HADİD 11 / 12 |
مَن
ذَا
الَّذِي
يُقْرِضُ
اللَّهَ
قَرْضاً
حَسَناً
فَيُضَاعِفَهُ
لَهُ وَلَهُ
أَجْرٌ
كَرِيمٌ {11} يَوْمَ
تَرَى
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
يَسْعَى
نُورُهُم
بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَبِأَيْمَانِهِم بُشْرَاكُمُ
الْيَوْمَ
جَنَّاتٌ
تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا
الْأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا
ذَلِكَ هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ {12} |
11.
Allah'a kard-i hasenle borç verecek kimdir? O da bunu o kimseye kat kat
verecek, ayrıca o kimse için pek bol ve şerefli bir mükafat da vardır.
12. O günde
mümin erkeklerle mümin kadınları nurları önlerinde ve sağlarında koşar
görürsün. "Bugün sizin müjdeniz -içlerinde ebedi kalıcılar olmak üzere-
altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta
kendisidir."
"Allah'a kard-i
hasenle borç verecek kimdir?" buyruğu ile Yüce Allah, Allah yolunda
infakta bulunmayı teşvik etmektedir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce
el-Bakara Süresi'nde (245. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Araplar
güzel bir iş yapan herkese: "Kard etti" derler. Nitekim şaİr şöyle
demiştir: "Sana bir kard verildiği vakit sen onun karşılığını ver, Gerçek
şu ki, delikanlıdır karşılık veren deve değil."
"Kard"a bu
ismin veriliş sebebi bedelin geri alınması için çıkarılıp verilmiş olmasından
dolayıdır. Yani Allah, kendisine pekçok kat fazlası ile yerine versin diye
Allah yolunda kim malını infak eder? el-Kelbi dedi ki: "Kard.'"
sadaka demektir. "Hasen" ise herhangi bir minnet (başa kakmak) ve
eziyet sözkonusu olmaksızın içinden gelerek (samimiyetle) ve ecrini Allah'tan
bekleyerek vermek demektir.
"O da bunu o
kimseye kat kat verecek." Yedi katından yediyüz katına, Yüce Allah'ın
dilediği kadar kat kat fazlasıyla ...
Kard-ı hasen'in kişinin
Subhanallahi velhamdu lillahi ve la İlahe illallahu vallahu ekber" demesi
olduğu da söylenmiştir. Bunu Süfyan, Ebu
Hayyan'dan rivayet etmiştir.
Zeyd b. Eslem: Bu aileye
harcamaktır, demiştir. el-Hasen nafile ibadetlerde bulunmaktır, diye
açıklamıştır. Bunun hayır işlemek olduğu da söylenmiştir. Araplar: Filanın yanında
benim doğruluk kardım ve kötülük kardım vardır (amelim vardır), derler.
el-Kuşeyri dedi ki:
Kard-ı hasen, sadaka veren kimsenin niyeti samimi, gönlü hoş olarak vermesi
demektir. Verdiği ile riyakarlık ve insanların işitmesi kastını gütmeden yalnızca
Allah'ın rızasını aramak ve helal kazançtan vermektir. Kişinin malının kötüsünü
seçip, sadaka olarak vermeye kalkışmaması da kard-ı hasenin bir parçasıdır.
Çünkü Yüce Allah: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız aşağılık şeyleri
seçerek vermeye yeltenmeyin." (el-Bakara, 267) diye buyurmaktadır. Ayrıca
hayatta kalmayı ümid ettiği durumda iken tasadduk etmelidir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.)'e sadakaların en faziletlisinin hangisi olduğu sorulmuş, o da şöyle
buyurmuştur: "Sağlıklı, mala düşkün, hayatta kalmayı ümid ettiğin halde
iken onu vermendir. Nihayet can boğaza gelip, varıncaya kadar işe ara vererek o
hale gelince de; Filana şu, filana bu dememendir. ''
Ayrıca sadakasını
gizlemelidir. Çünkü Yüce Allah: "Şayet onları gizler ve fakirlere
verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır." (el-Bakara, 271) diye
buyurmuştur. Verdiği sadakayı başa kakmaması da gerekir. Çünkü Yüce Allah:
"Sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın."
(el-Bakara, 264) diye buyurmaktadır. Verdiği şeyleri oldukça önemsiz
görmelidir. Çünkü dünyanın tamamı pek az bir şeydir. Verdiği sadakanın en çok
sevdiği maldan da olması gerekir. Çünkü Yüce Allah: "En sevdiğiniz
şeylerden infak edinceye kadar birre kavuşamazsınız. "(Al-i İmran, 92)
diye buyurmaktadır. Verdiği sadakanın çok olması da gerekir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Azad edilen) kölelerin en faziletlisi en
pahalı olanları ve sahiblerince en değerli kabul edilenleridir. "
(İşte böyle sadaka
veren) "o kimseye bunu kat kat verecek"dir.
"O da bunu ... kat
kat verecek" anlamındaki buyruğu İbn Kesir ve İbn Amir "elif"
harfini düşürerek: (...) diye okumuslardır. Ancak İbn Amir ve Yakub
"fe" harfini nasb ile okumuşlardır.
Nafi', Küfeliler ve
Basralılar ise bunu "elif" harfi ile ve "ayn" harfini şeddesiz
olarak: (...) diye okumuşlardır, ancak Asım "fe" harfini nasb ile
okumuş, diğerleri ise: "Borç verecek" lafzına atıf ile ref' olarak
okumuşlardır. Nasb ile okunması soruya cevab olmasına binaendir. Bu hususa dair
yeterli açıklamalar daha önce el-Bakara Süresi'nde (271. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"Ayrıca o kimse
için pek bol ve şerefli bir mükafat" yani cennet "da vardır."
"O günde mümin
erkeklerle mümin kadınları" buyruğunda yer alan "o günde"
lafzında amil "ayrıca o kimse için pek bol ve şerefli bir mükafat da
vardır" anlamındaki buyruktur. ifadede hazfedilmiş lafızlar vardır. Yani
senin kendisinde "mümin erkeklerle, mümin kadınları nurları önlerinde ve
sağlarında koşar göreceğin o günde": "o kimse için pek bol ve şerefli
bir mükafat da vardır" demektir.
"Nurları önlerinde
ve sağlarında koşar görürsün." el-Hasen'in görüşüne göre sıratın üzerinde
yürüdüğünü görürsün demektir. Bu da aydınlığında yürüyecekleri ışıklarıdır.
el-Ferra dedi ki:
"Sağlarında" buyruğundaki "be" harfi: " ... de,
da" anlamındadır ki, bu da sağ taraflarında demek olur. Yahutta: (y)
anlamındadır ki; sağ taraflarından, demek olur.
ed-Dahhak dedi ki:
"Nurları" hidayetleri demektir. "Sağlarında" buyruğu ile
kastedilen onların kitapları (amel defterleri) dir. Bu açıklamayı et-Taberi de
tercih etmiştir. Yani amel defterleri sağlarında olduğu halde, imanları ve
salih amelleri önlerinden koşacaktır. Buna göre burada "be" edatı
(...) anlamındadır. Bu açıklamaya göre: ''Önlerinde" lafzı üzerinde vakıf
yapılabilir, fakat (...) anlamında olursa vakıf yapılmaz.
Sehl b. Sa'd es-Saidi
ile Ebu Hayve, elifi kesreli olarak: (...) diye okumuşlardır. Bu okuyuşa göre
"imanları" ile kastedilen, küfrün zıttı olan imandır. Bu durumda zarf
olmayan bir lafzın zarfa atfedilmesine sebeb ise, zarfın hal anlamında olup
hazfedilmiş bir lafza taalluk etmesinden dolayıdır. Anlam da (...):
"Nurları önlerinde" olduğu halde ve "imanları ile" birlikte
olarak "koşar" demek olur. Bu durumda Yüce Allah'ın "önlerinde"
lafzı bizatihi "koşar" anlamındaki fiile taalluk etmez.
"Nur" ile
Kur'an'ı kastettiği söylenmiştir. ibn Abbas'tan rivayete göre: Nurları
amellerine göre onlara verilecektir. Kimisine nuru hurma ağacı büyüklüğünde
verilecek, kimisine nuru ayakta duran bir adam gibi verilecektir. Aralarında
nurları en az olan kişi, nuru ayağının baş parmağı üzerinde olacak olan
kimsedir. Kimi zaman sönecek, kimi zaman yanacaktır.
Katade dedi ki: Bize
nakledildiğine göre Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Müminlerden kimisinin nüru Medine ile Aden ya da Medine ile San'a
arasındaki bir bölge gibi bir yeri aydınlatacaktır. Kimisi daha aşağı bir
bölgeyi aydınlatacak; ta ki aralarında nuru ancak ayaklarını bastığı yeri
aydınlatacak olan kimseler de olacaktır."
el-Hasen dedi ki:
-Önceden de geçtiği üzere- Sırat üzerinde onunla aydınlansınlar diye (onlara bu
nur verilecektir). Mukatil dedi ki: Bu nur kendilerine cennete bir kılavuz
olsun diye verilecektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Bugün sizin müjdeniz
altlarından ırmaklar akan cennetlerdir." İfadenin takdiri şöyledir:
Onlara; "Bugün sizin müjdeniz" ... cennetlere girmektir,
denilecektir. Muzafın hazfedildiğini takdir etmek kaçınılmazdır, çünkü müjde
bir olaydır. Cennet ise muayyen bir varlıktır. Dolayısıyla müjdenin kendisi
cennet olamaz. (Bundan dolayı müjdeniz cennete giriştir, şeklinde muzaf takdir
edilmiştir.)
"Altlarından
ırmaklar akan" yani süt, su, şarap ve bal ırmakları o cennetin
meskenlerinin altından akar.
"İçlerinde ebedi
kalıcılar olmak üzere" buyruğu da hazfedilmiş bulunan "giriş"den
haldir. İfadenin takdiri de şöyledir: "Bugün sizin müjdeniz altlarından
ırmaklar akan cennetler"e giriştir. Sizin orada ebedi kalışınız takdir
edilmiştir. Hal "sizin müjdeniz" lafzından değildir, çünkü burada
sıla ile mevsul arasında fasıl sözkonusudur. Bununla birlikte müjdenin delalet
ettiği şeyden hal olması mümkündür. Ebedi kalıcılar olarak size müjde
verilmektedir, denilmiş gibidir. "Bugün" anlanundaki zarfın '''sizin
müjdeniz"den haber olması ve "cennetlerdir" buyruğunun -önceden
geçtiği üzere- muzafın hazfedilmiş olduğu takdirine binaen "müjde"den
bedel olması da mümkündür. "Ebedi kalıcılar" lafzı da önceden geçtiği
üzere hal olur.
el-Ferra,
"cennetler" anlamındaki lafzın hal olarak nasbedilebileceğini kabul
etmiştir. Şu kadar var ki "bugün" anlamındaki lafız "sizin
müjdeniz"den haber olur, ancak bu uzak bir ihtimaldir. Zira
"cennetlerdir" lafzında fiil manası yoktur. Ayrıca o "sizin
müjdeniz" anlamındaki lafzın; ''Onlara ... diye müjde verirler"
anlamında nasb olabileceğini kabul etmiş ve bu durumda "cennetler"
anlamındaki lafız "müjde" ile nasbedilmiş olur. Böyle bir açıklamaya
göre ise sıla ile mevsul birbirinden ayrılmış olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN