NECM 11 / 18 |
مَا
كَذَبَ
الْفُؤَادُ
مَا رَأَى {11}
أَفَتُمَارُونَهُ
عَلَى مَا
يَرَى {12}
وَلَقَدْ
رَآهُ نَزْلَةً
أُخْرَى {13}
عِندَ
سِدْرَةِ
الْمُنْتَهَى
{14} عِندَهَا
جَنَّةُ
الْمَأْوَى {15} إِذْ
يَغْشَى
السِّدْرَةَ
مَا يَغْشَى {16}
مَا زَاغَ
الْبَصَرُ
وَمَا طَغَى {17} لَقَدْ
رَأَى مِنْ
آيَاتِ
رَبِّهِ
الْكُبْرَى {18} |
11.
Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı.
12.
Şimdi siz gördükleri hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.
Andolsun ki onu diğer bir inişinde görmüştü.
14.
Sidretu'l-Münteha yanında.
15.
Cennetu'l-Me'va da onun yanındadır.
16. O
vakit Sidreyi bürüyen büruyordu.
17. Göz
başka yöne kaymadı ve aşmadı da.
18.
Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür.
"Gözüyle gördüğünü
kalb yalanlamadı." Yani Muhammed (s.a.v.)'ın kalbi Mirac gecesi
(gördüklerini) yalanlamadı. Çünkü Yüce Allah onun görmesini kalbine
yerleştirmişti ve nihayet Yüce Rabbini de görmüştü. Allah bunu da ru'yet
(görmek) olarak ifade buyurmuştur.
Bunun göz ile gerçek bir
görme olduğu da söylenmiştir.
Birinci açıklama İbn
Abbas'tan rivayet edilmiştir. Müslim'in, Sahih'inde ise Peygamber Efendimizin
Rabbini kalbi ile gördüğü belirtilmektedir.
Bu Ebu Zerr ile ashab-ı kiramdan bir topluluğun görüşüdür.
İkincisi ise Enes'in ve
bir başka topluluğun görüşüdür. Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Sizler candan dostluğun İbrahim'e, kelamın Musa'ya, ru'yetin
Muhammed (s.a.v.)'a tahsis edilmesine hayret mi ediyorsunuz? Yine İbn Abbas'tan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz Haşimoğullarına gelince, Muhammed Rabbini
iki defa görmüştür, diyoruz. Bu hususa dair açıklamalar, daha önce el-En'am
Süresi'nde Yüce Allah'ın: "Gözler ona erişemez. O ise bütün gözleri
kuşatmıştır." (el-En'am, 103) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
Muhammed b. Ka'b da şunu
rivayet etmektedir: Ey Allah'ın rasülü, dedik. Allah'ın salat ve selamı üzerine
olsun. Rabbini gördün mü? diye sorduk. o: "Rabbimi kalbim(in gözü) ile iki
defa gördüm." dedi, sonra da Yüce Allah'ın: "Gözüyle gördüğünü kalp
yalanlamadı" buyruğunu okudu.
Üçüncü bir görüşe göre
de o Yüce Allah'ın celalini ve azametini görmüştür. Bu görüş el-Hasen'in
görüşüdür.
Ebu'l-Aliye rivayetle
dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'a: Rabbini gördün mü? diye soruldu, o da şöyle
buyurdu: "Bir ırmak gördüm. ırmağın ötesinde bir perde, perdenin ötesinde
de bir mum gördüm. Bundan başka bir şey de görmedim."
Müslim'in, Sahih'inde
Ebu Zerr'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasülullah (s.a.v.)'a: Rabbini
gördün mıY diye sordum. O: "(O) bir nurdur. O'nu nasıl görebilirim?"
diye buyurdu.
Yani ondan gelen nur
beni etkisi altına alarak O'nu görmemi engelleyecek şekilde gözlerimi
kamaştırdı. Buna diğer rivayette gelen: "Bir nur gördüm" ifadesi de
delil teşkil etmektedir.
İbn Mesud dedi ki:
Cebrail'i gerçek suretinde iki defa gördüm.
Hişam, İbn Amir'den ve
Şam ahalisinden naklen "yalanlamadı" anlamındaki buyruğunu şeddeli
olarak: (...) diye okuduklarını rivayet etmiştir. Yani Muhammed'in kalbi o gece
gözleriyle gördüklerini yalanlamadı. Aksine onları tasdik etti. Buna göre
"Şey" lafzı her hangi bir harf-i cer takdir etmeksizin bu fiilin
mefulüdür. Çünkü bu fiil bu şekilde şeddeli olarak kullanılırsa, harf(-i cer)
olmadan teaddi eder. Bununla birlikte: "Şey", (...) anlamında ism-i
mevsul olup, aidi hazfedilmiştir. Fiille birlikte mastar olması da mümkündür.
Diğerleri ise şeddesiz okumuşlardır.
Yani: "Muhammed'in
kalbi gördüğü şeyler hususunda yalan söylemedi" demek olup, burada sıfat
harfini ("de" anlamını veren edatı) düşürmüş olmaktadır. Hassan (r.a)
da şöyle demiştir: "Eğer bana o söylediğin sözü doğru söylediysen,
el-Haris b. Hişam'ın kurtuluşu gibi kurtulursun."
Burada da: (...): Bana
söylediğin o şeyde" anlamındadır. Yine de fiille beraber mastar olması da
mümkündür. (...) anlamında olması da mümkündür. Muhammed (s.a.v.)'ın kalbi
gördüğü o şeyi yalanlamadı, demek olur.
"Şimdi siz
gördükleri hakkında onunla tartışıyor musunuz?" buyruğundaki: "Şimdi
siz ... onunla tartışıyor musunuz" lafzını Hamza ve el-Kisai
"elif"siz olarak "te" harfi üstün ve "siz onu inkar mı
ediyorsunuz" anlamında: (...) diye okumuşlardır. Bu okuyuşu Ebu Ubeyd
tercih etmiştir. Çünkü o şöyle demiştir: Onlar onunla tartışmadılar, onu inkar
ettiler. Nitekim "Hakkını inkar etti" ve: "Hakkını ben inkar
ettim" denilir. Şair de şöyle demiştir: "Sen dosdoğru, samimi ve
gerçekten ikram sahibi bir kardeşinden darılacak olursan, Sana karşı nankörlük
etmeyen bir kardeşin hakkını inkar etmiş olursun."
el-Müberred dedi ki: Bir
kimse diğerinin hakkını engelleyip hakkını ona vermemekte direnecek olursa:
(...) ile (...) denilir. Devamla dedi ki: (...)'in (...) anlamına gelmesine de
Ka'b b. Rabia oğullarının: (...) tabirini; "Allah senden razı olsun"
anlamında kullanmaları örnek gösterilmiştir.
el-A'rec ve Mücahid de
bu kelimeyi "elif"siz olarak "te" harfi ötreli: (...)
şeklinde; (...)'den gelen bir fiil diye okumuşlardır ki; "siz onu şüpheye
ve tereddüte mi düşürüyorsunuz?" demek olur. Diğerleri ise
"elif" ile (...) diye okumuşlardır. "Onun Allah'ı gördüğü
hususunda onunla tartışıyor ve onunla münakaşa mı ediyorsunuz" demektir.
Her iki anlam da birbiriyle içiçedir. Çünkü onların tartışmaları da bir
inkardı. (İnkardan kaynaklanıyordu.)
Şöyle de açıklanmıştır:
İnkar onların her zamanki tavırları idi. Bu ise yeni bir tartışma olup,
-önceden (el-İsra, 1. ayet, 5. başlıkta) geçtiği gibi- şöyle demişlerdi: Sen
bize Beytu'l-Makdis'in niteliklerini söyle ve Şam yolunda bulunan kervanımızın
durumunu bize haber ver.
"Andolsun ki onu
diğer bir inişinde görmüştü." buyruğundaki: "Bir iniş" hal
konumunda mastardır: Andolsun ki bir diğer inişte inerken onu görmüştü,
denilmiş gibidir. İbn Abbas dedi ki: Muhammed (s.a.v.) bir diğer defa Rabbini
kalbi ile gördü.
Müslim de
Ebu'l-Aliye'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı" ve "Andolsun ki onu diğer
bir inişinde görmüştü" buyrukları hakkında dedi ki: Onu iki defa kalbi ile
gördü. Buna göre "diğer bir inişinde" buyruğu Muhammed (s.a.v.)'e
aittir. Çünkü farz namazların sayısına göre onun defalarca çıkıp inmesi
sözkonusu olmuştu. Çünkü herbir yükselişin bir inişi vardır. İşte Yüce
Allah'ın:
"Sidretu'l-Münteha
yanında" buyruğu: Muhammed (s.a.v.) Sidretu'l-Münteha yanında ve bu
inişlerden birisinde (onu gördü), demek olur.
İbn Mesud ve Ebu Hureyre
Yüce Allah'ın: "Andolsun ki onu diğer bir inişinde görmüştü"
buyruğunda sözü edilenin Cebrail olduğunu söylemişlerdir. Bu da aynı şekilde
Müslim'in, Sahih'inde sabittir.
İbn Mesud da dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben Cebrail'i en yüksek ufukta tüylerinden
inci ve yakutun döküldüğü altıyüz kanatlı haliyle gördüm." Bunu da
el-Mehdevi zikretmiştir. Yüce Allah'ın: "Sidretu'l-Münteha yanında" buyruğundaki:
"Yanında" lafzı az önce açıkladığımız gibi, "onu ...
görmüştü" buyruğunun sılasındandır.
Sidr: Nebik (köknar
yemişi) veren ağacın adıdır. Bu ağaç altıncı semadadır. Yedinci semada olduğunu
belirten rivayetler de gelmiştir. Bunu belirten rivayet Sahih-i Müslim'de yer
almaktadır. Birincisi Murre'nin Abdullah'tan yaptığı rivayettir. Abdullah dedi
ki: Rasülullah (s.a.v.) İsra'ya götürülünce Sidretu'l-Münteha'ya kadar
ulaştırıldı.
Sidretu'l-Münteha
altıncı semadadır. Yerden yükselenler oraya kadar yükselir ve oradan alınır.
Onun üstünden gelip aşağıya indirilenler de oraya kadar gelir ve oradan alınır.
"O vakit Sidreyi bürüyen bürüyordu." buyruğu hakkında dedi ki: Onu
altından kelebekler bürüyordu. Rasülullah (s.a.v.)'a üç husus verildi: Ona beş vakit
namaz verildi. el-Bakara Süresi'nin son ayetleri verildi ve ümmeti arasından
Allah'a ortak koşmayan kimselere, kişiyi cehenneme götüren büyük günahlar
bağışlandı.
İkinci hadisi Katade,
Enes'ten rivayet etmiş olup buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben yedinci semada bulunan Sidretu'l-Münteha'ya kadar yükseltildim. O
Sidre'nin köknar yemişleri Hecer testileri gibi, yaprakları da fil kulakları
gibi idi. Onun dibinden ikisi görünen, ikisi de batın (gizli, olmak üzere dört)
nehir çıkıyordu. Ey Cebrail! Bu nedir, diye sordum. Dedi ki: Batın (görünmeyen)
iki nehir cennettedir. Zahir olan iki nehir ise Nil ve Fırat'tır." Bu,
Darakutni'nin rivayet ettiği lafzıdır.
"Be" harfi
esreli olarak "nebik" sidr (Arabistan kirazı) yemişinin adıdır. Tekili:
(...) diye gelir. "Nebk" diye de söylenir. Bunları Yakub
"el-Islah"adlı eserinde zikretmiştir ki, bu ikincisi Mısırlıların
söyleyişidir. Fakat birincisi daha fasihtir, Peygamber (s.a.v.)'den sabit olan
söyleyiş de odur.
Tirmizi, Ebu Bekir
(r.a)'ın kızı Esma (r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben
Resulullah (s.a.v.)'ı -ona Sidretu'l-Münteha'dan sözedilmiş olduğu bir sırada-
şöyle buyururken dinledim: "Suvari onun bir dalının gölgesinde yüzyıl
süreyle yol alır. Yahut onun gölgesinde yüz süvari gölgelenir. -Şüphe eden
Yahya'dır.- Onda altından kelebekler vardır, yemişleri testiyi andırır."
Ebu İsa dedi ki: Bu hasen bir hadistir.
Derim ki: Müslim'in
kaydettiği Sabit'in, Enes'ten rivayet ettiği hadisin lafzı da böyledir:
"Sonra Sidretu'l-Münteha'ya götürüldüm. Baktım ki yaprakları fillerin
kulakları gibi, meyveleri testiler gibi. Aziz ve celil olan Allah'ın emrinden
onu bürüyen bürüyünce değişikliğe uğradı. Güzelliğinden ötürü Allah'ın
yarattıklarından hiçbir kimse onun niteliğini anlatamaz. ''
Ona neden
Sidretu'l-Münteha adının verildiği hususunda farklı dokuz görüş vardır:
1- İbn Mesud'dan az önce
kaydedildiği üzere üstünden inen herbir şey oraya kadar ulaşır ve oraya ulaşan
da oradan yükselir.
2- Peygamberlerin
bilgisi orada son bulur ve onun ötesinde olanı bilmezler. Bu görüş İbn
Abbas'ındır.
3- Ameller oraya kadar
ulaşır ve oradan alınır. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır.
4- Melekler ve
peygamberler oraya kadar ulaşır ve orada dururlar. Bu da Ka'b'ın görüşüdür.
5- Ona Sidretu'l-Münteha
adının veriliş sebebi, şehitlerin ruhlarının ulaştıkları son noktanın orası
oluşundan dolayıdır. Bu görüş de er-Rabi' b. Enes'indir.
6- Müminlerin ruhları en
son oraya ulaşır. Bu da Katade'nin görüşüdür. 7- Muhammed (s.a.v.)'ın sünneti
ve yolu üzere giden herkes en son oraya kadar ulaşır. Bu açıklamayı da Ali
(r.a) ve yine er-Rabi' b. Enes yapmıştır.
8- Sidretu'l-Münteha,
Arş'ı taşıyanların başları üzerinde bulunan bir ağaçtır. Bütün mahlukatın
bilgisinin ulaştığı en son nokta orasıdır. Bu görüş de Ka'b'ındır.
Derim ki -Allah-u a'lem-
şunu kastetmektedir: Bu ağacın yüksekliği, dallarının yüceliği Arş'ı taşıyan
meleklerin başını dahi aşmıştır. Bunun deli li de daha önce geçen onun kökünün
altıncı semada, en üst noktalarının da yedinci sema da oluşuna dair
açıklamalardır. Daha sonra bunun da ötesini aşarak Arş'ı taşıyanların başlarını
da geçmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
9- Bu ağaca bu ismin
veriliş sebebi, oraya yükseltilenin artık şeref ve değer itibariyle en ileri
dereceye varmış olmasından dolayıdır.
Ebu Hureyre'den rivayete
göre Rasülullah (s.a.v.) İsra'ya götürülünce, Sidretu'l-Münteha'ya kadar
ulaştırıldı, ona: Bu Sidretu'l-Münteha'dır, senin ümmetinden olup sünnetin
üzere yürüyenler müstesna, herkesin ulaşacağı en son nokta burasıdır. Tadı
bozulmayan sulardan ırmakların, tadı değişmeyen sütten ırmakların, içenlere
lezzet veren şaraptan ırmakların ve süzme baldan ırmakların hep onun dibinden
çıkmakta olduğunu gördü. Hızlıca yol alan atlı, gölgesinde yüzyıl boyunca yol
aldığı halde onun gölgesini bitiremediği bir ağaçtır. Onun bir yaprağı ümmetin
tümünü örter (gölgeler.) Bunu es-Sa'lebi zikretmiştir.
"Cennetu'l-Me'va da
onun yanındadır." Bu Me'va cennetinin yerini tanıtmaktadır. Onun Sidretu'l-Münteha'nın
yanında olduğunu belirtmektedir.
Ali, Ebu Hureyre, Enes,
Ebu Sebra el-Cüheni, Abdullah b. ez-Zübeyr ve Mücahid: "Cennetu'l-Me'va da
onun yanındadır" diye okumuşlardır
ki; bu da kalınan cennet demektir. Mücahid: Bununla: "Onu örttü, bürüdü"
demek istemektedir, der. "He" (o) zamiri de Peygamber (s.a.v.)'a
aittir.
el-Ahfeş dedi ki: Bu da
ona yetişti anlamındadır. "Gece onu örttü" demeye benzer. Onu gizledi
ve ona yetişti demektir.
Genelin kıraati ise:
"Cennetu'l-Me'va" şeklindedir.
el-Hasen dedi ki: O,
takva sahibi kimselerin sonunda gireceği cennettir.
Bunun şehidlerin
ruhlarının ulaştığı cennet olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn Abbas demiştir.
Bu cennet Arş'ın sağ tarafındadır.
Adem (a.s)'ın kendisine
oradan çıkıncaya kadar sığındığı cennettir ve o yedinci semadadır, diye de
açıklanmıştır. Müminlerin eşlerinin tümünün Cennetu'l-Me'va'da olduğu da
söylenmiştir.
Bu cennete
"Cennetu'l-Me'va" adının veriliş sebebi ise, müminlerin ruhlarının
buraya sığınmasıdır. Bu cennet Arş'ın altındadır. Bu cennetin nimetlerinden
faydalanırlar ve oranın hoş koku ve esintilerini teneffüs ederler.
Cebrail ve Mikail
-ikisine de selam olsun-'in o cennete sığındıklarından ötürü bu ismin verildiği
de söylenmiştir.
"O vakit Sidre'yi
bürüyen bürüyordu." buyruğu hakkında İbn Abbas, edDahhak, İbn Mesud ve
arkadaşları: Altından kelebekler (bürüyordu), demişlerdir. Bunu İbn Mesud ve
İbn Abbas, Peygamber (s.a.v.)'a merfu bir rivayet olarak rivayet etmişlerdir.
Daha önce de Müslim'in Sahih'inde İbn Mesud'dan onun bu görüşü kaydedilmiş
bulunmaktadır. el-Hasen dedi ki: Onu alemlerin Rabbinin nuru bürüdü ve o da
nurlandı.
el-Kuşeyri dedi ki:
Resulullah (s.a.v.)'a: Onu ne bürüdü? diye soruldu da, o: "Altından
kelebekler" diye buyurdu. Bir başka haberde de: "Onu Allah'tan gelen
bir nur bürüdü. Öyle ki kimse ona bakamıyordu." denilmektedir.
er-Rabi' b. Enes dedi
ki: Onu Rabbin nuru bürüdü, melekler ise kargaların ağacın üzerine konmaları
gibi onun üzerine konuyordu.
Peygamber (s.a.v.)'dan
dedi ki: Ben Sidre'yi altından kelebekler bürürken gördüm. Herbir yaprağın
üzerinde bir meleğin Yüce Allah'ı tesbih etmekte olduğunu gördüm. İşte Yüce
Allah'ın: "O vakit Sidre'yi bürüyen bürüyordu" buyruğu bunu
anlatmaktadır. Bunu el-Mehdevi ve es-Sa'lebi zikretmektedir.
Enes b. Malik: "O
vakit Sidre'yi bürüyen bürüyordu." buyruğu hakkında dedi ki: (Onu)
altından çekirgeler (bürüyordu). Bunu merfu bir rivayet olarak da
zikretmiştir.
Mücahid dedi ki: O yeşil
bir refref (kuşu)dur. Yine Peygamberden şöyle buyurduğu zikredilmiştir:
"Onu yeşil kuşlardan bir refref bürüyordu."
İbn Abbas'tan: Onu
izzetin Rabbi bürüyordu. -Müslim'de merfu olarak yer aldığı şekilde- dediği
rivayet edilmiştir. "Allah'ın emriyle onu bürüyen bürüyünce ... "
Bunun, emrin tazim
edilmesini ifade ettiği de söylenmiştir. Şöyle buyurmuş gibidir: O vakit
Sidre'yi Yüce Allah'ın melekutunun delillerinden bildirdiği şeyler bürüyordu.
İşte Yüce Allah'ın: "Kuluna vahyettiğini vahyetti." buyruğu ile
''şehirlerini kaldırıp yere attığını) örttüğü şeylerle onları örttüğünü''
(en-Necm, 53-54) buyruğu da böyledir. ''Gerçekleşmesi muhakkak olan; nedir o
gerçekleşmesi muhakkak olan'' (el-Hakka, 1-2) buyruğu da (bu yönüyle) bunun
gibidir.
el-Maverdi
''Meani'l-Kuran'' adlı eserinde şöyle demektedir: Diğer ağaçlar dururken bu iş
için neden Sidre seçilmiştir, diye sorulacak olursa, şu cevap verilir: Çünkü
sidre'nin üç özelliği vardır: Upuzun bir gölgesi, (meyvesinin) lezzetli bir
tadı ve hoş bir kokusu vardır. Bu yönü ile söz, amel ve niyeti birarada ihtiva
eden imana benzemektedir. İmana göre onun gölgesi, ileri gitmesi dolayısıyla-
amel konumundadır. Tadı ise gizliliği dolayısıyla niyete benzer, kokusu açıkça
ortada olduğu için söz konumundadır.
Ebu Davud, Sünen'inde şu
rivayeti kaydetmektedir: Bize Nasr b. Ali anlattı, dedi ki: Bize Ebu Usame
anlattı: O, İbn Cüreyc'den, o Osman b. Ebi Süleyman'dan, o Said b. Muhammed b.
Cübeyr b. Mut'im'den, o Abdullah b. Habeşi'den dedi ki: Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Her kim bir sidre (Arabistan kirazı, sedir) ağacını kesecek
olursa, Allah onun başını ateşe doğru çevirir. ''
Ebu Davud'a hadisin
anlamı hakkında sorulunca şöyle dedi: Bu hadis muhtasardır. Yani kim düzlük bir
arazide giden gelen yolcuların ve gölgesinde hayvanların barındığı bir sedir
ağacını onda kendisine ait bulunan bir hak bulunmaksızın zulmen ve boş yere
kesecek olursa, Allah da onun başını ateşe doğru çevirir, demektir.
"Göz başka yöne
kaymadı ve aşmadı da" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki: Yani göz sağa ve
sola kaymadı. Görmüş olduğu sınırı da aşmadı.
Kendisine verilen emri
aşmadı, diye de açıklanmıştır.
Bir başka açıklama da
şöyledir: O gördüğü ayet (ilahi belge ve mucizeler)den başkasına gözünü
uzatmadı.
İşte bu, Peygamber
(s.a.v.)'ın o makamdaki edebini anlatmaktadır. Çünkü orada sağa ve sola dönüp
bakmadı.
"Andolsun ki,
Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki:
O ufuğu kapatan bir refref gördü. el-Beyhaki, Abdullah'tan şöyle dediğini
zikretmektedir: "Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür" buyruğu hakkında
İbn Abbas dedi ki: O semanın ufkunu kapatan yeşil bir refref gördü. Yine ondan
şöyle dediğini zikretmektedir: Resulullah (s.a.v.) Cebrail (a.s)'ı yeşil bir
refref elbisesine bürünmüş olduğu halde gördü. O bu haliyle sema ile arz
arasını doldurmuştu. el-Beyhaki dedi ki: Hadiste geçen "bir refref
gördü" ifadesinden kasıt Cebrail (a.s)'ı refrefte gerçek suretinde
gördüğüdür. Refref ise, bir yaygı, bir sergidir, döşek olduğu da söylenmiştir.
Refrefin, giydiği elbise
olduğu da söylenmiştir. Peygamber (s.a.)in onu baştan aşağı bir refref
elbisesine bürünmüş olduğu haliyle gördüğü rivayet edilmiştir.
Derim ki: Bunu Tirmizi,
Abdullah'tan gelen bir rivayet olarak kaydetmektedir. Abdullah dedi ki:
"Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı." buyruğu hakkında dedi ki:
Resulullah (s.a.v.), Cebrail (a.s)'ı sema ile arz arasını doldurmuş olduğu
halde refreften bir elbise içerisinde gördü. (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih
bir hadistir.
Derim ki İbn Abbas'tan
da Yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarktı" buyruğu hakkında ifadede
takdim ve tehir vardır, dediği rivayet edilmiştir. Yani refref, Muhammed
(s.a.v.)'a mirac gecesinde sarktı, üzerine oturdu, sonra yükseltildi ve Rabbine
yaklaştı. Dedi ki: Cebrail benden ayrıldı ve duyduğum sesler kesildi, Rabbimin
kelamını işittim."
Buna göre refref yaygı
ve buna benzer üzerine oturulan bir şeydir. Birinci anlamı ile refref
Cebrail'dir.
Abdurrahman b. Zeyd ile
Mukatil b. Hayyan dedi ki: Peygamber (s.a.v.) Cebrail (a.s)'ı semada bulunduğu
gerçek suretinde gördü. Müslim'in, Sahih'inde Abdullah'tan da böyle rivayet
edilmiştir. Abdullah dedi ki: "Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden
görmüştür." O Cebrail'i asli suretinde altıyüz kanada sahib olduğu haliyle
gördü.
Bununla birlikte
Cebrail'in refref elbisesi içerisinde ve refref üzerinde görünmüş olması
ihtimali de uzak değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
ed-Dahhak dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) Sidretu'l-Münteha'yı gördü. İbn Mesud'dan: O, Sidre'yi
bürüyen altın kelebekleri gördü. Bunu da el-Maverdi nakletmektedir. Miracı
gördü diye de açıklanmıştır.
Burada sözü edilenler
İsra'ya gittiği o gecede gidişinde ve dönüşünde gördüğü şeylerdir, diye de
açıklanmıştır. Bu açıklama daha güzeldir. Bunun delili de: "Ona
ayetlerimizden bazısını gösterelim diye. "(el- İsra, 1)
(Tefsirini yaptığımız
ayetteki): "... den" lafzının teb'iz (kısmilik bildirmek) için olması
mümkündür. "Büyük" lafzının da: "Görmüştür" lafzının mefulü
olması mümkündür. Aslında "büyük" anlamındaki lafız "ayetler"in
sıfatıdır. Tekil olarak gelmesi ayet sonu oluşundan dolayıdır. Diğer taraftan
çoğulun müfred müennes lafzı ile nitelendirilmesi de mümkündür. Yüce Allah'ın:
"Ve ondan başka işlerimde de yararlanırım. "(Ta-Ha, 18) buyruğunda
olduğu gibi.
Bir başka görüşe göre
buradaki "büyük" lafzı hazfedilmiş bir kelimenin sıfatıdır. Yani
andolsun ki o, Rabbinin ayetlerinden büyük bir "ayet" görmüştür.
Bununla birlikte: "
... den" lafzının fazladan gelmiş olması da mümkündür. "O Rabbinin
büyük ayetlerini görmüştür" demek olur. Buyrukta takdim ve tehir olduğu da
söylenmiştir. "O Rabbinin ayetlerinden en büyük olanı görmüştür"
demek olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN