süretiyle diriltir. Bir diğer açıklama: İşte Yüce Allah böylelikle Ölmüş
ümmetleri diriltir ve kalbi saygı ile yumuşayıp boyun eğenler ile kalpleri katı
olanları birbirinden ayırdeder.
"Akıl edersiniz
diye ayetleri size açıkladık." Yani ölümünden sonra Allah'ın yeryüzünü
canlandırması O'nun kudretine ve ölüleri diriltici olduğuna bir delildir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN