TUR 21 / 24 |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَاتَّبَعَتْهُمْ
ذُرِّيَّتُهُم
بِإِيمَانٍ
أَلْحَقْنَا بِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ
وَمَا
أَلَتْنَاهُم
مِّنْ
عَمَلِهِم
مِّن شَيْءٍ
كُلُّ
امْرِئٍ بِمَا
كَسَبَ رَهِينٌ
{21}
وَأَمْدَدْنَاهُم
بِفَاكِهَةٍ
وَلَحْمٍ
مِّمَّا
يَشْتَهُونَ
{22} يَتَنَازَعُونَ فِيهَا
كَأْساً
لَّا لَغْوٌ
فِيهَا
وَلَا تَأْثِيمٌ
{23} وَيَطُوفُ
عَلَيْهِمْ
غِلْمَانٌ لَّهُمْ
كَأَنَّهُمْ
لُؤْلُؤٌ
مَّكْنُونٌ {24} |
21. İman
edenlerin, soyları da iman ile kendilerine uyanların, Biz evlatlarını da
kendilerine katarız; amellerinden de bir şey eksiltmeyiz. (Çünkü) her kişi
kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir.
22. Onlara
canlarının çekeceği meyve ve eti, ard arda fazlası ile verdik.
23.
Orada kadehleri elden ele dolaştırırlar. Onlarda içtiklerinden ötürü ne
saçmalamaları, ne de günah kazanmaları sözkonusudur.
24.
Etraflarında sedefleri içinde gizlenmiş incileri andıran delikanlı hizmetçiler
dolaşır durur.
"İman edenlerin,
soyları da iman ile kendilerine uyanların ... " buyruğunda:
"Kendilerine uyanların" buyruğu genel olarak vasl elifi ile birinci
"te" şeddeli, "ayn" üstün, ikinci "te" sakin
olarak okunmuştur. Ancak Ebu Amr ifadede bir tek düzelik olsun diye ve Yüce
Allah'ın: "Kendilerine katarız" buyruğunu gözönünde bulundurarak
"kat' elif"i, "te" sakin, sakin "ayn" ve
"nun" ile: "Onları arkalarına taktık" şeklinde
okumuştur
Birinci: "Soyları
da" lafzını İbn Amir, Ebu Amr ve Yakub çoğul olarak okumuş olup ayrıca
Yakub bunu Nafi'den de rivayet etmiştir. Ancak Ebu Amr bunun "te"
harfini (çoğul olarak okunması halinde cem-i müennes-i salim olacağından, cem-i
müennesin "te" harfini) meful olarak kesreli okumuştur. Diğerleri ise
bunu ötreli okumuşlardır. Geri kalan kıraat alimleri ise bunu tekil olarak:
"Soyları" şeklinde "te" harfi ötreli olarak okumuşlardır.
Nafi'den meşhur olan kıraat de budur.
İkincisine gelince -ki
mealde "evlatlarını" diye karşılanmıştır- Nafi', İbn Amir, Ebu Amr ve
Yakub çoğul olarak ve "te" harfini kesre ile okumuşlardır. Diğerleri
ise tekil olarak ve "te" harfini üstün okumuşlardır.
Bunun anlamı hususunda
farklı görüşler vardır. İbn Abbas'dan dört ayrı rivayet nakledilmiştir. Birincisine
göre o şöyle demiştir: Yüce Allah mü'minin zürriyetini cennette mü'min ile
birlikte onun derecesine yükseltir. İsterse amel itibariyle ondan aşağıda
olsunlar. Böylelikle onun gözü aydınlanmış olacaktır. Daha sonra da bu ayet-i
kerimeyi okumuştur.
en-Nehhas da bunu
"en-Nasih ve'l-Mensuh" adlı eserinde Said b. Cübeyr'den, o İbn
Abbas'dan diye Resulullah (s.a.v.)'in buyruğu ve merfu bir rivayet olarak
zikretmiştir. Buna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz
ki aziz ve celil olan Allah mü'minin zürriyetini, onun evlatlarını onunla
birlikte cennette onun derecesine yükseltir. İsterse onun soyundan gelenler bu
dereceye ameliyle erişememiş olsunlar. Böylelikle Yüce Allah çocukları
sayesinde gözünün aydınlanmasını sağlamış olacaktır." Daha sonra da:
"İman edenlerin,
soyları da iman ile kendilerine uyanların Biz evlatlarını da kendilerine
katarız" ayetini okudu.
Ebu Cafer (en-Nehhas
devamla) dedi ki: Böylelikle hadis Peygamber (s.a.v.)'dan gelen merfu bir
rivayet olmaktadır. Zaten böyle olması da gerekir. Çünkü İbn Abbas böyle bir
sözü ancak Rasülullah (s.a.v.)'dan naklederek söyleyebilir. Zira bu ileride
yapacağı şeylere dair Yüce Allah'tan ve onun üzerine indirmiş olduğu bir hususa
dair haber vermektir.
ez-Zemahşerı dedi ki:
Yüce Allah, hem kendi nefislerinde bahtiyarlıkları suretiyle, hem hurilerle
evlilikleriyle, mü'min kardeşleriyle güzel sohbetleriyle, çocuklarının ve
soylarından gelenlerin de onlarla birlikte birarada bulunmaları suretiyle
çeşitli sevinç ve neşe türlerini onlara birarada vermiş olacaktır.
Yine İbn Abbas'dan şöyle
dediği zikredilmiştir: Yüce Allah mü'min kimseye iman edecek yaşa erişmeyen
küçük çocuklarını da eriştirecektir. Bu açıklamayı da el-Mehdevı yapmıştır.
Zürriyet (soy, sop) hem küçükler, hem büyükler hakkında kullanılabilir. Eğer
burada "zürriyet" lafzı küçükler hakkında kabul edilecek olursa Yüce
Allah'ın: "İman ile" buyruğu meful konumunda olanların (mealde:
kendilerine) lafzından hal konumunda olur ve ifade:
Babaların imanı ile ...
takdirinde olur. Şayet "zürriyet" büyükler hakkında kabul edilirse, o
vakit Yüce Allah'ın "iman ile" buyruğu faillerden
("uyanlar" lafzındaki zamirden) hal olur.
İbn Abbas'tan gelen
üçüncü görüşe göre iman edenlerden kasıt muhacirler ve ensar
"soylar"ından kasıt da tabiundur.
Yine ondan gelen bir
rivayete göre eğer babaların derecesi daha yüksek ise, Yüce Allah çocukları
babalarının yanına yükseltir. Şayet çocukların dereceleri daha yüksek ise, bu
sefer Yüce Allah babaları çocukların mertebesine yükseltir. Bu durumda "babalar"
da "zürriyet: soy" adının kapsamı içerisine girerler. Yüce Allah'ın:
"Onlar için bir diğer delil de Bizim zürriyetlerini dopdolu gemide
taşımamızdır" (Yasin, 41) buyruğunda olduğu gibi.
Yine İbn Abbas'tan,
Peygamber (s.a.v.)'a merfu bir rivayet olarak şöyle dediği zikredilmiştir:
"Cennetlikler cennete girdikten sonra onlardan birisi anne babası, hanımı
ve çocukları hakkında soru soracaktır. Bu sefer kendilerine: Onlar senin
eriştiğin mertebeye erişemediler. Bu sefer: Rabbim der, ben hem kendim için, hem
onlar için amelde bulundum, diyecek. Bunun üzerine onların da ona katılmaları
için emir verilir. "
Hatice (r.anha) dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'a cahiliye döneminde iken ölmüş iki çocuğum hakkında soru
sordum, bana dedi ki: "Onlar cehennem ateşinde olacaklardır."
Yüzümden hoşlanmadığımı görünce şöyle dedi: "Eğer sen onların bulundukları
yeri görecek olursan, onlara buğzederdin." Bu sefer: Peki ey Allah'ın
Rasülü, ya senden olan çocuklarım? dedi. Peygamber: "Onlar cennette
olacaklardır." Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz mü'minler ve onların
çocukları cennette, müşrikler ve onların çocukları cehennemde
olacaklardır." Sonra da: "İman edenlerin soyları da iman ile
kendilerine uyanların ... " ayetini okudu.
"Amellerinden de
bir şey eksiltmeyiz." Yani ömürleri kısalığı dolayısıyla çocukların
amellerinin mükafatından herhangi bir şey eksiltmeyiz. Çocukları kendilerine
katılacağı için babaların amellerinin sevabından da bir şey eksiltmeyiz.
"He" ve "mim" (onların amellerinden tabirindeki zamirler)
de Yüce Allah'ın: "iman edenler" buyruğuna aittir.
İbn Zeyd dedi ki: Anlam
şudur: "Soyları da, iman ile kendilerine uyanların" soyları arasına,
henüz amel edecek çağa ulaşmamış küçük çocuklarını da katarız. Bu görüşe göre
"he ve mim" zamiri "soylar"a aittir.
İbn Kesir
"amellerinden ... eksiltmeyiz" anlamındaki buyruğu "lam"
harfini kesreli olarak: (...) diye okumuş, diğerleri ise "ayn"ı harfi
üstün okumuşlardır. Ebu Hureyre'den ise med ile: (...) diye okuduğu rivayet
edilmiştir.
Ibnu'l-A'rabi dedi ki:
(...) kullanımlarının hepsi de "onu eksiltti, eksiltir, eksiltmek"
anlamlarındadır.
es-Sıhah'da da şöyle
denilmektedir: "Onu gitmek istediği yönden alıkoydu ve başka yöne
çevirdi" demektir, (...) de aynı anlamdadır. Buna göre -bu fiilin-: (...)
ile (~i) şekilleri aynı anlamdadır.
Aynı şekilde:
"Amelinden bir şey eksiltmedi" denilir ve bu da; (di) gibidir.
Nitekim daha önce el-Hucurat Süresi'nde (14. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
"(Çünkü) her kişi
kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir" buyruğunun cehennemlikler
hakkında olduğu söylenmiştir. İbn Abbas dedi ki: Cehennemlikler amelleri
karşılığında rehin alınacaklardır. Cennetlikler de kendi nimetlerine ulaşmış
olacaklardır. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Herbir nefis
kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. Ashabu'l-yemin müstesna."
(el-Müddessir, 38)
Buyruğun bütün insanlar
hakkında genel olduğu da söylenmiştir. Herkes ameli karşılığında rehin
alınmıştır. Hiçbir kimsenin amelinin sevabı eksik verilmeyecektir. Amelin sevabına
verilecek fazladan mükafat ise Yüce Allah'tan bir lütuftur.
Bu buyruğun iman etmeyip
mü'min atalarına kavuşamayan, buna karşılık küfürleri sebebiyle rehin olarak
alıkonulan mü'minlerin soyundan gelen kimseler hakkında olma ihtimali de
vardır.
"Onlara canlarının
çekeceği meyve ve eti ard arda, fazlası ile verdik."
Bütün bunlardan Yüce
Allah'tan bir fazlalık olarak onlara bol bol verdik. Yüce Allah bunları
kendilerine hakettiklerinden daha fazla olarak bol bol verecektir.
"Orada kadehleri
elden ele dolaştırırlar." Yani onların biri kadehi diğerinin elinden alır.
Bu da cennetteki mü'min, onun zevceleri ve hizmetçileridir. Kadeh (ke's) ise
şarab içilen kaptır. Aynı zamanda şarab veya başka şeyle dolu olan herbir kaba
da denilir. Boşaldığı takdirde ona kadeh denilmez. Dilde elden ele kadehin
dolaştırılmasının tanıklarından birisi el-Ahtal'ın şu beyitleridir:
"Misafirlerine deve yavrularını kesen bir içki arkadaşı bana içkide
arkadaşlık etti. Cimri de değildir o. İçkiden sonra sağa sola akılsızca sataşan
da değildir.
Onunla pek hoş şarabı,
içkiyi elden ele dolaştırdık. Horozların ötüştüğü zamana kadar ve develerin
çöktüğü zaman da erişmişti."
İmruu'l-Kays da şöyle
demektedir: "Sözü aramızda dolaştırınca ve artık o boyun eğince, Bükülmüş
ve salkımları bulunan bir dalı kırdım."
Bu açıklamalar daha önce
es-Saffat Suresi'nde (41. ayetin ve devamının tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Onlarda
içtiklerinden ötürü ne saçmalamaları, ne de günah kazanmaları
sözkonusudur." İçtikleri o içkilerden dolayı aralarında boş sözler cereyan
etmez, günah da sözkonusu olmaz.
"Günah
kazandırmak", "günah" lafzından "tef'il" vezninde bir
lafızdır. Yani bu kadehler onları günahkar kılmaz, çünkü onlar için mübahtır.
"Orada saçmalama
yoktur." Cennette böylesi yoktur diye de açıklanmıştır.
İbn Ata dedi ki: Adn
cennetinde bulunan sakileri melekler, içmeleri Allah'ı zikretmek, kokuları ve
selamlamaları Allah'tan, kendileri de Allah'ın misafiri olarak bulundukları Adn
cennetlerdeki bir mecliste hangi saçmalama sözkonusu olabilir ki?
"Günah
kazanmak" yalan demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. ed-Dahhak
dedi ki: Onlar birbirlerine karşı yalan söylemezler, demektir. İbn Kesir, İbn
Muhaysın ve Ebu Amr "onlarda ... ne saçmalamaları, ne de günah kazanmaları
sözkonusudur" anlamındaki buyruğu isimlerin sonlarını üstün olarak: (...)
diye okumuş, diğerleri ise ötreli ve tenvin ile okumuşlardır. Bu husus (yani
"la" edatından sonraki ismin okunuşuna dair açıklamalar) daha önce
el-Bakara Suresinde; "içinde alış verişin de, dostluğun da, birşefaatin de
olmadığı birgüngelmezden önce ...'' (el-Bakara, 254) buyruğu açıklanırken
geçmiş bulunmaktadır.
"Etraflarında
sedefleri içinde gizlenmiş, incileri andıran delikanlı hizmetçiler dolaşır
durur." Bunlar meyvelerle, çeşitli ikramlarla, yiyecek ve içeceklerle
dolaşırlar. Bunun delili de şu buyruklardır: "Altından tabaklar ve
testiler dolaştırılır onlara.'' (ez-Zuhruf, 71); "Beyaz kaynaktan
doldurulmuş kadehler dolaştırılır onlara,'' (es-Saffat, 45)
Şöyle de denilmiştir:
Bunlar daha önceden geçmiş (vefat etmiş) olan çocuklarından olma
delikanlılardır. Yüce Allah böylece onların gözlerini aydın kılmış ve
sevindirmiş olacaktır.
Bir diğer açıklamaya
göre; bunlar başkalarının çocuklarından olup, Yüce Allah'ın kendilerine hizmet
için verdiği kimselerdir. Bunların cennette yaratılmış gılman (genç
delikanlılar) oldukları da söylenmiştir. el-Kelbi dedi ki: Bunlar ebediyyen
yaşlanmazlar.
Bunlar güzellikleri ve
beyazlıkları itibariyle "sedefleri içinde gizlenmiş incileri
andırırlar."
''Etraflarında ebedi
kılınmış evlatlar dolaşır." (el-Vakıa, 17) buyruğu hakkında da şöyle
denilmiştir: Burada sözü edilenler müşriklerin çocuklarıdır. Bunlar
cennetliklere hizmetkarlık edeceklerdir. Halbuki cennette yorgunluk da yoktur,
başkasının hizmetine ihtiyaç da yoktur. Ancak Yüce Allah böylelikle onların
nimetlerin en nihai dereceleri içerisinde olacaklarını haber vermektedir.
Aişe (r.anha)'dan
rivayete göre Allah'ın peygamberi (salat ve selam ona) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehlinden en alt mertebede olan kişi, hizmetçilerinden birisine
seslendiği halde, bin kişinin hepsi de ona efendim buyur, efendim buyur emrine
hazırız, diye cevab verecekleri kişidir."
Abdullah b. Ömer'den de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Cennet
ehlinden olup da kendisi için herbirisi diğerinden farklı ve ayrı işte
çalışmamak üzere bin tane hizmetçisi bulunmayan hiçbir kimse yoktur. ''
el-Hasen'den rivayete
göre ashab: Ey Allah'ın Resulü, dediler. Hizmetçi inciyi andıracağına göre
kendisine hizmet edilen kişi ya nasıl olacaktır? Şöyle buyurdu: "O ikisi
arasındaki fark ondördündeki ay ile en küçük yıldız arasındaki fark gibi
olacaktır. ''
el-Kisai dedi ki:
"O şeyi güneşe karşı örttüm ve korudum" demektir. "Onu içimde
gizledim, sakladım" anlamındadır.
Ebu Zeyd dedi ki: (...)
ile (...) aynı anlamdadır (onu gizledim.) Her ikisi hakkında (her iki anlam
için) kullanılır. Mesela "İlmi sakladım, gizledim" denilir ve fiil
aynı zamanda: "Onu sakladım, gizledim" diye de kullanılır. Bu şekilde
gizlenip, saklanan şeye: (...) ile (...) denilir. "Kızı gizledim"
demektir, "Onu gizledim" anlamındadır. Bu şekilde gizlenip saklanan
kıza veya cariyeye de: (...) ile (...) denilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN