ZARİYAT 17 / 19 |
كَانُوا
قَلِيلاً
مِّنَ
اللَّيْلِ
مَا يَهْجَعُونَ
{17} وَبِالْأَسْحَارِ
هُمْ
يَسْتَغْفِرُونَ {18} وَفِي
أَمْوَالِهِمْ
حَقٌّ
لِّلسَّائِلِ
وَالْمَحْرُومِ
{19} |
17.
Onlar gecenin az bir bölümünde uyurlardı.
18.
Seherlerde de onlar mağfiret dilerlerdi.
19.
Mallarında dilenenin ve yoksulun da bir hakkı vardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Geceleyin az
uyuyanlar:
2- Teheccüd Namazına
Devam Edenlerin Başından Geçen Bazı Olaylar:
3- Seherlerde Mağfiret
Dileyenler:
4- Maldaki Hak:
5- Dilenen (Sail) ve
Yoksul (Mahrum):
1- Geceleyin az
uyuyanlar:
"Onlar gecenin az
bir bölümünde uyurlardı." buyruğundaki; "Uyurlardı" demektir.
(Mastarı olan): "Geceleyin uyumak" anlamındadır. "Hafif
uyku" demektir. Ebu Kays b. el-Eslet dedi ki: "Başımdaki miğfer
yaraladı başımın derisini, O bakımdan çok hafif olanı dışında, uykunun tadına bakamıyorum."
Amr b. Madi Kerib de
kahraman Ebu Dureyd b. es-Sımme tarafından esir alınmış bulunan kızkardeşine
duyduğu özlemi dile getirerek şöyle demiştir: "Bu işiten davetçi
Reyhaneden mi beni uykusuz bırakıyor? Arkadaşlarım ise uykuya dalmış bulunuyor?"
"Uyudu, uyur"
anlamında: (...) ile -ayn yerine ğayn ile-: (...) denilir. Bu açıklamayı da
el-Cevheri yapmıştır.
Fiilin başında bulunan:
(...) hakkında farklı görüşler vardır. Bunun zaid bir sıla olduğu söylenmiştir
ki; bu İbrahim en-Nehai'nin görüşüdür. İfade: "Geceleyin az
uyurlardı" takdirindedir. Yani onlar gecenin az bir bölümünde uyurlar ve
çoğunu namazIa geçirirlerdi.
Ata dedi ki: Bu,
kendilerine gece namazı kılmaları emri verildiği sırada idi. Ebu Zerr
elbisesini belinden bağlar, eline bastonunu alıp ona dayanır (öylece) namaz
kılardı. Bu hali Yüce Allah'ın: "Birazı müstesna geceleyin (namaza)
kalk.'' (el-Muzzemmil, 2) buyruğunda ruhsat ininceye kadar böylece devam etti.
Buradaki: (...) lafzının
zaid olmayıp Yüce Allah'ın: "Az" buyruğu üzerinde vakıf yapmak için
olup sıla değildir, de denilmiştir. Burada vakıf yapıldıktan sonra:
"(Onlar geceleyin uyumazlardı" diye okumaya devam edilir. Bu durumda:
(...) nefy için olup onların hiçbir şekilde uyumadıkları anlamını verir.
el-Hasen dedi ki: Onlar çok az bir bölümü dışında geceleyin uyumazlardı. Bazan
gayrete gelir ve seher vaktine kadar ibadetlerine devam ederlerdi.
Yakub el-Hadramı'den
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bu ayetin tefsiri hususunda görüş ayrılığı
vardır. Kimileri şöyle demiştir: "Onlar... az idiler" buyruğu şu
demektir: Onların sayıları azdı. Daha sonra okumaya: "Geceleyin
uyumazlardı" diye okumaya devam eder. Bu da geceleyin (az) uyurlardı,
demektir.
İbnu'l-Enbarı dedi ki:
Bu uygun bir açıklama değildir. Çünkü ayet-i kerime onların sayılarının
azlığına değil, uykularının azlığına delildir. Diğer taraftan eğer biz dediği
şekilde okumaya devam edecek olursak ve bu da: "Onlar geceleyin
uyurlardı" anlamına alınacak olursa, bu onlar için bir övgü olmazdı.
İnsanların tümü geceleyin uyurlar. Buradaki: (...)'in olumsuzluk anlamında
kullanılması hali müstesna. (O zaman; geceleyin uyumazlardı, demek olur.)
Derim ki: Kimilerinin
yaptığı tevile göre -ki aynı zamanda ed-Dahhak'ın da görüşü dür- sayıları az
olduğundan dolayı ifade daha önce geçen: "Çünkü onlar bundan önce ihsan
edicilerdi" buyruğu ile ilişkilidir. Yani onlardan ihsan edici olanlar
sayıca azdı. Daha sonra yeni bir cümle olarak: "Geceleyin
uyumazlardı" diye buyurmaktadır.
Birinci ve ikinci yoruma
göre "onlar gecenin az bir bölümünde ...lardı" buyruğu daha önce
geçen ifadelerin tamamlanmasından sonra yeni bir hitab cümlesi olur. Bu
durumda: "Uyumazlardı" buyruğu üzerinde vakıf yapılır. Aynı şekilde:
"Az" buyruğu: " .. dı"nın haberi kabul edildiği takdirde de
böyle olur ve bu durumda: (...) lafzı, "Az" lafzı ile merfu olur.
Sanki: "Geceleyin uyumaları az idi" denilmiş gibidir.
Buna göre; (...)'ın nefy
edatı olması mümkündür. Fiil ile birlikte mastar olması da mümkündür. "
... dı" isminden bedel olarak merfu olması da mümkündür. Bu durumda da
ifadenin takdiri "Onların uyumaları gecenin az bir bölümünde idi"
şeklinde olur.
"Az" lafzının
mansub gelmesine gelince, eğer: (...) zaid ve "uyurlar" lafzını
te'kid için zaid olarak gelmiş kabul edilip, "Onlar az bir vakitte ...
" ya da; "Onlar az uyurlardı" takdirinde kabul edilir. Eğer zaid
kabul edilmeyecek olursa, o takdirde: "Az" buyruğu "....
dı" lafzının haberi olur ve bununla birlikte "uyurlardı"
anlamındaki
fiil ile nasbedildiği
kabul edilemez. Çünkü; (...)in mastar için olduğunu kabul etmekle birlikte
"uyurlar" fiili ile nasbedildiğini kabul edecek olursak, o takdirde
sıla mevsulden önce getirilmiş olur.
Enes ile Katade ayetin
tevili hakkında şöyle demişlerdir: Onlar akşam ve yatsı namazları arasında namaz
kılarlardı. Ebu'l-Aliye: Akşam ile yatsı arasında uyumazlardı, demiştir. İbn
Vehb de böyle açıklamıştır.
Mücahid dedi ki: Ayet-i
kerime ensar hakkında inmiştir. Onlar Peygamber (s.a.v.) mescidinde akşam ile
yatsı namazlarını kılarlar, sonra da Kuba'ya giderlerdi.
Muhammed b. Ali b.
el-Hüseyn dedi ki: Onlar yatsı namazını kılıncaya kadar uyumazlardı. el-Hasen
dedi ki: Sanki o, namaz için uyanık kalmaları karşılığında uyuma zamanlarını az
bir süre olarak değerlendirmiş gibidir.
İbn Abbas ve Mutarrif
dediler ki: Herbir gecenin ya ilk vakitlerinde yahut orta zamanlarında Allah
için namaz kılmadan geçirdikleri geceler çok azdı.
2- Teheccüd Namazına
Devam Edenlerin Başından Geçen Bazı Olaylar:
Teheccüd kılanlardan
birisinden rivayet edildiğine göre rüyasında birisi gelerek ona şu beyiti
okumuş: "Bir göz geceleyin rahatça nasıl uyuyabilir ki; Hangi meclislerde
konaklayacağını bilmediği halde?"
Ezdlilerden bir adamdan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Geceleyin uyumazdım. Bir gün gecenin son
vakitlerinde uyudum. Rüyamda beraberlerinde elbiseler bulunan ve daha
güzellerini göremediğim iki genç gördüm. Namaz kılan herkesin yanıbaşında
durdular ve ona bir elbise giydirdiler. Sonra uyuyanların yanına vardılar,
fakat onlara elbise giydirmediler. Onlara: Şu yanınızdaki elbiselerden bana da
giydiriniz, dedim. Bana: Bunlar insanın üstüne giydiği elbiseler değildir.
Bunlar Yüce Allah'ın rızasıdır, namaz kılan herkesi bu rıza kuşatır.
Ebu Hallad'dan da şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Bir arkadaşım bana şunu anlattı: Bir gece uyurken
bana kıyamet gösterildi. Kardeşlerimden birtakım kimseleri yüzleri aydınlanmış,
renkleri parlamış ve üzerlerinde diğerlerinden farklı elbiseler giyinmiş
gördüm. İnsanlar çıplakken nasıl olur da bunlar elbise giyinmişler, dedim. Bunların
yüzleri niye bu kadar parlak, diğer insanların yüzleri niye böyle değişik?
Birisi bana şöyle dedi: Elbiseli gördüğün kimseler ezan ile kamet arasında
namaz kılanlardır. Yüzlerinin parıldamakta olduğunu gördüğün kimseler de seher
vakitlerinde tevbe ve istiğfar edenler ile teheccüd namazı kılanlardır. Ben:
Birtakım kimselerin de asil develer üzerinde olduğunu gördüm, dedim. Peki diğer
insanlar yaya ve çıplak ayaklı iken bunlar ne diye binek üzerindedirler, diye
sordum, bu şahıs bana şöyle dedi: Bunlar Yüce Allah'a yakınlaşmak maksadıyla
ayakları üzerinde dikilenler (namaz kılanlar)dır. Yüce Allah da bunun
karşılığında onlara en hayırlı mükafatı verdi. Rüyamda: Vay ibadet edenlere! Ne
kadar şerefli bir makamları varmış, diye bağırdım ve korku içerisinde uyandım.
3- Seherlerde Mağfiret
Dileyenler:
"Seherlerde de
onlar mağfiret dilerlerdi." buyruğu ikinci bir övgüdür.
Yani onlar günahlarından
ötürü mağfiret dilerlerdi. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır. Seher duanın kabul
edilmesi umulan bir vakittir. Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran
Suresi'nde (17. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Ömer ve Mücahid dedi
ki: Bunlar seher vaktinde namaz kılarlar, demektir. Namaza "istiğfar
(mağfiret dilemek)" adını vermişlerdi.
el-Hasen Yüce Allah'ın:
"Onlar gecenin az bir bölümünde uyurlardı." buyruğu hakkında şu
açıklamayı yapmıştır: Gecenin ilk vakitlerinden itibaren seher vaktine kadar
namazlarını sürdürdüler, sonra da seher vaktinde Allah'tan mağfiret dilediler.
İbn Vehb dedi ki: Ayet
ensar hakkındadır. Yani onlar Kuba'dan sabahleyin gelir, Peygamber (s.a.v.)
mescidinde namaz kılarlardı.
İbn Vehb, İbn Lehia'dan,
o Yezid b. Ebi Habib'den dediler ki: Onlar ensardan birtakım kimselere
meyvelerini sulamak maksadıyla kovalarla su çeker ve meyvelerini sularlardı.
Sonra az bir vakit uyurlar, sonra da gecenin bitimine kadar namaz kılarlardı.
ed-Dahhak: Maksat sabah
namazıdır, demiştir. el-Ahnef b. Kays dedi ki: Ben amellerimi cennetliklerin amelleri
ile karşılaştırdım. Bir de baktım ki onlar bizleri çokça geride bırakmış,
bizimle mesafeyi açmışlar. Onların amellerine ulaşamıyorum. "Onlar gecenin
az bir bölümünde uyurlardı." Bu sefer amelimi cehennemliklerin amelleri
ile karşılaştırdım. Onların hayırsız kimseler olduklarını gördüm. Allah'ın
Kitabını, Rasulünü, öldükten sonra dirilişi yalanlıyorlar. O bakımdan bizim
aramızda konumu en hayırlı olan kimselerin, salih ameller işlemiş olmakla
birlikte kötü, başka ameller de karıştırmış bir topluluk olduklarını gördüm.
4- Maldaki Hak:
"Mallarında
dilenenin ve yoksulun da bir hakkı vardır" buyruğu üçüncü bir övgüdür.
Muhammed b. Sirin ve
Katade dedi ki: Buradaki "hak" farzolan zekattır.
Bunun zekatın dışında
kendisiyle akrabalık bağının gözetildiği yahut bir misafirin ağırlandığı yahut
güçsüz bir kimsenin bineğin sırtında taşındığı yahut bir mahrumun ihtiyaçtan
kurtarıldığı mal, olduğu da söylenmiştir. İbn Abbas'ta böyle demiştir. Çünkü
sure Mekke'de inmiş, zekat ise Medine'de farz kılınmıştır.
İbnu'l-Arabı dedi ki: Bu
ayet hakkında kuvvetli olan görüş onun zekata dair olduğudur. Çünkü Yüce Allah
el-Mearic Suresi'nde: "Onlar ki, mallarında bilinen bir hak vardır:
Dilenene ve yoksula" (el-Mearic, 24-25) diye buyurmaktadır. "Bilinen
hak" ise şeriatın miktarını, türünü ve zamanını belirlemiş olduğu
zekattır. Bunun dışında olan haklara gelince -bu görüşü kabul edenlere göre- bu
hak bilinen bir hak değildir. Zira bu hakkın miktarı, cinsi belli olmadığı
gibi; zamanı da belirlenmemiştir.
5- Dilenen (Sail) ve
Yoksul (Mahrum):
Yüce Allah'ın:
"Dilenenin ve yoksulun" buyruğunda geçen "dilenen: essail"
fakirliğinden ötürü insanlardan dilenen kimsedir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Said
b. el-Müseyyeb ve başkaları yapmıştır.
"Yoksul:
mahrum" ise maldan yana mahrumiyet içerisinde olan kimse demektir. Bunun
kimliğinin muayyen olarak tesbit edilmesi hususunda farklı görüşler vardır. İbn
Abbas, Said b. el-Müseyyeb ve başkaları şöyle demişlerdir: Yoksul (mahrum)
İslamda kendisine ait ayrılmış payı bulunmayan kimse (el-muharef) demektir.
Aişe (r.anha) da: "Yoksul bir kazanç sağlama imkanı bulunmayan (muharef)
kişi demektir" demiştir.
"Muharef adam"
sınırlı ve yoksul kimse demektir. "Mübarek"in zıddıdır. "Filan
kişinin maişeti -adeta rızkı kendisinden başka tarafa kaydırılmışcasına-
zorlaştırılmış, daraltılmış" demektir.
Katade ve ez-Zühri:
Mahrum, insanlardan bir şey istemeyen ve ihtiyacını bildirmeyen, iffetli
davranan kimse demektir.
el-Hasen ve Muhammed b.
el-Hanefiye dedi ki: Yoksul, ganimetin paylaştırılmasından sonra -ganimette
payı olmaksızın- gelen kimse demektir. Rivayet edildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) bir
seriyye (küçük askeri birlik) göndermiş, bunlar bir takım ganimetler ele
geçirmişlerdi. Ganimetin paylaştırılıp bitmesinden sonra bir topluluk geldi ve
bunun üzerine şu: "Mallarında ... bir hakkı vardır" ayeti nazil oldu.
İkrime dedi ki: Yoksul,
hiçbir malı kalmayan kimse demektir. Zeyd b. Eslem dedi ki: Mahsulleri yahut
ekini ya da davarlarının yavruları musibete ve belaya uğramış kimse demektir.
el-Kurazi dedi ki: Yoksul yok edici felaketin isabet ettiği kişidir. Daha sonra
da Yüce Allah'ın: ''Gerçekten bizler borca batırıldık. Daha doğrusu biz mahrum
bırakıldık." (el-Vakıa 56, 66-67) buyruğunu okudu. Bunun bir benzeri de
"bahçe sahipleri" kıssasında geçmektedir ki; onlar: ''Hayır, aksine
biz mahrum bırakılanlarız. "(el-Kalem, 27) demişlerdi.
Ebu Kilabe dedi ki:
Yemamelilerden bir adamın bir malı vardı. Sel gelip malını götürdü.
Arkadaşlarından bir adam: İşte bu mahrum (yoksul) kimsedir, ona bir pay ayırın,
dedi.
Dünyalığı isteyip
dünyanın kendisine sırt çevirdiği kimsedir, diye de açıklanmıştır. Bu açıklama
aynı zamanda İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
Abdu'r-Rahman b. Humeyd
dedi ki: Yoksul (mahrum) kimse köle olan kimsedir. Kastın, köpek olduğu da
söylenmiştir. Rivayet edildiğine göre Ömer b. Abdu'l-Aziz Mekke'ye giderken
yolda bir köpek yanına gelmiş. Ömer -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bir
koyunun kolunu alarak onu köpeğe atmış ve: Mahrum (yoksul)un bu olduğunu
söylerler, demiştir.
Yine denildiğine göre,
yoksul neseben akraba olan kimseler arasından fakir oluşu sebebiyle nafakasının
(kişi tarafından) verilmesi gereken kimsedir. Çünkü böyle bir kişi kendi
kazancından mahrum kalmış ve sonunda başkasına ait maldan nafakasının
karşılanması icab etmiştir.
İbn Vehb, Malik'ten
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yoksul, rızıktan mahrum bırakılan kimsedir.
Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü bütün görüşleri kapsamaktadır.
eş-Şa'bi dedi ki:
Ergenlik çağına eriştiğimden bu yana yetmiş yıl geçti ve yoksul (mahrum)un kim
olduğunu sorup duruyorum, fakat bugün onun kimliğini bildiğim kadar daha
önceden bilmiş değilim. Bunu Şu'be, Asım el-Ahvel'den, o eş-Şa'bi'den rivayet
etmiştir.
Yoksul (mahrum); dildeki
asıl anlamıyla, alıkonulmuş, engellenmiş demek olup, men etmek, alıkoymak demek
olan "hirman (mahrumiyet, mahrum kalmak)"den gelir. Alkame şöyle
demiştir: "Ganimet gününde ganimetten yiyecek bir şeyler verilen kimse Yer
onu nereye giderse; mahrum ise mahrum kalır."
Enes'ten rivayete göre
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde fakirlerden dolayı
zenginlerin vay haline! Rabbimiz bunlar senin bizim lehimize onların üzerine
farz kıldığın haklarımızı bize vermeyerek zalimlik ettiler, diyecekler. Yüce
Allah da şöyle buyuracaktır: İzzetim ve celalime yemin ederim ki, sizi
yakınlaştıracağım, onları da azaplandıracağım." Daha sonra Resulullah
(s.a.v.): "Mallarında dilenenin ve yoksulun da bir hakkı vardır"
buyruğunu okudu. Bunu es-Sa'lebi zikretmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN