ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KAF

30

/

35

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍ {30} وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ {31} هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ {32} مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ {33}  ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ {34} لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ {35}

 

30. O günde Biz cehenneme: "Doldun mu?" diye soracağız. O da: "Daha var mı?" diyecek.

31. Cennet ise takva sahiplerine uzak olmayıp yakınlaştırılmış olacaktır.

32. İşte bu, dönen ve (kendisini) koruyan herkes için vaadolunageldiğinizdir;

33. Rahmandan tenhada iken korkup (hakka) dönen bir kalbe sahib olan herkes için.

34. "Oraya selamet ile girin! İşte bu, ebedilik günüdür."

35. Orada onlara diledikleri herşey vardır. Yanımızda fazlası da var.

 

"O günde Biz cehenneme: Doldun mu? diye soracağız. O da: Daha var mı? diyecek" buyruğundaki "O günde ... diye soracağız" buyruğunu Nafi ve Ebu Bekr: "Benim huzurumda çekişmeyin" (Kaf, 28) buyruğunu gözönünde bulundurarak "ye" harfi ile "O günde ... diye soracak" şeklinde okumuşlardır.

 

Diğerleri Yüce Allah tarafından hitab olmak üzere "nun" ile ("diye soracağız" anlamında) okumuşlardır ki, bu da azamet nunudur.

 

el-Hasen ise: "O günde ... diye soracağım" şeklinde okumuştur.

 

İbn Mesud ve diğerlerinden ise: "O günde ... diye sorulacak" şeklinde okudukları rivayet edilmiştir.

 

"O günde" lafzının nasb ile gelmesi: "... diye soracağımız o günde Benim yanımda söz değiştirilmez" anlamı dolayısı iledir. Bunun şu anlamda olmak üzere mukadder bir fiil ile nasbedildiği de söylenmiştir: "Sen onları "cehenneme: Doldun mu diye soracağunız o gün ile" korkut!" Bu ise daha önce Yüce Allah'ın cehennemi dolduracağına dair vermiş olduğu sözünden ötürü takdir edilir. Böyle bir soru ise, Yüce Allah'ın vermiş olduğu haberi doğrulamak, sözünün gerçekleştirilmesi, düşmanlarının azarlanması ve bütün kullarının da uyarılması içindir.

 

Cehennem de: "Daha var mı diyecek" yani bende daha fazlasının sığabileceği bir yer kalmamıştır. Bu da Peygamber (s.a.v.)'ın: "Akil bize konaklayacak bir yer yahut bir ev bıraktı mı ki" sözüne benzer ki, bize bir yer bırakmadı demektir. O halde burada ifade inkar anlamındadır. Bununla birlikte daha daha fazlasını istemek anlamında bir soru olması da mümkündür. Daha fazla var mı, dahası da gelsin, demek olur. Buyruğun her iki anlama uygun gelmesi, istifhamın (soru sormanın) bir bakıma inkar anlamını da ihtiva etmesinden dolayıdır.

 

Bir görüşe göre cehennemin söz söylemesi diye bir şey sözkonusu değildir. Bu sadece bir örneklendirmedir, yani onun halinden anlaşılacak olan söz söylemiş olsaydı, söyleyebileceği bu ifadede belirtilendir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Havuz doldu ve: Bu kadarı bana yeter, dedi. Ağır ol, yavaş ol sen içimi yeterince doldurdun."

 

Bu Müücahid'in ve başkalarının yorumudur. Bende dolacak yer var mı ki, dolmuş bulunuyorum, demektir.

 

Yüce Allah'ın organları konuşturması gibi, bu sözü söylemek üzere cehennemi konuşturacaktır, diye de söylenmiştir. Bu, daha önce el-Furkan Suresi'nde (17-19. ayetlerin tefsirinde) belirttiğimiz üzere daha doğrudur.

 

Müslim ve Buhari'nin Sahih'lerinde ve Tirmizi'de, Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cehenneme (cehennemlikler) atıldıkça cehennem: Daha var mı? diye sorar. Nihayet aziz olan Rabbimiz ona ayağını koyar, bu sefer cehennemin bir kısmı diğerinin içine geçer, o da: Yeter yeter, izzetin hakkı için, keremin hakkı için (yeter), der. Cennette ise Yüce Allah oraya (bir başka) mahlukat var edip onları cennetin artan bölümlerine yerleştirinceye kadar fazlalık kalmaya devam edecektir." Müslim'in lafzı ile hadis bu şekildedir.

 

Ebu Hureyre yoluyla gelen bir diğer rivayette de şöyle denilmektedir: " ... Cehenneme gelince, Yüce Allah üzerine ayağını koyup kendisine: Yeter yeter, deyinceye kadar dolmaz. İşte o vakit cehennem dolar ve birbirine geçer. Yüce Allah yarattıklarından hiçbir kimseye zulmetmez. Cennete gelince, Allah onun için başka yaratıklar var eder."

 

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Burada "kadem (ayak)"ın anlamı Yüce Allah'ın cehennem ateşine gitmek üzere takdim ettiği (önden gönderdiği) bir topluluktur. Yüce Allah ezeli ilminde onların cehennemliklerden olduğunu da biliyordu. "Ricl (ayak)" da bu anlamdadır. Bu da insan olsun, başkalarından olsun çok sayıda kimse demektir. Mesela: "Bir insan kalabalığı ve bir çekirge kalabalığı gördüm" denilir. Şair de şöyle demiştir: "İnsanlardan bir topluluk uğradı bize ve onlara da katıldı, Yemenlilerden birçok grublar. Lahm'dan Ukul ve Himyer'den kabileler, Nizar'ın iki oğlu aleyhine düşmanlıkla toplandılar."

 

Bu manayı İbn Mesud'dan gelen -şöyle dediğine dair- rivayet açıklamaktadır: Cehennemde ne kadar barınak, zincir, tokmak ve tabut varsa mutlaka onun üzerinde sahibinin adı da yazılıdır. Cehennem bekçilerinden herbir kişi isim ve niteliği ile tanıyıp bildiği (azaplandıracağı) adamını bekler. Onların her birisi (azaplandırmakla) emrolunduğu ve beklediği kişileri tamamıyla alıp onlardan geriye hiçbir kimse kalmayınca bekçiler: Yeter, yeter bu kadarı bize yeter, bu kadarı bize yeter, yani yetindik, yetindik, derler. İşte o vakit cehennem, içinde bulunan kimselerin üzerine çekilir ve kapanır. Çünkü geriye gelmesi beklenecek kimse kalmamış olacaktır.

 

İşte gelmesi beklenen bu topluluk hakkında "ricl (topluluk; tercümede: ayak)" ve "kadem (önden gönderilenler)" tabiri kullanılmıştır. Yine bu yorumun lehine aynı hadiste yer alan Hz. Peygamberin: "Yüce Allah orası için yeni yaratıklar var edip cennetin artan yerine onları iskan edinceye kadar cennette bir fazlalık kalmaya devam edecektir" sözleri tanıklık etmektedir. Biz bu hususa dair daha geniş açıklamalar ve gerekli tafsilatı "el-Kitabu'l-Esna" adlı eserimiziB "el-esma ve's-sıfat (yüce Allah'ın isimleri ve sıfatları)" bölümünde genişçe açıklamış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

en-Nadr b. Şumeyl de Peygamber (s.a.v.)'ın: "Cebbar (olan Allah) oraya kademini (ayağını) koyuncaya kadar" buyruğunu ilminde cehennemliklerden olduğu ezelden sabit olmuş kimseler, diye açıklamıştır.

 

"Cennet ise takva sahiblerine uzak olmayıp yakınlaştırılmış olacaktır."

 

Yani onlara yakınlaştırılacaktır. Bunun dünyada iken cennete girmeden önce sözkonusu olduğu söylenmiştir. Yani onlara günahlardan uzak durun, denildiğinde cennet kalblerine yakınlaştırılmıştır.

 

Cennete girdikten sonra orada kalacakları yerler kendilerine yakınlaştırılmış olacak ve uzak düşmeyecektir, diye de açıklanmıştır. "Uzak olmayıp" ifadesi ise onlardan uzak düşmeyecektir, demek olup bu ifade tekid için getirilmiştir.

 

"İşte bu ... vaadolunageldiğinizdir." Yani onlara: Dünyada iken rasuller aracılığı ile size vaadolunan mükafat budur denilecektir.

 

"Vaadolunduğunuz" anlamındaki: (...) lafzı genel olarak muhatab kipi şeklinde "te" ile okunmuştur. İbn Kesir ise haber olarak "ye" ile ("vaadolundukları" anlamında) diye okumuştur. Çünkü bu buyruk, takva sahiplerinin sözkonusu edilmesinden sonra gelmektedir.

 

"Dönen ve koruyan herkes için" buyruğuna gelince, "evvab: dönen" günahlardan Yüce Allah'a dönen, sonra dönüp tekrar günah işleyen, sonra tekrar dönen kimse demektir. ed-Dahhak ve başkaları böyle açıklamıştır. İbn Abbas ve Ata ise şöyle demişlerdir: "Evvab: dönen" tesbih eden demektir. Yüce Allah'ın: "Ey dağlar, siz de onunla tesbih edin. " (Sebe, 10) buyruğunda olduğu gibi.

 

el-Hakem b. Uteybe de: Evvab, tenhada yalnız kaldığında Yüce Allah'ı zikreden kimse demektir. eş-Şa'bi ve Mücahid: Tenhada iken günahlarını hatırlayıp onlardan dolayı Allah'tan mağfiret dileyen kimsedir. İbn Mesud'un görüşü de budur. Ubeyd b. Umeyr de şöyle demiştir: Bu oturup kalktığı her mecliste mutlaka Yüce Allah'tan mağfiret dileyen kimse demektir. Yine ondan şöyle dediği zikredilmiştir: Biz "evvab: dönen"in meclisinden kalktığında "Subhanallahi ve bi hamdihi (Allah'ı eksiklikten tenzih eder ve O'na hamdederim.) Allah'ım, ben bu meclisimde işlediklerimden ötürü Senden mağfiret dilerim" deyip, buna devam eden kimsedir, diye kendi aramızda konuşurduk.

 

Hadis-i şerifte de şöyle denilmiştir: "Kim meclisinden kalktığı vakit: (...): Allah'ım, Seni hamdinle eksikliklerden tenzih ederim. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senden mağfiret diler ve Sana tevbe ederim" diyecek olursa, Allah ona o mecliste işlediği günahları bağışlar. '' Peygamber (s.a.v.) da böyle derdi.

 

Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Ben: "Senden mağfiret diler ve Senden tevbe etmeyi dilerim" demeyi severim, fakat gerçek anlamıyla olmadıkça "ve Sana tevbe ederim" demekten hoşlanmam.

 

Derim ki: Bu bir istihsandır, ancak hadise uymak daha uygundur.

 

Ebu Bekir el-Verrak dedi ki: O (evvab: dönen) bolluk ve rahatlık zamanında da, darlık ve sıkıntı zamanlarında da Allah'a tevekkül eden kimsedir. el-Kasım: Allah'tan başkası ile (kalbini) uğraştırmayan kimsedir, demiştir.

 

"Hafiz: koruyan" buyruğu hakkında İbn Abbas: Günahlarını onlardan vazgeçinceye kadar hıfzeden (belleyen) kimse demektir. Katade de: Yüce Allah'ın kendisine havale ettiği hak ve nimetleri ile ona emanet bıraktığı şeyleri koruyan kimse demektir. Yine İbn Abbas'tan: Bu Allah'ın emrini koruyan demektir, dediği rivayet edilmiştir. Mücahid dedi ki: Bu itiraf ile Yüce Allah'ın hakkını, şükür ile de nimetlerini koruyan kimse demektir.

 

ed-Dahhak dedi ki: Yüce Allah'ın vasiyetini Cemrini) kabul etmekle koruyan, muhafaza eden kimse demektir. Mekhul, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim günün başlangıcında dört rekat kılmayı muhafaza ederse (devam ederse) o kimse koruyup dönen bir kalbe sahib (evvabbun hafiz) kimsedir." Bunu el-Maverdi zikretmiştir. 

 

"Rahman'dan tenhada iken korkup ... herkes için" buyruğundaki: "Herkes" buyruğu: "Dönen ve koruyan herkes için" buyruğundan bedel olarak cer mahallinde yahut; "Dönen"in sıfatı konumundadır. İstinaf (yeni cümle başı) olarak ref' mahallinde olması da mümkündür. Haberi şartın cevabının hazfedildiği takdiri ile "oraya ... girin" buyruğudur. İfadenin takdiri de: Onlara: "Oraya ... girin" denilir şeklindedir.

 

"Tenhada iken korkmak (haşyet)" ise Yüce Allah'ı görmediği halde O'ndan korkmak demektir. ed-Dahhak ve es-Süddi: Kimsenin kendisini görmediği yalnızlık zamanında ... demektir, diye açıklamışlardır. el-Hasen de:

 

Perdesini indirip kapısını kapattığı vakit ... anlamındadır.

 

"Dönen bir kalbe sahib olan herkes" itaate yönelen bir kalbe ... ihlas sahibi bir kalbe ... diye de açıklanmıştır. Ebu Bekr el-Verrak dedi ki: Munib (Allah'a dönen)in alameti Yüce Allah'ın saygı duyulması gereken haklarını bilen, O'nu veli edinen, celal ve azameti karşısında mütevazi olan ve nefsinin hevasını terkeden kimse olmaktır.

 

Dönen kalb (el-kalbu'-l-munib)'in selim kalb olması ihtimali de vardır. Nitekim Yüce Allah önceden de geçtiği üzere: "Allah'a salim kalb ile gelmiş olanlar müstesna. "(eş-Şuara, 89) diye buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Oraya ... girin" yani bu niteliklere sahib olan kimselere: "Oraya selamet ile" azaptan yana esenlik içerisinde "girin. İşte bu ebedilik günüdür." denilecektir. Allah'tan ve melekler tarafından onlara verilecek bir selam ile girin diye açıklandığı gibi nimetlerin son bulmasından yana esenlik içerisinde ... diye de açıklanmıştır. ifadelerin baş tarafında: "Korkup       kimse" denilmiş (ve fiil tekil şahıs için) olmakla birlikte burada "oraya       girin"

diye buyurması; "Kimse" lafzının çoğul (herkes) anlamında da kullanılmasından dolayıdır.

 

"Orada onlara diledikleri herşey var." Canlarının çektiği ve gözlerinin zevk aldığı herşey.

"Yanımızda fazlası da var." Hatırlarına getirmedikleri türlü nimetler. .. Enes ve Cabir dedi ki: "Fazlası" şanı Yüce Allah'ın -bir keyfiyet söz konusu olmaksızın- yüzüne bakmaktır. Yüce Allah'ın: "ihsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da fazlası vardır. "(Yunus, 26) buyruğu hakkında "buradaki "fazlası"ndan kasıt Yüce Allah'ın kerim vechine bakmaktır" dediği Peygamber (s.a.v.)'a kadar ulaşan merfu haberler halinde bize ulaşmıştır.

 

İbnu'l-Mübarek ve Yahya b. Sellam da şöyle demişlerdir: Bize el-Mesudi, el-Minhal b. Amr'dan, o Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Mesud'dan dedi ki: Cuma gününe gitmek için elinizi çabuk tutunuz. Çünkü Şanı Yüce ve mübarek ALLAH her cuma günü cennet ehline beyaz kafurdan bir tepe üzerinde (oldukları halde) görünür. Onlar da ona yakınlık derecelerine göre yerlerini alırlar. İbnu'l-Mubarek dedi ki: Dünyada iken cumaya gitmekte ellerini çabuk tuttukları oranda (yakınlaşacaklardır). Yahya b. Sellam da dedi ki: Dünyaya cumaya gitmekte ellerini çabuk tuttukları için (yakın olacaklardır), demiştir. Ayrıca şunu da ilave etmektedir: "Yüce Allah bundan önce görmedikleri şekilde onlara ikramlar yaratır, var eder." Yahya dedi ki: Ben el-Mesudi'den başkasının buna Yüce Allah'ın: "Yanımızda fazlası da var" buyruğunu eklediklerini de duydum.

 

Derim ki: Hadisteki: "Bir tepe üstünde" ifadesi ile kastettiği cennet ehlidir.

Yani onlar bir tepe üstünde olacaklardır. Nitekim el-Hasen'in mürsel rivayetinde de böyledir. Buna göre o dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her cuma günü kafurdan bir tepe üzerinde cennetlikler Rabblerine bakacaklardır."

 

Biz bu hadisi et-Tezkire adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Buradaki "fazlası"ndan kastın, onlara eş olarak verilecek el-huru'l-İyn olduğu da söylenmiştir. Bunu Ebu Said el-Hudri merfü olarak rivayet etmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kaf 36-38

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR