SAD 30 / 33 |
وَوَهَبْنَا
لِدَاوُودَ
سُلَيْمَانَ
نِعْمَ
الْعَبْدُ
إِنَّهُ
أَوَّابٌ {30} إِذْ
عُرِضَ
عَلَيْهِ
بِالْعَشِيِّ
الصَّافِنَاتُ
الْجِيَادُ {31}
فَقَالَ
إِنِّي أَحْبَبْتُ
حُبَّ
الْخَيْرِ
عَن ذِكْرِ
رَبِّي
حَتَّى
تَوَارَتْ
بِالْحِجَابِ
{32} رُدُّوهَا
عَلَيَّ
فَطَفِقَ
مَسْحاً
بِالسُّوقِ
وَالْأَعْنَاقِ
{33} |
30. Ve
Biz Davud'a Süleyman'ı lutfettik. O ne güzel kuldu! Çünkü o (Allah'a) çokça
dönen idi.
31. Hani
ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı
koşan atlar sunulmuştu;
32. Ve
demişti ki: "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak
kaldım. Nihayet o perdenin arkasına girince;
33.
"Onları bana geri getirin" (dedi.) Boyunlarını ve ayaklarını
sıvazlamaya başladı.
Yüce Allah Davud (a.s)'ı
sözkonusu ettikten sonra: "Ve biz Davud'a Süleyman'ı lutfettik. O ne güzel
kuldu! Çünkü o çokça dönen idi" buyruğu ile de Süleyman (a.s)'dan
sözetmektedir.
"Çokça dönen"
itaatkar anlamındadır.
"Hani ona öğleden
sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar
sunulmuştu" buyruğunda geçen (...) ile atlar kastedilmektedir. Hızlı koşan
at demek olan: (...)'in çoğuludur. Nitekim çokça bağışta bulunup cömertçe veren
insana da bu sıfat verilmektedir,
"Cömert
kimseler"; (...)'' ise "hızlı koşan (asil) at" demektir. "Adam
malıyla cömertlik etti, eder, cömertlik etmek" demektir. Cömert kişiye de:
(...) denilir, çoğulu: ''Cömert kimseler' şeklinde gelir. (Çoğul şekli
itibariyle) ''Kafa (başın arka tarafı') ve kafalar" kelimesi gibidir.
Buradan "vav" harfinin Ilarekesiz gelmesi ise illet harfi oluşundan
dolayıdır, Ayrıca: (...) şekillerinde de çoğulu yapılabilir. Kadın için de:
"Cömert kadın'; "Cömert kadınlar" denilir. -şekil itibariyle-:
"Şüpheden çokça kaçın kadın ve kadınlar; erkeğinden kaçan inek,
inekler" gibi, şair de şöyle demektedir: "Biz(i andıran kolu) ile
maharetle iş yapar, eteğini iffetle koruyandır o, Son derece aç olmakla
birlikte kendisini doyuracak olanı cömertçe verir."
Mesela: "Bir
merhaleyi güzelce yürüdük, iki merhaleyi güzelce yürüdük, birçok merhaleyi
güzelce yürüdük" denilir. "At çok güzel oldu" demektir. Muzari
haii: (...): mastar ismi de: (...) dir. (...): hem erkek, hem dişi için
kullanılır.
Bu da: ''Asil atlar''
lafzından gelmektedir.
Bir görüşe göre bu,
boyunları uzun atlar demek olup boyun, gerdan demek olan: (...)'den alınmış bir
sıfattır. Çünkü atlarda boynun uzun olması da atların güzel nitelikleri
arasındadır.
"Bir ayağını
tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duranlar" buyruğu da iki şekilde
açıklanmıştır. Birincisine göre bu, onların ayakta durmaları demektir.
el-Kulebi ile el-Ferra derler ki: Arapçada: (...) tabiri at ya da başkaları
için "ayakta duran" anlamındadır. Peygamber (s.a.v.)'in buyurduğu
rivayet edilen: "Erkeklerin, huzurunda ayakta durmalarından hoşlanan kimse.
cehennemdeki yerine hazırlansın" buyruğunda da aynı kökten gelen Lafız
kullanılmıştır ki, önünde uzun süre ayakta durmalarından hoşlanan ...
anlamındadır. Bunu Kutrub da nakletmiş olup en-Nabiğa'nın şu beytini de
zikretmektedir: "Onun geniş düzlüğünde kurulmuş bir çadırımız var bizim,
Asil kısraklar ile ayakta duran asil atlar."
Bu Katade'nin görüşüdür.
İkinci açıklamaya göre
bu. ön ayaklarından birisini tırnağı üzerine dikerken, üç ayağı üzerinde duran
demektir. şairin şu beyitinde olduğu gibi:
"Alışmıştır, o üç
ayağı üzerinde dikilenlere; sanki o, Bir ayağını tırnağı üzerine dikip üçü
üzerinde ayakta duranlardan gibidir."
Amr b. Külsum da şöyle
demiştir: "Atları onun yanıbaşında bıraktık biz, Dizginleri geçirilmiş ve
üç ayağı üzerinde dikilmişler olarak."
Bu da Mücahid'in
görüşüdür.
el-Kelbı dedi ki:
Süleyman (a.s) Dımaşk ile Nusaybin (Nasibin) halkına bir gaza düzenledi.
Onlardan bin at ganimet aldı.
Mukatil de şöyle dedi:
Süleyman'a babası Davud'dan bin at miras kaldı. Babası da bunları
Amalikalılardan almıştı.
el-Hasen dedi ki: Bana
ulaştığına göre bunlar denizden çıkmış kanatlı atlar idi. ed-Dahhak da böyle
demiştir. Yine belirtildiğine göre bunlar Süleyman'a denizden çıkartılmış
kanatlı ve nakışlı atlar idiler. İbn Zeyd dedi ki:
Şeytan Süleyman'a
denizdeki yaylaklardan atlar çıkarmıştı. Bu atların da kanatları vardı. Ali
(r.a) da böyle demiştir: Buna göre onlar kanatlı yirmi at idiler. Yüz at olduğu
da söylenmiştir. İbrahim et-Teymi'den gelen haberde zikredildiğine göre bu
atların sayısı yirmibin imiş. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
Süleyman: "Ben
ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım" dedi. Bu
sözlerinde "hayır"dan kastı atlardır. Araplar atlara bu ismi
veriyorlar. Ayrıca Araplar "ra" ile "lam" (hayrın sonundaki
"re" ile "hayl; at" lafzının sonundaki "Iam"
harflerini) biri diğerinin yerine kullanabiliyorlar. Mesela Araplar:
"Gözden yaş aktı ve aldattı" derken, bu fiillerde "lam" ile
"re" harflerini birini diğerinin yerine kullanmaktadırlar.
el-Ferra dedi ki: Arapçada
"hayr" ile "hayl" aynı anlama gelir. en-Nehhas dedi ki:
Hadis-i şerifte: "Hayl (atlar)ın perçemlerinde kıyamet gününe kadar hayır
düğümlenmiştir" diye buyurmuştur. Sanki bundan dolayı atlara
"hayr" adı verilmiş gibidir. Yine hadiste belirtildiğine göre Zeyd
el-Hayl Peygamber (s.a.v.)'ın huzuruna geldiğinde ona:
"Sen Zeyd
el-Hayr'sın" diye buyurmuştur. Adı Zeyd b. Mühelhil olup şair birisi idi.
Bir diğer açıklamaya
göre atlara "hayr" adının veriliş sebebi, onların çokça faydalı
oluşlarından dolayıdır. Haberde zikredildiğine göre Yüce Allah Adem'e bütün
hayvanları gösterdi. Ona: Bunlardan birisini seç denildi, o da atı tercih etti.
Bunun üzerine ona: Kendin için güç kaynağı olan şeyi seçtin, denildi. İşte bu
bakımdan ata "hayr'' adı verilmiş oldu. Ata "hayl'' adının veriliş
sebebi ise izzet nişanı ile nişanlanmış olmasından dolayıdır. Ata
"fares" denilmesinin sebebi ise arslanın avının üzerine atılması
(iftiras) gibi uzak mesafeleri alması (iftiras etmesi) ndan ve ön ayaklarını
herşeyin üzerine bırakarak adeta elleriyle yakalarcasına mesafeleri kat
etmesinden dolayıdır. Ata '"Arabı" adının veriliş sebebi ise; Adem
(a.s)'dan sonra Beyt'in kaidelerini (duvarlarını) yükseltmesinden ötürü mükafat
olmak üzere İsmail'e getirilmiş olmasından dolayıdır. İsmail de Arabidir. O
bakımdan at ona Allah'tan verilen bir bağış olmuş ve bundan dolayı ona
"Arabı" adı verilmiştir.
"Sevgisi"
lafzı el-Ferra'nın görüşüne göre bir mefuldür. Yani ben hayır sevgisini tercih
ettim, demektir. Başkası ise bunu mefule izafe edilmiş bir mastar olarak takdir
etmektedir. "Ben hayrı oldukça sevdim, o da Allah'ı anmaktan beni
alıkoydu" demek olur.
Buradaki:
"Sevdim" lafzının devenin çöküp geri kalışını anlatmak üzere
kullanılan: "Deve çöktü" tabirinden, "oturdum ve geri kaldım,
uzak kaldım" anlamında olduğu söylenmiştir. (Mealde olduğu gibi.)
"Filan kişi başını
önüne eğdi" demektir. Ebu Zeyd dedi ki: Deve hastalanır yahut bir tarafı
kırılır da iyileşinceye ya da ölünceye kadar yerinden ayrılmaması halinde:
(...) denilir.
Sa'leb dedi ki: Yine
yorgun argın düşmüş deveye: (...) denilir. Buna göre buyruk: Rabbimi
zikretmeyip oturdum, onu anmaktan uzak kaldım, demek olur. Bu açıklamaya göre;
"Sevgisi ile" mefulün leh olur. Ebu'lFeth el-Hemedanı,
"et-Tıbyan" adlı eserinde de: "Yanında kaldım, ayrılmadım"
anlamında olduğunu ve şairin şu mısraında da bu anlamda kullanıldığını
belirtmektedir: "Yerinden ayrılmayıp kalan kötü deve gibi."
"Nihayet o perdenin
arkasına girince" buyruğunda sözü edilmemiş olmakla birlikte güneşten
zamir yoluyla sözedilmektedir. Yüce Allah'ın: ''...onun sırtında dolaşanlardan
hiçbirini bırakmazdı." (Fatır, 45) Maksat "yeryüzü üzerinde"
demektir. Araplar: "Soğuk esti" derken, soğuk bir rüzgar esti, demek
isterler. Yüce Allah da: "Hele o bir de boğaza gelince" (el-Vakıa,
83) diye buyurmaktadır ki can boğaza gelince demektir, Yine Yüce Allah bir
başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Çünkü o herbiri saray kadar kıvılcımlar
atar." (el-Mürselat, 32) Halbuki daha önceden ateşten sözedilmiş değildi,
ez-Zeccac dedi ki: Bir
şeyden daha önceden söz edilmiş yahut sözedilmişliğine delil varsa zamir
kullanmak caizdir. Burada delil de Yüce Allah'ın: "öğleden sonra"
ifadesidir. Bu da zevalden sonraki vakti ifade eder. "Bir şeyin arkasından
saklanmak" ise göze görünmemek demektir. "Perde" ise
yaratılmışları kuşatan yeşil bir dağdır. Bu açıklamayı Katade ve Ka'b
yapmışlardır, Kaf dağı olduğu söylendiği gibi, Kaf'ın berisinde bir dağ olduğu
da söylenmiştir. "Perde"den kasıt gecedir. Ona içindekileri
gizlediğinden ötürü "perde" denilmiştir,
"Nihayet o ...
saklanınca" ifadesinin, yarışta atlar saklanınca anlamına geldiği de
söylenmiştir, Şöyle ki, Süleyman'ın atlarının birbiriyle yarıştığı yuvarlak bir
alanı vardı. Nihayet bu atlar onun gözüne görünmeyip yarış esnasında gözünden
uzaklaşmış oldu, Çünkü burada güneşten sözedilmemiştir, en-Nehhas'ın
naklettiğine göre Süleyman (a.s) namazda iken ona sunulmak üzere birtakım atlar
getirildi, Bu atlar ganimet alınmıştı. Eliyle işarette bul undu, çünkü namaz
kılıyordu, Nihayet atlar gizlendi ve ahırların duvarları arkasında kaldılar.
Namazını bitirince "onları bana geri getirin" dedi ve
"boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı." Bunun anlamı ile
ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre o atlara değer vermenin ve değerli bir
şahsiyetin kendi atlarına bu gibi davranışları yapmasının çirkin olmadığını
ortaya koymak maksadıyla kendi elleriyle bacaklarını ve boyunlarını sıvazIamaya
başladı. Bu görüşü benimseyenler: O atları nasıl öldürür' Halbuki böyle bir şey
malı ifsad etmek ve günahsız bir kimseyi cezalandırmak demek olur, diye sorar.
Yine denildiğine göre, burada sıvazlamaktan kasıt kesmektir. Onları öldürmesi
için ona izin verilmişti,
el-Hasen, el-Kelbi ve
Mukatil dedi ki: Süleyman (a.s) ilk namazı kıldı ve tahtı üzerine oturdu. Atlar
da ona sunuluyordu, bunlar bin tane idi. Bu atlardan dokuzyüzü kendisine
sunulduğunda ikindi namazı hatırına geldi. Güneş de batmış, namazı da geçmiş
idi. Ondan çekinildiğinden kimse ona durumu haber vermemişti. Bu işe çok üzüldü
ve: "Onları bana geri getirin" dedi, Ona geri getirildiklerinde
Allah'a kurban olmak üzere onları kılıçla kesti ve onlardan geriye yüz tane
kaldı. İşte bugün o asil atlardan insanların elinde kalan atlar bu geri kalan
atların soyundandırlar.
el-Kuşeyri dedi ki:
Şöyle de denilmiştir: O dönemde ne öğle namazı, ne de ikindi namazı vardı. Onun
kılmayı unuttuğu bir nafile namazdı. Süleyman (a.s) heybetli bir şahsiyetti.
Farz olsun, nafile olsun kimse ona unuttuğu bir şeyi hatırlatmadı. O namazı
ertelemenin mübah olduğunu zannettiler. Süleyman bu geçen namazı hatırlayınca
üzüntü ve keder üslubu ile: "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken
Rabbimi anmaktan uzak kaldım" yani namazdan uzak durdum, dedi, atların
kendisine geri getirilmesini emrettikten sonra, atların bacak ve boyunlarının
kesilmesini emretti. Bu ise atları cezalandırmak maksadı ile yapılmış bir iş
değildi. Zira etleri yeniliyor ise hayvanları kesmek caizdir. Aksine o kendi
kendisini cezalandırdı; ta ki atlar bundan sonra onu meşgul ederek namazı
unutmasına sebep olmasın. Atların ayaklarını onları kesmek üzere bağlamış
olması ve böylelikle onların kaçmalarını önlemek istemiş olması, sonra da
etlerini tasadduk etmek üzere anında onları kesmiş olması ihtimali de vardır.
Yahutta böyle davranması onun şeriatında mübah idi. Onlarla uğraştığından
Allah'ı zikretmeyi unutunca onları telef etti. Böylelikle kendisini Allah'tan
uzak tutan herhangi bir şeye nefsi bağlılığını koparmış oldu. Bundan ötürü Yüce
Allah onu övdü ve rüzgarı ona müsahhar kılmakla ona mükafat verdiğini açıkladı.
O bakımdan rüzgar üzerinde bir günde aldığı mesafe, atın üzerinde gidiş ve
geliş olarak iki ayda aldığı mesafeyi buluyordu.
"Onları bana geri
getirin" sözündeki "he (onu diye de tercüme edilebilir)"
zamirin, atlara ait değil de güneşe ait olduğu da söylenmiştir.
İbn Abbas dedi ki: Ben
Ali (r.a)'a bu ayet-i kerime hakkında soru sordum da bana: Onun hakkında sana
ulaşan nedir? diye sordu. Dedim ki: Ka'b'ı şöyle derken dinledim: Güneş perde
arkasına gizlenip Süleyman namazı geçirinceye kadar atların kendisine sunulması
ile meşgul olunca "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi
anmaktan uzak kaldım" yani "hayır sevgisini Rabbimi anmaya tercih
ettim" dedi. "Onları bana geri getirin" sözünde kastettiği ise
atlardır. Bunlar ondört at idi. Kılıçla bacaklarını ve boyunlarını vurdu. Allah
da ondört gün süreyle mülkünü elinden aldı, çünkü atlara zulmetmişti. Ali b.
Ebi Talib bunun üzerine dedi ki: Ka'b yalan söyledi, çünkü Süleyman cihad için
atların sunulması ile uğraştı. Nihayet o gizlendi, yani güneş perde arkasında
battı. Yüce Allah'ın güneş üzerindegörevli meleklere emri üzerine "onu
bana geri getirin" yani güneşi geri getirin, dedi. Onlar da güneşi geri
getirdiler ve ikindi namazını vaktinde eda etti. Şüphesiz ki Allah'ın
peygamberleri zulmetmezler, çünkü onlar masum (günahtan korunmuş) durlar.
Derim ki: Tefsir(e dair
rivayetler)de çoğunlukla görülen açıklamalar perde arkasında saklananın güneş
olduğu şeklindedir. Güneşin zikredilmeyiş sebebi ise, daha önce onunla ilgili
olup sözkonusu edilmiş şeylerin -önceden de açıklandığı üzere- dinleyene güneşe
delalet edecek bir izlenim vermiş olmasıdır. Güneşten zamir ile sözedildiği de
çokça rastlanan bir şeydir. Lebid dedi ki: "Nihayet (gecenin örten)
karanlığına bir el atınca, Ve onun karanlığı düşmana karşı zayıfnoktaları
gizleyince ... "
"Onları bana
getirin" lafzındaki "he (onları)" zamiri atlara aittir. Onları
sıvazlamasına gelince, ez-Zührı ve İbn Keysan dedi ki: O atların bacaklarını ve
boyunlarını sıvazlar, onlara sevgisinden ötürü üzerlerindeki tozları alırdı. el-Hasen,
Katade ve İbn Abbas da böyle demiştir. Hadis-i şerifte de belirtildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) sırtındaki ridasıyla atını silerken görülmüş ve: "Bu
gece atlar dolayısıyla bana sitem edildi." diye buyurmuştur.
Bunu Muvatta'(da İmam Malik)
Yahya b. Said'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Muvatta'ın dışındaki
eserlerde ise Malik'ten, o Yahya b. Said'den o Enes'ten diye muttasıl senedle
rivayet edilmiştir. el-Enfal Süresi'nde de (60. ayet, 2. başlıkta) Peygamber
(s.a.v.)'ın: '' ... Onların alınlarını ve sağrılarını sıvazlayınız ... ''
buyruğu da geçmiş bulunmaktadır. İbn Vehb de Malik'ten (Süleyman -a.s-ın)
atların boyun ve bacaklarını kılıçla sıvazladığını söylediğini riva yet
etmiştir.
Derim ki: Şibli ve onun
dışında sufilerden bazı kimseler elbiselerini yırtıp parçalamaya Süleyman
(a.s)'ın bu fiilini delil göstermişlerdir. Ancak bu bozuk, tutarsız bir delil
göstermedir. Zira masum bir peygambere fasid bir iş işlediğini nisbet etmek
caiz değildir.
Ayrıca müfessirler
ayetin anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Onlardan kimisi: Atlara
verdiği değeri göstermek için boyun ve bacaklarını sıvazlamıştır ve: Siz Allah
yolundasınız demiştir, bu bir ıslahtır. Kimisi de: önce ayaklarını bağlamış,
sonra kesmiştir. Atları kesip etlerini yemek de caizdir. Buna dair açıklamalar
daha önceden en-Nahl Süresi'nde (8. ayet. 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Buna göre de Süleyman (a.s) günahı gerektiren bir iş yapmış değildir. Sağlıklı
bir maksat olmaksızın sağlam bir elbiseyi berbat etmek ise caiz değildir.
Diğer taraftan Süleyman
(a.s)'ın yaptığı söylenen işin, şeriatinde caiz olmakla birlikte, bizim
şeriatimizde caiz olmaması imkanı da vardır. şöyle de denilmiştir: O bu atlara
Yüce Allah'ın yaptığını mübah kılması üzerine bu uygulamayı yapmıştır, Bir
diğer açıklamaya göre onun atları sıvazlaması, atları dağlayarak işaretlemesi
ve onları Allah yoluna vakfetmesidir, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ancak
bu görüş, bacaklarda hiçbir şekilde dağlamayla işaret yapılmayacağı açısından
zayıf kabul edilmiştir.
Şöyle de denilebilir:
Bacaklar üzerinde dağlamaya "ilat" denilir. Boyun üzerindeki
dağlamaya da "visak" denilir, el-Cevherı'nin
"es-Sihah"ındaki açıklama ise şöyledir: "Deveyi boynunda
dağlayarak alametlendirdi " (...) da "boynun iki tarafı"
demektir,
Derim ki: "Onları
bana getirin" buyruğundaki "he" zamiri güneşe raci olduğunu
söyleyenlerin görüşlerine göre (o takdirde "onu benim için geri
çevirin" demek olur) bu onun mucizelerinden olur. Benzeri bir durum bizim
Peygamberimiz (s.a.v.) için de olmuştur. Tahavi "Muşkilu'l-Hadis"
adlı eserinde Esma bint Umeys'den gelen iki rivayet yoluyla kaydettiğine göre
Peygamber (s.a.v.)'a başı Ali'nin kucağında iken vahiy gelirdi, (Bir sefer)
ikindi namazını güneş batıncaya kadar kılamadı. Rasülullah (s.a.v.):
"Namaz kıldın mı ey Ali?" deyince, o: Hayır dedi, Bunun üzerine
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah'ım, o sana
ve Rasülüne itaat etmekte idi, Onun için güneşi geri çevir," Esma dedi ki:
Ben güneşin önce battığını, battıktan sonra da tekrar çıkıp dağlara ve yere
aydınlık saçtığını gördüm, Bu ise Hayber'de es-Sahba'da olmuştu, Tahavı dedi
ki: İşte bunlar sabit iki hadis olup ravileri de sika kimselerdir.
Derim ki: Ebu'I-Ferec
İbnu'l-Cevzı bu hadisin zayıf olduğunu belirterek şöyle demiştir: Rafızilerin,
Ali (r.a.)'a karşı duydukları aşırı sevgi onları Ali'nin faziletlerine dair
pekçok hadis uydurmaya itmiştir. Bunlardan birisi de güneşin batıp Ali (a.s)'ın
ikindi namazını geçirmesinden sonra tekrar onun için güneşin döndürüldüğüne
dair rivayettir. Böyle bir şey nakil açısından imkansız olduğu gibi, mana
açısından da şunu belirtelim ki, vakit geçtikten sonra güneşin tekrar geri
döndürülmesi yeni bir doğuş sayılır, vakti geri çevirmez,
Zamirin
("onları" anlamındaki "he" zamirinin) atlara ait olduğunu
söyleyen ve yarış esnasında Süleyman'ın gözünden uzaklaştığını kabul edenlerin
görüşlerine göre de bunda atlada yarışmaya delil vardır, bu da meşru bir iştir,
Buna dair açıklamalar da daha önceden Yusuf Süresi'nde (17, ayet, 1. başlık ve
devamında) geçmiş bulunmaktadır,
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN