ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

RAHMAN

1

/

13

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

الرَّحْمَنُ {1} عَلَّمَ الْقُرْآنَ {2} خَلَقَ الْإِنسَانَ {3} عَلَّمَهُ الْبَيَانَ {4} الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ {5} وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ {6} وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ {7} أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ {8} وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ {9} وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ {10}

فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ {11} وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ

وَالرَّيْحَانُ {12} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {13}

 

1. Rahman,

2. Kur'an'ı öğretti,

3. İnsanı yarattı,

4. Ona beyanı öğretti.

5. Güneş de, ay da hesapladır.

6. Gövdesiz bitkiler de, ağaçlar da secde ederler.

7. Göğe gelince, onu da yükseltti ve mizanı koydu.

8,9. "Tartıda haksızlık etmeyin, tartıyı adaletle dosdoğru yapın ve tartıyı eksik yapmayın" diye emretti.

10. Yere gelince, onu da oranın yaratıkları için alçalttı.

11. Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.

12. Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır.

13. O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

"Rahman" olan Allah "Kur'an'ı öğretti" buyruğu hakkında Said b. Cübeyr ile Amir eş-Şa'bi şöyle demişlerdir: "er-Rahman" bir araya getirilmeleri halinde Yüce Allah'ın isimlerinden birisini teşkil eden üç sürenin başlangıcıdır: "Elif, lam, Ra" ile "Ha, Mım" ve "Nun." Bunların bir araya getirilmeleri halinde "er-Rahman" adı ortaya çıkar.

 

"Kur'an'ı öğretti." Yani Yüce Allah onu peygamberine öğretti, o da onu bütün insanlara eksiksiz tebliğ etti.

 

Bu süre Mekkeli müşrikler: Rahman da neymiş? demeleri üzerine inmiştir.

 

Bu buyruğun Mekkelilere: Ona bu Kur'an'ı bir insan öğretiyor ve o da Yemame'nin Rahman'ıdır sözlerine cevab olmak üzere indiği de söylenmiştir. Onlar bu sözleriyle yalancı Müseyleme'yi kastediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Rahman (olan Allah) Kur'an'ı öğretti" buyruklarını indirdi.

 

ez-Zeccac dedi ki: "Kur'an'ı öğretti." Onun hatırlanmasını ve okunmasını kolaylaştırdı demektir. Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık.'' (Necm, 17) buyruğu da bu anlamdadır.

 

Yüce Allah, Kur'an'ı insanların kendisi ile kendisine ibadet etmelerinin bir alameti kılmıştır, diye de açıklanmıştır.

 

"İnsanı yarattı" buyruğu hakkında İbn Abbas, Katade ve el-Hasen: Adem (a.s)'ı kastetmektedir, demişlerdir.

 

"Ona beyanı" herşeyin ismini "öğretti." Ona bütün dilleri öğretti, diye de açıklanmıştır. Yine İbn Abbas'tan ve İbn Keysan'dan şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Burada insan'dan, kasıt Muhammed (s.a.v.)'dır. "Beyan"dan kasıt ise helal ile haramın, hidayet ile sapıklığın açıklanmasıdır. Olmuş ve olacaklar, diye de açıklanmıştır. Çünkü Kur'an-ı Kerim öncekilere de, sonrakilere de, kıyamet gününe dair de açıklamalarda bulunmuştur. ed-Dahhak "beyan" hayır ve şerdir, demiştir. er-Rabi' b. Enes de: -İnsana fayda ve zarar verecek şeylerdir, diye açıklamıştır. Katade de böyle demiştir.

 

"İnsan" ile bütün insanların kastedildiği de söylenmiştir. O halde bu bir cins isimdir. "Beyan" da bu açıklamaya göre konuşmak ve kavramak demek olur. Bu ise insanın diğer canlı varlıklara kendisi vasıtasıyla üstün kılındığı özellikler arasındadır.

 

es-Süddi şöyle demiştir: O herbir kavme kendisi ile konuşacakları dillerini öğretmiştir. Yeman da: Kalem ile yazı yazmaktır, diye açıklamıştır. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: ''O kalemle (yazmayı) öğretendir. insana bilmediğini öğretti" (İkra, 4-5) buyruklarıdır.

 

"Güneş de, ay da hesapladır." Yani her ikisi de bilinen bir hesap ile akıp gitmektedirler. Böylelikle bu buyrukta ("her ikisi de akıp gitmektedirler") anlamına gelen: (...) takdirindeki haber hazfedilmiştir.

 

İbn Abbas, Katade ve Ebu Malik de şöyle demişlerdir: Yani onlar belirli konaklarda bir hesaba göre akmaktadırlar. Bu konakları ileri geçemezler ve başka yere de kaymazlar.

 

İbn Zeyd ve İbn Keysan şöyle demişlerdir: Her ikisi ile vakitler, va'deler ve ömürler hesab edilmektedir. Eğer gece gündüz, güneş ay olmasaydı ve eğer zaman tümüyle gece ya da gündüz olsaydı, hiç kimse herhangi bir şeyi nasıl hesab edeceğini bilemeyecekti.

 

es-Süddi dedi ki: "Hesapladır" bunların süreleri takdir edilmiştir, demektir. Bunlar tıpkı insanların ecelleri gibi ecellerine doğru akıp giderler, onların da ecelleri geldi mi yok olup gidecekler. Bunun bir diğer benzeri Yüce Allah'ın: ''Herbiri belirli bir süreye kadar akıp gitmektedir.'' (Zümer, 5) buyruğudur.

 

ed-Dahhak, bir kader iledir, diye açıklamıştır. Mücahid de şöyle demiştir: "Hesaphdır" lafzı değirmenin hüsbanı yani etrafında döndüğü ekseni gibidir, demektir. Her ikisi de bir eksenin etrafında dönermişcesine dönerler.

 

"Hesap" lafzı; "Onu hesap ettim, ederim, hesap etmek" fiilinin mastarı olabilir. Mastar itibariyle "gufran, küfran, rüchan" lafızlarına benzer. Bir diğer masdar şekli de: (...) şeklindedir. Bu da: "Onu saydım, sayarım" anlamındadır.

 

el-Ahfeş dedi ki: Bu lafız "hisab"in çoğulu da olabilir. (...)'in çoğulunun (...) diye gelmesi gibi. Bu kelime aynı zamanda "azab ve kısa oklar" anlamında da kullanılır. Buna dair açıklamalar el-Kehf Süresi'nde (40. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Tekili: (...) diye gelir. Bu aynı zamanda "küçük yastık" anlamında da kullanılır. Bu anlamdan hareketle: "Ona yastık hazırladım" demek olur. Nitekim şair şöyle demiştir: "O vakit sen yastık hazırlanmamış olarak kalırsın."

 

Kimse sana ikram etmeksizin ve sana kefen giydirilmeksizin, demektir. "Gövdesiz bitkiler de, ağaçlar da secde ederler" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir: "Gövdesiz bitkiler: Gövdesi bulunmayanlar''ı; "Ağaçlar" lafzı da gövdesi olanlar"ı anlatmaktadır. İbn Abbas Temimli Safvan b. Esed'in şu beyitini de zikretmektedir: "O büyük düzlük dikenli bitkilerini verdi, Temim ve Vail kabileleri de bu sayede tamam oldu."

 

Züheyr b. Ebi Sülma da şöyle demiştir: "Bitki gövdeleri ile taçlanmış bulunuyor, güney rüzgarının dokuduğu; Ki onun saf olmayan suyunun hareleri vardır."

 

"Gövdesiz bitki" lafzı; (...): O şeyortaya çıktı, göründü, çıkar, görünür" kökünden gelmektedir.

 

Bitkilerin ve ağaçların secdeleri, gölgelerinin secdesiyle olur. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır.

 

el-Ferra dedi ki: Bunların secdeleri güneş doğduğu zaman güneşe dönük olmaları, sonra gölge çekilinceye kadar onunla birlikte gölgelerinin de kayması ile olur.

ez-Zeccac dedi ki: İkisinin secdesi gölgelerinin onlarla birlikte dönmesi ile olur. Nitekim Yüce Allah: "Gölgelerinin ... dönerek. "(en-Nahl, 48) diye buyurmaktadır.

el-Hasen ve Mücahid de ayet-i kerimede geçen (ve "gövdesiz bitkiler" diye meali verilen): "en-Necm"den kasıt semadaki yıldızlardır, demişlerdir. Mücahid'in görüşüne göre yıldızın secdesi gölgesinin dönmesi ile olur. Taberi'nin tercih ettiği de budur. Bu görüşü el-Mehdevi de nakletmektedir.

 

Yıldızın secdesinin, kaybolması olduğu, ağacın secdesinin meyvesinin topIanmasının mümkün olmasıdır, diye de açıklanmıştır. Bu görüşü el-Maverdi nakletmektedir. Bir diğer görüşe göre bütün bunlar, Allah tarafından musahhar kılınmış şeylerdir. O bakımdan sizler Sabiilerden birtakım kimselerin yıldızlara taptıkları gibi sakın yıldızlara tapmayınız. Acemlerden bir çoğunun yaptığı gibi de ağaçlara tapmayınız, demektir.

 

"Secde etmek" zilletle boyun eğmek demektir. Bununla kastedilen ise sonradan yaratılmışlığın izlerini taşımalarıdır. Bu açıklamayı da el-Kuşeyri nakletmiştir.

en-Nehhas dedi ki: Dilde "secde etme"nin asıl anlamı, Yüce Allah'a teslim olmak ve O'na boyun eğip itaat etmektir. Bundan dolayı secde bütün cansızların Allah'ın emrine teslimiyetleri ve O'nun emrine itaat etmeleridir. Canlı varlıklarda da durum bu şekildedir. Namazdaki secde de bu türdendir. Muhammed b. Yezid de: "en-necm (mealde; gövdesiz bitkiler)"in yıldızlar anlamına geldiği ile ilgili olarak şu beyiti zikretmektedir:

 

"Yıldız(lar)ı (yansıttığından ötürü) o dopdolu tencerede sayarak geçirdi geceyi Yiyenlerin elinde çabukça donuveren (o yemeğin tenceresinde)."

 

"Göğe gelince onu da yükseltti" buyruğundaki: "Göğe gelince" lafzını Ebu's-Semmal: (...) şeklinde mübteda olarak ref' ile okumuştur. (Göğü de yükseltti, demek olur.) Bunu tercih etmesinin sebebi daha önce geçen: "Gövdesiz bitkiler de, ağaçlar da secde ederler" cümlesine bu cümleyi atfetmiş olmasıdır. Böyle okumak suretiyle atfedileni de tıpkı kendisine atfedilen gibi mübteda ve haberden meydana gelmiş bir cümle olarak kabul etmiş olmaktadır. Diğerleri ise bu lafzı daha sonra gelen fiilin delalet ettiği bir fiili takdir ederek nasb ile okumuşlardır.

 

"Ve mizanı koydu." Mücahid, Katade ve es-Süddi'den, adaleti koydu, demektir. Yani o yeryüzünde uygulanmasını emrettiği adaleti koydu. "Allah şeriati koydu, vazetti" denilir. "Filan kişi şunu koydu, bıraktı" demektir. Buna binaen mizandan kasıt Kur'an'dır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de kendisine gerek duyulan şeyler vardır diye açıklanmıştır ki bu da el-Huseyn b. el-Fadl'ın görüşüdür.

 

el-Hasen ve yine Katade ile ed-Dahhak şöyle demişlerdir: Bu mizan'dan kasıt, insanların birbirlerine karşı adaletli davranmaları ve birbirlerindeki hakkı almaları için kendisi ile tartılan ve denge göstergesi (lisanı) bulunan mizandır. Bu buyruk adaletin yerine getirilmesini emretmek anlamında haber kipinde gelmiştir. Buna da Yüce Allah'ın: "Tartıyı adaletle dosdoğru yapın" buyruğu delalet etmektedir ki; "Adalet" demektir.

 

Bunun hüküm ile aynı şeyolduğu da söylenmiştir. Yüce Allah bu buyruk ile amellerin tartılması için ahirette mizanın yerleştirilmesini murad etmiştir, diye de açıklanmıştır.

"Mizan" lafzının aslı (...)'dır. Buna dair açıklamalar daha önce el-A'raf Süre'sinde (18. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Tartıda haksızlık etmeyin ... diye" buyruğundaki: " ... meyin diye" lafzında geçen; "Diye" edatının i'rabtaki yerinin, harf-i cerrin hazfedildiği takdirine binaen nasb olması mümkündür. "Haksızlık etmeyesiniz diye, etmemeniz için" diye buyurmuş gibidir.

 

Yüce Allah'ın: "Allah yanılmayasınız diye size açıklıyor." (en-Nisa, 176) buyruğunda olduğu gibi. Diğer taraftan: (...) edatının i'rabta mahallinin olmaması da mümkündür. O takdirde buyruk "haksızlık etmeyin" anlamında olup bu takdire göre; (...) meczum olur. Yüce Allah'ın: "Onların elebaşıları: Yürüyün ... diyerek kalkıp gittiler." (Sad, 6) buyruğundaki; "Yürüyün diye ... " lafzının "Yürüyün" anlamında olmasına benzemektedir.

 

"Tuğyan" haddi aşmak demektir. Buna göre mızan adalettir, diyenler mizanın tuğyanı (haksızlık etmesi) de zulumdür demişlerdir. Maksat kendisi ile tartılan terazi olduğunu söyleyenler mizanın tuğyanının eksik tartmak olduğunu söylemişlerdir.

 

İbn Abbas dedi ki: Bir kimseye tartacak olursanız, hainlik etmeyiniz, demektir. Yine ondan rivayete göre o şöyle demiştir: Ey mevali topluluğu! Sizler insanların kendileri sebebiyle helak oldukları iki işin başına getirilmiş bulunuyorsunuz. Bunlar çile ile ölçmek ve terazi ile tartmaktır.

 

"Mizan"dan kasıt hükümdür diyenler de onun haksızlık yapması tahrif etmektir, derler. ifadede hazfedilmiş lafızlar olduğu da söylenmiştir. Yani, O mizanı koydu ve sizlere mizanda haksızlık etmeyin, diye emretti.

 

"Tartıyı adaletle dosdoğru yapın." Yani onu adaletin gereği ne ise öylece kullanın.

Ebu'd-Derda (r.a) dedi ki: Sizler terazinin işaretini tam bir adalet ile dosdoğru tutun. İbn Uyeyne şöyle demiştir: Terazinin dosdoğru tutulması el ile olur, adalet te kalp ile olur. Mücahid dedi ki: (Mealde "adalet" diye anlamı verilen) el-kıst: Rumcada adalet demektir. Bir görüşe göre de bu "bir kimse namazı ikame etti" demeye benzer. Bu da namazı vaktinde kıldı anlamındadır. İnsanlar pazarlarını ikame etti tabiri de vaktinde, zamanında oraya gittiler, anlamındadır.

 

Buyruk, sizler birbirinizle tartılı ilişkilere girdiğiniz takdirde adaleti elden bırakmayınız, anlamındadır.

 

"Ve tartıyı eksik yapmayın." Terazide eksiklik olmasın, ölçü ve tartıyı eksik yapmayın. Bu da Yüce Allah'ın: "Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın." (Hud, 84) buyruğuna benzemektedir.

 

Katade, bu ayet-i kerime hakkında şunları demiştir: Ey Ademoğlu, sana karşı adalet yapılmasını sevdiğin gibi, sen de adaletli ol. Sana karşı hakkının eksiksiZ ve tam olarak verilmesini sevdiğin gibi, sen de öylece tam ve eksiksiz ver. Çünkü insanların ıslah olması adalete bağlıdır.

 

Bir görüşe göre anlam şöyledir: Kıyamet gününde hasenatınızın tartılacağı mizanı eksiltmeyiniz. O vakit bu sizin aleyhinize hasret duyacağınız bir durum olur. "Mizan" lafzının tekrarlanması ayet sonlarına gelmesinden ötürüdür.

 

Tekrarın, eksiksiZ tartmak ve bu hususta adalete riayet etmeyi emretmek için olduğu da söylenmiştir. "Eksik yapmayın" anlamındaki buyruk genel olarak: (...) şeklinde "te" harfi ötreli ve "sin" harfi de kesreli olarak okunmuştur. Ancak Bilal b. Ebi Burde ile Osman'dan Eban "te" harfi ile "sin" harflerini üstün olarak: (...) diye okumuşlardır. İki ayrı söyleyiştir. Mesela; "Mizanı eksik yaptım (eksik tarttım)" denildiği gibi aynı anlamda: (...) da denilir. Tıpkı "onu mecbur ettim" anlamında: (...) ile (...) denilebileceği gibi.

 

"Te" ve "sin" harflerini ötreli okuyuşun cer harfinin hazfi takdirine göre yorumlandığı da söylenmiştir. Anlamı da: "Tartıda haksızlık etmeyin" şeklindedir.

 

"Yere gelince, onu da oranın yaratıkları için alçalttı" buyruğundaki: "Yaratıklar" İbn Abbas'dan gelen rivayete göre insanlar demektir. elHasen: Cinler ve insanlar diye açıklamıştır. ed-Dahhak ise: Yeryüzünde hareket eden herşey demektir, diye açıklamıştır. Bu da genel bir açıklamadır.

 

"Orada meyveler" yani insanın kendisi ile zevk ve lezzet aldığı çeşitli mahsuller "ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır." Buyruktaki: "tomurcuklar" lafzı esreli olarak; (...)'in çoğuludur. el-Cevheri dedi ki: "(...) ile (...): Yeni çıkan hurmanın içinde bulunduğu kapçık (tomurcuk)"dur. Bunun çoğulu: (...) ile (...) diye de gelir. "Yeni doğan deve yavrusunun zarar göreceğinden korkulduğu için gücü kuvveti yerine gelinceye kadar örtüldü" anlamındadır. Şair el-Accac da şöyle demiştir: "Hatta sen insanlara baygınlık geldiği zaman (ve böylelikle akılları örtüldüğünde) onları görecek olursan, Bir keder içerisinde; eğer bu keder açılmayacak olursa, onlar gerçekten kedere boğulurlar."

 

Beyitteki: "Bayıldılar, baygın düştüler" demektir.

 

"Hurma ağacı tomurcuklarını çıkardı" demektir. Kesreli olarak: (...) ile (...); "ısırmasın diye devenin ağzının kendisi ile bağlandığı şey" demektir. Bu kökten olmak üzere "Ağzı bağlanmış deve" denilir. "O şeyi örttüm" demektir. "Bir şeyi setredip, örten"e denilir. Ötreli olarak: "Gömleğin yeni" ifadesi de buradan gelmektedir. Çoğulu: (...) ile şeklinde gelir. Tıpkı: (...)'in çoğulunun; (...) diye gelmesi gibi. "Yuvarlak başlık" anlamına da gelir, çünkü o başı örter. Şair şöyle demektedir: "Ben onlara: Birinizin başlığı ile ölçün dedim, Dirhemlerinizi; çünkü ben böylece ölçüyorum."

 

el-Hasen dedi ki: "Tomurcuklu hurma ağaçları" lifleri bulunan hurma ağaçları demektir. Çünkü hurma ağacının üzeri bazan lif ile örtülebilir. "Tomurcukları" lafzı ise onun üst taraflarındaki lifleri demektir. İbn Zeyd: Çatlayıp dışarı çıkmadan önce tomurcuklu ... demektir, diye açıklamıştır. İkrime de yükler taşıyan anlamındadır, diye açıklamıştır.

 

"Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır" buyruğundaki "tane" buğday, arpa ve benzerleridir. (...) da el-Hasen ve başkasından nakledildiğine göre saman demektir. Mücahid, ağacın ve ekinin yaprağıdır diye açıklamıştır. İbn Abbas: Ekinin samanı ve rüzgarların etrafa saçıp savurduğu yapraklarıdır, demiştir. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Bu bitkinin ilk yeşeren kısmına denilir. el-Ferra da böyle açıklamıştır. Araplar da: Olgunlaşmadan önce ekinden bir şeyler kesecek olurlarsa -bu kökten gelen fiili kullanarak-: "Ekini olgunlaşmadan önce biçmeye (kesmeye) çıktık" derler. Aynı şekilde es-Sıhah ta da: ''Ekini olgunlaşmadan önce kopardım, topladım" demektir, diyor.

 

Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre bu baştarafları kopartıldığı takdirde kuruyan yeşil ekinin yaprağıdır. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" (Fil, 5) buyruğudur. el-Cevheri şöyle demektedir: "Ekin yaprak verdi" demektir. "Ekini bol yer" anlamındadır. Şair Ebu Kays b. el-Eslet el-Ensari şöyle demiştir: "Cumade (ayı) yağmurunu yağdırmayacak olsa da, Benim etrafımı ekini bol ve sulak bir yer süsler."

 

(...); aynı zamanda "kazanç" anlamına da gelir. Recez vezninde şairin şu mısraında bu anlamda kullanılmıştır: "Kazanç için çalışmadan ve yorulup didinmeden ... "

(...) da bu anlamdadır. "İçinde başağın yer aldığı bir araya toplanmış yapraklar" demektir. el-Herevi şöyle demektedir: Başağın yaprakIarına da (...) ile (...) denir. es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre İbnu's-Sikkit şöyle demektedir: Araplar ekinin yaprağına: (...) derler. Alkame b. Abde şöyle demektedir: "Ekinleri eğilmiş su kanallarını suluyor, Suyun yüksekten aşağıya aktığı yerlerde; suyun gelişinden dolayı iyice beslenmiş bulunuyor."

 

es-Sıhah ta: "Biçilen ekinin sapları" diye açıklanmaktadır.

 

İbn Abbas ve Mücahid'den nakledildiğine göre: "Hoş kokulu bitki"; rızık demektir. ed-Dahhak bu Himyerlilerin lehçeSindedir, demiştir. Yine İbn Abbas, ed-Dahhak ve Katade'den nakledildiğine göre bundan kasıt, koklanan reyhandır. İbn Zeyd de böyle demiştir. Yine İbn Abbas'ın o yeşil ekindir, dediği rivayet edilmiştir. Said b. Cübeyr de, o sapı üzerinde yükselen ekindir, demiştir. el-Ferra şöyle demiştir: (...): Samanlı tane" ekin türünden yenilen şeyler; "Hoş kokulu bitki" ise yenilmeyen şeylerdir demiştir. el-Kelbi de şöyle demektedir: "Samanlı taneler" (diye meali verilen lafız) yenilmeyen yaprak "hoş kokulu bitki" (diye meali verilen lafız) yenilen tane demektir.

 

Bir başka açıklamaya göre kokusu hoş olan herbir yeşilliğe "hoş kokulu bitki; reyhan" denilir. Çünkü insan onlardan hoş bir koku alır. Onları kokladığı vakit hoş koku gelir. Bu kelime "fe'lan" vezninde olup -koku demek olan-: "Raiha"den "revhan" şeklindedir. Kelimede "ye"nin aslı "vav" olmakla birlikte "ye"ye kalbedilmiştir. "Ye"ye dönüştürülmesi, onunla "ruhani" arasındaki farkı ortaya koymak içindir. Ruhanı ise ruhu bulunan herşey hakkında kullanılır.

 

İbnu'l-A'rabi dedi ki: (...): Ruhanı bir şey" denilir ki bu da ruhu olan şey demektir. Bununla birlikte bu kelimenin "fey'alan" vezninde olması da mümkündür. O zaman aslı: (...) şeklinde olup, "vav"ın yerine "ye" getirilmiş, ondan sonra da idgam edilmiştir. "Heyyin ve leyyin: Kolay ve yumuşak" kelimeleri gibi. Sonra da kelime uzadığından ve fazladan olarak "elif" ile "nun" geldiğinden dolayı hafifletilmiş bir kelimedir. "Vav" ve "ha" harflerinden oluşan lafızlarda aslolan anlam ise, titreşmek ve hareket etmektir. es-Sıhah ta şöyle denilmektedir: Reyhan bilinen bir bitki çeşididir. Aynı zamanda rızık anlamına da gelir. Mesela: "Allah'ın reyhanını aramak üzere çıktım" denilir. (Rızkını aramak üzere çıktım demektir.) enNemir b. Tevleb de şöyle demiştir: "Allah'ın selamı ve reyhanı O'nun rahmeti (üzerine olsun) ve bir de bol bol yağmur yağdıran bir seması."

 

Hadiste de: "Çocuk Allah'ın reyhanı cümlesindendir. (Rızkı kapsamı içerisindedir)" denilmektedir. 

 

Arapların: "Allah'ı tenzih ederim ve O'nun bana rızık ihsan etmesini dilerim" tabirlerinde "subhan" ve "reyhan" kelimelerini mastar olarak nasb etmişler ve bununla Yüce Allah'ı tenzih etmek ve O'nun rızkını dilemek manasını kastetmişlerdir.

 

Yüce Allah'ın: "Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır" buyruğuna gelince, buradaki "samanlı taneler"den kasıt, ekinin sapı, reyhan (hoş kokulu bitkiler) da onun yaprağıdır. Bu açıklama el-Ferra'dan nakledilmiştir.

 

Buyruk genel olarak: "Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır" şeklinde hepsi de merfu olarak okunmuş olup, bu halleriyle "meyveler" üzerine atfedilmişlerdir. Hepsini İbn Amir, Ebu Hayve ve el-Muğire "yere gelince" lafzına atıf ile nasb olarak okumuşlardır. Bir fiil takdiriyle nasb ile okudukları da söylenmiştir. O samanlı tanesi ve hoş kokusu olan bitkiyi yaratmıştır, demek olur. Bu açıklamaya göre; "Tomurcuklu ... vardır" üzerinde vakıf yapmak güzel olur.

 

Hamza ve el-Kisai ise "samanlı" anlamındaki lafza atıf ile: "Hoş kokulu" lafzını cer ile okumuşlardır. Yani orada samanlı ve hoş kokulu taneler vardır. "Reyhan: hoş kokulu" lafzını rızık olarak kabul edenlerin görüşüne göre de böyle bir okuyuş, imkansız bir şey değildir. Buna göre: Rızık özelliği bulunan taneyi de ... buyurmuş gibi olur. Bunun rızık olması ise esas itibariyle "samanlı tanelerin rızık" olmasından dolayıdır. Çünkü "saman" hayvanların rızkı, "reyhan" ise insanların rızkı demek olur. Buradaki "reyhan:

 

Hoş kokulu" lafzının, kokusu alınan reyhan olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre ise, ayrıca izahı gerektirecek bir taraf bulunmamaktadır.

 

"O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" buyruğunda hitab insanlara ve cinleredir. Çünkü "enam: Oranın yaratıkları" her ikisini de kapsamaktadır. Cumhurun kabul ettiği görüş de budur. Buna sürenin baş taraflarında kaydettiğimiz Cabir yoluyla gelen hadis delalet etmektedir. Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş olup, orada: "Şüphesiz cinlerin verdiği karşılık sizden daha güzeldi" diye buyurulmuştur.

 

Bir diğer açıklama da şu şekildedir: Yüce Allah'ın: "İnsanı ... yarattı" ile "cinni de ... yarattı" diye buyurmuş olması, (bu şekilde tekrarlanıp) daha önce geçen buyrukların da, sonradan gelecek olan buyrukların da her ikisi hakkında olduğunun delilidir. Aynı şekilde Yüce Allah: "Ey ağır yükler altında bulunan iki firka, yakında sizin hesabınıza bakacağız. "(er-Rahman, 31) diye buyurmaktadır. Bu da hem insanlara, hem de cinlere yönelik bir hitaptır. Ayrıca bu sürede: "Ey cin ve insan toplulukları!" (er-Rahman, 33) diye buyurmaktadır. Daha önce cinlerden sözedilmemiş olsa dahi, Yüce Allah insanlarla birlikte cinlere de hitab etmektedir. -Bu yönüyle- Yüce Allah'ın: ''Nihayet o perdenin arkasına girince ..." (Sad, 32) buyruğuna benzemektedir. Bununla birlikte bundan önce Kur'an-ı Kerim'in inmiş olan bölümlerinde cinler sözkonusu edilmişti. Kur'an-ı Kerim'in tümü de bir tek süre gibidir. Onların da insanlar gibi mükellef oldukları sabit olduğuna göre; bu ayetlerle her iki cinse de hitab edilmiş olmaktadır.

 

Burada hitabın -daha önce Yüce Allah'ın: ''(Her ikiniz) atın cehenneme oldukça inatçı her kafiri'' (Kaf, 24) buyruğu açıklanırken geçtiği üzere- Arapların bazan tek bir kimseye tesniye lafzı ile hitab etmek şeklindeki adetlerine göre insanlara yönelik olduğu da söylenmiştir. Şairin şu sözleri de bu kabildendir:

 

"(İkiniz) durun ağlayalım ... "

"Ey iki dostum, bana uğrayın ... "

 

Bundan sonra gelen "insanı ... yarattı" ile "cinni de ... yarattı" buyruklarına gelince, bu da insanlara ve cinlere yönelik bir hitaptır. Ancak sahih olan cumhurun görüşüdür. Çünkü Yüce Allah: "Yere gelince, onu da oranın yaratıkları için alçalttı. '' (er-Rahman, 10) diye buyurmaktadır.

 

"(...) Nimetler" demektir. Bütün müfessirlerin görüşü budur. Tekili: (...) diye gelir, "Bağırsak ve asa" lafızları gibi. (...) şekilleri de kullanılır. Bu dört söyleyişi en-Nehhas nakletmiş ve şöyle demiştir:

 

Yüce Allah'ın: 'Gecenin saatlerinde" buyruğunda geçen "ana': saatler" lafzının tekilinde üç söyleyiş vardır. Bunlar arasında "elif"i üstün, "lam" harfi sakin olanları yoktur. Buna dair açıklamalar daha önceden el-A'raf: (69. ayetin tefsirinde) ile en-Necm Süresi'nde (55. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

İbn Zeyd dedi ki: Bu kudret demektir. İfade de: O halde Rabbinizin kudretinden hangisini yalanlarsınız takdirindedir. el-Kelbi de böyle demiş olup, et-Tirmizi Muhammed b. Ali de bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu süre diğerleri arasında Kur'an'ın alemidir. Alem ise ordunun önderidir, diğer askerler onun arkasından gider. Bu sürenin alem oluş sebebi ise, ilahi mülk ve kudretin niteliklerini anlatmasından dolayıdır. Yüce Allah: "Rahman, Kur'an'ı öğretti" diye buyurmaktadır. Sürenin diğer isimler arasından "erRahman" adı ile başlaması, bununla kullara artık bundan sonra kendisini vasfedeceği bütün fiilleri, mülkü ve kudreti ile ilgili açıklamalarıyla bunların, rahmaniyetinin tecellisi olan büyük rahmetinden çıkıp geldiğini bildirmek içindir. Bundan dolayı "Rahman, Kur'an'ı öğretti" diye buyurduktan sonra insanı sözkonusu ederek: "İnsanı yarattı" diye buyurmuş, sonra da ona neler yaptığını, neler lutfettiğini zikretmiş, daha sonra güneşin, ayın bir hesab ile olduğunu sözkonusu edip eşyanın bitkisiyle, ağacıyla secde halinde olduğunu hatırlatmış, semayı yükseltmekten, teraziyi -ki o da adalettir- koymaktan, yeryüzünü orada yaşayanlar için alçalttığından sözetmektedir. Böylece ilahi kudret, mülk ve kendisine gelecek herhangi bir menfaat sözkonusu olmaksızın, buna da muhtaç olmadığı halde, rahmaniyeti ile onlara merhamet edip kudret ve mülkünden kendilerine verilen bunca hususları müşahede eden cinlere ve insanlara hitab etmektedir. Fakat onlar putları onun dışında mabud edindikleri herbir varlığı ona ortak koştular, bunca şeylerin kendilerine çıkarılmasına sebep olan O'nun rahmetini inkar ettiler. O da kendilerine sorarak "O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" diye hitab etmektedir. Yani siz Rabbinizin hangi kudretini yalanlarsınız? Onların yalanlamaları ise, mülk ve kudretinin tecellisi olarak kendilerine verilen bunca eşyayı, kendisi ile birlikte malik ve kendisi ile birlikte kudret sahibi olarak ortaklar koşmaları olmuştur. Daha sonra Yüce Allah insanı "testigibi ses veren çamur"(Rahman, 14) dan yarattığını, cinleri de "dumansız ateşten "(Rahman, 15) yarattığını sözkonusu etmekte, arkasından yine onlara: "O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" diye sormaktadır. Rabbinizin hangi kudretini yalanlamaktasınız, demektir. Çünkü O'nun yaratıştan sonraki herbir yaratışta, kudretten sonra bir kudreti vardır. Bu ayetlerdeki tekrarlamalar -o halde- tekid için ve bu nimetleri itiraf ettirmekte mübalağa içindir. Ayrıca tek tek mahlukattan onları haberdar etmek suretiyle de onlara karşı delillerini ortaya koymaktadır.

 

el-Kutebi dedi ki: Şüphesiz ki Yüce Allah bu sürede nimetlerini saymakta, yarattığı varlıklara nimetlerini hatırlatmakta, sonra da sözünü ettiği herbir haslet ve herbir nimetin peşinden bu soruyu sormaktadır. Bu soru böylece her iki nimet arasında yer almaktadır. Bununla bu nimetlere onların dikkatlerini çekmek ve bu nimetin O'nun tarafından kendilerine ihsan edilmiş olduğunu itiraf ettirmektir. Nitekim bir kimse birisine ardı arkasına iyiliklerde bulunduğu halde o kimse nankörlük ediyor ve bunları görmezlikten geliyor ise ona: Sen önceleri fakirken benim seni ihtiyaçtan kurtarıp zengin kıldığımı nasıl inkar edebilirsin? Sen önceleri güçsüz ve zayıfken, benim seni güçlü ve aziz kıldığımı nasıl inkar edebilirsin? Sen önceleri hiç hacca gitmemişken, seni hacca götürdüğümü nasıl inkar edersin? Sen önceleri bineksiz iken sana binek sağladığımı nasıl inkar edersin? demeye benzer. Bu gibi yerlerde tekrar güzeldir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Sizin (üzerimde) nice nice, daha nice ve daha da nice nimetiniz vardır."

 

Bir başka şair de şöyle demiştir: "Şayet sen bir müslümansan müslüman birisini öldürme sakın , Onun kanına girmekten sakın, çekin onun kanına girmekten, çekin."

 

Bir başkası da şöyle demektedir: "Kırpabildikçe gözlerini arkadaşınla asla kesme ilişkilerini, Düşman ve haddi aşmış birisinin sözü dolayısıyla o arkadaşını ziyaretten usanma, ziyaret et onu ziyaret et ve yine ziyaret et ve yine ziyaret et ve yine ziyaret et."

 

el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: Tekrarlamak gafleti önleyip uzaklaştırmak ve ortaya konulan delili pekiştirmek içindir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Rahman 14-18

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR