ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ZARİYAT

7

/

14

وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ {7} إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ {8} يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ {9} قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ {10} الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ {11} يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ {12} يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ {13} ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ {14}

 

7. Güzel yolları bulunan gök hakkı için,

8. Gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz.

9. Ondan döndürülenler, döndürülür.

10. Kahrolsun yalancılar!

11. Onlar ki, kuşatıcı bir cehalet içinde gafil kimselerdir.

12. "Din günü ne zamandır?" diye sorarlar.

13. O gün onlar azab için ateşe sunulurlar.

14. "Azabınızı tadın. İşte bu, çabucak gelmesini istediğinizdir."

 

"Güzel yolları bulunan gök hakkı için" buyruğunda geçen "gök"den maksadın yeri gölgelendiren bulutlar olduğu söylendiği gibi, yükseltilmiş gök olduğu da söylenmiştir. İbn Ömer: O yedinci semadır, demiştir. Bunu el-Mehdevi, es-Sa'lebi, el-Maverdi ve başkaları zikretmişlerdir.

 

"Güzel yollar"ın açıklaması ile ilgili yedi görüş vardır:

 

1. İbn Abbas, Katade, Mücahid ve er-Rabi, muntazam ve güzel yaratılış sahibi diye açıklamışlardır. İkrime de böyle demiştir: Dokumacının güzelce kumaşı dokuduğunu hiç görmedin mi? İşte bu kökten olmak üzere: "Kumaşı güzelce dokudu, dokur" denilir. Mastarı da: (...) diye gelir.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Muhkem kılıp, güzelce yaptığın herbir şey hakkında bu kökten olmak üzere: "Onu güzel ve sağlam yaptın" denilir.

 

2. Süslü demektir. Bu açıklamayı el-Hasen ve Said b. Cübeyr yapmıştır.

Yine el-Hasen'den,

3. Yıldızları bulunan diye açıkladığı rivayet edilmiştir.

4. ed-Dahhak: Yolları bulunan diye açıklamıştır. Suda ve kumda rüzgar estiğinde görülen dalgalara: (...) denilir. el-Ferra'nın görüşü de buna yakındır. O şöyle demiştir: "Kum gibi rüzgarın estiği herbir şeyin kırılması (dalgalanması) yine rüzgarın estiği vakit suyun şekli" bu anlama geldiği gibi demirden yapılmış zırhın da öylece dalgalarının olmasına denilir. Dalgalı saçtaki kıvrımlara da: (...) denilir. Deccal hadisinde de: "Saçları dalgalı, kıvrımlıdır" denilmektedir. Şair Züheyr de şöyle demiştir: "Şiddetli bir rüzgarın dokuduğu bitkilerin dibinde (suyun etrafını sarmış) bir taç gibidir.

O suyun güneş gören kısmı dalgalı, güzel yolludur."

 

Ancak sema insanlardan uzak olduğundan ötürü (insanlar) bu yolları göremezler.

 

5. Güçlü, çetin ve sağlam demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmış ve:

"üzerinizde sapasağlam yedi (gök) bina ettik. "(en-Nebe, 12) buyruğunu okumuştur.

"At ya da başka türden varlıkların güçlü ve sağlam yaratılışta olması" demektir. Şair İmruu'l-Kays da şöyle demiştir: "Beni o benzersiz haliyle taşımaya koyuldu, Böğrü oldukça zayıf fakat yaratılışı oldukça sağlam ve güçlüdür."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Din artık karmakarışık bir hal aldı, onun için ben de hazırlandım; Kollarımı (bir araya geldikleri göğsümü) ve sapasağlam yüksek onurlarımızı"

 

Hadiste belirtildiğine göre; Aişe (r.anha): "Namazda gömleğinin altında eteğini sağlamca bağlardı," denilmektedir. 

 

6. Çokça hareket sahibi demektir. Bu açıklamayı Hasif yapmıştır. "Sık dokunmuş elbise" ile: "Oldukça arlanmaz bir yüz" tabirleri de buradan gelmektedir.

 

7. Yollardan kasıt semadaki yıldız kümesi (mecerra, samanyolu)dir. Ona bu ismin veriliş sebebi, mecerra (iki duvar arasına enine yatırılmış tahta parçası) gibi bir iz bıraktığından dolayıdır.

 

"Yollar" (...)'in çoğuludur. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "Sanki dokumacılar üzerini örtmüş gibidir, Yol yol çizgileri bulunan bir kilimle."

 

(...) ile (...) kum ve benzeri şeylerdeki yol demektir. (...)'in çoğulu (...) diye gelir, (...)'in çoğulu ise (...) diye gelir. (...) lafzı vezin itibariyle- (...) gibi olur ki; bu da bir sevik'den bir tanenin adıdır. Bu açıklamalar el-Cevheri'den aktarılmıştır.

Yüce Allah'ın: "Güzel yolları bulunan" buyruğunun el-Hasen tarafından: (...), (...), (...), (...) ile (...) şeklinde okunduğu rivayet edilmiştir. Aynı şekilde genelin okuyuşu gibi (...) diye okuduğu da rivayet edilmiştir. İkrime ve Ebu Miclez'den (...) diye okudukları rivayet edilmiştir. Bunun tekili; (...) diye gelir. (...) şekli ise bunun hafifletilmiş (be harfi sakin okunmuş) şeklidir. (...) şeklinin tekili  diye gelir.

 

(...) diye okuyanların kıraatine göre bunun tekili (...) ile (...) diye gelir. (...) diye okuyanların kıraatine göre ise; (...) ile (...) kelimeleri gibidir. (...) de onun hafifletilmişi ("be" harfi sakin okunmuşu)dır.

 

(...) şeklindeki okuyuş ise şazdır, zira Arapçada (...) vezninde bir kelime yoktur. Böyle bir okuyuş şivelerin birbirine karışması diye yorumlanır. Sanki "be"yi kesreli okumak isterken "ha" harfini kesreli okumuş, sonra da: (...)'i hatırına getirirken "be" harfini ötreli okumuş gibidir. Bütün bu açıklamaları el-Mehdevi yapmıştır.

 

"Gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz." Bu bir önceki ayette bulunan " ... gök hakkı için" şeklindeki kasemin (yeminin) cevabıdır. Yani siz ey Mekkeliler, Muhammed ve Kur'an-ı Kerim hakkında "birbirini tutmayan sözler içindesiniz" kiminiz doğrulamakta, kiminiz yalanlamaktasınız.

 

Bu buyruğun bölüşenler (bk. el-Hicr, 90. ayet) hakkında indiği de söylenmiştir. Onların, Muhammed sihirbazdır, şairdir, onu kendisi uydurmuştur, o delidir, o bir kahindir, onun söylediği (Kur'an) geçmişlerin masallarıdır, şeklindeki farklı sözleri hakkında indiği de söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre onların kimilerinin öldükten sonra dirilişi kabul etmeyişi kiminin bu hususta şüphe içerisinde olması dolayısıyla anlaşmazlık içerisinde bulunmaları ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Maksadın putlara ve heykellere ibadet edenler olduğu da söylenmiştir. Onlar kendilerinin yaratıcısının Allah olduğunu kabul etmekle birlikte başkasına tapınıyorlar.

 

"Ondan döndürülenler, döndürülür." Yani Muhammed ve Kur'an'a iman etmekten döndürülen kimseler döndürülür. Bu açıklama el-Hasen ve başkalarından nakledilmiştir. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlar sihirbazdır, söylediği kahinliktir, geçmişlerin masallarıdır, şeklindeki sözleriyle iman etmek isteyen kimseler imandan döndürülür, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir diğer açıklama da şöyledir: Bu hususta Allah'ın koruduğu kimseler anlaşmazlık içerisine düşmekten alıkonulurlar.

 

''Onu o şeyden alıkoydu, çevirdi, çevirir" demektir. Yüce Allah'ın: ''Sen bizi ... döndürmek için mi bize geldin. "(el-Ahkaf, 22) buyruğunda da aynı kökten gelen kelime kullanılmıştır.

 

Mücahid dedi ki: "Ondan döndürülenler, döndürülür" buyruğu "Ondan aklı bozulmuş kimseler alıkonulur" anlamındadır. Çünkü "Aklın bozulması (delirmek)" demektir.

 

ez-Zemahşeri dedi ki: Bu buyruk: (...) diye de okunmuştur ki, bu "ondan mahrum edilenler, mahrum olunur" demektir. Bu da süt sağmak suretiyle memeyi adeta tüketmeyi anlatmak için kullanılan: (...) den gelir.

 

Kutrub dedi ki: (Buyruk): Ondan aldatılan, kandırılan kimseler kandırılır (uzaklaştırılır) demektir. el-Yezidi de: Ondan itilerek uzaklaştırılanlar itilir, uzaklaştırılır demektir. Anlam birdir, hepsi de sarf (geri çevirmek, döndürmek) anlamı ile alakalıdır.

 

"Kahrolsun yalancılar" buyruğu lanet olsun yalancılara, diye tefsir edilmiştir. İbn Abbas: Şüphe ve tereddüt içerisinde bulunanlar yani kahinler kahrolsun, diye açıklamıştır. el-Hasen de: Bunlar biz ölümden sonra diriltilmeyiz diyen kimselerdir diye açıklamıştır.

(Lafzi anlamı ile): "öldürülsün" demek olan: ''bunlar kendilerine -müminler tarafından- öldürülsünler diye beddua edilmesi gereken kimselerdendirler" demektir. el-Ferra da: Bu lanete uğradılar demektir, diye açıklamıştır. Yine el-Ferra dedi ki: "Yalancılar" bilmedikleri şeylerden hareketle tahminlerde bulunarak; Muhammed delidir, yalancıdır, sihirbazdır, şairdir diyen yalancılardır. Bu ifade onlara bir bedduadır, çünkü Yüce Allah'ın lanetlediği bir kimse öldürülmüş ve helak olmuş bir kişi konumundadır.

 

İbnu'l-Enbari dedi ki: Yüce Allah bu buyrukla bizlere onlara beddua etmeyi öğretmektedir. Yani: "Kahrolsun yalancılar" deyiniz.

 

(...) lafzı (...) in çoğuludur. Bunun mastarı olan: "Yalan" demektir. "Çokça yalan söyleyen kimse" demek olur.

 

"Yalan söyledi, söyler" demektir.

 

Arapçada: "Yalan söyledi, söyler" anlamındadır. Bu açıklamayı en-Nehhas nakletmiştir. (...) aynı zamanda "hurma ağacındaki taze hurmadan ne kadar kuru hurma çıkacağını tahmin etmek" anlamındadır. "Hurma ağaçlarındaki hurmayı tahmin ettim" demektir. Bu fiilden isim: (...) diye gelir. "Hurma ağaçlarından ne kadar hurma çıkar tahmin edersin" diye sorulur.

 

"Ağaçtaki hurmayı tahmin eden kişi" demektir. O halde bu lafız, müşterek (birden çok manayı ifade eden) bir lafızdır. (...)'in asıl anlamı daha önceden el-En'am Süresi'nde (116. ayetin tefsirinde) geçtiği üzere "kesmek"tir. Haliç (körfez)e: (...) denilmesi de buradan gelmektedir. Çünkü su orada nihayete ermekte, kesilmektedir. "Küpede tek başına bulunan taş" demektir. Çünkü o bu haliyle benzerlerinden ayrılmıştır. "Öd" demektir. Çünkü o güzel kokusu ile benzerlerinden ayrılmaktadır. "Aç kalmış ve üşümüş kimse" anlamındadır. Çünkü böyle bir kimse bu durumda takatten kesilir. ''Kişi aç ve üşümüş vaziyettedir" denilir. Bu durumda olan kimseye de: (...) denilir. Şu kadar var ki üşüme olmaksızın sadece açlık hakkında: (...) fiili kullanılmaz. Ancak açlık olmaksızın üşümek hakkında bu fiil kullanılabilir. (...) şeklinde "hı" hem ötreli ve hem kesreli olarak altın ya da gümüşten halka demektir, çoğulu: (...) diye gelir.

 

Müneccimlerin (yıldızlara bakarak geleceğe dair haber verenlerin) sözleri ile sezgi ve tahminlerinin gelecekte olacakları gösterdiğini iddia eden herkesin sözü de: "Yalancıların yalanı" kapsamına girmektedir.

 

İbn Abbas dedi ki: Bunlar Mekke'nin yollarını kendi aralarında paylaştıran ve Yüce Allah'ın Peygamberi hakkında insanları ona iman etmekten döndürmek için neler söyleyeceklerini bölüşen kimseler demektir.

 

"Onlar ki kuşatıcı bir cehalet içinde gafil kimselerdir." buyruğundaki "Bir şeyin üstünü kapatıp örten şey" demektir. "Gireni örten nehir" demektir, "Ölüm sarhoşlukları" tabiri de buradan gelmektedir. "Gafil kimseler" ahiret ile ilgili hallerden yana gaflet içerisinde bulunan ve başka şeylerle oyalanan kimseler demektir. "Din günü" hesabın görüleceği gün "ne zamandır, diye sorarlar." Onlar bu sözü alayolsun, diye ve kıyamet hakkında şüphe ettiklerinden ötürü söylüyorlar.

 

"O gün onlar azab için ateşe sunulurlar" buyruğundaki: "O gün" buyruğu "ceza" lafzının takdirine bina en nasb ile okunmuştur ki: "Bu ceza "azab içinde ateşe sunulacakları günde" kendilerine verilecektir, demektir. "Ateşe sunulmaları" ise ateşte yakılmaları anlamındadır. Bu da Arapların: "Saflığını anlamak için altını ateşte yaktım" tabirlerinden alınmıştır. "Fitne"nin asıl anlamı sınamak, denemek, demektir.

 

Bunun mütemekkin olmayan lafza (mesela i'rabın üzerinde görülmediği cümleye) izafet edilmesi dolayısıyla mebni olduğu ve az önce geçen takdire göre nasb konumunda bulunduğu yahutta; "Din günü (ne zamandır)" ibaresinden bedel olarak merfu olduğu da söylenmiştir.

 

ez-Zeccac dedi ki: "Senin ayakta olduğun gün, senin ayağa kalkacağın gün" (şeklinde "gün" anlamındaki kelimenin ötreli) kullanımı hoşuma gider. Ref' konumunda olmakla birlikte üstün de okunabilir. Bu da ref' anlamında olmakla birlikte nasb ile gelmiştir.

 

 

İbn Abbas dedi ki: "Sunulurlar" azab edilirler, demektir. Şairin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Allah kullarından herbir kişi baskı ve zulüm altındadır, Mekke vadisinde kahredilmiş ve azab olunmaktadır."

 

"Azabınızı tadın!" Onlara: Azabınızı tadın, denilir demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır.

 

Mücahid ateşte yakılmanızı tadın, İbn Abbas: Yalanlamanızı yani yalanlamanızın cezasını tadın, diye açıklamışlardır. el-Ferra da: Azabınızı tadın, demektir, demiştir.

 

"İşte bu" dünyada iken "çabucak gelmesini istediğinizdir." Yüce Allah'ın bu buyrukta: "Bu" diye buyurup -müennes kipi olan- (...) diye buyurmayışının sebebi burada "fitne"nin (kendisi müennes bir kelime olmakla birlikte, müzekker bir kelime olan): "azab" anlamında oluşundan dolayıdır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Zariyat 15-16

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR