KAMER 18 / 22 |
كَذَّبَتْ
عَادٌ
فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي وَنُذُرِ
{18} إِنَّا
أَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ رِيحاً
صَرْصَراً
فِي يَوْمِ
نَحْسٍ
مُّسْتَمِرٍّ
{19} تَنزِعُ
النَّاسَ
كَأَنَّهُمْ
أَعْجَازُ نَخْلٍ
مُّنقَعِرٍ {20} فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي
وَنُذُرِ {21} وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِن
مُّدَّكِرٍ {22} |
18. Ad
kavmi yalanladı. Ya Benim azabım ve korkutmalarım nasılmış?
19.
Muhakkak Biz üzerlerine uğursuz olan ve sürekli olan bir günde sarsar bir
rüzgar gönderdik.
20.
İnsanları koparıp atıyordu. Sanki onlar kökünden kopmuş hurma kütükleri idiler.
21. Ya
Benim azabım ve uyarıp korkutmalarım nasılmış?
22.
Andolsun ki Biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret
alıp düşünen?
Hud'un kavmi olan
"Ad kavmi yalanladı. Ya Benim azabım ve korkutmalarım nasılmış?"
"Korkutmalarım"
bu surede altı yerde bütün mushaflarda "ye" harfi hazfedilmiş olarak
yer almıştır. Ancak Yakub her iki halde de "ye" harfini okumuş, Verş
sadece vasl halinde okumuş, diğerleri ise hazfetmişlerdir.
"Uyarılar ise fayda
vermiyor." (el-Kamer, 5) buyruğunda (nun harfinden sonra) "ye"
harfinin; "çağırır" (el-Kamer, 6) buyruğundan da "vav"
harfinin hazfedildiğinde ise görüş ayrılığı yoktur.
"çağırıcı"
(el-Kamer, 6) buyruğuna gelince, bunun birincisinde İbn Muhaysın, Yakub, Humeyd
ve el-Bezzi her iki halde de "ye" harfini sabit kabul etmişler; Verş
ve Ebu Amr ise vasl halinde sabit kabul etmişler, diğerleri ise
hazfetmişlerdir. İkinci: "çağırıcı (mealde; davetçi)" (elKamer, 8)'e
gelince, Yahıb, İbn Muhaysın ve İbn Kesir her iki halde "ye"yi isbat
etmiş (bırakmış), Ebu Amr ve Nafi vasıl halinde isbat etmiş (bırakmış),
diğerleri ise hazfetmişlerdir.
"Muhakkak Biz
üzerlerine" kendileri için "uğursuz olan ve sürekli olan bir günde
sarsar bir rüzgar" Katade ve ed-Dahhak'a göre aşırı soğuk bir rüzgar
"gönderdik." Sesi şiddetli bir rüzgar diye de açıklanmıştır. Buna
dair açıklamalar daha önceden Fussilet Süresi'nde (16. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas dedi ki: Bu
rüzgar onlara uğursuz kabul ettikleri bir günde gelmişti. ez-Zeccac bunun
çarşamba günü geldiği söylenmiştir, demiştir. İbn Abbas dedi ki: Bu ayın son
çarşambasında olmuştu. Küçüklerini de, büyüklerini de yok etmişti.
Harun el-Aver
"uğursuz" anlamındaki lafzı "ha" harfini kesreli olarak;
(...) diye okumuştur. Bu hususa dair açıklamalar daha önce "uğursuz
günlerde" (Fussilet, 16) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
"Uğursuz olan ve
sürekli olan bir günde" buyruğu uğursuzluğu sürekli ve kendilerine
getirdiği uğursuzluğu sürüp giden bir gün demektir. Uğursuz kabul ettikleri bu
günde azap onları helak edinceye kadar devam etti. Cehennem ateşine onları
ulaştırıncaya kadar sürüp gitti, diye de açıklanmıştır. ed-Dahhak: Bugün onlar
için çok acı idi, demiştir. el-Kisai de böyle nakletmiştir. Buna göre birtakım
kimseler buradaki "sürekli" anlamındaki kelime acılığı ifade eden:
(...)'den gelmektedir. "Nefislerin kendisinden tiksindiği acı olan bir şey
gibi oldu" denilir. Ayrıca Yüce Allah: "Şimdi ...
tadın"(el-Kamer, 37) diye buyurmaktadır. Tadılan bir şey ise acı olabilir.
Bu lafzın güç ve kuvvet anlamına gelen: (...)'den geldiği de söylenmiştir. Yani
bu azap onlara uğursuzluğu son derece güçlü ve sağlam kılınmış, uğursuz bir
günde onlara gelmişti ki, bu sağlamlığı bozulmasına güç yetirilemeyen, iyice ve
sağlam bükülmüş bir şey gibi idi.
Çarşamba günü
uğursuzluğu sürekli bir gün olduğuna göre, bu günde dua nasıl kabul edilir?
Peygamber (s.a.v.)'ın duasının bugünde öğle ile ikindi arasında kabul
edildiğine dair rivayetler de gelmiş bulunmaktadır. Hem bu hususa dair Cabir
yoluyla gelen hadiste daha önce el-Bakara Süresi'nde (186. ayet, 3. başlıkta)
geçmiş bulunuyor denilecek olursa, cevap şu olur: Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır ya, Mesruk'un Peygamber (s.a.v.)'dan diye rivayet etmiş olduğu bir
habere göre şöyle buyurmuştur: "Cebrail bana gelerek şöyle dedi: Şüphesiz
Allah sana şahid ile birlikte bir yemin ile hüküm vermeni emretmektedir. Yine
dedi ki: Çarşamba günü uğursuz ve uğursuzluğu sürekli olan bir gündür."
Bilindiği gibi bu
hususta onun, salih kimseler için uğursuz olduğuna dair bir rivayet varid
olmamıştır. Aksine bugünün günahkarlar ve fesad çıkartanlar için uğursuz
olduğunu kastetmiştir. Tıpkı Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen uğursuz günler gibi.
Bu günler Ad kavminin kafirleri için uğursuz idi. Onların peygamberleri ve
aralarından iman eden kimseler için uğursuz değildi. Durum böyle olduğuna göre
çarşamba gününün baş tarafından, güneşin zeval vaktine kadar zalime mühlet
verilmesi günün bitmesine doğru zalim eğer zulmünden geri dönmeyecek olursa,
onun aleyhindeki mazlumun bedduasının kabul edileceği uzak bir ihtimal olarak
görülemez. Buna göre o gün zalim hakkında uğursuz bir gün olur. Peygamber
(s.a.v.)'ın bedduası da kafirler hakkında idi. Cabir yoluyla rivayet edilen
hadisteki: "(Bundan böyle) ben de önemli ve ağır bir durumla karşılaştığım
her seferinde ... " sözleri buna işarettir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"İnsanları koparıp
atıyordu." Bu rüzgarın sıfatı konumundadır. Yani rüzgar onları
bulundukları yerden söküp alıyordu. Denildiğine göre onları hurma ağacının,
kökünden sökülmesi gibi, ayaklarının altından (yerden) onları söküp aldı.
Mücahid dedi ki: Rüzgar onları yerden koparıyordu. Tepeleri üzerine onları
bırakıyor, boyunlarını kırıyor, başları vücutlarından ayrılıyordu.
Rüzgar insanları
evlerden söküp alıyordu, diye de açıklanmıştır. Muhammed b. Ka'b babasından
rivayetle Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu kaydetmektedir: "Rüzgar
insanları kabirlerinden söküp çıkardı."
Denildiğine göre; onlar
birtakım çukurlar kazdılar ve bu çukurlara girdiler. Rüzgar onları bu çukurlardan
söküp alıyor, onları paramparça ediyordu. Kazdıkları bu çukurlar içindeki ne
varsa yok olup gitmiş, geriye yerleri çukur olarak kalmış hurma ağaçlarının
dibini andırıyordu.
Yine rivayet edildiği ne
göre; onlardan yedi kişi birtakım çukurlar kazmış ve rüzgardan korunmak için
onların içinde ayağa kalkmışlardı. İbn İshak dedi ki: Rüzgar şiddetlenince, Ad
kavminden yedi kişi ayağa dikildi. Ad kavminin en güçlü ve en iri yarı
olanlarından olan bu şahısların altısının ismi bize zikredilmiş bulunmaktadır.
Amr b. el-Huli, el-Haris b. Şeddad, el-Hilkam, Tikn'in iki oğlu ile Halecan b.
Sa'd. Bunlar çocukları, kadınları iki dağ arasındaki bir geçite soktuktan sonra
kendileri gelen rüzgarın çoluk çocuğa erişme sini önlemek maksadı ile geçidin
ağzına dizildiler. Fakat esen rüzgarlar onları tek tek alıp yere yıktı. Bundan
dolayı Ad kavmine mensub bir kadın şu beyitleri söylemiştir:
"Zaman alıp gitti
Amr b. Huli: ile Rahat ve huzur kaynağı olan şeyleri, Sonra el-Harisi ve yüksek
tepelere çıkan el-Hilkam'ı aldı. Rüzgarın estiği yeri kapatan o kimseyi de, O
belalı günlerde."
et-Taberi der ki:
İfadede hazfedilmiş lafızlar vardır. Yani insanları köklerinden söküp alıyor ve
onları sanki kökten sökülmüş hurma kütükleri gibi bırakıyordu. Buna göre
"kef: sanki" hazfedilmiş fiil ile nasb konumundadır.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kef (: sanki)" hal olarak nasb konumundadır. Yani: İnsanları
kökünden koparılmış hurma kütüklerine benzeyenler olarak söküp çıkartıyordu. Benzetmenin
içinde bulundukları çukurlar için olduğu da söylenmiştir.
"Kütükler"
lafzı (...)'in çoğuludur. Herşeyin arkasına denilir. Ad kavmi ise uzun boylu
idiler. Bundan dolayı yüzleri üstü yıkılmış, hurma ağaçlarına benzetildiler.
"Kökünden kopmuş hurma
kütükleri" buyruğundaki: "Kökünden kopmuş" diye buyurulması (ve
kelimenin sonuna yuvarlak "te" getirilmemesi) "nahl: Hurma
ağaçları" lafzı dolayısı iledir. Bu ise hem müzekker, hem de müennes
olabilen bir çoğuldur.
"Kökünden
koparılmış olan" demektir. "Ağacı kökünden söktüm, kopardım.";
"O da söküldü, koparıldı" denilir.
el-Kisai dedi ki:
"Kuyuya dibine varıncaya kadar indim" demektir. Bir kapta bulunan
suyu dibine kadar tamamıyla bitirinceye kadar içmek halinde de bu fiil
kullanılır. "Kuyunun dibini yaptım" demektir.
Ebu Bekr b. el-Enbarı
dedi ki: İsmail el-Kadi'nin huzurunda el-Müberred'e birileri bu olan bin soru
soruldu. Ona: Yüce Allah'ın: "Süleyman'ın emrine de şiddetli rüzgarı
verdik." (el-Enbiya, 81) buyruğu ile "Gemilere şiddetli bir fırtına
gelip, çatar. "(Yunus, 22) buyruğu ve: "Onlar içleri boşalmış hurma
kütükleri imişler gibi.'' (el-Hakka, 7) buyruğu ve "Sanki onlar kökünden
kopmuş hurma kütükleri idiler" buyruğu arasındaki fark nedir? diye
soruldu, o da: Bu kabilden buyruklara rastladığınız her yerde isterseniz
müzekker olarak lafza göre kullanırsınız, isterseniz anlama göre müennes olarak
kullanırsınız diye cevap verdi.
"(...) ile (...):
Hurma ağacı" lafızlarının aynı manada olup -belirttiğimiz üzere- hem
müzekker, hem de müennes olarak kullanılabilecekleri de söylenmiştir.
"Ya Benim azabım ve
uyarıp korkutmalarım nasılmış? Andolsun ki Biz Kur'an'ı düşünmek için
kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen?" buyruklarına dair
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN