ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NECM

1

/

10

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى {1} مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى {2} وَمَا يَنطِقُ

عَنِ الْهَوَى {3} إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى {4} عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى {5}

ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى {6} وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى {7} ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى {8}

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى {9} فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى {10}

 

1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki:

2. Arkadaşınız asla sapmadı, batıla da yönelmedi.

3. O, kendi hevasından bir söz söylemez.

4. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir.

5. Ona çetin güçler sahibi öğretti.

6. O, büyük bir güce sahiptir. Hemen asıl şeklinde doğruluverdi.

7  Ve o en yüksek ufukta idi.

8. Sonra yaklaşıp sarktı.

9. Böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı;

10. Kuluna vahyettiğini vahyetti.

 

"Battığı zaman yıldıza andolsun ki" buyruğu hakkında İbn Abbas ve Mücahid şöyle demişlerdir: "Battığı zaman yıldıza andolsun ki" buyruğu, tan yeri ile birlikte batan Süreyya yıldızına andolsun ki, demektir. Süreyya yıldızı, her ne kadar sayıca birçok yıldız olmakla birlikte Araplar Süreyya'ya bir yıldızmış gibi adını verirler. Denildiğine göre o yedi yıldızdan oluşan bir topluluktur. Bunların altısı görünür, bir tanesi ise gizlidir. İnsanlar onu görüp görmemekle görme kuvvetlerini sınarlar. Kadı Iyad'ın eş-Şıfa adlı eserinde belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Süreyya (ülker) yıldızında onbir yıldız görürdü.

 

Yine Mücahid'den nakledildiğine göre: İndiği zaman Kur'an'a andolsun ki, demektir. Çünkü Kur'an da nücum halinde (kısım kısım, parça parça anlamında ve aynı zamanda yıldızlar demektir) inerdi. el-Ferra da böyle demiştir. Yine ondan nakledildiğine göre; semadaki bütün yıldızların battığı zamanını kastetmektedir. Bu el-Hasen'in de görüşüdür. O şöyle demektedir: Yüce Allah battığı zaman yıldızlara yemin etmektedir. Çoğul anlamı olmakla birlikte, tekillafız ile ifade edilmesi anlatım üslubuna aykırı değildir. Nitekim çoban şöyle demiştir:

 

"Yıldız(lar)ı (yansıttığından ötürü) o dopdolu tencerede sayarak geceyi geçirdi, Yiyenlerin elinde çabukça donuveren (o yemeğin tenceresinde)."

 

Ömer b. Ebi Rabia da şöyle demektedir: "Semadaki yıldız(lar)ın en güzeli Süreyya yıldızıdır, Süreyya ise yeryüzünde kadınların en güzelidir."

 

Yine el-Hasen şöyle demektedir: Burada "yıldız"dan kasıt, kıyamet gününde yıldızların döküleceği vakittir. es-Süddı de şöyle demektedir: Burada "yıldız"dan kasıt Zühre (venüs) yıldızıdır. Çünkü Araplardan bir topluluk bu yıldıza ibadet ediyorlardı.

 

Bununla kastedilenin şeytanların kendileriyle taşlandığı yıldızlar olduğu da söylenmiştir. Bunun sebebi de şudur: Yüce Allah Muhammed (s.a.v.)'ı peygamber olarak göndermeyi murad edince doğumundan önce yıldızlar çokça dökülmeye başladı. Ondan dolayı Araplar oldukça korktular ve kendilerine kehanette bulunan gözleri kör bir kahinin yanına koştular. O da onlara olaylar hakkında haber veriyordu. Bu olay hakkında da ona soru sormaları üzerine o: Oniki burca bir bakınız. Eğer bu burçlardan birisi düşmüşse dünyanın sonu geldi, demektir. Eğer onlardan hiçbir şey düşmemişse dünyada çok büyük bir iş meydana gelecek demektir. Bunun üzerine dikkatle olayları incelemeye koyuldular. Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilince, işte uyarılıp dikkat kesildikleri büyük iş o oldu. Yüce Allah da:

 

"Battığı zaman yıldıza andolsun ki" diye buyurdu. Yani o batan yıldız, işte bu ortaya çıkan peygamberlik dolayısıyla batmıştır.

 

Buradaki "yıldız"dan kastın sapı, gövdesi olmayan bitki olduğu da söylenmiştir. "Kayması" ise yerin üzerine düşmesi demektir.

 

Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn (Allah onlardan razı olsun) dedi ki: "Yıldıza andolsun" buyruğunda Muhammed (s.a.v.)'ı kastetmektedir. "Battığı zaman" da Mirac gecesi semadan yere indiği zaman demektir.

 

Urve b. ez-Zübeyir (r.a)'dan rivayete göre Ebu Leheb'in oğlu Utbe, Rasulullah (s.a.v.)'ın kızı ile evli idi. Şam'a gitmek istedi. Andolsun Muhammed'e gidip ona eziyet edeceğim, dedi. Yanına varıp: Ey Muhammed ben "battığı zaman yıldızı, yaklaşıp sarkanı inkar ediyorum" dedi, sonra da Resulullah (s.a.v.)'ın yüzüne tükürdü, kızını boşayıp ona gönderdi. Rasulullah (s.a.v.) da: "Allah'ım Sen bunun üzerine yırtıcı hayvanlarından birisini musallat et." diye bedduda etti.

 

Bu esnada Ebu Talib de orada bulunuyordu. Bu duadan endişeye kapıldı ve: Ey kardeşimin oğlu, sen bu duayı yapmayabilirdin dedi. Utbe babasına gidip, ona durumu haber verdi. Sonra da Şam'a çıktılar, bir yerde konakladılar. Oradaki manastırdan bir rahip onların yanına gelip:

 

Burası yırtıcı hayvanı çok olan bir yerdir, dedi. Ebu Leheb arkadaşlarına: Ey Kureyş topluluğu bu gece siz bizi koruyunuz. Çünkü ben Muhammed'in yaptığı bedduanın oğlumu tutacağından korkuyorum, dedi. Bunun üzerine develerini toplayıp etraflarında çöktürdüler ve özellikle Utbe'yi gözetlemeye koyuldular. Bir arslan gelip onların yüzlerini koklamaya başladı ve nihayet Utbe'ye bir darbe indirip onu öldürdü. Hassan da şöyle demiştir: "Bu sene kimisi ailesinin yanına dönse bile, Yırtıcı hayvanın yediği kimse geri dönemez."

 

Aslında ("yıldız" anlamı verilen): "Çıkmak, doğmak" demektir. Mesela "Diş çıktı", "Filan kişi filan ülkede çıktı" yani sultana baş kaldırdı, denilir.

 

("Battı" anlamı verilen): "İnmek ve yere düşmek" demektir. Kullanım şekli itibariyle: "İndi, iner, inmek" diye kullanılır ve "Gitti, gider, gitmek" fiilinin kullanımına benzer. Şair Züheyr şöyle demektedir: "O develeri, çakılı bol ve yürünmesi zor yüksekçe yerlere çıkardı ve onlar yıkılıyordu, Tıpkı halatlarla aşağı sarkıtılan kovanın düşmesi gibi."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Bizler Belakis el-Kaa' denilen yerde iken Hızlı gidiyorken; develer de alabildiğine iniyorken Seni hatırladım da kalbime bir düşünce saplandı Gevşetti gücümü artık, yoluma devam edemedim."

 

el-Esmai dedi ki: üstün ile "Yukarıdan aşağıya doğru düştü, düşer" demektir. "Geceleyin yürüyüşüne devam etti" anlamındadır. (...) ile (...) aynı anlamda iki ayrı söyleyiştir. İşte şair bu iki söyleyişi de şu beyitinde birarada kullanmış bulunmaktadır: "Nice konak yeri vardır ki, ben olmasaydım sen oradan aşağı düşerdin, Dağın en yüksek tepesinden bütünüyle düşen bir şeyin düşüşü gibi."

 

Sevgi ve muhabbeti anlatmak için de esreli olarak: "Sevdi, sever, sevmek" denilir.

"Arkadaşınız asla sapmadı" buyruğu yeminin cevabıdır. Yani Muhammed (s.a.v.) haktan uzak düşmedi, ondan başka bir tarafa sapmadı.

 

"Batıla da yönelmedi." buyruğundaki fiilin mastarı: (...): Doğrunun zıttı" demektir.

O sapkın bir kimse olmadı. Batıl bir söz söylemedi, diye de açıklanmıştır. İstediğinden mahrum düşmedi diye de açıklanmıştır. "Mahrum kalmak, zarara uğramak" demektir. Şair şöyle demiştir: "Kim bir hayır görse; över insanlar onun durumunu, Kim de istediğini elde edemezse, hüsranından dolayı kınayıcısız kalmaz."  Yani istediğini elde edemeyen kimseyi insanlar kınar.

 

Diğer taraftan bu buyruğun vahiyden sonraki durumu haber vermek mahiyetinde olması mümkün olduğu gibi, genel olarak bütün halleri hakkında haber vermek mahiyetinde de olabilir. Yani o her zaman için Allah'ı tevhid eden birisi idi. Yüce Allah'ın: "Kitabın da) imanın da ne olduğunu bilmezdin.'' (eş-Şura, 52) buyruğunu açıklarken, eş-Şura Suresi'nde belirttiğimiz gibi doğru olan da budur.

 

"O kendi hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir" buyruğuna dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Peygamberin Söyledikleri:

2- Resulullah (s.a.v.)'in İctihadı:

 

1- Peygamberin Söyledikleri:

 

"O kendi hevasından bir söz söylemez" buyruğu hakkında Katade şöyle demiştir: O Kur'an'ı kendi hevasından söylemez. "O" kendisine "bildirilen bir vahiyden başkası değildir."

 

Bir başka açıklama da şöyledir: "Kendi hevasından", hevası ile konuşmaz, demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. Yüce Allah'ın: "Sen bunu bir bilene sor.'' (el-Furkan, 59) buyruğunun, onun hakkında sor anlamında olması gibidir.

 

en-Nehhas dedi ki: Katade'nin açıklaması daha uygundur ve bu durumda: " ... 'dan" gerçek anlamı ile kullanılmış olur. Yani onun söyledikleri, onun öz görüşünden değildir. Söyledikleri ancak Yüce Allah'tan bir vahiy ile ortaya çıkar. Çünkü bundan sonra "o bildirilen bir vahiyden başkası değildir" diye buyurulmaktadır.

 

2- Resulullah (s.a.v.)'in İctihadı:

 

Rasulullah (s.a.v.)'ın karşı karşıya kaldığı olaylar hakkında ictihad etmesinin caiz olmadığını söyleyenler bu ayet-i kerimeyi delil gösterebilirler. Yine bu ayet-i kerimede sünnetin de amel bakımından tıpkı Allah tarafından indirilmiş vahiy gibi olduğuna delalet vardır. Bu hususa dair el-Mikdam b. Madi Kerib'in rivayet ettiği hadis bu kitabımızın "Mukaddime'' sinde ("Kitabın sünnet ile açıklanması bu husustagelen rivayetler'' başlığı altında) açıklanmış bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

es-Sicistanı dedi ki: Arzu edilirse: "O bildirilen bir vahiyden başkası değildir" buyruğu, "Arkadaşınız asla sapmadı" buyruğundan bedel de kabul edilebilir.

 

Ancak İbnu'l-Enbarı şöyle demektedir: Bu yanlıştır. Çünkü: "Değildir" lafzının "nun"unun şeddesiz hali, olumsuz (...)'dan bedel olamaz. Buna delil de bir kimsenin -Allah'a yemin ederim ben kalkmadım, ben ancak oturuyorum anlamında: (...) diyemeyeceğidir.

 

 

"Ona çetin güçler sahibi öğretti." el-Hasen'in dışında diğer müfessirlerin görüşlerine göre maksat Cebrail (a.s)'dır. el-Hasen ise; bu Yüce Allah'tır demiştir. Onun bu görüşüne göre: "O büyük bir güce sahibtir" buyruğunda ifade tamam olmaktadır. Bu da güç sahibi anlamındadır ve "kuvvet" Yüce Allah'ın sıfatlarındandır. Buyruğun asıl anlamı, halatı ileri derecede bükmekten gelmektedir. Bükmek adeta çözülmesi oldukça zor olacak şekilde en ileri dereceye ulaşıncaya kadar devam ettirilmiş gibi bir mana ifade eder.

 

Daha sonra Yüce Allah: "Hemen asıl şeklinde doğruluverdi" diye buyurmaktadır. Burada da Yüce Allah'ı kastetmiş olur. Yani Yüce Allah Arşın üzerinde istiva etti. Bu anlamdaki bir açıklama el-Hasen'den rivayet edilmiştir.

 

er-Rabi' b. Enes ile el-Ferra da şöyle demişlerdir: "Hemen asıl şeklinde doğruluverdi ve o en yüksek ufukta idi." Yani Cebrail ve Muhammed -ikisine de selam olsun- doğruluverdiler. Bu da: "O" zamiri ile gizli ve merfu bulunan zamire atıf olunduğunu kabul etmeye binaen böyle bir anlam kazanır. Fakat Arapların çoğu böyle bir yerde atıf yapmak istediklerinde ma'tufun-aleyhin (yani üzerinde atıf yapılanın) zamirini açığa çıkartır ve: "O ve filan istiva etti" derler. "(O) ve filan istiva etti" şeklinde kullanımları çok azdır. el-Ferra şu beyiti zikretmektedir: "Kayın ağacının değneğinin gittikçe sağlamlaştığını görmez misin? Onun hiçbir zaman ufalıp giden sütleğen otuna denk olmadığını da."

 

"O ve sütleğen otu bir olmaz" demektir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Biz ve babalarımız toprak olduktan sonra mı?" (en-Neml, 67) buyruğu da buna benzemektedir.

 

Bu da: "Biz toprak olduktan sonra biz ve atalarımız da mı. .. " anlamındadır.

 

Ayete gelince: "Cebrail'in kendisi ve Muhammed -ikisine de selam olsun- İsra gecesinde o en yüksek ufukta doğruldular" demek olur. (el-Rabi' ile el-Ferra'nın) zamire atıf yapılmasını caiz kabul etmesi tekrarlanmaması içindir. Ancak ez-Zeccac şiirdeki zaruret müstesna bunun caiz olduğunu kabul etmemektedir.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Cebrail o en yüksek ufukta doğruluverdi. Bu daha güzel bir manadır. Doğruluveren Cebrail ise o takdirde "o büyük bir güce sahiptir" buyruğu onun vasfı hakkında olup onu güzel bir konuşma sahibi olmakla nitelendirmektedir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Katade ise: O uzun ve güzel bir yaratılışa sahiptir demektir, demiştir. Sağlıklı bir beden ve her türlü kusurdan uzak bir yapıya sahip anlamında olduğu da söylenmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in: "Sadaka zengin, güçlü ve azaları yerli yerinde, sağlam hiçbir kimseye helal değildir." buyruğu da bu kabilden olur.

 

İmruu'l-Kays de şöyle demiştir: "Aralarında her zaman bir çare sahibi idim Yaratılışı sapasağlam ve işlerinde güvenilir bir kişi idim."

 

"O büyük bir güce sahiptir" buyruğunun büyük güç ve kuvvet sahibi demek olduğu söylenmiştir. el-Kelbi dedi ki: Cibril (a.s)'ın gücünün bir parçası da onun Lut kavminin şehirlerini yerin en alt tabakasındaki köklerinden söküp, bunları kanatları üzerine alıp, semaya kadar yükseltmesi, sema da bulunanların köpeklerinin ulumalarını, horozlarının ötüşmelerini işitecekleri bir noktaya kadar çıkarttıktan sonra altüst etmesidir. Yine onun ileri derecedeki gücünün bir göstergesi de şudur: O İblisi Arz-ı mukaddesin bir yerinde İsa (a.s) ile konuşurken görmüş, kanadıyla ona hafifçe dokunmakla Hind'de en uzak bir dağa kadar atmıştır. Yine çokluklarına ve sayıca kalabalık olmalarına rağmen, Semud kavmine bir çığlık atması üzerine, onların sönmüş bir ateş gibi hareketsiz, dizleri üzerine çöküvermiş hale gelivermeleri de onun gücündendir. Semadan peygamberlere inip yine oraya göz açıp kırpmaktan daha hızlı bir zamanda yükselmesi de onun gücündendir.

 

Kutrub dedi ki: Araplar sağlam görüşlü, üstün akıllı her kimseye "Büyük bir güç sahibi" derler. Şair de şöyle demiştir: "Sizlerle karşılaşmadan önce ben sağlam bir görüş sahibi ve akıllı birisi idim, Benimle davalaşan, tartışan herkesin tartıldığı bir terazisi vardır, bende"

 

Cebrail'in isabetli görüşü ve sağlam aklının bir göstergesi olarak; Yüce Allah bütün peygamberlere gönderdiği vahyine onu emin kılmıştır.

 

el-Cevheri dedi ki: (...) İnsandaki tabiatın dört temel unsurundan birisidir. Aynı zamanda bu güç ve sağlam akıl anlamına da gelir. "Sağlam akıl sahibi, güçlü adam" demektir. Şair şöyle demiştir: "Sen oldukça cılız bir adam görür ve onu küçümsersin Fakat o elbiselerin içinde son derece güçlü bir arslan bulunur."

 

Lakit dedi ki: "Nihayet eğriliğe rağmen sağlam kararını verdiğinde, Gerçekten kararı sağlamdı, ne dilinde tutukluk vardı, ne de yumuşak ve zelildi."

 

Mücahid ve Katade de: "O büyük bir güce sahiptir" buyruğunu büyük kuvvet sahibi diye açıklamışlardır. Hufaf b. Nedbe'nin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Ben büyük güç sahibi bir kimseyim, beni (hayatta) bırak Musibetlere karşı duranlar arasında ve ben sapasağlamım."

 

O halde kuvvet, güç hem Yüce Allah'ın sıfatlarındandır, hem de yaratılmışların sıfatlarındandır.

 

"Hemen asıl şekilde doğruluverdi." Önceden açıkladığımız gibi kasıt Cebra il (a.s)dır. Yani Muhammed (s.a.v.)'a öğrettikten sonra semada bir yere doğru yükseldi. Bu açıklamayı Said b. el-Müseyyeb ile İbn Cübeyr yapmıştır.

 

"Doğruluverdi" buyruğunun, Yüce Allah'ın kendisini yaratmış olduğu aslı suretinde dikiliverdi, anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'a diğer peygamberlere geldiği şekilde, Ademoğulları suretinde geliyordu. Peygamber (s.a.v.) ondan Yüce Allah'ın yaratmış olduğu şekilde kendisine görülmesini istedi. O da Hazreti Peygambere iki defa asıl suretinde göründü. Birisinde yerde, birisinde de semada idi. Yerdeki görünmesi en yüksek ufukta olmuştu. Peygamber (s.a.v.)'da Hira dağında idi. Cebrail doğu tarafından ona göründü ve doğudan batıya kadar yeri kapattı. Peygamber (s.a.v.) da baygın yere düştü. Ademoğulları suretinde onun yanına indi ve onu bağrına bastı. Yüzünden toprağı silmeye koyuldu. Peygamber (s.a.v.) kendisine geldiğinde: "Ey Cebrail! Ben Yüce Allah'ın böyle bir surette bir kimseyi yaratmış olduğunu düşünememiştim." dedi. Cebrail: Ey Muhammed! Ben sadece kanatlarımdan ikisini açtım. Benim herbiri doğu ile batı arasındaki mesafe genişliğinde olan altıyüz tane kanadım var. Peygamber: "Bu pek büyük bir şeydir" deyince, Cebrail şöyle dedi: Halbuki ben Yüce Allah'ın yarattığı diğer şeylere göre ancak çok küçük bir yaratık kalıyorum. Yüce Allah İsrafil'i altıyüz kanatlı olarak yaratmıştır. O kanadın herbiri benim bütün kanatIarım kadardır. O bile bazan Yüce Allah'ın korkusundan küçük bir kuş kadar oluncaya kadar küçülür.

 

Bunun delili de Yüce Allah'ın: ''Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür. "(et-Tekvir, 23) buyruğudur. Peygamber Efendimizin Cebrail'i sema da görmesi ise Sidretu'I-Münteha yakınında olmuştur. Peygamberler arasında onu bu surette Muhammed (s.a.v.)'dan başkası görmüş değildir.

 

Üçüncü bir görüşe göre "hemen doğruluverdi" buyruğu Kur'an onun göğsünde dosdoğru bir şekilde yerleşti, anlamındadır. Bu görüş de iki şekilde açıklanır. Birincisi Kur'an'ı Muhammed'in üzerine indirdiği zaman Cebrail'in göğsünde doğruluverdi. İkincisi de Cebrail, üzerine indiği zaman Muhammed'in göğsünde doğruluverdi.

 

Dördüncü bir görüşe göre "hemen doğruluverdi" buyruğu ile kastedilen Muhammed (s.a.v.)'dır. Bu da iki şekilde açıklanır: Birincisine göre; o güç ve kuvvetinde mutedil oldu. İkincisine göre ise, risaletinde mutedil oldu demektir. Bu iki görüşü el-Maverdı zikretmiştir.

 

Derim ki: Birinci görüşe göre ifade: "O büyük bir güce sahiptir" buyruğunda ifade tamam olmaktadır. İkincisine göre ise ifade: "çetin güçler sahibi" buyruğunda tamam olmaktadır.

 

Beşinci bir görüşe göre bu, hemen yükseliverdi anlamındadır. Bu da iki türlü açıklanır. Birincisi Cebrail (a.s) az önce sözünü ettiğimiz üzere mekanına yükseldi, ikincisine göre de Peygamber (s.a.v.) miraç ile yükseldi.

 

Altıncı bir açıklama şekline göre "hemen doğruluverdi" buyruğundan kasıt, Yüce Allah'tır. Yani o -el-Hasen'in görüşüne göre- Arşın üzerine istiva etti, demektir. Bu hususta ki açıklamalar daha önce el-Araf Süresi'nde (54. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Ve o en yüksek ufukta idi." cümlesi hal konumundadır. Yüksek olarak doğruluverdi, anlamındadır. Bu da Cebrail, gerçek sureti ile yükseğe doğru doğruldu, demektir. Daha önce belirttiğimiz gibi, onu bu şekliyle görmek isteğini belirtinceye kadar, Peygamber (s.a.v.) bundan önce bu sureti üzere onu görmemişti.

 

Ufuk; semanın bir tarafıdır, çoğulu "afak" diye gelir.

 

Katade dedi ki: Ufuk güneşin doğduğu yerdir. Süfyan da böyle demiştir: ufuk güneşin doğduğu yerdir. Buna benzer bir rivayet de Mücahid'den nakledilmiştir. Bu lafız "ufk" ve "ufuk" şeklinde söylenir. "Zorluk" anlamında "usr" ile "usur" demek gibi. Bu daha önce "Ha, Mim. es-Secde" de (Fussilet, 53. ayette) geçmiş bulunmaktadır. "Göz kamaştırıcı bir at" derken bu lafız ötreli okunur. Dişisi hakkında da böyle denilir. Şair şöyle demektedir: "Saçlarımı tarıyor, eteklerimi çekiyorum Silahlarımı ise koyu kırmızı bir at taşıyor."

 

Buradaki "ve o" lafzındaki zamir ile Peygamber (s.a.v.)'ın kastedildiği, "en yüksek ufuk" buyruğu ile de İsra gecesinin kastedildiği söylenmiş ise de zayıf bir görüştür, Çünkü: (...): O ve filan kişi doğruldu" denilir ama -aynı anlamda olmak üzere-; şiir de zaruret hali olmadıkça; (...) denilmez.

 

Doğrusu doğruluverenin Cebrail (a.s) olduğudur ve o sırada Cebrail en yüksek ufukta asli suretinde görünmüştü, Çünkü Cebrail vahiy için indiğinde Peygamber (s.a.v.)'a bir adam suretine bürünüyordu, Peygamber (s.a.v.) onu gerçek suretinde görmek isteyince, o da doğu ufkunda doğruluverince ufku doldurdu.

 

"Sonra yaklaşıp sarktı." Yani Cebrail yeryüzünün en yüksek ufkunda doğruluverdikten sonra yaklaştı "ve sarktı." Peygamber (s.a.v.)'in üzerine vahyi indirdi. Yani Peygamber (s.a.v.) onun azametini görüp de bu husus kendisini dehşete düşürünce, Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'e vahiy getirmek üzere yaklaştığında Cebrail'i tekrar bir insan suretine döndürdü. İşte Yüce Allah'ın "kuluna vahyettiğini vahyetti" buyruğu bunu anlatmaktadır.

Yani Yüce Allah Cebrail'e vahyetti ve o sırada Cebrail "böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı." Bu açıklamayı İbn Abbas, el-Hasen, Katade, er-Rabi' ve başkaları yapmıştır.

 

Yine Yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp, sarktı" buyruğu hakkında İbn Abbas'tan gelen rivayete göre anlamı şudur: Şanı Yüce Allah Muhammed (s.a.v.)'e "yaklaşıp, sarktı." Buna yakın bir rivayeti Enes b. Malik, Peygamber (s.a.v.)'den nakletmektedir. Onun emri ve hükmü peygambere yaklaştı; demektir.

 

"Sarkma"nın asıl anlamı bir şeye doğru ona yaklaşıncaya kadar inmek demektir. Burada bu lafız "yakınlaşmak" yerinde kullanılmıştır. Şair Lebid şöyle demektedir: "Geri dönüp üstüne sarktım O sırada yerin üzerinde de karanlığın dipleri vardı."

 

el-Ferra'nın kanaatine göre de: "Sarktı" lafzındaki "fe" harfi, "vav" anlamındadır. İfade de: "Sonra Cebrail sarktı ve yaklaştı" takdirindedir. Şu kadar var ki; eğer iki fiilin anlamı bir veya bir gibi olursa, arzu edilen fiil öne alınır ve mesela: "Yaklaştı ve yaklaştı" denilirken (aynı anlamdaki) bu iki fiilden istediğimizi öne alabiliriz. " (...): Bana hakaret etti ve kötülük etti" ya da "bana kötülük etti ve hakaret etti" demek de böyledir. Çünkü hakaret etmek ve kötülük etmek aynı şeydir. Nitekim Yüce Allah'ın: "O saat (kıyamet) yaklaştı ve ay yarıldı. " (el-Kamer, 1) buyruğunda da böyledir. Anlam ise -Allahu alem-: Ay yarıldı ve kıyamet yaklaştı, anlamındadır. el-Cürcani: dedi ki: İfadede takdim ve tehir vardır. Sarktı ve sonra yaklaştı, demektir. Çünkü sarkmak, yaklaşmanın sebebidir. İbnu'l-Enbari'de şöyle demiştir: Sonra Cebrail sarktı yani semadan indi ve Muhammed (s.a.v.)'e yaklaştı.

 

İbn Abbas dedi ki: Refref, Miraç gecesinde Muhammed (s.a.v.)'e doğru sarktı, onun üzerine oturdu. Sonra yükseltildi ve Rabbine yaklaştı. Bu ileride gelecektir.

 

Anlamın, Muhammed en yüksek ufukta bulunuyor iken Cebrail doğruluverdi, şeklinde olduğunu söyleyenler şunu da söyleyebilmektedirler: Sonra Muhammed Rabbine şanını yükseltmek anlamı ile yaklaştı ve sarktı, yani secdeye kapandı. Bu da ed-Dahhak'ın görüşüdür.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Buna göre "Sarktı"; "Nazlandı" anlamındadır. Bu da (...)'ın; "Zan etti" anlamında kullanılmasına benzer. Ancak bunun böyle olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü "nazlanmak" kulluk sıfatları arasında beğenilen bir nitelik değildir.

 

"Böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı." Yani Muhammed, Rabbine ya da Cebrail'e "iki yay kadar" yaklaştı. İki Arap yayı kadar demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Ata ve el-Ferra yapmışlardır.

 

ez-Zemahşeri dedi ki: Şayet Yüce Allah'ın: "Böylece iki yay kadar ... yaklaştı" buyruğunun takdiri nasıldır? diye sorulacak olursa, şöyle deriz: Onun yakınlık mesafesinin miktarı iki yay gibi idi. Burada bu muzaflar hazfedilmiştir. Ebu Ali, şairin: "Ve o beni Cezime'den bir parmak kadar mesafede tuttu." mısraını, bir parmak mesafesi kadar tuttu, anlamındadır diye açıklaması buna benzer.

 

"Veya daha da yaklaştı." ifadesi de sizin takdirinize göre bu kadar yaklaştı demektir. Yüce Allah'ın: "Veya daha fazlasına." (es-Saffat, 147) buyruğunda olduğu gibi.

 

es-Sıhah'ta da şöyle denilmektedir: "İkisi arasında bir yay miktarı kadar uzaklık vardır" demektir. Zeyd b. Ali de: "Kadar" diye okumuştur. Aynı zamanda: (...) ile (...) diye de okunmuştur. Bunu da ez-Zemahşeri zikretmiştir.

 

"Yayın tutulduğu yer ile kirişinin bağlandığı yer arasındaki mesafe" demektir. Herbir yayın bu şekilde iki yeri bulunmaktadır.

 

Kimisi de Yüce Allah'ın: "İki yay kadar" buyruğu hakkında; Yüce Allah bununla: "Bir yayın kirişinin bağlandığı iki nokta"yı murad etmiştir, demiştir. Ancak burada tesniye yapılan kelime kalbolmuştur. (Birinci kelimede tesniye takısı gelmesi gerekirken, ikinci kelimeye getirilmiştir.)

 

Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Sizden herhangi birinizin cennette bir yay mesafesi kadar veya bir kamçısı kadar bir yeri dünyadan ve dünyadaki herşeyden hayırlıdır.''

 

Sahih te de Ebu Hureyre'den şöyle dediği zikredilmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi birinizin cennetteki bir yaylık mesafesi, dünyadan ve onun içindeki herşeyden hayırlıdır." Burada yayın misal verilmesi mesafe itibariyle farklı olmadığından dolayıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Kadı Iyad dedi ki: Şunu bil ki, Yüce Allah'a izafe edilen yaklaşmak ve yakınlık herhangi bir şekilde mekan yaklaşması ya da mesafe yakınlığı değildir. Peygamber (s.a.v.)'ın Rabbine yaklaşıp yakınlaşması onun mevkiinin büyüklüğünü açığa çıkarmak, rütbesinin şerefini yüceltmek, marifet nurlarını, aydınlığını etrafa göstermek, gayb ve kudretinin sırlarını müşahede etmesini sağlamaktır. Yüce Allah'ın ona yakınlaşması ise ona bir lütuftur, ona ünsiyettir, ona huzur vermektir, ikramdır. Peygamber (s.a.v.)'ın "Rabbimiz dünya semasına iner. '' şeklindeki ifadeleri de bu şekillerden birisi ile yorumlanır. Bu da icmal, kabul ve ihsan nüzulüdür.

 

Kadı (Iyad) dedi ki: Yüce Allah'ın: "Böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı" buyruğuna gelince, zamirin Cebrail'e değil de Yüce Allah'a ait olduğunu kabul edenlerin görüşüne göre bu yaklaşmanın en ileri derecesini, mekanın lütfunu, marifetini izah edilmesini ifade eden bir tabirdir. Muhammed (s.a.v.)'ın gerçek anlamı ile gözetildiğini, onun arzusunun kabul edildiğini, isteklerinin yerine getirildiğini, ona lütfun açığa çıkarıldığını, makamının yakınlığını, Yüce Allah'a yaklaşmışlığını ifade eder. Bu hususta yapılan tevil Peygamber (s.a.v.)'ın: "Kim Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşınm. Bana yürüyerek gelene Ben koşarak gelirim. '' ifadeleri gibi tevil edilir ki; bu da duanın kabul edilmesi anlamında bir yakınlık, ihsanın gelmesi ve umulanların acilen verilmesi anlamındadır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: "Sonra" Cebrail Rabbine "yaklaştı ... böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı." Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. Buna rivayet edilen şu hadis delil teşkil eder: "Melekler arasında Yüce Allah'a en yakın olan Cebrail (a.s)'dır."

 

Bir açıklamaya göre de "ev: Veya" burada "vav: Ve" anlamındadır. Yani iki yay kadar ve daha da yakın oldu demek olur. Bunun: "Hatta" anlamında olduğu da söylenmiştir. Hatta daha da yakın ... demek olur.

 

Said b. el-Müseyyeb dedi ki: (...): Arap yayının yay sahibinin omuzuna attığı taraf olan ve kirişinin bağlandığı üst tarafıdır. Herbir yayın da (bu durumda) tek bir "kab"ı (yani kirişi) olur. Bu buyruk Cebrail (a.s)'ın, Muhammed (s.a.v.)'a iki yayın kirişi kadar yakınlaşmış olduğunu haber vermektedir.

 

Said b. Cübeyr, Ata, Ebu İshak el-Hemdan), Ebu Vail ve Şakik b. Seleme de şöyle demişlerdir: "Böylece iki yay kadar ... yaklaştı." İki arşın kadar demektir. Çünkü "kavs" kendisiyle herşeyin ölçüldüğü zira' (arşın) demektir. Ayrıca bu bazı Hicazlıların da söyleyişidir. Bunun Ezdi şenuelilerin söyleyişi olduğu da söylenmiştir.

 

el-Kisai de şöyle demiştir: Yüce Allah'ın: "Böylece iki yay kadar veya daha da yaklaştı" buyruğu ile tek bir yayı kastetmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Çok uzak, oldukça yüksek ve bitkisi bulunmayan iki geçit Ben onu tek bir yolla aşıp geçtim, iki yolla değil." Şair burada tek bir geçiti kastetmektedir.

 

"Yay" hem müzekker, hem müennes kullanılır. Müennes kullananlar bunun küçültme ismini yaparken: "Yaycık" derler. Müzekker kabul edenler de: (...) derler. Darb-ı meselde de: "O en hayırlı yaycıktan bir oktur" denilmektedir. Çoğulu (...) şekillerinde gelir.

 

Ebu Ubeyde şu mısraı zikretmektedir: "Ve o neşeli kimseler yaylara kiriş taktılar."

 

Aynı zamanda: "Kabta geriye kalan kuru hurma" demektir. "Kavs: Yay" semadaki burçlardan birisidir. Ötreli olarak (...) ise rahibin manastırı demektir. Şair bir kadından sözederken şöyle demektedir: "Elbette beni ve hatta manastırda iki yün elbise giyeni fitneye düşürür."

 

"Kuluna vahyettiğini vahyetti." buyruğu ile ona indirilen vahyin şanının büyüklüğü anlatılmaktadır. Vahyin ne demek olduğu daha önceden açıklanmıştır. Vahiy bir şeyi hızlıca bırakmak demektir. "Çabuk olun, çabuk olun" tabiri de buradan gelmektedir. Yani Yüce Allah kulu Muhammed (s.a.v.)'a vahyettiği şeyleri vahyetti.

 

Anlamın: "Kuluna" Cebrail (a.s)'a "vahyettiğini vahyetti" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Cebrail, Allah'ın kulu Muhammed (s.a.v.)'a Rabbinin kendisine vahyettiği şeyleri vahyetti, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı er-Rabi', el-Hasen, İbn Zeyd ve Katade yapmıştır. Katade dedi ki:

 

Allah Cebrail'e vahyetti, Cebrail de Muhammed'e vahyetti.

 

Şöyle denilmiştir: Acaba buradaki vahiy müphem midir? Bundan dolayı biz ona muttali olamamakla birlikte genel olarak ona iman etmemiz istenmekle bizim ibadetimizin taleb edildiği bir husus mudur? Yoksa bilinen ve tefsir olunmuş (açıklaması yapılmış) bir husus mudur? Bu hususta iki görüş vardır. Said b. Cübeyr ikinci görüşü kabul etmiş ve şöyle demiştir: Yüce Allah, Muhammed'e: Ben seni yetim bulup sonradan seni barındırmadım mı? Seni şaşkın bulup sonradan seni doğruya iletmedim mi? Seni fakir bulup, ihtiyaçtan kurtarmadım mı? "Biz senin için göğsünü yarmadık mı? üzerindeki -sırtına pek ağır gelen- yükünü kaldırmadık mı? Senin şanını yükseltmedık mi'' (İnşirah, 1-4) diye buyurmuştur.

 

Bir diğer açıklamaya göre: Yüce Allah ona: Ey Muhammed, cennet sen oraya girinceye kadar bütün peygamberlere senin ümmetin de oraya girinceye kadar bütün ümmetlere yasaktır, diye vahyetti.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Necm 11-18

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR