ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FUSSİLET

22

/

25

وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيراً مِّمَّا تَعْمَلُونَ {22} وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ {23} فَإِن يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ وَإِن يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُم مِّنَ الْمُعْتَبِينَ {24} وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَاء فَزَيَّنُوا لَهُم مَّا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ {25}

 

22. "Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Fakat Allah yapmakta olduğunuzun çoğunu bilmez sandınız.

23. "Sizin Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti de ziyan edenlerden oldunuz."

24. Şimdi onlar sabretseler de ateş onların yurdudur (etmeseler de). Kendilerinden razı olunmasını isterlerse, onlardan razı olunmaz.

25. Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık. Onlar da önlerinde ve arkalarında olanı kendilerine süslediler. Onlardan önce gelen cinlerden ve insanlardan ümmetler arasında onlar üzerine söz (azab) hak olmuştur. Şüphesiz onlar zarar edenlerdi.

 

"Siz kulaklarınız ... aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz" şeklindeki bu ifadeler organların sahiplerine söyleyecekleri sözlerden olması mümkün olduğu gibi, Yüce Allah'ın, yahut meleklerin söyleyeceği sözlerden olması da mümkündür.

 

Müslim'in Sahih'inde yer alan rivayete göre İbn Mesud şöyle demiştir: Beytin (Kabe'nin) yanında üç kişi bir araya geldi. İkisi Kureyşli, birisi Sakifli ya da ikisi Sakifli, birisi Kureyşli idi. Bunların kalblerinin anlayış ve kavrayışı kıt, karınlarının yağı çoktu. Onlardan birisi: Görüşünüz nedir? Allah bizim söylediğimizi duyar mı? demiş, diğeri: Eğer yüksek sesle konuşursan duyar, gizli konuşursan duymaz dedi. öteki ise: Eğer yüksek sesle konuştuğumuzu duyuyor ise gizli konuştuğumuzu da duyar, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz" ayetini indirdi.

 

Tirmizı de bu hadisi rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Beyt'in yanında üç kişi kendi arasında tartıştı, dedikten sonra hadisi aynı lafızlarla harfi harfine zikretti ve: Hasen, sahih bir hadistir dedi.

 

(Sonra da şu diğer rivayeti kaydetti): Bize Hennad anlattı, dedi ki: Bize Ebu Muaviye el-A'meş'ten anlattı. O İmare b. Umeyr'den o Abdurrahman b. Yezid'den naklen dedi ki: Abdullah dedi ki: Ben Kabe'nin örtüleri altında gizlenmiş idim. Karınlarının yağı bol, kalplerinin anlayışı kıt üç kişi geldi. Bunların birisi Kureyşli idi, onun diğer iki damad ise Sakifli idi Yahutta birileri Sakifli idi, diğer iki damadı ise Kureyşli idi. Ne dediklerini anlayamadığım şeyler konuştular. Sonra onlardan birisi şöyle dedi: Ne dersiniz? Allah bizim bu konuşmamızı duyuyor mu! Diğeri: Bizler seslerimizi yükseltirsek işitir. Seslerimizi yükseltmezsek onu işitmez, dedi. öteki de: Eğer konuşmamızın bir bölümünü duyuyor ise hepsini duyar. Abdullah dedi ki: Ben bunu Peygamber (s.a.v.)'a aktardım. Bunun üzerine Yüce Allah: "Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz ... de ziyan edenlerden oldunuz" buyruklarını indirdi. (TirmizI) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

 

es-Sa'lebi dedi ki: Sakifli kişi Abdu Yalil idi. Onun enişteleri ise Rabia ve Safvan b. Umeyye idiler.

 

"Gizlenmiyordunuz" buyruğu ilim adamlarının çoğunun açıklamasına göre gizli ve saklı kalmıyordunuz, demektir. Yani sizler azalarınızın aleyhine şahitlik edeceğinden çekinerek kendinizden bu işleri gizlemiyordunuz. Çünkü insanın işlediği ameli kendisinden gizlemesine imkan yoktur. Bu durumda gizlenmek masiyeti terketmek anlamında olur.

Gizlenmenin, "ittika (sakınmak ve takvalı hareket etmek)"' anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani sizler ahirette azalarınız aleyhinize şahitlik eder diye dünyada iken sakınıp bu şahitlikten korkarak masiyetleri terketmiyordunuz. Mücahid de bu anlamda bir açıklama yapmıştır.

 

Katade de şöyle demektedir: "Siz kulaklarınız" ben hakkı işittim fakat bellemedim. Bununla birlikte masiyet türünden olup caiz olmayan şeylere kulak verdim demek suretiyle "kulaklarınız"; Allah'ın ayetlerini gördüm ve ibret almadım. Bununla birlikte caiz olmayan şeyleri de gördüm demek suretiyle "gözleriniz". önceden açıklanan şekliyle "derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz." Yani şahidlik edeceklerini zannetmiyordunuz.

 

"Fakat Allah yapmakta olduğunuzun" yani amellerinizin "çoğunu bilmez sandınız." Buna dayanarak da mücadeleye giriştiniz, tartıştınız. Nihayet azalarınız aleyhinize yaptığınız amelleri söyleyerek şahitlik ettiler.

 

Behz b. Hakim babasından, o dedesinden rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye ... " buyruğu hakkında dedi ki: "Kıyamet gününde ağızlarınız üzerlerinde bir tıkaç ile bağlanmış olarak çağırılacaksınız. İnsan vücudundan ilk konuşacak şey onun baldırı ve elidir.''

 

Abdullah b. Abdu'l-A'la eş-Şami şu beyitlel'inde ne güzel söylemiş: "ömür eksiliyor, çoğalmakta günahlar, Delikanlının tökezlemeleri affedilir de o tekrar (günaha) dönüyor, Bir tek günah olsun inkar edebilir mi?

 

Bir kimse; çünkü azaları şahitlik eder aleyhinde.

Kişiye geçirdiği yıllardan soru sorulacak o ise arzulayacak, Keşke azaltılmış olsalardı ve keşke ölümden kurtulabilseydi."

 

Makil b. Yesar'dan rivayete göre o, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ademoğlunun karşı karşıya kaldığı herbir yeni günde mutlaka o gün şöyle seslenilir: Ey Ademoğlu! Ben yeni bir yaratığım ve ben yarın neler yapacağın hususunda sana karşı şahitlik edeceğim. Bende hayır işle ki yarın senin hakkında böyle şahitlik edeyim. Çünkü ben geçip gidecek olursam ebediyyen beni bir daha göremeyeceksin. Gece de bunun gibi söyler." Bunu Hafız Ebu Nuaym zikretmiştir. Biz de bunu "et-Tezkire" adlı eserimizin "yer, geceler, gündüzler ve malın şahitliği" başlığında zikretmiş idik. Muhammed b. Beşir de şu beyitleri çok güzel söylemiş: "O pek yakın olan dünün, adil kabul edilen bir şahit olarak geçip gitti, İçinde bulunduğun bugün ise yapmakta olduğun işlere tanıktır. Eğer dün bir kötülük işledi isen, Bu ikincisinde iyilik yap, sen övülmüş olursun. Sen iyiliği yarın yapacağım diye ümide kapılma. Olur ki yarın gelir ve sen olmayabilirsin."

 

"Sizin Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti." Sizi helak etti de cehenneme getirdi.

 

Katade dedi ki: Burada "zan" bilmek anlamındadır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse ancak Allah hakkında güzel zan besleyerek ölsün Çünkü bir takım kimseler Rabbleri hakkında kötü zan beslediler de O da onları helak etti." İşte Yüce Allah'ın: "Sizin Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti" buyruğu bunu anlatmaktadır.

 

Hasan-ı Basri de: Temenniler birtakım kimseleri öyle oyaladı ki, sonunda dünyadan hiçbir haseneleri dahi olmaksızın çekip gittiler. Buna karşılık bunlardan herhangi bir kimse: Ben Rabbim hakkında hüsn-ü zan besliyorum der, halbuki o yalan söylemektedir. Eğer Rabbi hakkında güzel zan beslemiş olsaydı, güzel amellerde bulunurdu, diyerek Yüce Allah'ın: "Sizin Rabbin iz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti de ziyan edenlerden oldunuz" buyruğunu okudu.

 

Katade dedi ki: Her kim Rabbi hakkında güzel zan besleyerek ölebiliyor ise öylece ölsün. Çünkü zan iki türlüdür. Bir zan kurtarır, bir zan da helake götürür.

 

Ömer b. el-Hattab da bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemektedir: Bunlar masiyetlerin tiryakileri olmuş ve bu masiyetlerden tevbe etmeyip onunla birlikte mağfiret olunacaklarını dillerine dolamış bir topluluktu Sonunda dünyadan müflis olarak ayrılıp gittiler. Daha sonra Yüce Allah'ın: "Sizin Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti de ziyan edenlerden oldunuz" buyruğunu okudu.

 

"Şimdi onlar sabretseler de ateş onların yurdudur." Yani eğer dünya hayatında cehennem ehlinin amelleri üzerinde sabredip böylece devam edecek olurlarsa, ateş onların yurdu olacaktır. Bunun bir benzeri de daha önceden geçtiği üzere: "Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıymışlar!" (Bakara, 175) buyruğudur.

 

"Kendilerinden" dünyada küfürleri üzere devam ettikleri halde "razı olunmasını isterlerse, onlardan razı olunmaz."

 

Bir başka açıklamaya göre anlam şöyledir: "Şimdi onlar" cehennem ateşinde "sabretseler de" sabretmeseler de "ateş onların yurdudur." Yani ondan asla kurtulamazlar. Onların sabretmeme hallerine Yüce Allah'ın:

 

"Kendilerinden razı olunmasını isterlerse" buyruğu delildir. Çünkü "Kendisinden razı olunmasını isteyen kişi" sabırsız bir kimsedir. "Razı olunmasını isteyip de bu isteği kabul edilen kimse" demektir. şair Nabiğa şöyle demiştir: "Ben eğer mazlum isem, senin zulmettiğin bir kulum Ve eğer sen razı olması istenen bir kimse isen senin gibi bir kimse böyle bir isteği kabul eder."

 

Yani senin gibi bir kimseden böyle bir talebde bulunulacak olursa, barışı ve bu konudaki müracaatı kabul eder.

 

el-Halil dedi ki: (Mastar olan): "itab" karşılıklı konuşmak ve olumsuz duyguları sözkonusu etmektir. "Ona bir şekilde sitem ettim" denilir. Yine: ''Aralarında bir sitemleşme vardır ve bundan dolayı onlar birbirine sitem ediyorlar" denilir .. (...): Karşılıkla sitemlesince itab aralarını düzeltti denilir. (...): Filan kişi kötülükten vazgeçerek beni sevindirecek şeye döndü" demektir. Bundan isim:

 

(...) diye gelir. Bu ise kendisine sitem edilen kimsenin sitem edeni razı edecek bir hale dönmesi demektir. (...) ile (...) aynı anlamdadır. "Kendisinden razı olunmasını istedi" anlamındadır. Mesela: "Kendisinden benden razı olmasını istedim, (ya da beni razı etmesini istedim) o da beni razı etti" denilir.

 

Buna göre "kendilerinden razı olunmasını isterlerse" şu demek olur: Onlar kendilerinden razı olunmasını isteyecekler, fakat bunun onlara faydası olmayacak. Ateşe atılmaları kaçınılmaz bir şeyolacaktır.

 

Tefsirlerde şöyle denilmektedir: Onlar Rablerinden kendilerini geri çevirmesini isteyecekler, fakat bu istekleri kabul edilmeyecektir.

 

Ubeyd b. Umeyr ile Ebu'I-Aliye ''Onlardan razı etmeleri istense" diye, ikinci te harfini üstün ve "ye" harfini de ötreli olarak meçhul bir fiil şeklinde; "Onlar razı edecek değillerdir" şeklinde ''te'' harfini kesreli okumuşlardır. Yani Yüce Allah onları tekrar dünyaya geri çevirecek olursa, bedbah'tlıkları Allah tarafından ezelden beri bilindiğinden ötürü ona itaat mahiyetinde olacak ameller işlemeyeceklerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer geri döndürülürlerse, yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler'' (el-En'am, 28) bunu el-Herevi zikretmiştir.

 

Saleb dedi ki: Kızdığı zaman da: (...) denilir, hoşnut olduğu zaman da: (...) denilir.

"Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık." en-Nekkaş dedi ki: Onlara şey tanlar hazırladık. Bir başka açıklamaya göre Biz onlara yanlarındaki masiyetleri süslü gösteren arkadaşları musallat ettik. Bunlar ise cinlerden, şeytanlardan ve hatta insanlardan olan arkadaşlardır. Yani onlar için birtakım arkadaşları sebeb kıldık. Mesela; "Allah filan kimseye filanı getirdi ve onu emrine verdi" denilir. Yüce Allah'ın: "Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık" buyruğu da buradan gelmektedir.

 

el-Kuşeyri dedi ki: "Allah bana istediğim şekilde bir rızkı elde etme imkanını verdi" denilir. ''Değiştirmek" demektir, ''Değiş tokuş" buradan gelmektedir. ''O adamla karşılıklı olarak eşya verip aldık." Bu şekilde alışveriş yapan kimselere: "Alışveriş yapan iki kişi" denilir. (...)'ın aynı anlamda kullanılması gibi.

 

"Onlar da önlerinde" bulunan dünya işlerini "ve arkalarında olanı kendilerine süslediler." Dünya işlerini onlara o kadar güzel gösterdiler ki, ahirete onu tercih edecek hale geldiler. ölümlerinden sonraki hallerini de onlara aynı şekilde güzel gösterdiler ve ahiret ile ilgili halleri yalanlamaya çağırdılar. Bu açıklama Mücahid'den nakledilmiştir.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Biz onlara" cehennem ateşinde "yakın arkadaşlar kıldık. Onlar da önlerinde" dünyada amellerini " ... kendilerine süslediler." Yani Biz onlar hakkında bunun olacağını takdir ettik ve onlar aleyhine böylece hüküm verdik.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz onları bu şekilde yakın arkadaşlara muhtaç kıldık. Yani fakiri zengine ondan bir şeyler elde etmesi için muhtaç kıldığımız gibi, zengini de fakire onun yardımını alsın diye muhtaç kıldık. Böylelikle bunlar birbirlerine masiyetlerini süslü gösterdiler. Yüce Allah'ın "ve arkalarında olanı" buyruğu "önlerinde" olana atfedilmiş değildir.

 

Aksine anlam şöyledir: Onlara arkalarında olanı unutturdular. Bu duruma göre burada hazfedilmiş ifadeler vardır.

 

İbn Abbas dedi ki: "önlerinde olan" ahireti yalanlamalarıdır. "Arkalarında olan" ise gelecekte iyi işler yapacaklarını söyleyip dünyaya rağbetlerini arttırmaktır.

 

ez-Zeccac dedi ki: "önlerinde olan"dan kasıt yaptıkları işlerdir. "Arkalarında olan"dan kasıt ise yapmayı kararlaştırdıkları şeylerdir. Mücahid'in bu husustaki görüşü de daha önce geçmişti.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Daha önceden işledikleri masiyetlerin bir benzerini işlemeye devam ediyorlar, "Arkalarında olan" ise onlardan sonra yapılacak olan işlerdir.

"Onlardan önce gelen ... ümmetler arasında onlar üzerine söz hak olmuştur." Yani bunların kafir oldukları gibi kendilerinden önce kafir olan ümmetlerin aleyhine vacib olan azab. bunlar hakkında da vacib olmuştur.

 

Buradaki: ''Arasında" lafzının "birlikte, beraberinde" anlamında olduğu söylenmiştir. Yani: Onlar kendilerinden önceki kafir ümmetler neyin içine girmiş iseler onlarla beraber gireceklerdir.

 

"ümmetler arasında" ifadesinin diğer ümmetlerle birlikte, anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu beyiti de buna benzemektedir: "Eğer sen en güzel işi yaptın diye, sana iftira edilmiş ise; Şunu bil ki; başkaları arasında da (böylece) iftiraya uğramışlar vardır."

 

Demek istiyor ki: Sen de bu konuda başkaları ile aynı konumdasın, aynı durumdasın. Bu hususta yalnız başına değilsin.

 

"ümmetler arasında" lafzı "onlar üzerine" anlamındaki buyruğun zamirinden hal olarak nasb mahallindedir. Yani diğer ümmetler arasında oldukları halde (azab) söz(ü) aleyhlerine hak olmuştur.

 

"Şüphesiz onlar zarar edenlerdi." Dünyada amellerini, kıyamet gününde ise kendilerini ve yakınlarını kaybedenler ve yitirenlerdi.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Fussilet 26-29

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR