ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FUSSİLET

1

/

5

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

حم {1} تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ {2} كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآناً عَرَبِيّاً لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ {3} بَشِيراً وَنَذِيراً فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ {4} وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ وَمِن بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ {5}

 

1. Ha, Mim.

2. Rahman, Rahim olan tarafından indirilmiştir.

3. Bilen bir kavim için ayetleri gereği gibi açıklanmış, Arapça bir Kur'an olarak (indirilmiş) bir kitabtır.

4. (Hem de) müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere (İndirilmiştir).

Ama onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Bundan dolayı onlar işitmezler.

5. Dediler ki: "Bizi davet edegeldiğin şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda da bir perde vardır. O halde sen yapacağını yap! Şüphesiz biz de yapanlarız."

 

"Ha. Mim. Rahman, Rahim olan tarafından indirilmiştir" buyruğu ile ilgili olarak ez-Zeccac şöyle demiştir: "İndirilmiştir" buyruğu mübteda olarak merfudur, Haberi ise "ayetleri gereği gibi açıklanmış bir kitabtır" buyruğudur. Basralıların görüşü budur.

 

el-Ferra da şöyle demektedir: Bunun merfu olarak gelmesi; "Bu" lafzının takdirine binaen de olabilir, Ayrıca "Bir kitaptır" buyruğunda Yüce Allah'ın ''İndirilmiştir" buyruğundan bedel olduğu da söylenebilir. Bunun Yüce Allah'ın: "indirilmiştir" buyruğunun sıfatı olduğu da söylenmiştir, "Ha. Mim" Yani bu "Ha Mim"dir anlamındadır. diye de açıklanmıştır. Tıpkı "şu bölüm" dediğimizde bunun "o şu bölümdür" anlamında olmasına benzer. Buna göre "Ha Mım" gizli bir mübtedanın haberidir. Yani ''o Ha, Mım'dir' demek olur. "ndirilmiştir" buyruğu da bir başka mübteda olur, "Bir kitaptır" lafzı da onun haberi olur.

 

"Gereği gibi açıklanmış" beyan edilip açık açık ifade edilmiş anlamındadır. Katade dedi ki: Bu da açıkça helal ve haramının neyin itaat, neyin masiyet olduğunun açıklanması ile gerçekleşmiştir. el-Hasen: Vaad ve vaid (tehdit) ile Süfyan: sevab ve ikab ile açıklanmıştır, demişlerdir.

 

"Gereği gibi açıklanmış" anlamındaki buyruk: (...) diye de okunmuştur. Hak ile batılı birbirinden ayırmış veya anlamlarının farklılığı ile kimisi kiminden ayrılmış, demek olur. Bu da: "Şehirden uzaklaştı" ifadesinden alınmıştır.

 

"Arapça bir Kur'an olarak" anlamındaki: (...) buyruğunun nasb ile gelmesi, çeşitli şekillerde açıklanmıştır. el-Ahfeş dedi ki: Bu övgü olmak üzere nasb ile gelmiştir. Bir fiil takdiri ile mansup olduğu da söylenmiştir. "Arapça bir Kur'an"ı an demek olur. Fiilin iadesi dolayısıyla (anlamca tekrar edildiği kabul edilmekle) nasbedildiği de söylenmiştir. Biz 'Arapça bir Kur'an"ı geniş geniş gereği gibi açıkladık" demek olur.

 

Hal olarak nasb ile geldiği de söylenmiştir. Yani, "onun ayetleri Arapça bir Kur'an" olduğu halde "gereği gibi açıklanmış"tır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: "Gereği gibi açıklanmış" fiili adeLi bir fail (gerçekte naib-i fail, yani sözde özne) konumuna gelinceye kadar "ayetleri" ile (amel etmek suretiyle) meşgul olunca, bu sefer beyanın (temyiz suretiyle açıklamanın) üzerinde gerçekleşmesi dolayısıyla: "bir Kur'an olarak" anlamındaki lafız nasb ile gelmiştir,

 

Nasb ile gelmesi kat' üzere (önceki buyrukla ilişkisi bulunmaksızın) olduğu da söylenmiştir.

 

"Bilen bir kavim için" buyruğu hakkında ed-Dahhak dedi ki: Yani Kur'an Allah tarafından indirilmiştir. Mücahid de şöyle açıklamıştır: Tevrat ve İncil'de O'nun bir ve tek ilah olduğunu bilen bir topluluk için demektir. Arapçayı bilen ve onun benzerini meydana getirmekten aciz kaldıklarını anlayan kimseler için, diye de açıklanmıştır. Çünkü Arapça olmasaydı, bunu bilemezlerdi,

 

Derim ki: Bu daha doğru bir açıklamadır. Sure de Kur'an'ın i'cazı hususunda Kureyşlileri azarlamak üzere inmiştir.

 

"Müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere" buyrukları "ayetleri" buyruğundan haldir. Bunda amil ise "gereği gibi açıklanmış" anlamındaki fiildir.

 

Bunların Kur'an'ın sıfatları olduğu da söylenmiştir. Allah'ın dostları için "müjdeleyici ve" onların düşmanları için de "korkutucu olmak üzere (indirilmiş bir kitaptır),"

"Müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere" anlamındaki buyruklar "kitab"ın sıfatı olmak üzere: "Müjdeleyici ve korkutucudur" diye de okunmuştur. Bu şekilde hazfedilmiş bir mübtedanın haberi de olabilir. Yani "(bu kitab) müjdeleyici ve korkutucudur" demek olur.

 

"Ama onların" Mekkelilerin "çoğu yüz çevirmiştir. Bundan dolayı onlar" faydalanacakları bir şekilde "işitmezler."

 

Rivayete göre er-Reyyan b, Harmele şöyle demiştir: Kureyşlilerden ileri gelenler ile Ebu Cehil, Muhammed (s.a.v.)'ın durumu bizim için içinden çıkılmaz bir hal aldı. Şiiri, Kahinliği ve büyüyü bilen bir adam araştırıp bulsanız da onunla konuşsa, sonra da gelip bize onun durumunu açıklasa, dediler.

 

Utbe b, Rabia dedi ki: Allah'a yemin ederim ben kahinliği, şiiri ve büyüyü bilen birisiyim, Eğer böyle ise, onun durumu bana gizli kalmayacak şekilde bunları biliyorum. Bunun üzerine ona: Haydi ona git ve onunla konuş, dediler. O da Peygamber (s.a.v.)'a giderek ona: Ey Muhammed dedi. Sen mi hayırlısın yoksa Kusey b, Kilab mı! Sen mi hayırlısın yoksa Haşim mi! Sen mi hayırlısın yoksa Abdulmuttalib mi! Sen mi hayırlısın yoksa Abdullah mı! Sen ne diye bizim ilahlarımıza dil uzatıyorsun! Atalarımızın sapık olduğunu söylüyorsun, Bizi akılsızIdda itham ediyorsun, dinimizi yeriyorsun, şayet sen eğer bize başkan olmanın peşinde isen bütün sancaklarımızı senin emrine veririz ve hayatta kaldığın sürece bizim başkanımız olursun, Eğer evlenmek istiyor isen Kureyş kızlarından istediğin on tanesi ile seni evlendiririz, şayet servet sahibi olmak istiyorsan, seni senden sonra gelecek olan soyunu sopunu zengin edecek kadar sana mal toplarız, Eğer sana geldiğini söylediğin şahıs cinlerden birisi olup seni etkisi altında almış ise, seni tedavi etmek için bu uğUl'da mallarımızı harcarız veya bu yolda kendimizi tüketiriz.

 

Bu arada Peygamber (s.a.v.) susmuş, sesini çıkarmıyordu. Utbe söyleyeceklerini bitirdikten sonra peygamber ona: Ey Ebu'l-Velid! Söyleyeceklerini bitirdin mi? diye sordu. O da: Evet deyince, Peygamber: O halde kardeşimin oğlu beni dinle, dedi. Utbe: Dinleyeyim dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

 

"Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile Ha. Mim. (Bu kitab) rahman, Rahim olan tarafından indirilmiştir. Bilen bir kavim için ... Eğer yüz çevirirlerse sen de De ki: Ben Ad ve Semud'a gelen yıldırım gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım" (Fussilet, 1-13) buyruğuna kadar okudu.

 

Utbe ileri atılarak elini Peygamber (s.a.v.)'ın ağzına koydu. Allah hakkı için akrabalık bağı için susmasını ondan istedi. Utbe evine geri döndü, Kureyşlilerin yanına çıkmadı. Ebu Cehil ona gelerek: Muhammed'in dinine mi girdin! Yoksa onun yemeği hoşuna mı gitti! dedi.

 

Utbe bu işe kızdı ve ebediyyen Muhammed ile konuşmayacağına yemin etti, sonra şunları söyledi: Allah'a yemin ederim, siz de biliyorsunuz ki ben Kureyşliler arasında malı en çok olanlardan birisiyim. Fakat ben ona durumu arzedince bana öyle bir sözlerle cevab verdi ki, Allah'a yemin ederim o söz ne şiirdir, ne kahinliktir, ne de büyüdür. Sonra onlara Muhammed'den duyduklarını "Ad ve Semud'a gelen yıldırım gibi ... " buyruğuna kadar okudu. (Devamla dedi ki): Sonra ben ağzını tuttum, akrabalık bağını hatırlatarak okumamasını ondan istedim. Siz de bilirsiniz ki, Muhammed bir şey söyledi mi yalan söylemez. Allah'a yemin ederim, üzerinize bir azabın ineceğinden -yıldırımı kastediyor- korktum.

 

Bu haberi Ebu Bekir el-Enbari de "er-Raddu (Ala Men Halefe Mushafe Osmane)" adlı eserinde Muhammed b. Ka'b el-Kurazi'den diye rivayet etmiştir. Orada belirtildiğine göre; sonra Peygamber (s.a.v.) "Ha, Mım. Fussilet" suresini secde ayetine varıncaya kadar okudu. Peygamber secdeye kapandı, Utbe ise arkadan ellerine dayanmış olarak söylediklerine kulak verip dinliyordu. Resulullah (s.a.v.) okumasını bitirince ona: Ey Ebu'I-Velid dedi. Sana okuduklarımı dinledin, artık seni onlarla başbaşa bırakıyorum. Utbe mecliste bulunan Kureyşlilere gitti. Onlar da Allah'a yemin ederiz Ebu'l-Velid yanınızdan gittiğinden bir başka türlü yanınıza dönüyor. Sonra: Ne haberler getirdin? Ey Ebu'l-Velid, dediler. O da şöyle dedi: Allah'a yemin ederim Muhammed'den öyle bir söz duydum ki, onun benzerini asla duymuş değilim. Allah'a yemin ederim ondan duyduğum sözler ne şiirdir, ne kahinliktir. Gelin, bu hususta bana itaat ediniz ve benim dediğimi kabul ediniz. Muhammed'i yapmak istediğinde serbest bırakınız, ona ilişmeyiniz. Allah'a yemin ederim, ondan duyduğum bu sözlerin haberleri mutlaka yankı getirecektir. Şayet Araplar onun başına bir iş açarlarsa, başkaları vasıtası ile ondan kurtulmuş olursunuz, Eğer bir kral yahut bir peygamber olursa, onun sebebiyle insanların en mutluları olursunuz, çünkü onun mülkü sizin mülkünüz, onun şerefi sizin şerefinizdir.

 

Bu sefer: Heyhat dediler, ey Ebu'I-Velid, Muhammed seni de büyüledi.

 

Ebu'I-Velid de: Bu benim sizin lehinize ileri sürdüğüm görüşümdür, istediğinizi yapınız diye karşılık verdi.

 

"Dediler ki: Bizi davet edegeldiğin şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir" buyruğundaki: "örtüler" lafzı, (...)'in çoğuludur. Bu da "örtü" demektir. Daha önce el-Bakara Süresi'nde (88. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Mücahid dedi ki: Kalb için örtüler, oklar için kalkan gibidir. "Kulaklarımızda bir ağırlık vardır." Sağırlık demektir. Bundan dolayı senin sözlerin kulaklarımızdan içeriye girmiyor. Kalplerimiz de onu anlayıp kavramayacak şekilde örtülü bulunuyor.

"Bizimle senin aranda da bir perde vardır." Yani din ayrılığı vardır. Çünkü onlar putlara tapıyor, kendisi ise Yüce Allah'a ibadet ediyordu. Bu anlamdaki açıklamayı el-Ferra ve başkaları yapmıştır.

 

Senin çağrını kabul etmemizi engelleyen bir örtü (vardır), diye de açıklanmıştır. Denildiğine göre Ebu Cehil başına bir örtü sararak -onunla alay olsun diye-: Ey Muhammed! Bizimle senin aranda bir perde vardır, demişti. Bunu en-Nekkaş naklettiği gibi, el-Kuşeyri de zikretmiş bulunmaktadır. O halde burada hicab (perde), elbise demektir.

 

"O halde sen yapacağını yap şüphesiz biz de yapanlarız." Bizi helak etmek için çalış. Biz de seni helak etmek için çalışanlarız. Bu açıklamayı elKelbi yapmıştır.

 

Mukatil de şöyle demiştir: Seni peygamber olarak gönderen ilahın için çalış, biz de tapındığımız ilahlarımız için çalışacağız.

 

Bir başka açıklama: Senin dinin neyi gerektiriyorsa onu yap, biz de dinimizin gerektirdiğini yapacağız. Beşinci bir ihtimal de şudur: Sen ahiretin için çalış, biz de dünyamız için çalışacağız. Bunu da el-Maverdi zikretmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Fussilet 6-8

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR