ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ZÜMER

53

/

59

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {53} وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ {54} وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ {55} أَن تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَى علَى مَا فَرَّطتُ فِي جَنبِ اللَّهِ وَإِن كُنتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ {56} أَوْ تَقُولَ لَوْ أَنَّ اللَّهَ هَدَانِي لَكُنتُ مِنَ الْمُتَّقِينَ {57}

أَوْ تَقُولَ حِينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ أَنَّ لِي كَرَّةً فَأَكُونَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ {58} بَلَى قَدْ جَاءتْكَ آيَاتِي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ {59}

 

53. De ki: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder." Muhakkak O, çok çok mağfiret edendir, rahmet edendir.

54. Size azab gelmezden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım olunmaz.

55. Farkında olmadan ansızın azab size gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.

56. Ta ki kimse: "Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı vay benim halime ve gerçekten ben alay edenlerdendim" demesin.

57. Veya: "Eğer Allah bana hidayet etse idi. Elbette takvalılardan olurdum." demesin;

58. Ya da azabı gördüğünde: "Eğer benim için bir dönüş imkanı olsaydı, ihsan edicilerden olurdum" demesin.

59. "Hayır, sana ayetlerim gerçekten gelmiş idi. Sen ise onları yalanlamış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuş idin."

 

"De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" buyruğunda yer alan: ''Ey kullarım" buyruğunda arzu edilirse "ya" hazfedilebilir. Çünkü nida hazf yerlerindendir.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu hususta gelmiş en değerli rivayetlerden birisi de Muhammed D. İshak'ın Nafı'den, onun İbn ömer'den, onun ömer'den şöyle dediğine dair yaptığı şu rivayettir: Biz hicret etmek üzere karar verince, ben ile Hişam b. el-As b. Vail es-Sehmı ile Ayyaş b. Ebi Rabia b. Utbe ile sözleştim ve buluşma yerimiz Gıfaroğulları suyu olsun. dedik Ayrıca şunu da söyledik:

 

Bizden geciken olursa, onun alıkonulmuş olduğunu bileceğiz, diğerleri yollarına devam etsin. Sabah ben ile Ayyaş b. Utbe buluştuk, Hişam ise yanımıza gelemedi. Onun fitneye (azab ve işkenceye) maruz kaldığını öğrendik. O da bu fitneye boyun eğdi. Medine'de iken şöyle diyorduk: Bunlar aziz ve celil olan Allah'ı tanıdılar, Resulü (s.a.v.)'e iman ettiler. Sonra da başlarına gelen bir bela dolayısıyla fitneye düştüler (dinlerinden döndüler). Onların tevbelerinin kabul edilebileceği görüşünde değiliz Kendileri de kendi kendilerine böyle diyorlardı. Fakat Yüce Allah Kitabında: "De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" buyruğundan " ... büyüklük taslayanlara cehennemde yer mi yok?" buyruğuna kadar olan bölümleri indirdi. ömer dedi ki: Ben bunları kendi ellerimle yazdıktan sonra Hişam'a gönderdim. Hişam dedi ki: Ayetler bana ulaşınca, onları alıp Zu Tuva'ya çıktım ve şöyle dedim: Allah'ım, Sen bu buyrukları anlamamı sağla. Anladım ki bu buyruklar bizim hakkımızda inmiştir. Sonra geri döndüm, deveme bindim, Resulullah (s.a.v.)'a kavuştum.

 

Said b. Cübeyr'den de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müşriklerden bir topluluk çokça kişi öldürmüş, çokça zina etmişlerdi. Peygamber (s.a.v.)'e ya şöyle dediler, yahutta ona şöylece haber gönderdiler: Senin kendisine davet ettiğin şey, hiç şüphesiz güzel bir şeydir. Tevbe edersek, tevbemiz kabul olur mu dersin? Bunun üzerine aziz ve celil olan şu: "De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım ... " ayetini indirdi. Bunu Buhari bu manada rivayet etmiştir. Bu el-Furkan Süresi'nin sonlarında (68, 69. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu ayet-i kerime Mekkeliler hakkında inmiştir. Onlar şöyle demişlerdi: Muhammed putlara tapan, Allah'ın haram kıldığı canı öldüren kimsenin günahının bağışlanmayacağını söylüyor. Peki nasıl hicret edelim? Nasıl müslüman olalım? Biz hem Allah ile birlikte başka ilaha ibadet ettik, hem Allah'ın haram kıldığı canı öldürdük. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.

 

Bir başka açıklamaya göre bu ayet-i kerime ibadet hususunda kendi aleyhlerine aşırıya gitmiş ve cahiliye döneminde işlemiş oldukları birtakım günahlar dolayısıyla bu ibadetlerinin kabul olunmayacağından korkmuş birtakım müslümanlar hakkında inmiştir.

Yine İbn Abbas ve Ata şöyle demiştir: Ayet-i kerime Hamza (r.a)'ın katili Vahşi hakkında inmiştir. Çünkü Allah'ın onun müslüman olmasını kabul etmeyeceğini zannetmişti. İbn Cüreyc'in Ata'dan, onun İbn Abbas'tan rivayetine göre ise İbn Abbas şöyle demiştir: Vahşi Peygamber (s.a.v.)'a gelerek: Ey Muhammed, ben sana himaye istiyerek geldim. Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar beni himayene al, dedi. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben seni himayesiz olarak görmek isterdim. Fakat madem benden himaye isteyerek geldin, Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar seni himayeme alıyorum" dedi. Vahşi dedi ki: Ben Allah'a ortak koştum, Allah'ın haram kıldığı canı öldürdüm, zina ettim. Allah benim tevbemi kabul eder mil Resulullah (s.a.v.):

 

"Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler, zina da etmezler" (el-Furkan, 68) ayet-i kerimesi sonuna kadar nazil oluncaya kadar sustu. Sonra bu ayeti Vahşi'ye okudu. Vahşi ben burada bir şart koşulduğunu görüyorum, belki ben salih bir amel işlemeyeceğim, Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar ben senin himayende kalmaya devam ediyorum. Bunun üzerine şu ayet-i kerime indi: "Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez, Ondan başkasını da dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 48 ve 116) ayeti indi. Onu çağırttırdı ve ona bu ayeti okudu. Bu sefer şöyle dedi: Belki ben mağfiret etmeyi dilemeyeceği kimselerdenim. Onun için Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar senin himayende kalıyorum, dedi. Bu sefer: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" ayeti nazil oldu. Bunun üzerine: Evet şimdi oldu, ayrıca herhangi bir şart koşulduğunu görmüyorum, dedi, sonra da müslüman oldu

 

Hammad b. Seleme, Sabiften, o Şehr b. Havşeb'den, o Esma'dan rivayet ettiğine göre Esma Peygamber (s.a.v.)'ı: "De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarımı Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder" ve bunlara aldırış etmez "Muhakkak o çok çok mağfiret edendir, rahmet edendir" buyruğunu ("ve aldırış etmez" ilavesiyle birlikte) okurken dinledim.

 

İbn Mesud'un Mushafında ise "Allah dilediği kimseler için bütün günahları mağfiret eder" şeklindedir.

 

Ebu Cafer en-Nehhas dedi ki: Bu iki okuyuş da (Esma'nın naklettiği okuyuş ile Abdullah b, Mesud'un mushafındaki okuyuş tefsiri açıklamaya göredir. Yani Allah dilediğinin günahını bağışlar. Yüce Allah da kime bağışlamayı dileyeceğini bilmiştir. Bu ise tevbe eden veya küçük günah işlemekle birlikte büyük günahı bulunmayan kimsedir. Bununla tevbe eden kimseyi kastettiği de daha sonra gelen: "Size azab gelmezden önce Rabbinize dönün" buyruğu göstermektedir. O halde tevbe eden kimseye bütün günahları bağışlanacaktır. Buna da Yüce Allah'ın: "Muhakkah Ben tevbe eden .. , kimseye de çok çok mağfiret ediciyim" (Ta-Ha, 82) buyruğu delalet etmektedir. Bunda açıklanamayacak bir taraf yoktur,

 

Ali b, Ebi Talib dedi ki: Kur'an-ı Kerim'de şu: "De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." buyruğundan daha geniş bir ayet-i kerime yoktur, Bu husus daha önceden el-İsra Süresi'nde (84, ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Abdullah b, ömer de dedi ki: Kur'an-ı Kerim'de en çok ümit verici ayeti kerime bu ayet-i kerimedir. İbn Abbas ise onların bu sözlerine cevab vererek şöyle demektedir: Kur'an-ı Kerim'de en ümit verici ayet-i kerime Yüce Allah'ın: "Doğrusu Rabbin zulümlerine rağmen insanlara yine de mağfiret edendir" (Ra'd, 6) ayetidir. Bu husus daha önceden er-Rad Süresi'nde (belirtilen ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"ümit kesmeyin" anlamındaki buyruk: (...) şeklinde "nun" harfi esreli olarak okunduğu gibi, üstün olarak da okunmuştur. Buna dair açıklama daha önceden el-Hicr Süresi'nde (55, ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Size" dünya hayatında "azab gelmezden önce Rabbinize dönün" itaat ile O'na yönelin, Yüce Allah şirkten tevbe eden kimselere mağfiret edeceğini açıkladıktan sonra tevbe etmeyi ve kendisine dönmeyi emretmektedir. "İnabe" ihlas ile Yüce Allah'a dönmek demektir. "Ve O'na teslim olun" itaatle boyun eğin, emirlerine uyun. "Sonra size yardım olunmaz." Yani O'nun azabından kimse sizi kurtaramaz,

 

Cabir (r.a)'ın rivayet ettiği hadise göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah'ın kişinin itaatte ömrünü uzatması ve ona dönüşü nasib etmesi mutluluktandır. Kişinin amelde bulunup amelini beğenmesi ise bedbahtlıktandır. "

 

"Farkında olmadan ansızın azab size gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun" buyruğunda geçen "indirilenin en güzeli" Kur'an-ı Kerim'dir. Onun hepsi güzeldir. Anlamı el-Hasen'in dediğine göre şöyledir: Ona itaate bağlanın, isyan etmekten uzak durun,

 

es-Süddi de şöyle demiştir: En güzel olan Allah'ın Kitab-ı keriminde emrettikleridir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Bunlar muhkem buyruklardır. Müteşabihin bilgisini ise onu bilene havale ediniz. Yine İbn Zeyd şöyle demiştir: Yüce Allah, Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitabları indirdikten sonra Kur'anı Kerim'i indirdi ve ona uymayı emretti, En güzel olan odur, mucize olan odur

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu (kitab, Kur'an-ı Kerim) en güzel olandır Çünkü o (önceki kitabları) neshedici, bütün kitablar hakkında hüküm vericidir Onun dışındaki diğer bütün kitablar ise neshedilmiştir

 

Bunun affetmek olduğu da söylenmiştir, çünkü Yüce Allah peygamberini affetmek ile kısas uygulamak arasında serbest bırakmıştır. Bir başka açıklamaya göre Yüce Allah'ın Peygamber (s.a.v.)'e öğrettiği Kur'an'dan olmayan şeyler, güzel şeylerdir. Kur'an olarak vahyettikleri ise en güzel olandır.

 

Bir diğer açıklamaya göre geçmiş ümmetlerin haberlerine dair size indirilenlerin en güzeline (uyun), demektir.

 

"Ta ki ... demesin" buyruğundaki "(...): ....me....'' nasb mahallindedir. Yani böyle demesi hoşuna gitmeyeceğinden böyle deyecek duruma düş)mesin demektir. Kufelilere göre ise: "Demesin" şeklinde: Basralılara göre ise: ''Söyler diye korksun" takdirindedir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: "Ta ki kimse", de'mesinden önce" demektir Çünkü bundan önce de: "Azab size gelmezden önce" diye buyurulmuştur,

 

ez-Zemahşeri dedi ki: Şayet "kimse" anlamındaki lafız niçin nekre (belirtisiz) gelmiştir diye soracak olursan, derim ki: Çünkü bundan maksat bazı kimselerdir, bu da kafirin nefsi (kafir)dir. Bununla birlikte diğer kimselerden ayrı bir kimsenin kastedilmesi de mümkündür. Bunun kastedilmesi ise ya aşırı derecedeki küfründen ötürüdür, veya göreceği büyük azabtan dolayıdır. Bununla çokluk ve fazlalığın kastedilmiş olma ihtimali de vardır. el-A'şa'nın şu beyitinde olduğu gibi: "Nice ağaçlık yer var ki eğer içine doğru seslenecek olsam, Bana başını silkeleyen öfkeli ve şerefli (pekçok kimse) gelir,"

 

O bu sözleriyle şerefli tek bir kimseyi değil, kendisine yardım edecek kalabalıklar halinde şerefli kimselerin geleceğini kastetmektedir. Bunun benzeri de: "Nice ülkeler katettim, nice kahramanla çarpıştım" ifadeleridir. Bununla anlatılmak istenen çokluktan başkası değildir.

 

"Vay benim halime" buyruğunun aslı (...) şeklindedir, "ye'nin yerine "elif'' gelmiştir. Çünkü hem daha hafiftir, hem de istiğasede (yardım istemek halinde) sesi uzatmak imkanını daha çok verir. Kimi zaman bundan sonra bir "he" harfi getirdikleri de olur. el-Ferra şu beyiti nakletmektedir: "Çok hızlı koşan bir eşeğe merhaba, O geldi mi hemen onu su taşımaya yaklaştırırım."

 

Bazan "elif'ten sonra izafete delalet etmek üzere "ye" harfini kattıkları da olur. Nitekim Ebu Cafer: (...) diye okumuştur. Burada sözü edilen "hasret" pişmanlık demektir.

 

"Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı" buyruğu ile ilgili olarak elHasen: Allah'a itaat hususundaki (kusurlarımdan dolayı) diye açıklamıştır. ed-Dahhak Yüce Allah'ı anmaktaki kusurlarımdan dolayı diye açıklamış ve şöyle demiştir: Bundan da maksat Kur'an-ı Kerim ve gereğince amel etmektir.

 

Ebu Ubeyde dedi ki: "Allah'a karşı" Allah'ın mükafatı hususundaki "kusurlarımdan dolayı" demektir.

 

el-Ferra da dedi ki: "Cenb (mealde karşı): yakınlık ve civarında bulunmak" demektir. Mesela: "Filan kişi filanın civarında yaşar" demektir. ''Yakın komşuya" (en-Nisa, 36) buyruğunda da bu kökten gelen lafız kullanılmıştır. Buyruk: Yüce Allah'ın yakınlığını ve komşuluğunu aramaktab kusurlarından dolayı anlamındadır ki; bu da cenneti istemekteki kusurdur.

 

ez-Zeccac da şöyle demiştir: Yüce Allah'ın beni kendisine davet ettiği ve Allah'ın yolunun kendisi olan o yolu izlemekteki kusurlarımdan dolayı hasretler olsun bana (vay benim halime)' demektir. Çünkü Araplar da bir şeye götüren, ulaştıran yola ve sebebe de "cenb" adını verirler. Mesela: "Senin için, senin hoşnutluğun için ben hiç de yutulmayacak lokmaları sıkıntı ile yuttum" denilir.

 

"Allah'a karşı" buyruğunun, Yüce Allah'ın rıza ve sevabına ulaştıran cihet ve tarafta, anlamına geldiği de söylenmiştir. Araplar: "Cihet ve tarafa" da bu ismi verirler. Nitekim şair şöyle demiştir: "Bundan ötürü kalb bitkin bir şekilde bölündü, İnsanlar bir tarafta, emir bir tarafta."

 

Bununla insanların ayrı bir cihette, emirin ayrı bir cihette bulunduğunu kastetmektedir. İbn Arafe dedi ki: Bununla Allah'ın emirlerini terkettiğinden dolayı... demek istemektedir. Nitekim: ''Ben bu işi ihtiyacım yanında (ihtiyacımdan dolayı) yapmadım" denilir. Şair Küseyyir de şöyle demiştir: "Senin için yanan, parça parça olan bir ciğeri bulunan, Bir aşık hakkında Allah'tan korkmaz mısın?"

 

Mücahid de böyle demiştir. Allah'ın emirlerinden zayi ettiklerimden (yerine getirmediğimden) ötürü ... demektir, diye açıklamıştır. Peygamber (s.a.v.)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bir adam bir mecliste oturur, bir yerde yürür, bir yerde yatar uzanır da orada aziz ve celil olan Allah'ın adını anmayacak olursa, mutlaka bu onun aleyhine kıyamet gününde bir hasret (sebebi) olacaktır." Bu hadisi Ebu Davud bu manada rivayet etmiştir.

 

İbrahim et-Teymi dedi ki: Kıyamet gününde duyulacak hasletlerden (vay halime, dedirtecek şeylerden) birisi de kişinin Allah'ın dünya hayatında kendisine vermiş olduğu malı, başkasının mizanında görmesidir. başkası o malı ondan miras almış ve o malı hak ile kullanmıştır. O bakımdan o malın ecrini o kimse almış, diğeri de onun günahını yüklenmiş olacaktır.

 

Yine hasret duyma sebeplerinden birisi de kişinin dünyada iken Allah'ın kendi hizmetine vermiş olduğu kölesinin Yüce Allah'a daha yakın bir konumda olduğunu görmesi veya dünyada iken kör diye bildiği bir adamın kıyamet gününde görüyor olduğunu görüp kendisinin ise kör kılınmış olmasıdır.

 

"Ve gerçekten ben alay edenlerdendim." Ben ancak dünyada iken Kur'an ile Rasul ile Allah'ın gerçek dostları ile alayeden kimselerden idim.

 

Katade dedi ki: Böyle bir kimse Yüce Allah'a itaati elden kaçırmakla kalmayarak itaat ehli ile alay dahi eder.

 

"Gerçekten ben ... elim" hal olarak nasb mahallindedir. Ben alay ediyorken kusurlu hareket ettim veya alayetme halinde kusurlu hareket ettim, demiş gibidir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Ben ancak alay, oyun, eğlence ve batıl içinde idim.

Yani benim bütün yaptıklarım ancak Yüce Allah'tan başkasına ibadet yolunda idi.

 

"Veya" bu kişi "eğer Allah bana hidayet etse idi" dininin yolunu bana gösterse idi "elbette" şirk ve masiyetlerden sakınan "takvalılardan olurdum, demesin." Buradaki: Şayet Allah bana hidayet vermiş olsaydı, ben de hidayet bulurdum, sözü doğrudur. Şanı Yüce Allah'ın şu buyruğunda bize haber verdiği müşriklerin şu şekildeki delil göstermelerine de yakındır: "Müşrikler: Allah dileseydi, biz de babalarımız da ortak koşmazdık ... diyeceklerdir." (el-En'am, 148) Ancak bu kendisi ile batıl kastedilen hak bir sözdür. Tıpkı Ali (r.a)'ın Haricilerden: "Hüküm ancak Allah'ındır" diyen kimseye bu cevabı verdiği gibi.

 

"Ya da" bu kişi "azabı gördüğünde: Eğer benim için bir dönüş imkanı olsaydı, ihsan edicilerden olurdum, demesin" buyruğundaki: "Olurdum" lafzının nasb ile gelmesi temenninin cevabı oluşundan dolayıdır. Bununla birlikte "bir dönüş" lafzına atfeditmiş olarak da kabul edilebilir, çünkü: "Dönme imkanım"," anlamındadır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Andolsun ki göz aydınlığı içinde giyineceğim bir aba, İncecik (ipekli) elbiseler giymekten daha çok hoşuma gider."

 

el-Ferra da şu beyiti zikretmektedir: "Ondan sana geri kalan bir anı ve korkudan başkası değildir, Bir de onun süvari kafilesinin nereye doğru gittiklerini sorarsın."

 

Burada "sorarsın" anlamındaki fiili "anı" anlamındaki lafzın mahalline atıf ile nasb ile okumuştur. Çünkü ifade: "Ondan sana geriye kalan anmaktan başkası değildir" şeklindedir. "Aba giyinmek ve". aydın olması" ifadesi de bu kabildendir, yani: "Aba giymek ve gözümün aydın olması"," takdirindedir.

 

Ebu Salih dedi ki: İsrailoğullarından arif bir kişi vardı. O bir yazı gördü: Kişi uzun bir süre Allah'a itaat ile amel etmelde birlikte onun ameli cehennemliklerin amelleri ile mühürlenir. Bu sebebten cehenneme girer ve bir adam da uzun bir süre Allah'a masiyet olan şeyleri işler, sonra ameli cennet ehlinden birisinin ameli ile mühürlenir, o da cennete girer. Bunun üzerine adam:

 

O halde ben ne diye kendimi Yoruyorum deyip yaptığı amellerini bıraktı, fasıklığa ve masiyete koyuldu. İblis ona dedi ki: Senin uzun bir ömrün var. Dünyadan faydalan, sonra tevbe edersin. Fasıklığa koyuldu, malını hayasızlıklara harcayıp tüketti. En lezzetli anında ölüm meleği ona gelince bu sefer: "Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı vay benim halime' ömrüm şeytana itaatle geçti" dedi ve pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamanda pişman oldu. İşte Yüce Allah bu kimseye dair haberi Kur'an-ı Keri'm'de indirdi.

 

Katade de şöyle demiştir: Bunlar çeşitli grublardır. Onlardan bir kesim: "Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı vay benim halime" demiş, bir diğer kesim: "Eğer Allah bana hidayet etse idi, elbette takvalılardan olurdum'' demiş, bir öteki kesim: "Eğer benim için bir dönüş imkanı olsaydı, ihsan edicilerden olurdum" demiş olacaktır. Yüce Allah da onların hepsinin bu söylediklerini reddetmek üzere şöyle buyurmaktadır:

 

"Hayır, sana ayetlerim gerçekten gelmiş idi." ez-Zeccac dedi ki: Buradaki: ''Hayır" olumsuz bir sorunun cevabıdır. Halbuki ifadede olumsuz lafzı yoktur. Şu kadar var ki; "Eğer Allah bana hidayet etse idi" buyruğu Allah bana hidayet vermedi, anlamındadır. Sanki bu sözü söyleyen kimse: Bana hidayet verilmedi, demiş gibidir. Bunun üzerine ona: Hayır, sana hidayet yolu açıkça gösterilmiştir. Sen eğer iman etmek isteseydin, iman etmek imkanını bulurdun.

 

"Ayetlerim"den kasıt, Kur'an-ı Kerım'dir. "Ayetler" ile mucizelerin kastedildiği de söylenmiştir. Yani delil senin için açıklık kazanmış, fakat sen onu inkar edip yalanlamıştın.

"Büyüklenmiş" yani imana karşı büyüklük taslamış "ve kafirlerden olmuş idin." Yüce Allah burada müzekkere hitab kipi ile "büyüklenmiş ve kafirlerden olmuş idin" diye buyurmaktadır. Çünkü "nefs: kimse" hem erkek, hem dişi hakkında kullanılır. Mesela: "üç kişi, kimse" denilir. el-Müberred dedi ki: Araplar "bir insan" anlamında: "Bir kimse" derler.

 

er-Rabi' b. Enes, Um Seleme'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) bu buyruğu şöyle okumuştur: "Sana (dişiye hitab kipi ile) ayetlerim gerçekten gelmiş idi. Sen ise onları yalanlamış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuş idin." el-A'meş de "Hayır, sana ayetlerim ... gelmiş idi" anlamındaki buyruğu: ''Hayır, ona ayetlerim gelmiş idi' diye okumuştur. Bu da (hitab kipinin) müzekker oluşuna delil teşkil etmektedir. er-Rabi' b, Enes, Üm Seleme'ye yetişmemiştir, ancak bu kıraat de caizdir. Çünkü "nefs (kimse)'' hem erkek, hem dişi için kullanılabilir. Kimileri bu kıraati kabul etmeyerek şöyle demiştir: O takdirde "te" harfi kesreli okunmalı ve ayrıca: "Ve sen kafir dişilerden idin" şeklinde olması gerekirdi.

 

en-Nehhas şöyle demektedir: Böyle olması gerekmemektedir. Çünkü ondan öncesinin: ''Kimse ... demesin" şeklinde olmakla birlikte daha sonradan: "Ve gerçekten ben alay edenlerdendim" diye buyurmakta, bunun yerine (müennes çoğul olarak getirilmesi gereken:) (...) de, (...) de denilmemiştir, Arapçada ''te" harfi esreli okunmak suretiyle: "Büyüklenmiş", ve olmuş idin" ifadesinin takdiri ise "Alay eden topluluktan yahut alay eden insanlardan yahut alay eden kimselerden (oldun)" şeklindedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Zümer 60-64

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR