ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAD

41

/

43

 

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ 41

 ارْكُضْ بِرِجْلِكَ هَذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ {42}

وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ {43}

 

41. Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o Rabbine: "Şeytan bana yorgunluk ve azapla dokundu." diye seslenmişti.

42. "Ayağını yere vur. Bu hem yıkanacak, hem içilecek soğuk bir sudur."

43. Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve tam akıl sahibleri için bir öğüt olmak üzere, aile halkını ve onlarla birlikte onların bir mislini daha bağışladık.

 

"Kulumuz Eyyub'u da hatırla!" buyruğu ile Peygamber (s.a.v.)'e hoş olmayan şeylere karşı sabırda onlara uyması emri verilmektedir.

 

"Eyyub" lafzı ("kulumuz" lafzından) bedeldir.

 

"Hani o Rabbine: Şeytan bana yorgunluk ve azapla dokundu, diye seslenmişti" buyruğundaki: ''Diye" lafzını İsa b. ömer hemzeyi esreli olarak; (...) diye okumuştur ki: "Dedi ki ... " demek olur.

 

el-Ferra dedi ki: Kıraat alimleri "Yorgunluk" lafzını icma ile ötreli ve şeddesiz "nun" ile okumuşlardır.

 

en-Nehhas şöyle demektedir: Bu bir yanlışlıktır. Bundan sonrasında ise hem bir çelişki, hem de bir yanlışlık daha vardır. Çünkü o: Kıraat alimleri bunun üzerinde icma etmişlerdir, dedikten sonra kıraat alimlerinin Yezid b. el-Ka'ka'dan bu kelimeyi: (...) şeklinde "nun" ve "sad" harfi ile okuduğunu zikretmiş olduklarını belirlemektedir. Ancak bu hususta Ebu Cafer ile ilgili yanlışlık da yapmıştır. Çünkü Ebu Cafer "nun" ve "sad" harflerini ötreli olarak: "(...) diye okumuştur. Ebu Ubeyd ve başkaları bunu böylece nakletmişlerdir. Ayrıca bu el-Hasen'den de böylece rivayet edilmiştir. "Nun" ve "sad" harflerinin fetha ile okunması ise Asım el-Cahderı ile Yakub el-Hadrami'nin kıraatidir. Yine bu kıraat el-Hasen'den de rivayet edilmiştir. Ebu Cafer'den "nun" harfi fetha ve "sad" harfi sakin olarak okuduğu da nakledilmiştir. Bütün bunlar nahivcilerin çoğunluğuna göre "Yorgunluk" anlamındadır. Çünkü; (...) kullanımı ile (...) kullanımı tıpkı -üzüntü anlamındaki- (...) gibidir. Bununla birlikte: (...) şeklinin; (...)'in çoğulu olması da mümkündür. Tıpkı; "Putlar" kelimesinin, (...)'in çoğulu oluşu gibi, Aynı şekilde; (...)'in (...) anlamında olup ikinci dammenin hazfedilmiş olması da mümkündür,

 

"Dikili taşlar üzerinde boğazlananlar" (el-Maide, 3) buyruğuna gelince, bu kelimenin: "Dikili taş" lafzının çoğulu olduğu söylenmiştir.

 

Ebu Ubeyde ve başkaları dedi ki: "Kötülük ve bela" demektir. "Yorgunluk ve bitkinlik" anlamındadır. "Şeytan bana yorgunluk ve azapla dokundu" buyruğunda kastedilen anlamın, sadece şeytandan kendisine gelen vesvese demek olduğu başka bir manaya gelmediği de söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bunu en-Nehhas zikretmiştir.

 

Buradaki "yorgunluk"un bedenine isabet eden rahatsızlıklar, "azab"ın ise malına gelen musibetler olduğu da söylenmiştir. Uzak bir ihtimaldir.

 

Müfessirlerin dediklerine göre Eyyub (Şam ile Ezriat arasında bir yer olan) el-Beseni'yye diye bilinen bir yerden bir Rumi'dir, Künyesi Vakidı'nin dediğine göre Ebu Abdullahtır,

Yüce Allah onu peygamberliğine seçmiş, türlü mallardan ona pek büyük servet ve bir çok evlat vermişti, Yüce Allah'ın nimetlerine şükreden, Allah'ın kullarını görüp gözeten çok iyi ve merhametli birisi idi, Ona yalnızca üç kişi iman etmişti.

 

İblis'e ait yedinci sema da bir yer vardı. Adeti üzere orada durduğu bir sırada Yüce Allah ona Eyyub (a.s) hakkında şöyle dedi -ya da ona öyle denildi: Senin kulum Eyyub'un aleyhine herhangi bir şeye gücün yetti mi? Rabbim dedi, benim onun aleyhine bir şey yapabilme gücüm nasıl olsun? Onu mal ve afiyet ile sınamış bulunuyorsun, Eğer onu belaya uğratır, fakirliğe mübtela kılar, ona verdiğini elinden alacak olursan, bu hali değişir, sana itaatin dışına çıkar. Yüce Allah: Onun aile halkına ve malına seni musallat ediyorum, dedi, Allah'ın düşmanı yere indi, cinlerin ifritlerini topladı ve onlara durumu bildirdi, Onlardan birisi dedi ki: Ben içinde ateş bulunan bir kasırga olacağım ve malını yok edeceğim, Dediği gibi oldu. Eyyub'a malının ve kil harcı suretinde geldi ve başından geçenleri bildirdi, Eyyub, Allah'a hamdolsun, veren de O, alan da O, dedi, Daha sonra bu ifrİt içinde çoluk çocuğu bulunan sarayına geldi, Sarayını dört bir yanından kaldırıp çoluk çocuğunun üzerine bıraktı. Sonra yine onun yanına gelip durumu ona bildirdi ve başına toprak saçtı. İblis semaya yükseldi, fakat Eyyub'un tevbesi ondan önce ulaştı. Rabbim beni bedenine musallat et! dedi, Yüce Allah: Dili, kalbi ve gözü dışında seni bedenine de musallat ettim, dedi, Bu sefer vücuduna bir üfürüş üfledi, bundan ötürü cesedi yandı ve cesedinele kabarcıklar, siğiller çıktı. Kanayıncaya kadar bunları tırnaklarıyla kaşıdı, sonra da çömlek ve tabaklarla kaşıdı ve nihayet etleri düştü. Bu sefer: "Şeytan bana ... dokundu" dedi. Ancak İblis vücudunun iç organlarından herhangi birisine zarar verememişti. Çünkü ancak bu şekilde canlı kalabilirdi. O yemek yer ve içerdi. Bu haliyle üç yıl devam etti. Eyyub, İblisi yenik düşürünce bu sefer boy pos ve güzellik itibariyle Ademoğuılarından daha büyük bir şekilde hanımının karşısına çıktı ve ona: Ben yeryüzünün ilahıyım, senin kocana bunları yapan benim. Bana bir defa secde edecek olursan malını, ailesini ona geri vereceğim. Onlar benim yanımdadırlar. Sonra da vadinin iç tarafında bütün bunları gerçek şekliyle ona gösterdi. Hanımı gidip durumu Eyyub'a haber verdi. O da: Allah kendisine afiyet verecek olursa. (hanımını) dövecek diye yemin etti.

 

Eyyub'un bu belaya uğramasının sebebine Rabbine yalvarması ve başına gelen bu beladan dolayı yalvarıp yakarmasına, ona iman eden üç kişinin onu bu işten alıkoyduklarına ve ona itiraz ettiklerine dair uzun açıklamalarda bulunulmuştur.

 

Yine denildiğine göre, bir mazlum kendisinden yardım istemiş, ona yardım etmemiş, bundan ötürü belaya uğratılmış. Bir diğer açıklamaya göre, bir gün insanları ziyafete çağırmış, bir fakirin ziyafete gelenler arasına katılmasına engel olmuş. Bundan dolayı belaya maruz kalmış. Yine bir başka görüşe göre, Eyyub bir krala karşı gaza düzenliyordu. Onun topraklarında Eyyub'a ait koyunları vardı. Bu koyunları sebebiyle ona gaza tertiplemeyi keserek ona iyilik yapar gibi oldu, bundan dolayı belaya maruz kaldı.

Bir diğer açıklamaya göre, insanlar hanımındaki hastalığın kendilerine bulaşacağından çekiniyorlar ve biz de hastalanmaktan korkuyoruz diyerek ondan tiksiniyorlardı. İşte bundan dolayı "şeytan bana ... dokundu" demiştir. Hanımı ise Yakub'un kızı Leya idi. Eyyub, Yakub döneminde idi, annesi de Lut'un kızı idi.

 

Bir başka görüşe göre Eyyub'un hanımının adı İfraim kızı Rahme idi. İfraim Yakub oğlu yusuf'un oğlu idi. Hepsine selam olsun. Bu iki görüşü Taberi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmiştir.

 

 

Eyyub (a.s.) ile İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi

 

İbnu'I-Arabi dedi ki: Müfessirlerin sözkonusu ettikleri şekilde "İblisin senede bir gün yedinci semada durduğu bir yeri vardı" görüşü batıl bir görüştür. Çünkü İblis semadan yeryüzüne lanet ve gazab ile indirilmiştir. Rıza makamına nasıl yükselir ve nasıl peygamberlerin makamlarında dolaşır, yüksek semaları nasıl aşarak peygamberlerin konumları olan yedinci semaya yükselebilir ve candan dostun (el-Halil) konumunda durabilir' Şüphesiz ki bu abuk sabuk ifadeler çok büyük bir cahillikten kaynaklanmaktadır.

 

Onların: Yüce Allah İblise: Kulum Eyyub'a bir zarar verebildin mi' demiş olması ise katiyyetle batıldır. Çünkü Yüce Allah lanetli İblisin askerlerinden olan kafirlerle bile konuşmaz. Onları saptırmayı üzerine alan İblisin kendisi ile nasıl konuşur'

 

Yine onların: Allah ona Ben seni malına ve çoluk çocuğuna musallat ettim dediği şeklindeki sözlerine gelince, bu kudret-i ilahil'ye açısından mümkündür. Fakat bu kıssada böyle olma ihtimali çok uzaktır. Aynı şekilde: Yüce Allah İblisi ona musallat edince, vücuduna bir defa üfledi sözleri de gerçekten uzaktır. Çünkü şanı Yüce Allah bütün bunları şeytanın herhangi bir kesbi sözkonusu olmaksızın yaratmaya kadirdir, ta ki İblisin peygamberlere mal, çoluk-çocuk ve canlarında zarar verme imkanını bulmak suretiyle İblis gözü herhangi bir şekilde aydın olmasın.

 

Yine kıssacıların söyledikleri: İblis, Eyyub'un hanımına ben yeryüzü ilahıyım. Allah'ı zikretmeyi bırakıp sen bana secde edecek olursan, onu iyileştiririm diye söylediği belirtilen sözlere gelince, eğer sizden herhangi birinize rahatsız iken bu şekilde görünecek ve bu sözü söyleyecek olursa, onun yeryüzünün ilahı olmasının mümkün olmadığını, ona secde edilemeyeceğini, onun belalardan kurtaramayacağını bildiğinize göre bir peygamberin hanımı nasıl bu hususta şüpheye düşebilir' Hatta siyahi bir adamın hanımı ve kıt anlayışlı bir berberi dahi olsa, o bile böyle bir şeyi uygun göremez.

 

İblisin malları, çoluk-çocuğunu kadına bir vadi de imiş gibi göstermesine gelince, bunlar hiçbir şekilde İblisin güç yetiremeyeceği şeylerdendir. Bunlar sihir kabilinden de değildir ki bunların bir çeşit sihir olduğu söylenebilsin. Eğer böyle bir şey görünecek olsaydı kadın da -tıpkı bizim bildiğimiz gibi- bunların sihir olduğunu bilecekti. Çünkü onun bunları bilmesi bizden daha ileri derecededir. Şüphesiz sihrin olmadığı, sihrin sözkonusu edilmediği, insanlar arasında cereyan etmediği ve sihir neticesinde bir takım görüntülerin sözkonusu olmadığı bir zaman olmaz.

 

Kadı (İbnu'l-Arabi devamla) dedi ki: Bunlara bu hususları anlatma cesaretini veren ve bu sözleri söylemelerine sebep teşkil eden Yüce Allah'ın: "Hani o Rabbine: Şeytan bana yorgunluk ve azapla dokundu diye seslenmişti" buyruğudur. Eyyub'un şeytanın dokunmasından şikayet ettiğini görünce, kendi görüşlerinden hareketle tefsir diye bu sözleri ilave ettiler. Oysa durum iddia ettikleri gibi değildir. Hayrıyla, şerriyle, imanıyla, küfrüyle, itaatiyle, isyanıyla bütün fiillerin yaratıcısı Yüce Allah'tır. Yaratılmışlarda O'na ortak hiçbir yaratıcı olmadığı gibi, bunların dışındaki şeylerin yaratılmasında da ortağı yoktur. Şu kadar var ki, hilkat itibariyle onun tarafından var edilmiş olmakla birlikte, şer zikredilerek O'na nisbet edilmez. Bu da O'nun bizi edeblendirdiği bir edeb, bize öğrettiği bir hamd ve sena çeşididir. Muhammed (s.a.v.)'ın Rabbini zikrederken söylediği sözlerden olan: "Hayır Senin elindedir, şer ise Sana nisbet edilmez" sözleri de bu anlamdadır. İbrahim (a.s)'ın söylediği: "Hastalandığımda bana şifa veren O'dur" (eş-Şuara, 80) buyruğu da bu kabildendir. Kelimullah Musa da beraberindeki genç delikanlıya: "Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı" (el-Kehf, 63) demiştir.

 

Müfessirlerin zikrettikleri: Bir mazlum ondan yardım istedi de ona yardım etmedi sözlerine gelince, bu sözün doğru olduğunu bize kim söyleyebilir? Eyyub (a.s) böyle bir durumda o mazluma yardımcı olabilirdi, diye duşunebilir. Ama böyle bir kimseyi yardımsız bırakmak kimseye helal değildir. Bu bakımdan günahı dolayısıyla böyle bir kimse kınanır. Eyyub (a.s) ise bundan münezzehtir. Ona yardım edemeyecek durumdaydı, bu takdirde de onun herhangi bir sorumluluğu olmaz.

 

Aynı şekilde: Bir fakirin ziyafete girmesini engellemiştir, sözlerinin durumu da böyledir. Eğer bunu bilerek yapmış ise bu onun hakkındaki batıl bir iddiadır, eğer bunu bilmeyerek yapmışsa bundan dolayı onun için vebal yoktur.

 

O kafir bir hükümdara koyunları sebebiyle hoşuna gidecek bir iş yaptı (müdahanede bulundu) sözlerine gelince; burada "müdahanede bulundu" demek yanlıştır. Durumu idare etti, demek daha uygundur. Kafir ve zalim bir kimsenin cana ya da mala vereceği bir zararı mal ile önlemek caizdir. Güzel sözle de aynı şey sözkonusudur.

 

İbnu'l-Arabi Kadı Ebu Bekr (r.a) dedi ki: Eyyub (a.s) ile ilgili olarak Yüce Allah'ın kitab-ı kerimindeki iki ayet-i kerimede bize haber verdiğinden başkası sahih değildir. Birincisi Yüce Allah'ın: "Eyyub'u da (a.s) Hani Rabbine:

 

Rabbim başıma bu bela gelip çattı ve Sen merhametlilerin merhametlisisin diye seslenmişti" (el-Enbiya, 83) buyruğudur, ikincisi ise Sad Süresi'nde: "Şeytan bana yorgunluk ve azapla dokundu diye seslenmişti" buyruğudur. Peygamber (s.a.v.)'dan ise şu hadis dışında ondan tek bir harf ile sözettiği sahih olarak sabit değildir. Gelen rivayet de şudur: "Eyyub yıkanmakta iken üzerine altın çekirgeler dökülmeye başladı ... "

 

Sözünü ettiklerimiz dışında Eyyub hakkında Kur'an'da da, sünnette de sahih bir şey gelmediğine göre Eyyub'a dair bu haberleri bunları işitmiş kimseye ulaştıranlar kimlerdir? Yahut o hangi dilden bunları dinlemiştir? İsrailiyat ise ilim adamları tarafından kesinlikle reddedilmiş şeylerdir. O bakımdan İsrailiyatın yazılı olduğu satırlara bakma! Gözünü onlardan uzak tut, kulakların İsrailiyata karşı sağır olsun. Çünkü İsrailiyat sana hayalden başka bir şey öğretmez, Kalbinin gereksiz meşguliyetinden başka bir şeyini de arttırmaz.

 

Lafız Buhari'nin olmak üzere sahih hadiste belirtildiği ne göre İbn Abbas şöyle demiştir: Ey müslümanlar! Peygamberinize indirilmiş olan Kitabınız Allah'tan gelmiş en son haber olduğu, ona hiçbir şey katılmaksızın arı duru haliyle okuduğunuz, halde kitab ehlinin Allah'ın kitabIarını değiştirip değişiklikler yaptığını kendi elleriyle kitabIarı yazarak, "az bir paha ile onu satabilmek için bu Allah'ın katındandır" (el-Bakara, 79) dediklerini size bildirdiği halde, siz kalkıyorsunuz kitab ehline soru soruyorsunuz. Size gelmiş olan bunca ilim sizi onlara soru sormaktan alıkoymuyor. Allah'a yemin ederim, biz onlardan bir kimsenin size, size indirilene dair soru sorduğunu görmedik.

 

Nitekim Peygamber (s.a.v.) da Muvatta'da yer alan hadiste belirtildiği üzere ömer (r.a)'ın Tevratı okumasına tepki göstermiştir.

 

"Ayağını yere vur!" buyruğundaki fiilin mastarı: ''Ayakla itmek" demektir. Mesela: "Atı ayağıyla topukladı" ve "Elbisesini ayağıyla itti" denilir.

 

el-Muberred dedi ki: "Hareket ettirmek" demektir. Bundan dolayı el - Esmai: "Binek hareket ettirildi" denilir, ancak (...): O hareket etti" denilmez, demiştir. Çünkü bu binicinin ayaklarını hareket ettirmesi anlamındadır. Bineğin bu fiilde bir katkısı yoktur.

 

Sibeveyh de: "Ben ayağımla bineği topukladım, o da ayağını hareket ettirdi" kullanımını nakletmektedir.

 

Bu şekil: "Kemiği sardım o da iyileşti" ile "Onun için üzüldüm, o da üzüldü" demeye benzer.

 

Bu buyrukta hazfedilmiş takdiri ifadeler de vardır. Yani Biz ona " ... vur" dedik, takdirindedir. Bu açıklamayı el-Kisai yapmıştır. Bu emir kendisine Allah ona afiyet verdiği sırada verilmişti.

 

"Bu hem yıkanacak, hem içilecek soğuk bir sudur." Yani o da ayağını yere vurdu, oradan bir su fışkırdı. Onunla yıkandı, bedenindeki zahiri hastalıklar gitti. Sonra da ondan içti, bu sefer içindeki hastalıklar gitti.

 

Katade dedi ki: Bunlar el-Cabiye diye bilinen Şam topraklarındaki bir yerdeki iki pınardır. Bunlardan birisi ile yıkandı, Yüce Allah onunla hastalıklarının zahir olanlarını giderdi. Diğerinden de içti, Yüce Allah onunla da iç organlarındaki rahatsızlıklara şifa verdi.

 

Buna yakın bir açıklama el-Hasen ve Mukatil'den nakledilmiştir. Mukatil dedi ki: Sıcak bir pınar fışkırdı, ondan yıkandı ve sağlığına kavuşmuş olarak çıktı. Sonra bir başka pınar daha fışkırdı, ondan da tatlı bir su içti.

 

Bir açıklamaya göre ayağını yere vurmasının emredilmesi vücudundaki herbir hastalığın üzerinden etrafa dağılması içindir. .. (...): Kendisi ile yıkanılan su" demektir. Bu açıklamayı da el-Kutebi yapmıştır. Bunun "yıkandığı yer" demek olduğu da söylenmiştir, bu açıklama da Mukatil'indir.

 

el-Cevheri dedi ki: "Su ile yıkandım" demektir, "Kendisiyle yıkanılan su"ya denilir. (...) de "kendisi ile yıkanılan su" demektir. Nitekim Yüce Allah'ın: "Bu hem yıkanacak, hem içilecek soğuk bir sudur" buyruğunda da bu şekilde kullanılmıştır. Bu kelime aynı zamanda "içinde yıkanılan şey" anlamına da gelir, (...) ise "ölülerin yıkandığı yer" demektir, çoğulu: (...) diye gelir.

 

Eyyub (a.s)'ın bu bela ve mihnet içerisinde ne kadar kaldığı hususunda farklı görüşler vardır. İbn Abbas: Yedi yıl, yedi ay, yedi gün ve yedi saat demiştir. Vehb b. Münebbih de şöyle demiştir: Eyyub (a.s.) yedi yıl süre ile bela içinde kaldı. Yusuf da hapiste yedi yıl kaldı. Buht Nassar yedi yıl süre ile azaba uğratıldı ve yırtıcı hayvanlar arasında bırakıldı. Bunu da Ebu Nuaym zikretmiştir.

 

Belasının on yıl sürdüğü söylendiği gibi, onsekiz yıl sürdüğü de söylenmiştir. el-Maverdi'nin naklettiğine göre Enes bunu merfu olarak rivayet etmiştir.

 

Derim ki: Bunu İbnu'I-Mübarek de zikretmiştir: Bize Yunus b. Yezid haber verdi. O Akil'den, o İbn Şihab'dan rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) bir gün Eyyub'u ve başına gelen belayı sözkonusu etti. Ona gelen belanın onsekiz yıl ondan ayrılmadığını söyledi. Hadisi el-Kuşeyri de zikretmiştir. Kırk yıl belada kaldığı da söylenmiştir.

 

"Biz ona tarafımızdan bir rahmet" bir nimet "ve tam akıl sahibleri için bir öğüt" yani akıl sahibleri için bir ibret "olmak üzere aile halkını ve onlarla birlikte onların bir mislini daha bağışladık." Buna dair açıklamalar daha önce el-Enbiya Süresi'nde (83-24. ayetlerin tefsirlerinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Sad 44

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR