KAF 16 / 19 |
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا
الْإِنسَانَ
وَنَعْلَمُ
مَا
تُوَسْوِسُ
بِهِ
نَفْسُهُ
وَنَحْنُ
أَقْرَبُ
إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ
الْوَرِيدِ {16}
إِذْ يَتَلَقَّى
الْمُتَلَقِّيَانِ
عَنِ الْيَمِينِ
وَعَنِ
الشِّمَالِ
قَعِيدٌ {17} مَا
يَلْفِظُ
مِن قَوْلٍ
إِلَّا
لَدَيْهِ رَقِيبٌ
عَتِيدٌ {18} وَجَاءتْ
سَكْرَةُ الْمَوْتِ
بِالْحَقِّ
ذَلِكَ مَا
كُنتَ مِنْهُ
تَحِيدُ {19} |
16.
Andolsun ki insanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu
da biliriz. Zaten Biz ona şah damarından daha yakınız.
17.
Unutma ki sağında ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki (melek)
vardır.
18. O
bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri
vardır.
19.
Derken ölüm baygınlığı hak olarak gelmiş olacaktır. "Kendisinden nefret
edip kaçtığın şey işte budur."
"Andolsun Biz
insanı" bütün insanları -Adem (a.s)'ı diye de açıklanmıştır- "Biz
yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz."
İçinde, kalbinde, zihninde neler geçtiğini biliriz. Bu buyrukla gizlice işlenen
masiyetlerden vazgeçilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Buyruktaki
"insan"dan kasıt, Adem'dir diyen kimselerin görüşüne göre onun
nefsine gelen vesvesenin ağaçtan yemek olduğunu kabul ederler. Ondan sonra da
bu onun soyundan gelen çocukları hakkında umumi bir vasıf olur.
"Vesvese"
gizli konuşma ve söz söyleme seviyesinde nefsin içinden geçirdiği şeyler
demektir. el-A'şa şöyle demiştir: "O çekip gittiğinde zinetlerinin
işitirsin sesini, (Ses çıkartan) işrık ağacının esen rüzgarla ses çıkartması
gibi."
Buna dair açıklamalar
daha önceden el-Araf Süresi'nde (20. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Zaten Biz, ona şah
damarından daha yakınız" buyruğundaki "şah damarı" omuzdaki
damardır. Bu damar kişinin boğazı tarafından omuzuna doğru uzanır. Biri sağda,
biri solda olmak üzere iki tanedirler. Bu anlamdaki açıklama İbn Abbas ve başkalarından
rivayet edilmiştir. Dilde bilinen anlamı da budur. "HabI (lafız anlamı
itibariyle halat)" ile "el-verid" aynı şeylerdir. Burada
lafızların farklılığı dolayısıyla kendi kendisine izafe edilmesi sözkonusudur.
el-Hasen dedi ki: Verid
(şah damarı) vetin diye bilinen damarın kendisidir. Bu da kalbe bağlı bir
damardır.
Bu buyruk, Yüce Allah'ın
yakınlığının temsili bir ifadesidir. Yani Biz, insana kendisinden bir parça
olan onun şah damarından daha yakınız, yoksa buradaki yakınlık mesafe
yakınlığını anlatmak için zikredilmemiştir.
Bir açıklama da
şöyledir: Biz insana şah damarından daha yakınız, üstelik her yönüyle de onun
hakimleriyiz. Bir diğer açıklamaya göre; Biz onun nefsinin vesveselerini,
nefsinin kendisinden olan şah damarından daha çok biliriz. Çünkü şah damarı
kalb ile içiçe bir damardır. Yüce Allah'ın bilgisi o kimseye kalbin bilgisinden
daha da yakındır. Bu anlamdaki açıklama Mukatil'den rivayet edilmiştir. O şöyle
der: Şah damarı kalbe karışan, ulaşan bir damardır. Buradaki yakınlık, ilim ve
kudret yakınlığıdır. İnsanın vücudunun bölümlerinin kimisi diğerinin önünde
perde teşkil eder, fakat hiçbir şey Allah'ın bilgisine perde olmaz.
"Unutma ki sağında
ve solunda oturan, yaptıklarını tesbit eden iki (melek) vardır." Yani Biz
ona meleklerin yaptıklarını tesbit etmeleri halinde, şah damarından daha
yakınız. Buradaki iki melek kişinin üzerinde görevli olan meleklerdir. Biz onun
hallerini en iyi bileniz. O bakımdan Bize haber verecek bir meleğe ihtiyacımız
yoktur. Meleklerin onun üzerine görevli tayin edilmeleri, bağlayıcı delilin
ortaya konulması ve onun muhatab olduğu buyrukların pekiştirilmesi içindir.
el-Hasen, Mücahid ve
Katade: "Sağında ve solunda oturan"dan kasıt, kişinin amelini
karşılayan (yazan) iki melektir. Bunlardan birisi kişinin iyiliklerini yazan
sağdaki melek, diğeri ise kötülüklerini yazan soldaki melektir.
el-Hasen dedi ki:
Nihayet senin amel defterin katlanıp da kıyamet gününde sana "Oku
kitabını, bugün kendine karşı iyi hesablayıcı olarak kendin yetersin.
"(el-İsra, 14) denileceğinde, Allah'a yemin olsun ki, Allah seni kendi
kendisinin hesabını yapan birisi olarak tayin etmekle son derece adaletli bir
iş yapmış olacaktır.
Mücahid dedi ki: Yüce
Allah kullarının halini bilmekle birlikte insanın üzerinde gündüz iki, geceleyin
de iki melek görevlendirmiştir. Bunlar o kimsenin amelini tesbit ederler ve
onun ayak izlerini dahi yazarlar. Bu ise ona karşı getirilen delilin bağlayıcı
olması içindir. Bu iki melekten birisi kişinin sağında bulunur ve iyiliklerini
yazar, diğeri ise solunda bulunur ve kötülükleri yazar. İşte Yüce Allah'ın:
"Sağında ve solunda oturan ... iki (melek) vardır" buyruğu bunu
açıklamaktadır.
Süfyan dedi ki: Bana
ulaştığına göre iyilikleri yazan melek, kötülükleri yazan meleğin üzerinde bir görevlidir.
Kul günah işlediği takdirde: Olur ki Allah'tan mağfiret diler, o bakımdan acele
etme, der.
Bu anlamdaki bir rivayet
Ebu Umame yoluyla gelen bir hadiste de zikredilmektedir. Ebu Umame dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "İyilikleri yazan (melek) kişinin sağı
üzerinde, kötülüklerin yazıcısı ise solu üzerindedir. İyilikleri yazan melek,
kötülükleri yazanın üzerindedir. Kişi bir iyilik işledi mi sağda bulunan melek
on misliyle onu yazar. Bir kötülük işledi mi de sağda bulunan melek, solda bulunan
meleğe: Belki tesbih eder ya da mağfiret diler ümidiyle sen ona yedi saat
süreyle ilişme der. ''
Ali (r.a) yoluyla
geldiği rivayet edilen hadise göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Senin (üzerinde görevli) iki meleğinin oturduğu yer, dişlerinin üzeridir.
Dilin onların kalemi, tükürüğün onların mürekkebidir. Sen ise seni
ilgilendirmeyen işlere dalıp gidiyorsun, ne Allah'tan, ne de onlardan
utanıyorsun. ''
ed-Dahhak da şöyle
demiştir: İki meleğin oturduğu yer ağzın altında çenenin üzerindedir. Bunu Avf,
el-Hasen'den rivayet ederek, dedi ki: el-Hasen, (bu sebepten) alt dudağının
altında çenesinin üzerindeki ince tüyleri dahi temizlemekten hoşlanırdı.
"Oturan" diye
buyurup, iki melek oldukları halde -tesniye kipiyle- (...) diye buyurmayışı,
maksadın sağda da oturan ve solda da oturan şeklinde oluşundandır. İkincisinin
delaleti dolayısıyla birincisi hazfedilmiştir. Bu açıklamayı Sibeveyh
yapmıştır. Şairin şu beyiti de bu türdendir:
"Biz yanımızda
bulunana, sen de yanında olana, Razısın bununla birlikte görüşler
farklıdır."
el-Ferezdak da şöyle
demiştir:
"Ben (zulmü
sürdürmekten yana) yüz çevirerek yanıma gelene işlediği cinayeti
(cezalandırmamayı) taahhüd ediyorum.
Ben de, o da verdiği
sözü çiğneyen olmadık."
Burada şair (birinci beyitte):
"İkimiz de razıyız" demediği gibi, ikinci beyitte de "ikimiz de
sözümüzde durmamazlık etmedik" dememiştir.
el-Müberred'in görüşüne
göre ise; önce zikredilmesi gereken lafız tilavette -lafzın kullanımında bir
genişlik yolu seçilerek- sonraya bırakılmış, birincisinin kendisine delaleti
dolayısıyla ikincisi hazfedilmiştir.
el-Ahfeş ile
el-Ferra'nın görüşüne göre ise tilavette bulunan lafız, hem tesniye ve hem
çoğulun yerini tutmaktadır. Dolayısıyla ifadede bir hazif sözkonusu değildir.
"Oturan" buyruğu:
"Oturan" anlamındadır. Tıpkı "semi': duyan, alim: bilen, kadir:
güç yetiren, şehid: herşeyi gören" isimleri gibidir.
Bu lafzın:
"Birlikte oturan" anlamında olduğu da söylenmiştir. "Birlikte
yemek yiyen" ve "Sohbet arkadaşlığı yapan" lafızlarının (...)
ile (...) anlamında olduğu gibi.
el-Cevheri dedi ki:
"Fail ve feul" vezinlerindeki kelimeler tekili, tesniyesi ve çoğulu
arasında fark bulunmayan lafızlardandır.
Yüce Allah'ın:
"Gerçekten Biz alemlerin Rabbinin rasulleriyiz" (eş-Şuara, 16)
buyruğu ile: "Bundan sonra meleklerde yardımcıdır. "(et-Tahrim, 4)
buyruklarında olduğu gibi. esSa'lebi'nin naklettiği şu beyitte de, çoğul
hakkında şairin şöyle dediğini görüyoruz: "Beni ona elçi olarak gönder ki;
en hayırlı elçi Haberin inceliklerini en
iyi bilenleridir."
Burada
"oturan" ile kastedilen yanından ayrılmayan, yerinde sabit duran
demektir. "Kaim: ayakta duran"ın zıddı demek değildir.
"O bir söz
söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri
vardır." Yani o bir şey söyledi mi mutlaka yazılır. Bu (söz söylemek demek
olan lafız) yemeğin ağızdan çıkarılması anlamında kullanılan: (...) den
alınmıştır.
Rakib'in üç anlamı
vardır: 1- İşleri takib eden, 2- Koruyup gözetleyen. bu açıklamayı es-Süddi
yapmıştır- 3- Şahid ve tanık olan anlamındadır. Bunu da ed-Dahhak söylemiştir.
Atıd de iki anlama
gelir. 1- Devamlı hazır olan ve kaybolmayan; 2- Ya tesbit etmek, yahut tanıklık
etmek için hazırlanmış koruyucu, gözetleyici, demektir. el-Cevheri dedi ki:
Atid hazır ve hazırlanmış şey demektir. "Belli bir gün için onu hazırladı,
hazırlamak" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Onlara rahatça yaslanacak
bir yer hazırladı.'' (Yusuf, 31) buyruğunda da bu kökten gelen lafız
kullanılmıştır.
"Koşmak için
hazırlanmış at" anlamındadır.
Derim ki: Bütün bunlar
hazır bulunmak anlamında birleşmektedir. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Sen eğer gözümün önünde hazır bulunmuyor isen de, Senin hatıran kalpte
daima hazırdır."
Ebu'l-Cevza ve Mücahid
dediler ki: Hastalığı halindeki inlemesi de dahil olmak üzere insanın herşeyi
onun adına yazılır. İkrime de: Ya kendisi sebebiyle ecir alacağı yahut ceza
göreceği şeyler dışındakiler yazılmaz. Bir görüşe göre de; konuştukları
yazılır. Gün bitince mübah olan şeyleri silinir. Kalk, otur, ye türünden ecir
ya da günahı gerektirmeyen sözler gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ebu Hureyre ve Enes'den
rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her Hafaza
meleklerinden ikisi, tesbit ettiklerini Yüce Allah'ın huzuruna yükseltip
sunduklarında Allah da sahifenin başında bir hayır, sonunda da bir hayır
görürse mutlaka Yüce Allah meleklerine: Şahit olun ki ben sahifesinin başı ile
sonu arasındakileri kuluma bağışladım, der."
Ali (r.a) da şöyle
demiştir: "Şüphesiz Yüce Allah'ın beraberlerinde beyaz sahifeleri bulunan
melekleri vardır. Bunlar sahifenin başına ve sonuna eğer bir hayır yazacak
olurlarsa (yüce Allah da) size bu ikisi arasındakileri bağışlar."
Hafız Ebu Nuaym da şunu
rivayet etmektedir: Bize Ebu Tahir Muhammed b. el-Fadl b. Muhammed b. İshak b.
Huzeyme anlattı, dedi ki: Bize dedem Muhammed b. İshak anlattı, dedi ki: Bize
Muhammed b. Musa el-Haraşi anlattı, dedi ki: Bize Süheyl b. Abdullah anlattı,
dedi ki: Ben el-Ameş'i Zeyd b. Vehb'ten şunu naklederken dinledim: Zeyd b.
Vehb, İbn Mesud'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu
ki: "Hafaza melekleri Yüce Allah'ın erkek ya da dişi kulu üzerine
indiklerinde beraberlerinde mühürlü bir kitab bulunur. Onlar bu kitaba erkek
yahut dişi kulun söylediklerini yazarlar. Ayrılıp gitmek istediklerinde biri
diğerlerine: Beraberinde bulunan mühürlü kitabın mührünü çöz, der. O da onun
önünde kitabın mührünü açar ve bakar ki, o kitabın içinde yazılı olanlar (ile
yazdıkları) aynı şeylerdir. İşte Yüce Allah'ın: "Bir söz söylemeye dursun
mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri vardır" buyruğu bunu
anlatmaktadır. Bu hadis elAmeş'in Zeyd'den yaptığı rivayet olarak garibtir.
Ondan bunu Süheyl'den başkası rivayet etmemiştir.
Peygamber (s.a.v.)'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Yüce Allah her kulu için iki melek
görevlendirmiştir. Bunlar onun amelini yazarlar. Bu kul öldü mü, Rabbimiz filan
kişi öldü, artık bizim de semaya yükselmemize izin ver, derler. Yüce Allah da:
Benim semavatım, benim meleklerimle dolup taşmaktadır. Onlar Beni tesbih eder
dururlar, diye buyurur. Bunun üzerine o iki melek: Rabbimiz o halde biz
yeryüzünde (mi) ikamet edelim, derler. Yüce Allah: Benim arzım, benim
yarattıklarımla dolup taşmaktadır. Onlar Beni tesbih edip duruyorlar, diye
buyurur. Bunun üzerine melekler: Rabbimiz o halde nerede duralım? derler. Yüce
Allah: Kulumun kabri başında bulunun, der. Orada Beni tekbir ediniz, tehlil
getiriniz, Beni tesbih ediniz ve kıyamet gününe kadar bunları Benim kulumun
adına yazınız.''
"Derken ölüm
baygınlığı" onun insanı tümüyle kuşatan hali ve şiddeti "hak olarak
gelmiş olacaktır."
İnsan hayatta kaldığı
sürece hesaba çekilmek üzere sözleri ve davranışları yazılır. Sonra da ona ölüm
gelir. O ölümü şanı Yüce Allah'ın kendisine vaadettiği yahut tehdit ettiği
surette hak olarak gerçekleşmiş şekliyle görür.
Buradaki "hak"
in ölümün kendisi olduğu da söylenmiştir. Ona, ya herkesin hakettiği bir hal
olduğundan yahut ölüm sebebiyle kişi hak yurda geçiş yapacağından dolayı bu
isim verilmiştir. Bu açıklamaya göre ifadede bir takdim ve tehir var demektir.
ifadenin takdiri de: "Ölüm ile o hak baygınlık gelmiş olacaktır"
şeklinde olur. Ebu Bekr ve İbn Mesud (Allah ikisinden de razı olsun) kıraatinde
de bu şekildedir. Çünkü baygınlık hakkın kendisidir. Lafızların farklılığı
dolayısıyla kendi kendisine izafe edilmiştir. Şöyle de açıklanmıştır: Bu
kıraate göre "hak" Yüce Allah'ın kendisi de olabilir. Yüce Allah'ın
ölüm emrinin gereği olan baygınlık gelmiş olacaktır, demek olur.
Bir diğer açıklamaya
göre hak ölümün kendisidir. Ölüm baygınlığı ölüm ile gelmiş olacaktır, demek
olur. Bu açıklamayı da el-Mehdevi zikretmiştir.
Kur'an-ı Kerim'e dil
uzatan kimselerin iddiasına göre: Ben Ebu Bekir esSıddik'ın muhalefet ederek:
"Hak olan baygınlık ölüm ile gelmiş olacaktır" diye okuduğu gibi
mushafa muhalif okurum, diyen kimseye karşı şu delil gösterilmiştir: Ebu
Bekir'den iki rivayet gelmiştir. Bu rivayetlerden birisi mushafa uygun bir
kıraattir ve uygulama buna göredir. Diğeri ise -eğer onun tarafından söylenmiş
ise- unutkanlık yahutta bu rivayeti nakledenlerden birilerinin yanlışlığı
mesabesinde değerlendirilerek reddedilen bir kıraat şeklidir. Ebu Bekr
el-Enbari dedi ki: Bize Kadı İsmail b. İshak anlattı, bize Ali b. Abdullah anlattı,
bize Cerir, Mansur'dan anlattı. O Ebu Vail'den, o Mesruk'tan dedi ki: Ebu Bekir
vefat döşeğinde iken Aişe (r.anha)'ya haber gönderdi. Onun yanına girdiğinde
şöyle dedi: Bu, şairin:
"Bir gün ölüm
hırıltısı gelip de, ondan dolayı da göğüs daralacak olursa ... "
mısraında vasfettiği
hale benzer bir haldir, dedi.
Ebu Bekir (r.a) ona
şöyle dedi: Ne diye Yüce Allah'ın dediği: "Derken ölüm baygınlığı hak
olarak gelmiş olacaktır. Kendisinden nefret edip, kaçtığın şey işte budur"
diye söylemedin deyip, (Ebu Bekr el-Enbari) hadisin (rivayetin) geri kalan
bölümünü zikretmektedir.
"Baygınlık,
sarhoşluk" lafzı "Baygınlıklar, sarhoşluklar" lafzının
tekilidir.
Sahih'te yer alan
rivayete göre Rasülullah (s.a.v.)'ın önünde içinde su bulunan bir kab bulunuyordu.
Ellerini suya daldırıyor ve ellerini yüzüne sürerek: "Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ölümün sekeratı (baygınlıkları, sarhoşlukları)
vardır." diyor, sonra da elini kaldırıp şöyle demeye koyuldu: "O en
büyük dost ile birlikte (olmayı niyaz ediyorum)." Nihayet ruhu kabzedildi
ve eli yanına düştü. Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.
Peygamber (s.a.v.)'dan
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Salih olan bir kulun eklemleri ölümü
ve ölüm baygınlıkları esnasında birbirlerine selam verir ve: Selam sana!
Kıyamet gününe kadar, ben senden ayrılıyorum, sen de benden ayrılıyorsun
derler. "
Meryem oğlu İsa (ona ve
annesine selam olsun) dedi ki: Ey havariler topluluğu, bu baygınlığı -ölüm
baygınlıklarını kastediyor- size kolaylaştırması için Yüce Allah'a dua edin.
Yine şöyle rivayet
edilmiştir: "Ölüm kılıç darbelerinden, testerelerle biçilmekten,
makaslarla doğranmaktan daha çetindir."
"Kendisinden nefret
edip kaçtığın şey işte budur." Kendisine ölüm baygınlığı gelmiş kimseye bu
sözler söylenir demektir. Kendisinden kaçtığın ve yana çekilerek kurtulmaya
çalıştığın şey budur.
"Bir şeyden yan
saptı, ondan uzaklaştı, yana sapar, uzaklaşır, yana sapmak, uzaklaşmak"
denilir.
Mastarının son şeklinin
aslı "ye" harfi harekeli olarak: (...) olmakla birlikte, sonradan
"ye" harfi sakin okunmuştur. Çünkü Arapçada: (...) dışında
"fa'lul" vezninde bir kelime bulunmamaktadır. Kişi (mütekellim
olarak) kendisi hakkında haber verecek olursa: "Yana çekildim meylettim,
çekilirim meylederim, çekilmek meyletmek" denilir. Şair Tarafe de şöyle
demiştir:
"Ey Ebu'l-Münzir,
vefakar olmayı istedin ve tazim ettin vefakarlığı, Fakat devenin kaygan yoldan
yana saptığı gibi de sapıverdin."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN