MU’MİN 55 / 59 |
فَاصْبِرْ
إِنَّ
وَعْدَ
اللَّهِ حَقٌّ
وَاسْتَغْفِرْ
لِذَنبِكَ
وَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ
{55} إِنَّ
الَّذِينَ
يُجَادِلُونَ
فِي آيَاتِ اللَّهِ
بِغَيْرِ
سُلْطَانٍ
أَتَاهُمْ
إِن فِي
صُدُورِهِمْ
إِلَّا
كِبْرٌ مَّا هُم
بِبَالِغِيهِ
فَاسْتَعِذْ
بِاللَّهِ
إِنَّهُ
هُوَ
السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
{56} لَخَلْقُ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
أَكْبَرُ
مِنْ
خَلْقِ
النَّاسِ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لَا
يَعْلَمُونَ
{57} وَمَا
يَسْتَوِي
الْأَعْمَى
وَالْبَصِيرُ
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
وَلَا
الْمُسِيءُ
قَلِيلاً
مَّا
تَتَذَكَّرُونَ
{58} إِنَّ
السَّاعَةَ
لَآتِيَةٌ
لَّا رَيْبَ
فِيهَا
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لَا
يُؤْمِنُونَ
{59} |
55. O
halde sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için de mağfiret
dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
56.
Kendilerine kesin bir delil gelmemiş iken Allah'ın ayetleri hakkında
tartışanlar var ya; Şüphesiz onların göğüslerinde asla kendisine
ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur. Derhal Allah'a sığın, çünkü
O, herşeyi işitendir, görendir.
57.
Göklerle yerin yaratılması andolsun ki insanların yaratılışından daha büyüktür,
fakat insanların çoğu bilmezler.
58. Kör
ile gören de bir olmaz, iman edip salih amel işleyenler ile günahkar olan da.
Ne az düşünüyorsunuz!
59.
Elbette kıyamet mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur, ama insanların çoğu
iman etmezler.
"O halde sen
sabret. Şüphesiz" Yani ey Muhammed, senden öncekiler sabrettiği gibi, sen
de müşriklerin eziyetlerine karşı sabret. "Şüphesiz Allah'ın" Musa ve
İsrailoğullarına yardım ettiği gibi sana yardım ve zafer verip, seni üstün
kılacağı şeklindeki "Allah'ın vaadi haktır."
el-Kelbi dedi ki: Bu
buyruk kılıç (cihadı emreden) ayeti ile nesholmuştur. "Günahın için de
mağfiret dile" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: ümmetinin
günahı için ... demektir diye açıklanmıştır. Muzaf hazfedilmiş, muzafun ileyh
onun yerine getirilmiştir.
Peygamberlerin küçük
günah işlemelerinin caiz olduğunu kabul edenlerin görüşlerine göre de, bizzat
kendi günahın için mağfiret dile, demek olur. Peygamberlerin küçük günah
işlemeleri caiz değildir, diyenlerin görüşlerine göre: Bu Peygamber (s.a.v.)'a
dua ile Allah'a ibadet etmesi için bir emirdir. Yüce Allah'ın:
"Vaadettiğini de bize ver" (AI-i İmran, 194) buyruğu gibidir. Bunun
faydası ise derecelerin daha da artması, duanın da kendisinden sonrakiler için
sünnet olmasıdır.
Peygamberlikten önce
işlemiş olduğun günahiar dolayısıyla Allah'tan mağfiret dile, anlamında olduğu
da söylenmiştir.
"Akşam ve sabah
Rabbini hamd ile tesbih et!" Buyruğu ile sabah mımazı ile ikindi namazını
kastetmektedir. Bu açıklamayı el-Hasen ve Katade yapmıştır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bundan kasıt Mekke'deki namazdır. Beş vakit namaz farz kılınmadan önce sabah
iki rekat, akşam iki rekat namaz kılınıyordu. Yine bu açıklama el-Hasen'den
gelmiş olup bunu el-Maverdi zikretmiştir. O takdirde bu nesholmuş buyruklardan
olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Rabbini hamd
ile" buyruğu O'na şükür etmek ve O'nu övmek ile ... demektir.
"Rabbini hamd ile
tesbih et." Namazda olsun, namazın dışında olsun devamlı olarak Rabbini
tesbih et. Böylece bunlarla uğraşırken ilahi yardımın çabuk gelmesini istemek
hatırına gelmeyecektir.
"Kendilerine kesin
bir delil" bir belge "gelmemiş iken, Allah'ın ayetleri hakkında
tartışanlar" çeşitli iddialarda bulunanlar "var ya; şüphesiz onların
göğüslerinde asla kendisine ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey
yoktur" buyruğu hakkında ez-Zeccac şöyle demektedir: Yani onların
göğüslerinde bulunan o hususta istediklerine asla ulaşamayacakları bir kibirden
başkası değildir. Buna göre o, hazfedilmiş bir ifade takdir etmiş olmaktadır.
başkası ise şöyle demektedir: Onlar bu kibire asla ulaşamazlar demektir, bu
durumda hazf sözkonusu değildir. Çünkü bunlar öyle bir topluluk idi ki, kendi
görüşlerine göre Peygamber (s.a.v.)'a uyacak olurlarsa, yüksek mertebeleri
azalır, durumlarında bir eksilme olur. O'na tabi olma yacak olurlarsa,
yükseleceklerini zannediyorlardı. Yüce Allah onların yalanlamak suretiyle
ulaşacaklarını ümid ettikleri yüksek mertebeye ulaşamayacaklarını haber
vermektedir. Burada kastedilenler müşriklerdir.
Yahudilerin kastedildiği
de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre surenin baş tarafında geçtiği üzere- ayet-i
kerime Medine'de inmiş olur. Anlamı da şöyle olur: Eğer onlar (yahudiler)
Muhammed (s.a.v.)'a uymayı büyüklüklerine yedirmeyip: Deccal pek yakında
çıkacak ve mülk bize geri verilecek, nehirler onunla birlikte akacak ve o
Allah'ın ayetlerinden bir ayet olarak çıkacaktır, diyor iseler bu onların asla
erişemeyecekleri bir büyüklenme olur. Buna göre ayet-i kerime onlar hakkında
inmiş olmaktadır. Bu açıklamayı Ebu'I-Aliye ve başkası yapmıştır. Al-i İmran
Süresi'nde (45-46. ayetler ile 55. ayetlerin tefsirinde) Deccal'in çıkacağına,
Mekke ile Medine dışında her tarafı çiğneyip geçeceği ne dair açıklamalar
geçmiş bulunmaktadır. Ona dair haberleri yeteri kadarıyla "et- Tezkire"
adlı eserimizde de zikretmiş bulunuyoruz. Deccal yahudidir, adı ise Saf olup,
künyesi Ebu Yusuf'tur. Peygamber (s.a.v.)'ı inkar eden her kafirin Deccal
olduğu da söylenmiştir. Bu da güzel bir açıklamadır, çünkü geneldir.
Mücahid de şöyle
demektedir: Buyruğun anlamı şöyledir: Onların kalplerinde asla ulaşamayacakları
bir büyüklük vardır. Anlam birdir.
Buradaki
"kibir"den kastın, büyük iş anlamında olduğu da söylenmiştir.
Yani onlar peygamberliği
yahut kendisi vasıtası ile seni öldürmek noktasına veya benzeri bir noktaya
ulaşabilecekleri pek büyük bir iş peşindedirler, fakat buna ulaşamayacaklardır
ya da onlar senin dinin tamamlanmadan önce ölmeni temenni ederler, fakat
maksatlarına ulaşamayacaklardır.
"Derhal Allah'a
sığın." Ayet-i kerime yahudiler hakkında inmiştir, diyenlerin görüşlerine
göre Deccal'in fitnesinden Allah'a sığın, demek olur. Diğer açıklamaya göre ise
kafirlerin şel-rinden Allah'a sığın, demek olur. Onların mübtela oldukları
küfür ve kibir gibi hallerinden Allah'a sığın, anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Çünkü O, herşeyi
işitendir, görendir" buyruğundaki: "O" fasl zamiri olur. Mübteda
da olabilir. Bu durumda ondan sonrası haberi olur. Cümle de bütünüyle:
"Çünkü, muhakkak"ın -önceden de geçtiği üzere-haberi olur.
"Göklerle yerin
yaratılması andolsun ki insanların yaratılışından daha büyüktür" buyruğu
mübteda ve haberi birlikte gelmiş bir cümledir. Ebu'I-Aliye de şöyle
demektedir: Yani yahudilerin büyük gördükleri Deccal'in yaratılışından daha
büyüktür.
Yahya b. Sellam da şöyle
demektedir: Bu öldükten sonra dirilişi inkar edenlere karşı getirilen bir
delildir. Yani bu ikisinin yaratılması insanların yaratılışının
tekrarlanmasından daha büyüktür. Niçin Benim insanları tekrar dirilteceğimden
yana acz içinde olduğumu sanıyorlar'
"Fakat insanların
çoğu" bunu "bilmezler."
"Kör ile gören de
bir olmaz." Mü'min ile kafir, sapık ile hidayet bulan bir olmaz demektir.
"İman edip salih
amel işleyenler" iyi işler yapanlar "ile günahkar olan"
kötülükleri yapan "olan da" bir olmaz.
"Ne az
düşünüyorsunuz!" Buyruğu genel olarak haber vermek üzere "ye"
ile ("ne kadar az düşünüyorlar!" anlamında) diye okunmuştur. Ebu
Ubeyd ile Ebu Hatim de bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü gerek ondan önceki
ifadeler, gerek bundan sonraki ifadeler haber veren ifadelerdir. Küfeliler ise
hitab olmak üzere "te" ile ("düşünüyorsunuz!" anlamında)
okumuşlardır.
"Elbette kıyamet
mutlaka gelecektir" buyruğundaki: "C it)'): Mutlaka gelecektir"
lafzındaki "lam" te'kid lamıdır. "Elbette"nin haberinin
başına gelmiştir. Ancak bunun ifadenin başına gelmesi gerekir, çünkü bu,
cümlenin te'kidi içindir. Şu kadar var ki bazan yerinden kaydırılabilmektedir.
Sibeveyh böyle demiştir. Mesela: "Şüphesiz Amr elbette çıkıyor"
denilir. Bu şekilde yerinden kaydırılarak sonraya bırakılmasının sebebi bu
"lam" ile: "Elbette, muhakkak"ın arka arkaya getirilmemesi
içindir. Zira her ikisi de aynı anlamı ifade eder. Yine Basralılara göre: (...)
ile (...) de birlikte zikredilmezler. Ancak Hişam: "Gerçek şu ki şüphesiz
Zeyd'in gitmekte olduğu bir gerçektir" kullanımını uygun karşılamıştır.
Eğer: "Bir gerçektir" lafzını hazfedecek olursan, bildiğim kadarıyla
hiçbir nahivci bunu caiz kabul etmez, Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.
"Bunda hiç
şüphe" tereddüt ve tartışma "yoktur, ama insanların çoğu iman
etmezler." Onu tasdik etmezler. Halbuki o vakit itaat eden ile isyan eden
arasındaki fark ortaya çıkmış olacaktır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN