NECM 19 / 22 |
أَفَرَأَيْتُمُ
اللَّاتَ
وَالْعُزَّى
{19} وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ
الْأُخْرَى {20} أَلَكُمُ
الذَّكَرُ
وَلَهُ
الْأُنثَى {21} تِلْكَ
إِذاً
قِسْمَةٌ ضِيزَى {22} |
19.
Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan;
20. Ve
diğer üçüncüleri olan Menat'tan.
21.
Erkekler sizin, dişiler O'nun mu?
22. O
takdirde bu, insafsızca bir paylaştırmadır.
Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'a
vahyi, kudretinin eserlerinden birtakım hususları sözkonusu ettikten sonra
"Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve diğer üçüncüleri olan
Menat'tan" buyruğu ile akıl sahibi olmayan varlıklara ibadet ettiklerinden
ötürü müşriklere karşı delil getirmekte ve şöyle demektedir: Şu tapındığınız
ilahlarınız, benim Muhammed'e vahyettiğim gibi size herhangi bir şey
vahyedebiliyorlar mı?
Lat putu Sakiflilerin,
Uzza Kureyş ve Kinane oğullarının, Menat da Hilaloğullarının idi.
İbn Hişam (el-Kelbl)
dedi ki: Menat, Huzeyl ve Huzaalılarındı. Resulullah (s.a.v.) Mekke'nin
fethedildiği yıl Ali (r.a)'ı gönderip o putu yıktırdı. Daha sonra Taif'te Lat'ı
put edindiler. Lat, Menat'tan daha yeni bir puttu. Dörtgen bir kaya parçası
idi. Bu putun hizmetkarları Sakiflilerdendi. Onlar bu putu inşa ve bina
etmişlerdi. Kureyşliler ve bütün Araplar bunu ta'zim ediyorlardı. Araplar bu
putun adı ile Zeydu'l-Lat ve Teymu'l-Lat gibi isimler verirlerdi. Bu put Taif
mescidinin soldaki minaresinin yerinde idi. Sakif kabilesi müslüman oluncaya
kadar bu put bu haliyle devam etti. Resulullah (s.a.v.)'ın gönderdiği el-Muğire
b. Şube orayı yıktı ve ateş ile yaktı. Daha sonra Araplar Uzza'yı put
edindiler. Bu da Lat'tan daha yeni bir puttur. O putu Zalim b. Es'ad edinmişti.
Şam, Nahle vadisinde Zat-u Irkın üst tarafında idi. üzerine bir bina kurmuşlar
ve bunun içinden bir ses işitiyorlardı.
İbn Hişam dedi ki: Bana
babam Ebu Salih'ten, o İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletti: Uzza bir dişi
şeytan idi. Batn-ı Nahle'de üç tane sedir ağacına gelirdi. Resulullah (s.a.v.)
Mekke'yi fethedince Halid b. el-Velid (r.a)'ı göndererek şöyle dedi:
"Batn-ı Nahle'ye git, sen orada üç tane sedir ağacı göreceksin,
birincisini kes." Halid gidip o ağacı kesti. Hz. Peygambere geri
döndüğünde: "Bir şey gördün mü?" diye sordu. Halid, hayır dedi.
Peygamber:
"İkincisini git
kes" dedi. O da ikincisini gidip kesti, sonra Peygamber (s.a.v.)'a geri
döndü. Peygamber: "Bir şey gördün mü?" diye sordu. O yine: Hayır,
dedi. Peygamber: "O halde üçüncüsünü git kes" diye buyurdu. O da
üçüncüsüne gitti. Orada saçlarını serbest bırakmış Habeşli bir kadın ile
karşılaştı. Ellerini omuzlarına koymuş, dişlerini gıcırdatıyordu. Arkasında da
Dubeyye esSülemi vardı. O da o putun bakıcısı idi. Bunun üzerine şu beyiti
söyledi: "Ey Uzza inkar ediyorum seni, tenzih etmem şanını Çünkü ben
gördüm hakir düşürdüğünü Allah'ın seni"
Sonra ona indirdiği bir
darbe ile başını yardı, ansızın bir kömür parçası oluverdi. Sonra ağacı kesti
ve hizmetkarı Dubeyye'yi öldürdü. Sonra da Peygamber (s.a.v.)'a gelip durumu
haber verince, Peygamber şöyle buyurdu: "İşte o Uzza idi. Bundan sonra da
ebediyyen ona ibadet olunmayacaktır."
İbn Cübeyr dedi ki:
Uzza, cahiliye Araplarının tapındıkları beyaz bir taş idi. Katade: Batn-ı
Nahle'de bir bitki idi, demiştir.
Menat, Huzaalıların putu
idi. Bazı müfessirlerin naklettiklerine göre Lat'ı müşrikler lafzatullah'tan
almışlardır. "el-Uzza"yı el-aziz'den, Menat'ı da: "Allah, o şeyi
takdir etti" kökünden almışlardır.
İbn Abbas, İbn
ez-Zübeyr, Mücahid, Humeyd ve Ebu Salih: "Lat" ismini "te"
harfi de şeddeli olarak okumuşlar ve şöyle demişlerdir: Bu hacılara seviki yağa
batıran bir adam idi. -Bunu Buhari, İbn Abbas'tan diye zikretmiştir.- Bu şahıs
ölünce bu sefer onun kabrinin başında toplandılar ve sonunda ona ibadet
ettiler.
İbn Abbas dedi ki: Bu
şahıs, bir kayanın yanında sevik ve yağ satar ve onun üzerine dökerdi. Bu şahıs
öldükten sonra Sakifliler sevikin sahibini tazim etmek maksadıyla o kayaya
tapındılar.
Ebu Salih dedi ki: Bu
şahıs Taif'te bir adam idi. Onların ilahlarını korur, gözetir ve onlar için
seviki yağa batırırdı. Bu şahıs ölünce Taifliler ona ibadet ettiler.
Mücahid dedi ki: Bu
adam, dağın başında bir kaç koyunu bulunan bir kişi idi. Bunlardan yağı toplar,
keşini alır, sütünü toplardı. Sonra hurma da katarak bunlardan bir çeşit yemek
yapar ve bunu hacılara yedirirdi. Bu kişi Batnı Nahle'de bulunuyordu. Öldükten
sonra ona ibadet ettiler. İşte Lat denilen put budur.
el-Kelbi dedi ki: Bu
Sırma b. Gann diye anılan Sakiflilerden bir kişi idi. Adının Amir b. Zarib
el-Advani olduğu da söylenmiştir. Şair şöyle demektedir: "Lat'a yardıma
kalkışmayın, çünkü Allah helak edecektir onu Kendisini koruyup intikamını
alamayan, size nasıl yardımcı olabilir ki?"
Bununla birlikte sahih
kıraat "te" harfi şeddesiz olarak: "Lat" şeklindedir. Bu,
putun adıdır. üzerinde "te" ile vakıf yapılır. el-Ferra'nın tercihi
de budur.
el-Ferra dedi ki:
el-Kisai'yi Ebu Fek'as el-Esedi'ye bu hususta soru sorarken gördüm. Şöyle dedi:
"Zat" kelimesi üzerinde vakıf yaparsan: "Zah" diye
yaparsın. "Lat" üzerine vakıf yaparsan da: "Lah" diye vakıf
yaparsın dedi ve: "Şimdi haber verin Lat'tan" diye okumuştur.
ed-Duri, el-Kisai'den
naklen, el-Bezı de, İbn Kesir'den naklen, vakıf yapılması halinde
"he" ile: (...) diye okumuştur. "Lat" adının
"Allah" lafzından alındığını söyleyenler de aynı şekilde
"he" ile vakıf yaparlar.
Bunun aslının: (...)
olduğu ve bu yönüyle: "Koyun" lafzının aslının: (...) olmasına
benzediği de söylenmiştir. Bu durumda Lat: "Gizlendi" kökünden
türemiş olmaktadır. Şair şöyle demektedir: "Gizlendi, bir gün olsun dışarı
çıktığı bilinmedi Keşke çıksaydı da biz de onu görseydik."
es-Sıhah'ta şöyle
denilmektedir: Lat, bir putun adı idi. Bu put Sakiflilere ait olup Taif'te
bulunuyordu. Kimi Araplar bunun üzerinde "te" ile vakıf yaparlar,
kimileri de "he" ile.
el-Ahfeş dedi ki: Biz
Araplardan: "Lati ve Uzza" diyenleri duyduğumuz gibi, "O
Lat'tır" deyip, vakıf halinde bunu "te" olarak okuduğunu gördük.
Ayrıca: "O Lat'tır" diyerek ref' konumunda iken cer ile okunduğunu da
göstermişlerdir. "Dün" gibi her durumda kesreli okunan bir lafız
demektir. Böylesi daha güzeldir. Çünkü "Lat"ta bulunan
"elif" ve "lam" hiçbir şekilde -fazladan gelmiş olsalar
dahi- düşmezler. Lat ve Uzza lafızlafını üzerlerinde vakıf yaparak çoğunluğun
söylediklerini duyduğumuz şekil ise "Lah" şeklindedir. Çünkü bu aslı
bir "he" olup, vasıl halinde "te"ye dönüşmüştür. Böyle bir
şivede ise bu kelime: "Şu şu işler oldu" demek gibidir. Kesreli
olarak okuyanların söyleyişine göre: "Heyhat" da böyledir. Şu kadar
var ki "heyhat" lafzının (sonundaki "elif" ile
"te"nin) çoğul olması mümkündür. Fakat "el-Lat" lafzında
bunların çoğul için gelmesi mümkün değildir. Çünkü çoğul halinde te harfi ancak
elif ile birlikte ilave edilir. Şayet "elif" ile "te"yi
aynı anda zaid gelmiş kabul edecek olursak, bu sefer isim tek bir harf üzere
kalır. (Bu da Arapçada mümkün değildir.)
"Ve diğer
üçüncüleri olan Menat'tan" buyruğundaki "Menat" lafzını İbn Kesir,
İbn Muhaysın, Humeyd, Mücahid, es-Sülemi ve Ebu Bekir'den el-A'şa med ile ve
hemzeli olarak: (...) diye okumuşlardır. Diğerleri ise hemzesiz olarak
okumuşlardır. Bunlar iki ayrı söyleyiştir.
Denildiğine göre puta bu
adın veriliş sebebi şudur: Araplar onun yanında kan akıtırlar ve bu yolla ona
yakınlaşmaya çalışırlardı. İşte orada çokça kan akıtıldığından ötürü
"Mina"ya bu ad verilmiştir.
el-Kisai, İbn Kesir ve
İbn Muhaysın bunun üzerinde asla uygun olarak "he" ile vakıf
yaparlardı. Diğerleri ise mushafın hattına uyarak "te" ile vakıf
yaparlardı.
es-Sıhahta şöyle
denilmektedir: Menat, Huzeyl ve Huzaalılara ait Mekke ile Medine arasında
bulunan bir putun adıdır. Sonundaki "he" müenneslik bildirmek
içindir. Te ile üzerinde vakıf yapılır, bu da bir söyleyiştir. Buna nisbet:
"(...) şeklinde yapılır. Abdu Menat b. Ud b. Tabiha ile Zeydu Menat b.
Temim b. Murr (diye anılan şahıslar da vardır.) Bu isim medli de okunur, medsiz
de okunur. Hevber el-Harisı dedi ki: "Acaba İbnu Temim et-Teym b. Abdi
Menae'ye Aramızdaki kin dolayısıyla gitti mi?"
"Diğer"
lafzını Araplar "üçüncü" hakkında kullanmazlar. Onlar lafzı bu
şekilde: "İkinci"nin sıfatı olarak ancak kullanırlar. Bunu da (dil
otoriteleri) farklı şekillerde izah etmişlerdir. el-Halil dedi ki: Böyle buyurması
ayet sonlarına uyması içindir. Nitekim Yüce Allah "Ve ondan başka
işlerimde de yararlanırım. "(Ta-Ha, 18) buyruğunda da "diğer"
anlamındaki lafzı: "Diğerleri" diye kullanmamıştır.
el-Huseyn b. el-Fadl da
şöyle demiştir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Buyruk şöyle gibidir:
"Haber verin Lat'tan ve diğerleri Uzza'dan, bir de üçüncüleri olan
Menat'tan."
Bir başka açıklamaya
göre Yüce Allah'ın: "Ve diğer üçüncüleri olan Menat'tan" diye
buyurmasının sebebi şudur: Bu putun müşrikler nazarında tazim edilmesi sırası,
Lat ile Uzza'dan sonra geliyordu. Buna göre ifade bu şekliyle anlama uygundur.
Bizler İbn Hişam'dan: Menat ilk sırada gelirdi. Bundan dolayı öncelikle onu
tazim ederlerdi, demiş olduğunu zikretmiş bulunuyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ayet-i kerimede ifadenin
kendisine delalet ettiği bir hazf vardır. Yani sizler şu ilahlar hakkında ne
dersiniz? Onların herhangi bir fayda sağladıkları ya da bir zarar verdikleri
görülmüş müdür ki Allah'a ortaklıkları söz konusu olabilsin? Daha sonra Yüce
Allah, azarlayıcı bir üslubla şöyle buyurmaktadır:
"Erkekler sizin,
dişiler O'nun mu?" Bu buyrukla onların: Melekler Allah'ın kızlarıdır,
putlar Allah'ın kızlarıdır, şeklindeki görüşlerini reddetmektedir.
"O takdirde
bu" paylaştırma "insafsızca bir paylaştırmadır." Adaletten
uzaktır, zalimcedir, doğru olamaz, haktan sapmıştır.
"Verdiği hükümde
zalimlik etti" demektir. "Hakkını eksiltti, hakkını ona tam vermedi,
eksiltir, vermez" denilir. -el-Ahfeş'den-. Bazen bu fiil hemzeli olarak
kullanılarak: "Hakkını eksiltti, eksiltir" denilir. Daha sonra
el-Ahfeş şu beyiti zikretmektedir: "Uzak dursan bizden, biz de seni(n
payını) eksik veririz ve eğer aramızda kalırsan, Senin payın eksik verilir,
burnun da yere sürtülmüş olur."
el-Kisai dedi ki: Bir kimse
zulmettiği, haksızlık yaptığı, hakkını eksik verdiği zaman: (...) denildiği
gibi, (...) da denilir.
Şair şöyle demiştir:
"Esedoğulları hükümleriyle zalimlik ettiler, hakkı eksik verdiler, Çünkü
onlar; başı kuyruk gibi değerlendiriyorlar."
Yüce Allah'ın:
"İnsafsızca bir paylaştırmadır" buyruğu haksızca ve zalimcedir,
demektir. "İnsafsızca, haksızca, zalimce" lafzı (...) vezninde olup,
-vezin itibariyle-: "Tuba" ile: "Gebe" kelimeleri gibidir.
"Dat" harfini esreli okumaları ise "ye" harfi dolayısıyladır.
Çünkü Arapçada sıfat olarak: (...) vezninde bir kelime yoktur. Bu vezin
"şi'ra" ve "difla" gibi isimlere ait bir bina (bir
kalıb)dır. el-Ferra da şöyle demektedir:
Bazı Araplar; (...) ile
hemzeli olarak (...) da derler.
Ebu Hatim, Ebu Zeyd'den naklettiğine
göre; o Arapların bu kelimeyi hemzeli okuduklarını işitmiştir.
Başkası da şöyle
demiştir: İbn Kesir de bu şekilde okumuştur. O böylelikle bu kelimeyi suat
değil de: "Hatırlamak, öğüt vermek" gibi bir mastar olarak kabul
etmiş olmaktadır. Zira sıfatlar arasında "fi'la" vezninde bir kelime
olmadığı gibi, bunun aslı da "fu'la" olamaz. Zira bu kelime de kalbi
(harfin harekesinin değiştirilmesini) gerektiren bir husus yoktur. Bu
Arapların: "Ona zulmettim" ifadelerinden alınmıştır. O halde buyruk: Bu
haksızca, zalimce bir paylaştırmadır, demek olur. Bunların aynı anlamda iki
ayrı söyleyiş oldukları da ileri sürülmüştür. Yine bu kelimenin bu iki şeklin
dışında: (...) şeklindeki kullanımları da nakledilmiştir.
el-Müerric dedi ki:
Araplar: (...) kelimesinde "dat" harfini ötreli kullanmayı hoş
görmemişler ve -aslı itibariyle "vav"lı olmakla birlikte-
"ye" harfinin "vav"a dönüşmesini istemediklerinden
"dat" harfini kesreli okumuşlardır. Tıpkı: "Beyaz" lafzının
çoğulunda: (...) demeleri gibidir. Halbuki bunun aslı: (...) şeklindedir.
Tıpkı: "Kırmızılar, sarılar yeşiller" lafızlarında olduğu gibi. Bu
fiilin: (...) şeklinde kullanıldığını kabul edenlere göre de isim: (...)
şeklinde: "Şura" gibi gelir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN