ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

RAHMAN

31

/

36

سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهَا الثَّقَلَانِ {31} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {32} يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ {33} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {34} يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِّن نَّارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنتَصِرَانِ {35} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {36}

 

31. Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka! Yakında sizin hesabınıza bakacağız.

32. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

33. Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın. Ama buna dair güç ve imkanınız olmadıkça kaçamazsınız ki.

34. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

35. üzerinize ateş alevi ve bir duman salınır, size yardım da olunmaz.

36. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

"Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka! Yakında sizin hesabınıza bakacağız" buyruğunda geçen "bakmak" tabiri: "İşim bitti, bitiyor, bitmek" diye kullanılır. Yine: (...): Bu iş için vakit ayırdım" denildiği gibi; "Bu hususta bütün gayretimi harcadım" da denilir.

 

Yüce Allah ayrıca terketmesi gereken bir meşguliyeti yoktur. Anlam ancak şöyle olabilir: Amellerinizin karşılığını vermeye ya da sizi hesaba çekmeye pek yakında başlayacağız. Bu, bir kimsenin tehdit etmek istediği birisine: "O halde ben de senin işine bakacağım, sana yöneleceğim" demesine benzer bir tehdittir. "Kastetmek ve yönelmek" anlamındadır. Buna benzer bir anlamda olmak üzere İbnu'l-Enbari, Cerir'in şu beyitini zikretmektedir: "Artık şimdi Numeyr'i kastettim, Bu ise benim ona (Numeyrlilere) azab olduğum zamandır."

 

en-Nehhas'ın naklettiğine göre yine Cerir şöyle demiştir: "Ben zincire ayağı vurulmuş o köleye yöneldim."

 

Hadiste de belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Akabe gecesinde ensar ile bey'atleştiğinde şeytan şöyle bağırmış: Ey Cubacibliler (Mina konaklarında bulunanlar)! İşte bir Müzemmem size karşı savaşmak üzere Kayleoğulları ile bey'atleşiyor! Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İşte bu Akabedeki şeytandır. Allah'a yemin ederim ey Allah'ın düşmanı (...):

 

Mutlaka sana da yöneleceğim." diye buyurdu. Senin işini çürütüp ortadan kaldırmaya da yöneleceğim, demektir. el-Kutebi, el-Kisai ve diğerlerinin tercih ettikleri anlam budur.

 

Bir başka açıklamaya göre Yüce Allah böylelikle takva dolayısıyla vaadde bulunmakta, günahkarlık dolayısıyla da tehditte bulunmaktadır. Daha sonra da: "Yakında sizin hesabınıza bakacağız" diye buyurmuştur. Yani size verdiğimiz vaadleri ve tehditleri yerine getirecek ve herkese verdiğimiz sözün gereğini gerçekleştireceğiz. Ben bunu paylaştıracağım ve bu işi yapıp bitireceğim, demektir. Bu açıklamayı da el-Hasen, Mukatil ve İbn Zeyd yapmıştır.

 

Abdullah ile Ubeyy "Yakında sizin hesabınıza bakacağız" anlamındaki buyruğu: (...) diye okumuşlardır. el-A'meş ve İbrahim: "Yakında sizin hesabınıza bakılacaktır" anlamında "ye" harfi ötreli, "re" harfi üstün olarak meçhul bir fiil şeklinde okumuşlardır. İbn Şihab ve el-A'rec de "nun" ile "re" harflerini üstün olarak: (...) diye okumuşlardır. el-Kisai dedi ki: Bu kullanım Temimlilerin şivesidir. Onlar; (...) diye kullanırlar. Yine bu fiilin; (...) şeklinde kullanıldığı da nakledilmiştir. Her ikisini de Hubeyre, Hafs'tan o Asım'dan diye rivayet etmiştir.

 

el-Cu'fi, Ebu Amr'dan "ye" ve "re" harfleri üstün olarak: "Yakında ... hesabınıza bakacaktır" diye okuduğunu rivayet etmektedir. Bu kıraat İbn Hürmüz'den de rivayet edilmiştir. İsa es-Sakafi'den ise "nun" harfini kesreli, "ra" harfi üstün olarak: "Yakında sizin hesabınıza bakacağız" diye okuduğu rivayet edilmiştir. Hamza ve el-Kisai ise "ye" harfi ile "Yakında sizin hesabınıza bakacaktır" diye okumuştur. Diğerleri ise "nun" ile (bakacağız anlamında) okumuşlardır ki, bu (söyleyiş) de Tihamelilerin söyleyişidir.

 

"İki fırka (es-sekalan)"; cinler ve insanlar demektir. Yeryüzünde onların dışında başka varlıklar da bulunmakla birlikte mükellef kılınmış olmaları sebebiyle konumlarının büyüklüğünden dolayı onlara bu isim verilmiştir.

 

Hem hayatta iken, hem öldükten sonra yeryüzünün üzerinde bir ağırlık teşkil ettiklerinden dolayı onlara bu ismin verildiği de söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yer içindeki ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.'' (ez-Zilzal, 2) Arapların: "Ona ağırlığını ver!" şeklindeki tabirleri de bu anlamdadır.

 

Kimi meani bilginleri de şöyle demiştir: Bu hususta kendisi ile yarışmanın sözkonusu olduğu miktarı ve ağırlığı bulunan herşeye "Ağır, ağırlık" denilir. Deve kuşu yumurtasına bu ismin veriliş sebebi de bundan dolayıdır. Çünkü bunu bulan ve bunu avlamak isteyen bir kimse, bu yumurtayı ele geçirdiği takdirde sevinir.

 

Cafer es-Sadık da şöyle demiştir: Bunlara "sekalan" denilmesi her iki kesimin de günahlarla ağırlaşmış olmalarından dolayıdır. Yüce Allah önce -çoğul kipi ile-: "Sizin hesabınıza bakacağız" dedikten sonra: "Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka" diye tesniye kipi kullanmıştır. Çünkü bunlar iki ayrı fırkadır ve herbir fırka da çoğuldur. Yüce Allah'ın: "Ey cin ve insan toplulukları, eğer ... gücünüz yetiyorsa" buyruğunda da böyledir. Burada da "siz iki topluluğun gücü yetiyorsa" anlamında tesniye kullanmamıştır. Çünkü iki ayrı kesim olup, çoğul konumundadırlar. Yüce Allah'ın: "Bunlar iki firka olup birbirleri ile çekişmeye başlayıverdiler.'' (en-Neml, 45) buyruğu ile: "Bunlar Rabbleri hakkında davalaşan ıki hasımdırlar.'' (el-Hac, 19) buyruklarına da benzemektedir. Şayet -Kur'an dışında-: "Yakında siz iki fırkanın hesabına bakacağız" denilmiş olsaydı, yahutta; "Eğer ikinizin gücü yetiyorsa" denilse caiz olur.

 

Şamlılar: "Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka!" anlamındaki buyruğu "he" harfini ötreli olarak (...) diye, diğerleri ise üstün olarak okumuşlardır. Daha önceden (ez-Zuhruf, 49) buyruğuna dair açıklamalar yapılırken buna dair bilgiler de geçmiş bulunmaktadır.

 

Cinler de insanlar Gibi Mükelleftir

 

Bu sürede Ahkaf ve Cin Süresi'nde cinlerin de ilahi hitaba muhatap, mükellef; emir ve yasaklara muhatap, mükafat ve ceza kazanmaları bakımından tıpkı insanlar gibi olduklarına delil vardır. Cinlerin müminleri de insanların müminleri gibi, onların kafirleri de öbürlerinin kafirleri gibidir. Bütün bu hususların hiçbirisinde bizimle onlar arasında hiçbir fark yoktur.

 

"Ey cin ve insan toplulukları ... " ayeti ile ilgili olarak İbnu'l-Mübarek şunu zikretmektedir: Bize Cuveybir'in, ed-Dahhak'tan haber verdiğine göre o şöyle demiştir: Kıyamet gününde Yüce Allah dünya semasına emir verecek, o da içindekilerle birlikte paramparça olacak. Melekler onun kıyılarında kalacak. Allah onlara emir verinceye kadar bu halde kalacaklar. Ondan emir alacakları vakitte yeryüzüne inecekler. Bütün yeri ve etrafındakileri kuşatacaklar. Sonra Allah onun bir üstündeki semaya aynı şekilde emir verecek, onlar da inecekler. Bir önceki saffın arkasında bir saf teşkil edecekler. Sonra üçüncü, sonra dördüncü, sonra beşinci, sonra altıncı, sonra da yedinci sema (aynı durumda olacak.)

 

Nihayet en Yüce melek, göz alıcılığı, mülkü içerisinde sol yanında da cehennem bulunduğu halde inecek. Cehennemin uğultusunu ve kaynayıp coşmasını işitecekler. (Yerde bulunanlar) yerin neresine giderlerse, mutlaka meleklerin safları ile karşılaşacaklar. İşte Yüce Allah'ın:

 

"Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın; ama buna dair güç ve imkanınız olmadıkça kaçamazsınız ki ... " buyruğu bunu anlatmaktadır. Buradaki "sultan: Güç ve imkan" özür ve mazeret anlamındadır.

 

Yine ed-Dahhak şöyle demiştir: İnsanlar çarşı pazarlarında iken ansızın sema açılacak, melekler inecek. Cinler ve insanlar kaçacaklar. Melekler etraflarını kuşatacaktır. İşte Yüce Allah'ın: "Buna dair güç ve imkanınız olmadıkça kaçamazsınız" buyruğu bunu anlatmaktadır. Bu rivayeti de en-Nehhas zikretmiştir.

 

Derim ki: Buna göre bu, dünyada olacak, İbnu'l-Mubarek'in zikrettiği rivayete göre ise bu husus ahirette olacaktır.

 

Yine ed-Dahhak'tan şöyle dediği zikredilmiştir: Eğer siz ölümden kaçabilecekseniz, haydi kaçınız. İbn Abbas da şöyle açıklamıştır: Eğer siz göklerle yerde olanları bilmek gücüne sahib iseniz, haydi onu öğreniniz. Ancak bir sultan ile yani Allah'tan gelmiş bir delil ile olmadıkça, onu bilme imkanımız olmayacaktır. Yine ondan gelen rivayete göre; "Güç ve imkanınız olmadıkça kaçamazsınız" buyruğu; sizler Benim sizin üzerinizdeki egemenlik ve kudretimin dışına çıkamazsınız, demektir. Katade de şöyle açıklamıştır: Sizler bir melek ile olmadıkça kaçamazsınız ve sizin meleğiniz de yoktur.

 

Buyruk: "Sizler ancak bir sultana (güç ve imkana) kaçabilirsiniz" demektir. Buna göre ayet-i kerimedeki "be" (...): e, a" anlamındadır. Tıpkı Yüce Allah'ın: "Rabbim, bana iyilikte bulundu. "(Yusuf, 100) buyruğunda olduğu gibi. Şair de şöyle demiştir: "Bize ister kötülük yap, ister iyilik, bizim nezdimizde senden usanılmaz Ve eğer sen terkedecek olsan dahi seni biz terketmeyiz."

 

Yüce Allah'ın: "Kaçın!" emri, ta'ciz (yani bu husustaki acizliklerini ortaya koymak) içindir.

 

"üzerinize ateş alevi ve bir duman salınır." Yani eğer sizler çıkacak olursanız, üzerinize bir ateş alevi salınır ve kaçmanızı engelleyecek azab sizi yakalar. Buyruğun kaçmakla ilgili olmadığı, aksine Yüce Allah'ın bununla isyankarları cehennem ateşi ile azaplandıracağını haber vermekte olduğu da söylenmiştir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Sizler Rabbinizin nimetlerini yalanlayacak olursanız, o vakit üzerinize bu yalanlamanızın bir cezası olmak üzere ateş alevi ve bir duman salınır.

 

İnsanların ve cinlerin etrafının melekler ile ve çok büyük bir ateş parçası ile kuşatıldıktan sonra kendilerine: "Ey cin ve insan toplulukları ... " diye seslenileceği de söylenmiştir. İşte Yüce Allah'ın: "üzerinize ateş alevi... salınır" buyruğu bunu anlatmaktadır. İbn Abbas ve başkalarının açıklamasına göre: "Dumanı olmayan alev" demektir. en-Nehhas da; bu alevi bulunmayan dumandır, diye açıklamıştır. Umeyye b. Ebi's-Salt'ın, Hassan (r.a)'a hicvederken kullandığı ifade de bu kabildendir. es-Sa'lebi el-Maverdi'nin Tefsirlerinde de aynı şekilde Umeyye b. Ebi's-Salt diye zikredilmiştir. Ancak es-Sıhah ile İbnu'l-Enbari'nin el- Vakfu ve'l-ibtidd adlı eserlerinde Umeyye b. Halef diye geçmektedir. Sözü edilen hicivde Umeyye şöyle demektedir: "Benden Hassan'a, Ukaz'a doğru şu mesajı ulaştıracak var mı? Senin baban bizim aramızda bir demirci değil miydi?

 

Şarkıcı cariyeler arasında, kendisini koruyacak gücü de yoktu. Yemen tarafından (idi ve) o körüğü tutup dururdu da Kesintisiz olarak ateşin alevini üflüyordu."

 

Hassan (r.a) da ona şu şekilde cevab vermişti: "Hicvettim seni ben, sen de zilletle ona karşı boyun eğdin, Ateş alevi gibi yanan bir kafiye ile ve zilletle."

 

Ru'be de şöyle demiştir: "İndirdiğimiz darbelerden ötürü onların aşırı hararetleri var, Bir de alevler yakıp duran savaşın ateşi."

 

Mücahid dedi ki: (...): Ateş alevi"; ateşten ayrı yeşil aleve denilir. edDahhak da şöyle demiştir: Odundan çıkana değil, alevden çıkan dumana denilir. Said b. Cübeyr de böyle açıklamıştır.

 

(...)'ın "ateşin ve dumanın biraradaki adı" olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Ebu Amr yapmış olup, el-Ahfeş de bunu kimi Araplardan diye, nakletmiştir.

 

İbn Kesir "şın" harfini esreli olarak; (...) diye okumuş, diğerleri ise ötreli okumuşlardır. Her ikisi de ayrı söyleyişlerdir, tıpkı inek sürüsüne: (...) ile (...) denilmesi gibi.

 

"Ve bir duman" anlamındaki buyruk genel olarak; (...) şeklinde ref' ile ve: ''Alev" lafzına atıf ile okunmuştur. Ancak İbn Kesir, İbn Muhaysin, Mücahid ve Ebu Amr "ateş" anlamındaki lafza atıf ile; (...) şeklinde cer ile okumuşlardır.

 

el-Mehdevı dedi ki: (...)'ın "hem ateş, hem de dumanı" birarada ifade ettiğini söyleyenlerin görüşüne göre "duman" anlamındaki lafzı kesreli okumaları açıkça anlaşılan bir şekildir. Ancak bunu "dumanı olmayan alev" diye açıklayanların "bir duman" anlamındaki lafzı cer ile okumaları uzak bir ihtimaldir. Böyle bir okumanın uygunluğu ancak bir mevsufun hazfedilmiş olduğu takdiri ile uygun düşebilir. Sanki: "üzerinize ateş alevi ve" bir miktar "bir duman salınır" denilmiş gibidir. Bu durumda "bir miktar" anlamındaki lafız; "Alev" lafzına atfedilmiş gibi olur. "Dumandan" cümlesi de "bir miktar" anlamındaki lafzın sıfatı olur. "Bir miktar" anlamındaki lafız da hazfedilmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın buyruğunda ayrıca; (...) edatının hazfedilmesi ise daha önce; "Ateşten" lafzında ayrıca zikredilmiş olduğundan dolayıdır. Nitekim Arapların: "Sen kime misafir olursan ben de (ona) misafir olurum" derken "Ona" lafzını hazfetmeleri gibi. Bu açıklamaya göre "bir duman" anlamındaki lafız hazfedilmiş (...) ile cer edilmiş olur.

 

Mücahid, Humeyd, İkrime ve Ebu'l-Aliye'den "nun" harfi kesreli olarak; (...) diye okudukları zikredilmiştir ki, bunlar iki ayrı söyleyiştir. Nitekim "alev" anlamındaki lafız da (...) ile (...) şekillerinde söylenebilir. Bu kesreli okuyuş aynı zamanda tabiat ve asıl anlamına da gelir. Mesela: "Filan kişi soyu şerefli ve asaletli kimse" demektir.

 

Müslim b. Cündüb'den ise ref' ile: "(...) diye okuduğu rivayet edilmiştir. Hanzala b. Murre b. en-Numan el-Ensarı'nin de "ateş" lafzına atıf ile mecrur olarak (...) diye okuduğu rivayet edilmiştir. Bununla birlikte kesreli olarak: (...) okuyuşunun; (...)'in çoğulu olması mümkündür. "Zor" lafzının çoğulunun (...) diye gelmesi gibi.

 

(...) diye ref' ile okunması ise "alev" anlamındaki lafza atf ile gelir. elHasen'den; (...) diye her iki harfin de ötreli okuduğu rivayet edilmiştir ki; bu da; (...)'in çoğuludur. Bunun aslının (...) diye olması da mümkündür. Daha önce Yüce Allah'ın: "Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar." (en-Nahl, 16) buyruğunda açıklandığı üzere "vav" hazfedilmek suretiyle kısaltılmış da olabilir.

 

Abdurrahman b. Ebi Bekre'den "nun" harfi üstün, "ha" harfi ötreli ve "şın" harfi de şeddeli olarak" "Kökünü keseriz" anlamında; "Kökünü kesti, keser, kesmek"ten gelen bir fiil olarak okuduğu rivayet edilmiştir. Yüce Allah'ın: "Hani o zaman onun izniyle onları öldürüyordunuz." (Al-i İmran, 152) buyruğunda da bu anlamda kullanılmıştır. (Bu ayetin böylece okunması halinde): "Azab ile öldürürüz" demek olur.

 

Birinci kıraat olan: "Ve bir duman" lafzı ise, başlarının üzerine akıtılacak eritilmiş bakır anlamındadır. Mücahid ve Katade böyle açıklamıştır. Bu açıklama İbn Abbas'dan da rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas'dan ve Said b. Cübeyr'den rivayet edildiğine göre burada bu lafız, alevi bulunmayan duman demektir. el-Halil'in açıklamasının anlamı da budur. Bu anlamıyla Arap dilinde bilinen bir lafızdır. Nitekim Ca'deoğullarının Nabiğası şöyle demiştir: "Taneden (veya susam yağından) yakılan kandilin ışığı gibi aydınlatıyor, Allah'ın kendisinde hiçbir duman kılmadığı."

 

el-Esmai dedi ki: Ben bedevı bir Arabın -beyitte geçen-: (...)'in Şam'da "dumanı bulunmayan susam yağına" denildiğini söylediğini duydum.

 

Mukatil dedi ki: Bunlar eritilmiş bakırdan beş tane ırmaktır. Hepsi de Arş'ın altından ve cehennemliklerin başları üzerine akar. Bu üç ırmak, gece miktarındadır, iki ırmak da gündüz miktarındadır.

 

İbn Mesud dedi ki: Nuhas (eritilmiş bakır) ile el-mühl (eritilmiş bakır) aynı şeylerdir.

ed-Dahhak ta: Bu kaynatılmış zeytinyağının tortusudur. el-Kisai de: Oldukça şiddetli bir rüzgarı olan ateşe denilir, demiştir.

 

"Size yardım da olunmaz." Birbirinize yardımcı olamazsınız. Maksat cinler ile insanlardır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Rahman 37-40

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR