SAD 21 / 25 |
وَهَلْ
أَتَاكَ
نَبَأُ
الْخَصْمِ
إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ
{21} إِذْ
دَخَلُوا
عَلَى
دَاوُودَ
فَفَزِعَ
مِنْهُمْ
قَالُوا لَا
تَخَفْ خَصْمَانِ
بَغَى
بَعْضُنَا
عَلَى
بَعْضٍ فَاحْكُم
بَيْنَنَا
بِالْحَقِّ
وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا
إِلَى
سَوَاء
الصِّرَاطِ {22}
إِنَّ هَذَا
أَخِي لَهُ
تِسْعٌ
وَتِسْعُونَ
نَعْجَةً وَلِيَ
نَعْجَةٌ
وَاحِدَةٌ
فَقَالَ
أَكْفِلْنِيهَا
وَعَزَّنِي
فِي الْخِطَابِ
{23} قَالَ لَقَدْ
ظَلَمَكَ
بِسُؤَالِ
نَعْجَتِكَ
إِلَى
نِعَاجِهِ
وَإِنَّ
كَثِيراً
مِّنْ الْخُلَطَاء
لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ
إِلَّا
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ
وَظَنَّ
دَاوُودُ
أَنَّمَا
فَتَنَّاهُ
فَاسْتَغْفَرَ
رَبَّهُ
وَخَرَّ
رَاكِعاً
وَأَنَابَ {س} . {24}
فَغَفَرْنَا
لَهُ ذَلِكَ
وَإِنَّ
لَهُ عِندَنَا
لَزُلْفَى
وَحُسْنَ
مَآبٍ {25} |
21. Sana
şu hasımların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere
inmişlerdi.
22-
Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona "Korkma!"
dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen
aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
23.
(Birileri dedi ki): "Bu benim kardeşimdir. Onun doksandokuz koyunu vardır.
Benim ise bir koyunum var. O koyunu da bana ver, dedi ve söz söylemede beni
yendi."
24. Dedi
ki: "Andolsun ki o senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana
zulmetmiş. Muhakkak katan (ortak)ların çoğu şüphesiz birbirlerine haksızlık
ederler. İman edip salih amel işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de
azdır!" Bunun üzerine Davüd bizim kendisini imtihan ettiğimizi sandığından
hemen mağfiret istedi. Rüku ederek yere kapanıp döndü.
25. Biz
de ona bunu mağfiret ettik. Şüphesiz onun nezdimizde bir yakınlığı ve güzel bir
dönüş yeri vardır.
(Sanırım baskıda hata
olmuş, 23.ayet 22 olarak geçmiş, 22.ayet atlanmış. Düzeltip 22.ayeti
Elmalılı'dan ekledim )-mahir-
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmidört başlık halinde sunacağız:
1- Duvarı Aşarak Hz, Davud'un Huzuruna
Giren Davacılar:
2- Hakimin, Kocanın ve Abidin Dikkat
Etmesi Gereken Hususlar:
3- Davud (a.s)'ın Yanına Gelenler:
4- Peygamberin Korkmasının Sebebi:
5- Davud (a.s)'ın Yanına izinsiz
Girenlere Karşı Tutumunun Sebepleri:
6- Gelen Davacıların Durumu:
7- Hak ve Adaletle Hükmetmek Zulme
Sapmamak:
8- "Koyunlar"ın Mahiyeti ve
Te'vili:
9- "Doksandokuz Koyun":
10- Tartışmada Galib Gelmek:
11- Hz. Davud'un İsteğinin Mahiyeti
Neydi?:
12- Hüküm ve Fetva Vermek İçin tek
Tarafı Dinlemek Yeterli Olabilir mi?:
13- Katıp Karıştıranlar ve Ortaklar:
14- Azınlık Olan İman Edip Salih Amel
İşleyenler:
15- Sınandığını Zanneden Davud (a.s.):
16- Mescidde Mahkemeleşmek:
17- Kadı Tayin Ederken Aranacak Bazı özellikler:
18- Hz. Davud'un Allah'tan Mağfiret
Dilemesinin Sebebi:
19- Rüku Ederek Rabbine Dönüş:
20- Burada Geçen Tilavet Secdesinin
Hükmü:
21- Buradaki Şükür Secdesi Nasıl
Yapılmalıdır?
22- Tilavet Secdesi Yaparken Okunacak
Dualar:
23- Davud (a.s)'ın Mağfirete Nail
Olması:
24- Davud (a.s.)'ın Konumu:
1- Duvarı Aşarak Hz,
Davud'un Huzuruna Giren Davacılar:
"Sana şu hasımların
haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere
inmişlerdi" buyruğunda geçen "hasm" hem bir, hem iki kişi, hem
de topluluk hakkında kullanılır. Çünkü bunun aslı mastardır. Şair de şöyle
demiştir: "Ve sakallarını silkeleyen kızgın hasımlar ki Arap katırlarının,
ahdi olmayan düşmanları püskürttüğü gibi."
en-Nehhas dedi ki:
Burada "hasım" ile iki meleğin kastedildiği hususunda tefsir
bilginleri arasında görüş ayrılığı yoktur.
"Tırmanarak"
fiili çoğul gelmekle birlikte, tesniye hakkında kullanılması ise
"hasm" lafzının anlamına binaendir. Çünkü bu lafız çoğul manası ile
varid olmuştur. "Kafile ve arkadaşlar"' lafızları gibi. İki kişi için
kullanılması kastedilecek olursa: "İki hasım" çoğul için kullanılacak
olursa: "Hasımlar" takdirinde kabul edilir.
"Onlar duvarı
tırmanarak namaz kıldığı yere inmişlerdi" buyruğu, surunun üst tarafından
yanına gelmişlerdi, demektir. Mesela: .. (...): Duvara tırmandı" denilir.
Zaten "sur" şehrin etrafındaki duvar demektir ve hemzesizdir. Aynı
şekilde: (...), "sürenin" çoğulu demektir. Tıpkı (...)'in çoğulunun,
(...) diye gelmesi gibi. Bu da binanın herbir konağına, aşamasına verilen
isimdir. "Kur'an süresi" de buradan gelmektedir. Çünkü herbir süre
diğerinden ayrı bir menzile (konak yeri) teşkil etmektedir. Buna dair
açıklamalar bu kitabın (Tefsirin) mukaddimesinde (süre, ayet, kelime ve harf
başlığında) geçmiş bulunmaktadır. Nabiğa'nın şu beyiti de geçmişti:
"Görmez misin, Allah'ın sana yüksek bir şeref ve üstünlük verdiğini? Ondan
aşağıda kalan herbir hükümdarın aşağıdan ona yükselmeye çalıştığını
görürsün."
Görüldüğü gibi burada
süre ile şeref ve mevkiyi kastetmektedir. Hemzeli olarak: "Yemeğin kabta
geri kalan bölümü" demektir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu Farsça ziyafet
anlamındadır. Hadis-i şerifte de Peygamber (s.a.v.)'ın Ahzab gününde:
"Cabir size bir ziyafet hazırlamıştır. Haydi bakalım oraya" dediği
kaydedilmektedir.
Burada sözü edilen
mihrab (mealde: namaz kıldığı yer) oda demektir. Çünkü o odanın içinde iken iki
melek de tırmanarak onun yanına varmışlardı. Bu açıklamayı Yahya b, Sellam
yapmıştır. Ebu Ubeyde ise şöyle demektedir: Mihrab'tan kasıt meclisin üst ve en
iyi yeridir. Mescidin mihrabı da buradan gelmektedir. Buna dair açıklamalar
daha önce birkaç yerde (AI-i İmran, 37, ayet, 1. başlıkta, Meryem, 11, ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Hani onlar
Davüd'un yanına girmişlerdi" buyruğunda ikinci defa olarak: ''Hani"
buyruğu gelmiş bulunmaktadır. Çünkü her ikisinde de bunlardan sonra fiil gelmiş
bulunuyor. el-Ferra'nın iddiasına göre ise bunlardan birisi: "...diğinde,
dığında" anlamındadır, Bir diğer görüşe göre ikincisi kendisinden sonra gelen
ifadelerle birlikte daha öncekisini açıklamaktadır.
Bu gelen iki kişinin,
iki insan olduğu da söylenmiştir. Bunu en-Nekkaş demiştir İki melek oldukları
da söylenmiştir, Bu görüşü de bir topluluk benimsemiştir. Kimileri de bunları,
kimliklerini tayin ederek gelen bu iki şahıs Cebrail ve Mikail idi,
demişlerdir. Bunların insan suretinde ibadet ettiği günde Allah'ın ona
gönderdiği iki melek olduğu da söylenmiştir.
Bekçiler onları içeri
girmekten alıkoymak isteyince, bunlar da ibadet ettiği yerin duvarını aşarak
yanına gitmişlerdi, O namazda iken onların geldiklerini farketmemiş, ansızın
önünde oturmakta olduklarını görüvermişti. İşte Yüce Allah'ın: "Sana şu
hasımların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere
inmişlerdi" buyruğu bunu anlatmaktadır. Yani namaz kıldığı yerin üzerinden
çıkarak yanına gelmişlerdi, Bu açıklamayı Süfyan es-Sevri ve başkası yapmıştır.
Bunun sebebi ise İbn
Abbas'ın naklettiği şu husustur: Davud (a.s) içinden eğer ilahi bir imtihana
tabi tutulacak olursam, kendimi yanlışlıktan koruyacağım, diye geçirmişti, Ona:
Sen sınanacaksın ve sınanacağın günü de bileceksin, Onun için tedbirini al,
denildi, O da Zebur'u yanına alıp ibadet ettiği yere girdi, yanına kimsenin
girmemesini istedi, Zebur'u okumakta iken en güzel surette bir kuş geldi, onun
önünde uçmaya başladı. Eliyle onu yakalamak istedi ve arkasından gitti, Kuş
nihayet mihrabın aydınlanma deliğine kondu, Onu almak üzere ona yaklaşınca,
yine kuş uçuverdi. Onu görmek için ileri uzanınca yıkanmakta olan bir kadını
gördü. Kadın onu görünce vücudunu saçlarıyla örttü, -es-Süddi dedi ki: Kadın
Davud'un kalbinde yer etti,- (Devamla) İbn Abbas dedi ki: Kocası Allah yolunda
gazaya çıkmış, Oriya b. Hannan idi. Davud gaza kumandanına kocasını tabutu
taşıyanlar arasına kalması için emir yazdı. Tabutu taşıyanlara ise Yüce Allah
ya zafer nasib ederdi yahut öldürülürlerdi. Oriya'yı kumandan tabutu taşıyanlar
arasına yerleştirdi ve öldürüldü. Kadının iddeti bitince Davud ona talib oldu.
Kadın da, eğer bir oğlu olursa, ondan sonra hükümdarlığa o geçecek, diye şart
koştu ve buna dair de bir belge düzenledi. İsrailoğullarından da elli kişiyi
buna şahit tuttu. Süleyman dünyaya gelip delikanlılık yaşına gelinceye iki
melek duvarı aşıp namaz kıldığı yere gelinceye ve Yüce Allah'ın kitabında
anlattığı durum meydana gelinceye kadar nefsi bir türlü karar kılmamıştı.
Bunu el-Maverdi ve
başkaları zikretmiş ise de sahih değildir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu hususta
gelmiş rivayetlerin en sağlamı budur.
Derim ki: Bu manasıyla
bunu Tirmizi el-Hakim de Nevadiru'l-Usul'de peygambere merfu bir rivayet olarak
zikretmiştir: Yezid er-Rukaşi'den, Enes b, Malik'i şöyle derken dinlemiştir:
Resulullah (s.a.v.)'i şöyle buyururken dinledim:
"Davud peygamber
(a.s.) kadını görüp onunla evlenmek isteyince, İsrailoğullarının bir askeri
birlik çıkarıp göndermelerini emretti, Birliğin kumandanına da düşman ile
karşılaştığınız vakit -ismini vererek- filanı öne geçir, dedi, O kişiyi tabutun
önüne kattı. O dönemde o tabut ile zafer taleb edilirdi, Tabutun önüne
geçirilen kimseler ise ya öldürülürdü yahutta savaştıkları ordu önlerinden
dağılır gider, öyle geri dönebilirlerdi, Kadının kocası öne geçirildi ve
öldürüldü, Her iki melek de Davud'a indi ve ona olayı anlattılar. .. ''
Said, Katade'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Belka şehri yakınındaki Amman kuşatması esnasında
kocasına kapının halkasını yakalamalarını emretti, Bu da ölümün kendisi
demekti. Bu maksatla kocısı öne geçti ve öldürüldü,
es-Sa'lebi ile bir grub
ilim adamı şöyle demişlerdir: Yüce Allah Davud'u bu günah ile imtihan etti.
Çünkü o bir gün Rabbinden kendisini İbrahim, İshak ve Yakub'un mertebesine
çıkarmasını temenni etti, onları sınadığı gibi kendisini de sınamasını, onlara
verdiği şeyler gibi kendisine de bağışlamasını temenni etti, Davud zamanı üçe ayırmıştı.
Bu üç günün birisinde insanlar arasında hüküm veriyor. birisinde tek başına
Rabbine ibadet için halvete çekiliyor, birisinde ise hanımlarıyla ve işleriyle
meşgul oluyordu. Okuduğu kitabIarda İbrahim, İshak ve Yakub'un faziletine dair
şeyler okuyordu. Rabbim dedi, bütün hayırları benim atalarım alıp götürmüş.
Bunun üzerine Yüce Allah ona şunu vahyetti: Onlar başkalarının maruz
kalmadıkları belalar ile sınandılar ve bunlara sabrettiler. İbrahim, Nemrut,
ateş ve oğlunu boğazlamakla; İshak boğazlanmakla, Yakub, Yusuf için üzülmekle
ve gözlerini kaybetmekle sınandılar. Sen ise bu tür hiçbir şeyle sınanmış
değilsin, denildi.
Bunun üzerine Davud
(a.s.): Onları sınadığın gibi beni de sına ve onlara verdiğinin benzerini bana
da ver, dedi. Yüce Allah da ona: Sen bu ayda cuma gününde sınanacaksın, diye
vahyetti. O gün mihrabına girdi, kapısını üzerine kapattı, namaz kılmaya ve
Zebur okumaya başladı. Aniden altından bir güvercin suretinde şeytan ona
göründü. Bu güvercinde herbir güzel renk vardı. Güvercin gelip ayaklarının
önünde durdu. Onu yakalayıp küçük oğluna vermek maksadıyla elini uzattı, uzak
sayılmayan bir yere kadar uçarak, yakalanacağından yana Davud'un ümidini
kesmedi. Yine onu yakalamak üzere uzandı, yine güvercin biraz daha geri
çekildi. Güvercinin arkasından gitti ve nihayet bir pencereciğe uçup kondu.
Oradan almak üzere gidince güvercin uçtu, Davud da onu yakalayacak kimse
göndermek maksadıyla gözleri ile onu takib edip durdu. Bir havuzun kenarında
bahçede yıkanmakta olan bir kadını görüverdi. -Bu açıklamayı el-Kelbi
yapmıştır.- es-Süddi de: Evinin damı üzerinde çıplak olarak yıkanıyordu,
demiştir.
Böyle güzel bir kadın
görmemişti. Kadın onun gölgesini görünce, saçlarını çözdü ve saçları vücudunu
örttü!. Bundan dolayı kadını daha da beğendi. Kocası Orya b. Hannan ise
Davud'un kızkardeşinin oğlu Eyyub b. Suriye ile birlikte bir gazada
bulunuyordu. Davud. Eyyub'a: Orya'yı şu şu yere gönder ve onu tabutun önünde
yerleştir. dedi. Tabutun önünden giden bir kimsenin zafer nasib olmadan ya da
şehid düşmeden geri dönmesi helal değildi. Derken Eyyub onu tabutun önüne
yerleştirdi, zafer nasib oldu. davud'a durumu yazdığı bir mektub haber verdi.
el-Kelbi dedi ki: Orya,
Davud döneminde Allah'ın yeryüzündeki kılıcı idi.
Bir darbe indirip tekbir
getirdi mi bu tekbiri dolayısıyla sağından Cebrail, solundan Mikail tekbir
getirir, semadaki melekler tekbir getirir ve Arşa varıncaya kadar bu böylece
sürerdi. Nihayet Arşın etrafındaki melekler de onun tekbiri ile tekbir
getirirdi. (el-Kelbi) dedi ki: Allah'ın kılıçları üç tane idi. Bunlar Musa
döneminde Kalib b. Yufanna, Davud zamanında Orya, Rasulullah zamanında da Hamza
b. Abdu'I-Muttalib idi Eyyub, Davud'a Yüce Allah'ın Orya'ya zaferi nasib
ettiğini haber vermek üzere mektub yazınca bu sefer Davud ona: Onu şu birlikle
birlikte gönder ve yine tabutun önüne yerleştir.
Yine Allah ona zafer
nasib etti, sonuncusunda da şehit düştü. Davud da iddeti bittikten sonra o
kadın ile evlendi. İşte Davud'un oğlu Süleyman'ın annesi o kadındır. (Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır).
Bir başka görüşe göre
Davud (a.s.)'ın sınanmasının sebebi şudur: O içinden kötü hiçbir şey yapmadan
bir gün geçirebileceğini geçirdi. el-Hasen dedi ki: Davud zamanını dörde
bölmüştü. Bir bölümünü hanımlarına. bir bölümünü ibadete, bir bölümünü
İsrailoğulları ile birbirlerine karşılıklı öğüt vermek ve birlikte ağlayıp
ağlaşmak, bir bölümünü de hüküm vermek için ayırmıştı. Derken bir insanın
hiçbir günah işlemeden bir gün geçirmesi olabilir mi? diye müzakere ettiler.
Davud bu işin altından kalkabileceğini içinden geçirdi. İbadet ettiği günü
kapıyı üzerine kapattı. yanına kimsenin girmemesini emretti. Zebur'u okumaya
koyuldu ve derken altından bir güvercin önüne gelip düştü. Sonra da az önce
geçenlere yakın rivayeti anlattı.
İlim adamlarımızın:
Bundan şu hususa delil vardır ... deyip çıkardıkları sonuçlara gelince, bu da
bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir:
2- Hakimin, Kocanın ve
Abidin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar:
İlim adamlarımız bunu
hakimin her gün hüküm vermek üzere insanların davalarına bakmakla yükümlü
olmadığına ve insanın ibadetle meşgul olsa dahi, hanımları ile ilişkiyi
terketme hakkına sahib olmadığına delil göstermişlerdir. Bu anlamdaki
açıklamalar daha önceden en-Nisa Suresi'nde (3. ayet, 10. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Yine orada Ka'b (b. Sevvar)'ın Ömer (r.a.) döneminde onun huzurunda böylece
hüküm verdiği de geçmişti. Peygamber (s.a.v.) da Abdullah b. Ömer'e:
"Muhakkak senin eşinin de senin üzerinde bir hakkı vardır" diye
buyurduğu sabittir.
Yine el-Hasen ve Mücahid
dediler ki: Davud (a.s) halifelik makamına getirildiğinde İsrailoğullarına
şöyle demişti: Allah'a yemin ederim mutlaka ben aranızda adaletle hükmedeceğim.
O bu yemini -inşaallah diyerek- istisnada bulunmaksızın yapmıştı, o bakımdan
bununla sınandı.
Ebu Bekir el-Verrak dedi
ki: Davud çokça ibadet eden birisi idi. Amelini beğenir gibi oldu ve: Acaba
yeryüzünde benim gibi ameli olan bir kimse var mıdır? dedi. Yüce Allah ona
Cebrail'i gönderdi. Cebrail dedi ki: Allah sana şöyle buyuruyor: Sen ibadetini
beğendin, ibadeti beğenmek (ucb) ise ateşin odunu bitirmesi gibi ibadeti yer
bitirir. İkinci bir defa daha beğenecek olursan ben seni kendi nefsinle başbaşa
bırakırım. Bunun üzerine: Rabbim dedi, sen bir sene beni nefsimle başbaşa
bırak. Yüce Allah: Bu çok uzun bir suredir, dedi. Bu sefer: O halde bir ay.
dedi. Yüce Allah: Bu da çoktur deyince, o halde bir gün, dedi. Yine Yüce Allah:
Bu da çoktur dedi. Bu sefer: O halde Rabbim sen beni nefsimle bir saat (kısa
bir süre) başbaşa bırak, deyince Yüce Allah: Haydi seni nefsinle başbaşa
bıraktım, diye buyurdu. Davud (a.s.) bekçileri görevlendirdi, yün elbiselerini
giyindi ve ibadetgahına girdi. önüne Zebur'u koydu. İbadetine dalmış iken bir
kuş gelip önüne düştü ve kadın ile ilgili başından geçen olaylar geçti.
Süfyan es-Sevri dedi ki:
Davud bir gün şöyle demişti: Rabbim Davud hanedanından bir kimsenin oruç
tutmadığı bir gün yine Davud hanedanından bir kimsenin namaz kılmadığı bir gece
geçmiyor. Yüce Allah ona: Ey Davud dedi, bu senden midir? Benden midir? İzzetim
hakkı için seni kendi nefsinle başbaşa bırakacağım. Davud, Rabbim beni affet
dedi. Yüce Allah: Seni bir yıl kendi nefsinle başbaşa bırakacağım dedi. Davud
izzetin hakkı için yapma diye yalvardı, Yüce Allah: O halde bir ay dedi. Davud:
İzzetin hakkı için yapma dedi. Yüce Allah: O halde bir hafta dedi. Davud:
İzzetin hakkı için yapma dedi, Yüce Allah: O halde bir gün diye buyurdu. Davud:
İzzetin hakkı için yapma dedi, Yüce Allah: O halde bir saat diye buyurdu.
Davud: İzzetin hakkı için yapma dedi, Yüce Allah: O halde bir an diye buyurdu.
Şeytan ona: Bir an ne kadardır ki. dedi. Bunun üzerine Davud da: Bir an beni
bana bırak dedi. Yüce Allah da onu bir an nefsi ile başbaşa bıraktı. Ayrıca
ona: Bu filan gün, filan vakitte olacaktır denildi, O gün gelince, o gününü
ibadete ayırdı. Bulunduğu yerin etrafında da bekçileri görevlendirdi. Bu
bekçilerin dörtbin kişi olduğu söylendiği gibi, otuzbin yahut otuzüçbin kişi
olduğu dahi söylenmiştir. Tek başına Rabbine ibadete çekildi, Zebur'u önünde
yaydı. Güvercin geldi, önüne düştü ve kadını görmesi olayı başından geçti. Yüce
Allah da bu iki meleği Süleyman (a.s.)'ın doğumundan sonra ona gönderdi. Bu iki
melek de ona koyunları örnek verdiler. O bu örneği dinleyince, işlediği günahı
hatırladı ve -ileride geleceği üzere- kırk gün secdeye kapandı.
3- Davud (a.s)'ın
Yanına Gelenler:
"O bunlardan
korkmuştu." Çünkü yanına davacıların geldikleri vaktin dışında geceleyin
gelmişlerdi, İzinsiz yanına girdiklerinden dolayı korktuğu da söylenmiştir. Bir
başka açıklamaya göre onlar duvarı tırmanıp yanına geldikleri, kapıdan
gelmedikleri için korkmuştu.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Davud (a.s.)'ın ibadet ettiği yer girilmeyecek kadar oldukça yüksekti, öyle ki
bir insanın o duvarı tırmanabilmesi çok sayıdaki yardımcılarıyla ve çeşitli ve
pekçok aletler ile kendi gücü oranında günlerce yahutta aylarca uğraşıp bunun
çaresini bulması ile mümkün olabilirdi. Eğer bizler: İbadet ettiği yerin
kapısından oraya girilebilir diye düşünsek bile, Yüce Allah bu hususu haber
vererek: "Hani onlar duvarı tırmanarak" diye buyurmaktadır. Zira
oraya giden basamakları çıkarak yahut aşağı tarafından gelen bir kimseye odaya
ya da mihraba tırmandı -mecazi bir ifade olması müstesna denilmez. Davacıların
içinden girdiği belirtilen o pencereciği görecek olursak, kesinlikle o gelen
iki kişinin iki melek olduğunu biliriz. Çünkü o pencerecik ancak ulvi bir
varlığın ulaşabileceği kadar yüksek bir yerdedir.
es-Sa'lebi dedi ki:
Duvarı aşan iki kişinin İsrailoğullarından anne baba bir iki kardeş oldukları
da söylenmiştir. Davud (a.s.) onlar hakkında hüküm verince meleklerden birisi
ona: Ey Davud niye bu şekilde kendi hakkında hüküm vermedin, dedi.
es-Salebi dedi ki: Ancak
onların Davud'un dikkatini yaptıklarına çeken iki melek oldukları şeklindeki birinci
görüş daha güzeldir.
Derim ki: Tevil
bilginlerinin çoğunluğunun kabul ettiği görüş de budur. Şayet: Meleklerin
kendilerinin: "(Biz) iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık
etmiştir"' demeleri nasıl mümkün olabilir' Bu bir yalandır, melekler ise
böyle bir şeyden münezzehtir denilecek olursa, buna cevab şudur: Bu durumda
ifadelerde takdiri bir takım lafızların bulunduğunu kabul etmemiz kaçınılmaz
bir şeydir. O iki melek şöyle demiş gibidirler: Farzet ki biz biri diğerine
haksızlık yapmış iki davacıyız. Sen de aramızda hak ile hüküm ver. İşte o iki
meleğin: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksandokuz koyunu vardır ... "
sözleri de böylece yorumlanir. Çünkü bu ifade her ne kadar haber vermek
suretinde ise de bunu zikretmekten kasıt, Davud'un yaptığı şeylere bir
varsayımla dikkatlerini çekmekti. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Peygamberin
Korkmasının Sebebi:
Şayet: Davud bir
peygamber olduğu. nübuvvet ile de ruhu güç kazanıp vahiy ile itminana erdiği, Allah'ın
ona ihsan etmiş olduğu mevki dolayısıyla da metanet kazanıp Allah ona pekçok
mucizeler gösterdiği halde ve yine oldukça kahraman bir kişi olmakla birlikte,
onun korktuğundan nasıl sözedilebilir diye sorulursa, şöyle cevap verilir:
Kendisinden önceki peygamberlerin yolu da bu idi, Ondan önce gelen peygamberler
öldürülmekten, eziyete uğratılmaktan yana kendilerini güvenlik (teminat)
verilmemişti. O da bu ikisinden korkuyordu. Nitekim Musa ile Harun (ikisine de
selam olsun)'a: "Ey Rabbimiz biz! Bize karşı aşırı gitmesinden veya
azgınlığını arttırmasından korkarız" (...) dediklerini Yüce Allah'ın da
kendilerine: "Korkmayın" diye buyurduğunu görüyoruz. Elçiler de Lut
(a.s.)'a: Korkma, "Biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana asla ulaşamazlar"
(Hud, 81) demişlerdi. İşte burada da bu iki melek ona: "Korkma!"
demişlerdir.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Allah ona huzurunda davalaşacak iki meleği o, mihrabında (mabedinde) ibadet
ederken göndermişti. Bu Yüce Allah'ın ona ve Orya'ya dair verdiği bir örnekti.
O bu iki meleği tepesinde duruyor görünce: Benim yanıma nasıl girebildiniz!
dedi. Onlar da: "Korkma, iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık
etmiştir." Sen aramızda hüküm veresin diye yanına geldik, dediler.
5- Davud (a.s)'ın
Yanına izinsiz Girenlere Karşı Tutumunun Sebepleri:
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Eğer: onların maksadlarını bildikten sonra niye dışarı çıkartılmalarını
emretmedi! İzinsiz huzuruna girdikleri halde niye onları te'dib etmedi! diye
sorulacak olursa buna dört açıdan cevap verilebilir:
1. Bizler başkalarına
karşı teşrifat ve izin istemek hususundaki şer'i hükümlerinin keyfiyetini
bilmiyoruz. Bilseydik vereceğimiz cevap bu ahkama göre olurdu. Nitekim bizim
şeriatimizin geldiği ilk dönemlerinde Yüce Allah bunlara dair etraflı
açıklamaları indirinceye kadar bu gibi hükümlere değinilmemişti.
2. Biz bu hususta
verilecek cevabı hicab ile ilgili hükümlere bağlı kabul edecek olursak, onun
karşı karşıya kaldığı bu korkmasının, bu konuda yapması gereken uygulamayı ona
unutturmuş olma ihtimaline bağlı kabul edebiliriz.
3. O, işin sonunun
nereye varacağını bilmek ve böyle bir iş için izinsiz girmenin muhtemel olup
olmadığını görmek maksadı ile başladıkları sözü tamamlamalarını istemiştir. Bu
tutumları ile birlikte onları haklı kılabilecek bir mazeretleri varmıdır, yok
mudur! Böylece öğrenmek istemiştir. Nihayet bu işin kendisi için bir sınama,
bir mihnet olduğunu Allah'ın bu kıssa ile kendisine bir misal verdiğini ve
günahtan korunmak iddiasına karşı bir te'dib olduğu açıkça ortaya çıkmış oldu.
4. Davüd (a.s)'ın bir
mescidde ibadet etmekte olduğu ihtimali vardır. Mescide girmek için ise
herhangi bir kimsenin izin alması gerekmez. Zira mescide girmek için kimseye
sınır konuımamıştır.
Derim ki: el-Kuşeyri'nin
sözünü ettiği beşinci bir görüş (ihtimal) daha vardır. O da şudur: Gelen
şahıslar şöyle demişlerdi: Teşrifatçılıkla görevli olan kimseler bize izin
vermediklerinden, biz de bu şekilde girme yolunu denedik ve meselenin aramızda
çözülemez bir hal alacağından korktuk. Davüd (a.s) da onların bu özürlerini kabul
etti ve sözlerini dinledi.
6- Gelen Davacıların
Durumu:
Yüce Allah'ın: "İki
davacıyız" buyruğu ile ilgili olarak denilse ki: Bundan önce (üç ve
yukarısı için kullanılan çoğul kipi ile): "Hani onlar duvarı tırmanarak.
.. inmişlerdi" denilmişken, burada nasıl olur da: "İki
davacıyız" denilmiştir. Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Çünkü iki kişi
de cem'idir (çoğul) el-Halil dedi ki: İki kişi olmakla birlikte "Biz
yaptık demeye benzer. el-Kisai de şöyle demiştir: Cümle haber vermek mahiyetinde
olduğundan dolayı çoğul gelmiştir. Haber bitip karşılıklı hitaba sıra gelince,
bu sefer iki şahıs kendileri hakkında haber vererek: "İki davacıyız"
dediler.
ez-Zeccac da: Bu:
"Biz iki davacıyız" anlamındadır. Başkası da şöyle demiştir: Buradaki
"söylemek" kökünden gelen fiil, hazfedilmiştir. Yani: "İki
davacı" diyordu ki: "Birimiz, diğerine haksızlık etmiştir,"
el-Kisai de dedi ki:
Eğer bu ifade "onların biri diğerine haksızlık etmiştir" şeklinde
olsaydı, o da olurdu.
el-Maverdi dedi ki: Bu iki
şahıs iki melek idiler. Bunlar ne iki davacı idiler, ne de birbirlerine
haksızlık eden kimseler. Meleklerin yalan söylemeleri de beklenilmez. O halde
ifadeleri: Şayet sana iki davacı gelip: Birbirinize haksızlık ettik deseler ...
takdirinde olmalıdır.
Şöyle de denilmiştir:
Yani bizler biri diğerine haksızlık eden davacılardan iki bölüğüz. Bu
açıklamaya göre "davalaşma"nın iki kişi arasında olması da mümkündür.
Herkes ile -çoğul olarak- ayrı ayrı olması da mümkündür. Bu kesimden herbir
kişinin diğer kesimdeki herbir kişi ile bir davası da olabilir. İşte bunlar
davalarını ortaya koymak üzere gelmiş oldular, fakat onlardan iki kişi
konuşmaya başladı. Davud da nikahtan sözedilmesi ile birlikte meseleyi anlamış
oldu. Bu durumda diğerlerinin davalarını ayrıca ele almaya gerek bırakmadı.
"Haksızlık":
Haddi aşmak ve gerekenin sınırlarının dışına çıkmak demektir. Mesela, yaranın
acısı çok ileri gittiği ve son derece çirkin bir hal aldığı takdirde: (...)
denilir. Fahişelik yapan bir kadın hakkında kullanılan: (...): Kadın fahişe
oldu." tabiri de buradan gelmektedir.
7- Hak ve Adaletle
Hükmetmek Zulme Sapmamak:
"Aramızda hak ile
hükmet, zulmetme" buyruğundaki: (...) lafı!, es-Süddi'ye göre
"haksızlık etme" anlamındadır. Ebu Ubeyd'in naklettiğine göre; (...):
Ona haksızlık ettim, zulmettim" demektir.
Temim ed-Darı'nin
rivayet ettiği hadiste de: (...): tabiri "Verdiğin hükümde bana haksızlık
ediyorsun" anlamındadır.
Katade de; (haktan)
meyletme diye açıklamıştır. el-Ahfeş: "İsraf etme (sınırı aşma)!"
diye açıklamıştır. Bunun aşırıya kaçma demek olduğu da söylenmiştir ki,
bunların anlamları birbirlerine yakındır.
Bunun asıl anlamı
"Ev uzak düştü" tabirinden olmak üzere uzaklık manasını ihtiva eder.
"Ev uzak düştü, uzak düşer, uzak düşmek" demektir. "Meselede
haksızlık yaptı, zulmetti" denilir; "Pazarlıkta oldukça ileri
gitti"; "Beni takib etmekte işi çok ileriye götürdüler"
demektir.
Ebu Amr dedi ki:
"Her hususta makul sınırı aşmak" demektir. Hadis-i şerifte de şöyle
denilmiştir: "O kadına mehri verilir. Ne aşağıya çekilir, ne de aşırıya
gidilir." Bu da ne eksiği, ne fazlası verilir demektir. Kur'an-ı Kerim'de
de: "O takdirde gerçekten son derece batıl bir söz söylemiş oluruz"
(el-Kehf, 14) diye buyurulmaktadır, ki zalimce ve haktan uzak bir söz söylemiş
oluruz, demektir.
"Ve bizi doğru yola
ilet!" Bize yolun doğrusu hangisi ise onu göster.
8-
"Koyunlar"ın Mahiyeti ve Te'vili:
"Bu benim
kardeşimdir. Onun doksandokuz koyunu vardır" buyruğu şu demektir. Orya
adına konuşan melek dedi ki: "Bu benim kardeşimdir." Yani benim dinim
üzeredir. Bu arada davalıya işaret etti. Buradaki "kardeşim"in
arkadaşım anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Onun doksandokuz
koyunu vardır" anlamındaki buyruğundaki "doksandokuz"
anlamındaki kelimelerin baştaki "te" harflerini el-Hasen üstün ile:
(...) şeklinde okumuştur. Bu şaz bir söyleyiştir. Ancak el- Hasen'in kıraati
olarak sahih yolla gelmiştir. Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.
Araplar sükuneti
kalçalarının büyüklüğü ve nisbeten zaafı dolayısıyla kinaye yoluyla kadından,
koyun diye sözederler. Kimi zaman inek, kısrak ve dişi deve tabirlerinin de
kadından kinaye yoluyla kullanıldığı olur. Çünkü bunların hepsinin ortak vasfı
sırtlarına biniliyor olmasıdır. İbn Avn şöyle demiştir: "Babasıyım ben
onların, üç tanedir onlar, En küçükleri dördüncüleri ise evdedir.
Benim koyunum ile beşe
tamamlanmaktadırlar, Onları besleyecek cömert bir kişi yok mudur?
Acıktıklarında kum tepeciğinin üzerinde kıvrılır yatarlar. Ellerine
geçirdikleri ekmeğin vay haline, vay haline o ekmeğin."
Antere de şöyle
demiştir: "Eyavlanılacak koyun, kimin eline düşersen, Artık o bana yasak
olur, keşke yasak olmasa, Kızımı gönderdim, git dedim ona,
Benim için ona dair
haberleri araştır ve öğreniver, Dedi ki: Düşmanlar farkında olmadan gördüm, O
koyun ok atanın eline geçmişti. Sanki alnında beyazlık bulunan bir ceylan
yavrusu gibi, Kısacık boynunu dönüp bana baktı."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Onun koyununu görmediği bir sırada okumu attım, Ta kalbinin
ortasından ve dalağından isabet ettirdim."
Kadınlardan kinaye
yoluyla koyun diye sözetmek, kullanılabilecek tariz (üstü kapalı) ifadelerin en
güzellerİndendir.
el-Huseyn b. el-Fadl
dedi ki: Bu ifade meleklerin bir tarizi ve bir uyarısıdır. Arapların: Zeyd,
Amr'ı dövdü, ifadelerine benzer, oysa ortada ne dövme vardır, ne de gerçek
manada bir koyun. Sanki: Biz, durumu bu olan iki davacıyız, demiş gibidirler.
Ebu Cafer en-Nehhas dedi
ki: Bu hususta yapılmış en güzel açıklama anlamın şu olduğu şeklindeki
açıklamadır: O soru sormak maksadıyla: (Biz) biri diğerine haksızlık etmiş iki
davacıyız. Nitekim: Bir adam hanımına bunu söylerse, ona ne düşer? demeye
benzer.
Derim ki: İmam Şafii'nin
arkadaşı el-Müzenı bu ayet-i kerime ile Peygamber (s.a.v.)'in Muvatta'da ve
başkalarından rivayet edilen İbn Şihab yoluyla gelen hadiste yer alan: "O
senindir, ey Abd b. Zema" hadisini de buna yakın bir şekilde
yorumlamıştır. el-Müzeni dedi ki: Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya, bu hadis
bana göre Peygamber (s.a.v.)'ın kendisine sorulan bir soruya verdiği bir cevab
mahiyetindedir. Onlara hükmün şöyle olduğunu bildirmiştir: Böyle bir şey, hem
döşek sahibi (evli bulunan koca)nin hem de zina etmiş kimse aynı anda iddiada
bulunduğu takdirde sözkonusu olur. Yoksa Utbe aleyhine kardeşi Sa'd'ın sözünü
Zem'anın aleyhine de oğlunun -zina mahsulü bir çocuk olduğuna dair- sözünü
kabul etmiş değildir. Çünkü herbirisi başkası adına haber vermiştir.
Müslümanlar ise bir kimsenin diğeri aleyhindeki ikrarının geçerli olmayacağını
icma ile kabul etmişlerdir. Şanı Yüce Allah da bunun bir benzerini Davud ve
melekler kıssasında zikretmiş bulunmaktadır. Melekler Davud'un yanına
girdiklerinde onlardan korkuya kapılmış, onlar: Korkma, biz iki davacıyız,
demişlerdi. Halbuki onlar davacı değillerdi. Onlardan herhangi birisinin
doksandokuz koyunu Yoktu. Fakal onlar onunla neyi anlatmak istediklerini
bilmesini sağlamak maksadı ile meseleyi müşahhaslaştırarak konuştular.
Peygamber (s.a.v.)'ın da bu olay hakkında sorulan soru üzerine hüküm vermiş
olma ihtimali vardır. Bu hadise dair benim bu yorumumu destekleyecek herhangi
bir kimse bulunmasa dahi, bana göre böyle bir yorum sahihtir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
9- "Doksandokuz
Koyun":
en-Nehhas dedi ki: İbn
Mesud'un "Bu benim kardeşimdir, onun doksandokuz koyunu vardır. Benim ise
bir koyunum var" anlamındaki buyruğu:
"Bu benim
kardeşimdir, onun doksandokuz koyunu vardı, benim ise dişi bir koyunum
var." diye okumuştur. Buradaki: " ... dır.'' Yüce Allah'ın: ''Allah
gafurdur, rahimdir." (en-Nisa, 96) buyruğundakine göredir (nakıstır demek
istemektedir). Kıraatinde yer alan "dişi" anlamındaki lafız da
te'kiddir. Nitekim: "O erkek bir adamdır" denildiği gibi, burada da
te'kiddir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Aralarında az miktarda erkek bulunmakla birlikte "bunlar yüz
koyundur" denildiği gibi, burada ayrıca "Dişi" tabirinin
aralarında hiçbir erkek bulunmadığının anlaşılması için zikredilmesi uygun
düşmüştür. Tefsirde bunun; Onun ise doksandokuz hanımı vardır, anlamına geldiği
belirtilmiştir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Eğer bunların hepsi hür kadın iseler bu onun şeriatına uygun bir şeydi,
demektir. Şayet aralarında cariyeler var ise bu da bizim şeriatimize uygun
düşer. Ancak kuvvetli görülen görüşe göre bizden öncekilerin şeriatinde evlenilecek
hanım sayısı belli bir sayı ile sınırlı değildi. Bu sınırlandırma Muhammed
(s.a.v.)'in şeriatindedir. Buna sebep ise bedenlerin güçsüzlüğü, ömürlerin
azlığıdır.
el-Kuşeyri de şöyle
demektedir: Muayyen onlara bu sayı sözkonusu değildi. Maksat bir örnek vermekti
de denilebilir. Nitekim; Eğer bana yüz defa dahi gelecek olsan, senin
ihtiyacını görmeyeceğim, demek de böyledir. Maksat defalarca gelirsen ...
demektir.
İbnu'l-Arabi de şöyle
demektedir: Bazı müfessirlerin dediklerine göre Davüd'un yüz hanımı yoktu,
doksandokuz örnek olsun diye zikredilmiştir. Bunun da maksadı şudur; Bunun
başka bir hanıma ihtiyacı olmadığı halde, benim hanıma ihtiyacım vardır,
demektir. Ancak böyle bir açıklama iki bakımdan yanlıştır.
1. Delilsiz bir şekilde
lafzın zahir manasından uzaklaşmanın anlamı yoktur. Bizden öncekilerin
şeriatinde ise bizim şeriatimizde belirtildiği gibi evlenilecek hanım sayısı
sınırlı değildi.
2. Buhari ve
başkalarının rivayetine göre Süleyman (a.s) şöyle demiştir; "Bu gece yüz
hanımımı dolaşacağım. Bu hanımlardan herbirisi Allah yolunda savaşacak bir
çocuk doğuracaktır. Ancak inşaallah demeyi unutmuştu. '' Bu ifade açık bir
nasstır.
10- Tartışmada Galib
Gelmek:
"Benim ise bir
koyunum" tek bir hanımım "var. O koyunu bana ver, dedi." Yani o
benim payım olsun diye, benim lehime ondan vazgeç demektir. İbn Abbas; Onu bana
ver, diye açıklamıştır. Yine ondan gelen bir rivayete göre: Benim için sen onu
bırak, diye açıklamıştır. İbn Mesud da böyle açıklamıştır. Ebu'I-Aliye de şöyle
demiştir: Ben onu payıma alayım diye onu bana kat. İbn Keysan da şöyle
demiştir: Sen onun benim payım olmasını sağla, diye açıklamıştır.
"Ve söz söylemede
de beni yendi." Beni yenik düşürdü. ed-Dahhak dedi ki: Konuştuğu vakit o
benden daha fasih konuşur. Savaşacak olursa, düşmana zararı benden daha fazla
olur. (Ayet-i kerimedeki "yendi" ile aynı kökten olmak üzere):
"Onu yendi, yener" denilir. Darb-ı meselde de "Galib gelen,
talan vurur" denilmektedir. Bundan isim, "izzet" şeklinde gelir
ki, bu da güç ve galebe demektir. Şair de şöyle demiştir: "Bir ağın yenik
düşürdüğü bir keklik ki geçirdi geceyi, Ağdan kurtulmaya çalışarak, halbuki
kanadı ağa takılmış."
Abdullah b. Mesud ve
Ubeyd b. Umeyr: "Ve söz söylemede de beni yendi" anlamındaki buyruğu:
"Ve söz söylemede benimle yenişmeye koyuldu" diye okumuştur. Benimle
yarışa koyuldu demek olur ki, bu da karşılıklı yenişmek, yarışmak anlamında:
(...)'den gelmektedir. "Onunla yenişti, yarıştı" demektir.
İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu
yenmenin sebebi hususunda farklı görüşler vardır. Bir açıklamaya göre, bu
yaptığı açıklamalarıyla beni yendi demektir. Bir başka açıklamaya göre, sahib
olduğu güç ve otoritesiyle beni yendi, demektir. Çünkü ondan böyle bir şeyi
isteyince, ona muhalefet edememişti. Bizim topraklarımızda Seyr b. Ebi Bekr
diye bilinen bir emir vardı. Onunla bir adamdan bir ihtiyacımı görmesini
istemesi için konuştum. Bana şöyle demişti: Bir yöneticinin bir ihtiyacı
istemesinin onu gasbetmesi anlamına geldiğini bilmiyor musun? Bu sefer ben:
Hayır, bu adaletin bir gereği olsa dahi istemiyorum, dedim. Eğitim görmemi.)
bir kişi olmakla birlikte söylediği bu söze ve zekasına hayret ettiğim gibi, o
da benim kendisine verdiğim cevaba hayret etmiş, şaşırmıştı.
11- Hz. Davud'un İsteğinin
Mahiyeti Neydi?:
"Dedi ki: Andolsun
ki o senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş"
buyruğu ile ilgili olarak en-Nehhas şöyle demektedir: Denildiğine göre bu,
Davud (a.s.)'ın işlediği günahı idi. Çünkü burada: Herhangi bir belge ve sağlam
kanaat bildirmeye dayanak olacak bir şey istemeksizin ve hasmın ikrarı da
ortada bulunmaksızın durum gerçekten böyle mi olmuştur, olmamış mıdır, tesbit
etmeksizin: "Sana zulmetmiş" deyivermişti. Bu, bu husustaki
görüşlerden birisidir.
Bundan sonraki başlıkta
buna dair açıklama gelecektir. Yüce Allah'ın izniyle de bu güzel bir
açıklamadır.
Yine Ebu Cafer en-Nehhas
dedi ki: Aralarında Abdullah b. Mesud ve İbn Abbas'ın da bulunduğu sözleri
reddedilemeyecek türden olan ilim adamlarının görüşlerine gelince, onlar şöyle
demişlerdir: Davud (a.s.) adama: Benim için hanımından vazgeç, demekten fazla
bir söz söylemiş değildir. Ebu Cafer (en-Nehhas) dedi ki: İşte Yüce Allah
bundan dolayı ona sitem etmiş ve bu hususa dikkatini çekmişti. Bu ise büyük bir
masiyet değildir. Kim bundan daha ileriye gidecek olursa, o hiçbir ilim
adamından sahih olarak gelmemiş bir kanaat belirtmiş olur ve bu hususta çok
büyük bir vebal altında kalır. (en-Nehhas) "İ'rabu'l-Kur'an" adlı
eserinde böyle demiştir Yine o "Meani'l-Kur'an" adlı eserinde de buna
benzer açıklamalarda bulunmuştur şöyle demektedir: Davud (a.s.) ile Orya'nın
durumu ile ilgili birtakım haber ve kıssalar gelmiştir. Bunların büyük
çoğunluğu sahih değildir, senedleri de muttasıl değildir. Bunların sahih olanları
bilinmedikçe bu gibi şeyleri benimseme cesaretini göstermemek gerekir. Bu
hususta gelmiş en sahih rivayet ise Mesruk'un, Abdullah b. Mesruk'tan şöyle
dediğine dair yaptığı rivayetidir: Davud (a.s) "o koyunu bana ver"
yani benim için ondan vazgeç demenin dışında bir şey söylemedi. el-Minhal de
Said b, Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Davud (a.s): "O
koyunu bana ver" yani benim için onu bırak ve onu bana kat, demekten fazla
bir şey söylemiş değildir.
Ebu Cafer (en-Nehhas)
dedi ki: Bu, bu hususta gelmiş en değerli rivayettir Buna göre anlam da şöyle
olur: Davud (a.s.), Orya'dan bir adamın cariyesini satmasını istemesi gibi
hanımını boşamasını istemiştir. Yüce Allah ise bu noktaya dikkatini çekmiş ve
ona sitem etmiştir. Çünkü o bir peygamberdi ve onun doksandokuz tane hanımı
vardı. Dünyalığının artmasını isteyerek meşguliyete dalmasının uygun olmadığını
belirtmişti. Bunun dışında yapılacak açıklamalara kalkışma cesaretini
göstermemek gerekir
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Kıssacıların belirttiği gibi kadın Davud (a.s.)'ın hoşuna gidince, Allah
yolunda öldürülmesi için kocasının ön saflarda yerleştirilmesine dair emir
vermesi ise kesinlikle batıldır. Çünkü Davud (a.s) kendi nefsi için kocasının
kanını akıtacak değildi. Ancak mesele şöyle olmuştu: Davud (a.s)
arkadaşlarından birisine: Benim için hanımından vazgeç demiş ve bu hususta
ısrar etmişti. Bir adamın samimi bir arzu ile bir diğerine ihtiyacının
görülmesini istemesi gibi. Bu mesele ister aile ile ilgili olsun, ister mala
dair olsun.
Said b. er-Rabi',
Abdurrahman b, Avf'a Resulullah (s.a.v.) onları kardeş yaptıklarında şöyle
demişti: Benim iki hanımım var onların en güzellerini senin için bırakıvereyim.
Abdurrahman ona: Allah sana ve çoluk çocuğuna bereketler ihsan etsin, dedi.
Yapılması caiz olan bir
işin yapılmasını istemek de caizdir. Kur'an-ı Kerim'de böyle bir şeyin olduğuna
dair bir ifade olmadığı gibi, adamın onu boşayıp iddetinin bitmesinden sonra
Davud (a.s.)'ın onunla evlendiğine, onun Süleyman (a.s)'ı doğurduğuna dair hiçbir
şey yoktur, Böyle bir şey kimden rivayet edilmektedir ve kime isnad
edilmektedir. Bunu naklederken kime güvenilmektedir. Böyle bir şeyi güvenilir,
sağlam kimselerden hiçbir kimse de rivayet etmemektedir.
el-Ahzab Süresi'ndeki
Davud (a.s.)'ın bunu hanımı olarak almış olduğuna delalet eden şu buyruktaki:
"Peygamberi lehine Allah'ın farz (mübah) kıldığı şeylerde peygambere
hiçbir vebal yoktur: Bu önce geçenlerde Allah'ın geçerli kıldığı
sünnetidir" (el-Ahzab, 38) buyruğunda yer alan ve onu eşi olarak aldığına
delalet eden buradaki nakle ise, bu husustaki görüşlerden birisine göre şu
anlamdadır: Davud'un gördüğü kadın ile evlenmesi Peygamber (s.a.v.)'ın Cahş
kızı Zeyneb ile evlenmesine benzemektedir. Şu kadar var ki Zeyneb ile evliliği
kocasından ayrılmasını istemeksizin olmuştu. Aksine o kocasımı hanımını nikahı
altında tutması için emir vermişti. Davüd'un o kadın ile evlenmesi ise
kocasından ayrılmasını istemesi neticesinde olmuştu. İşte bu husus Muhammed
(s.a.v.)'ın diğer bir çok menkıbesi ile birlikte Davüd (a.s)'a bir
üstünlüğüdür.
Ancak şöyle de
denilmiştir: "Bu, önce geçenlerde Allah'ın geçerli kıldığı
sünnetidir" buyruğu peygamberlerin kendilerini mehirsiz olarak peygambere
adamış olan hanımlarla mehirsiz bir şekilde peygamberlerin evlendirilmeleri demektir.
Yüce Allah'ın: "Bu önce geçenlerde Allah'ın sünnetidir" buyruğu ile
Yüce Allah peygamberlere nikah ve başka hususlarda riayet edecekleri bir takım
hususları farz kıldığı kastedilmiştir. Bu husustaki görüşlerin en sahih olanı
budur.
Müfessirler de Davud
(a.s)'ın yüz hanımı nikahladığını rivayet etmişlerdir. Kur'an'ın nassı da
budur. Yine rivayete göre Süleyman (...)'ın üçyüz hanımı, yediyüz cariyesi
varmış, Doğrusunu en iyi bilen Yüce Allah'tır.
el-Kiya et-Taberi'nin
"Ahkam(u'l-Kur'an)"ında yıice Allah'ın: "Sana şu hasımların
haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere
inmişlerdi" buyruğu hakkında şunu kaydetmektedir: Peygamberlerin büyük
günah işlemekten münezzeh olduğunu kabul eden muhakkik ilim adamlarının naklettiklerine
göre Davud (a.s.), başkası tarafından evlenmek maksadı ile talib olunmuş bir
kadına talib olmaya kalkmıştır. Denildiğine göre ondan önce bu kadına talib
olan kişinin adı Orya imiş, Bu kadının akrabaları birinci talibi bırakarak
Davud (a.s.)'a kızIarını vermek istemişler. Davud (a.s.) ise kıza talib
olunduğundan haberdar değildi. Ancak bunu bilebilir ve böyle bir istekten
vazgeçerek bu kadına talib olmayabilirdi. Halbuki o bunu yapmadı. Çünkü ya
başkasının ona bu kadını anlatması sonucunda yahutta kasıt olmaksızın görmesi
sonucunda kadını beğenmişti. Davud (a.s)'ın ayrıca pekçok hanımı vardı. O
kadına daha önceden talib olmuş kişinin ise hanımı yoktu. Yüce Allah iki
meleğin ibadet ettiği yerin duvarını tırınanması ile ve dolaylı anlatım yolunu
seçerek, temsili ifadelerle anlattıklarıyla bu hususa onun dikkatini çekmişti.
Bu yolla bu durumdan kendisine niçin sitem edildiğini kavrayarak böyle bir yolu
izlemekten vazgeçmesi, bu küçük günahı sebebiyle Rabbinden mağfiret dilemeye
yönelmesi istenmişti.
12- Hüküm ve Fetva
Vermek İçin tek Tarafı Dinlemek Yeterli Olabilir mi?:
"Dedi ki: Andolsun
ki o senin bir koyununu, koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş"
buyruğunda hasımlardan birisinin sözlerini dinledikten ve diğer hasmı
dinlemeden önce, ilk hasmın söylediğinin zahirinden anlaşılana bina en mesele
hakkında fetva verilebileceğine delil vardır.
(Ancak) İbnu'l-Arabi
dedi ki: Bu hiçbir kimseye göre caiz olmadığı gibi. hiçbir dinde de caiz olamaz
ve hiçbir insanın bu şekilde davranması da mümkün değildir. Sözün takdiri ancak
şöyledir: Hasımlardan birisi iddiada bulundu, diğeri de iddianın böyle olduğunu
kabul etti. Fetva da ancak bundan sonra verildi. Peygamber (s.a.v.) da şöyle
buyurmuştur: "İki hasım senin huzurunda oturdukları takdirde diğerinin de
sözlerini dinlemeden biri lehine sakın hüküm verme.''
Şöyle de denilmiştir:
Davud (a.s.), arkadaşı bunun böyle olduğunu itiraf etmedikçe diğeri lehine
hüküm vermiş değildir. Yine bir başka açıklamaya göre ifadenin takdiri
şöyledir: Eğer durum böyle ise arkadaşın sana zulmetmiş ... Mümkün olan bu
şekillerden bizzat hangisinin olduğunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Bu iki şekli
el-Kuşeyri, el-Maverdi ve başkaları da sözkonusu etmiştir. el-Kuşeyri dedi ki:
Yüce Allah'ın: "Andolsun ki o senin bir koyununu koyunlarına (katmak)
istemekle sana zulmetmiş" sözlerini karşı tarafın sözlerini dinlemeden
söylemiş olmasının izahı zordur. şöyle denilebilir: O bu hükmünü ancak karşı
tarafa durumu sorup karşı tarafın da böyle olduğunu itiraf etmesinden sonra
vermiştir. Bu husus rivayet edilmiştir, ancak bu rivayet sabit değildir. Şu
kadar var ki, durumun böyle olduğunu ya halin karinelerinden bilmişti, yahutta:
"O sana zulmetmiştir" sözleri ile eğer durum dediğin gibi ise, sana
zulmetmiştir demek istemiştir. Bu suretle onun susmasını ve karşı tarafa
soruncaya kadar sabretmesini sağlamıştır. (elKuşeyri devamla) dedi ki: Şöyle de
denilebilir: Davalı susup da sözlü olarak davacının söylediğini reddetmiyor ise
davacının sözüne binaen hüküm vermek onların şeriatlerinde kabul edilen bir
husustu.
el-Halimi Ebu Abdullah
da "Minhacu'd-Din" adlı eserinde şöyle demektedir: Beklenen bir
nimetin gelivermesi yahut gizli olup da açığa çıkması halinde nimete şükür ile
ilgili varid olmuş hususlardan birisi de (bundan dolayı) Yüce Allah'a secde
etmektir. Bu konuda asıl dayanak Yüce Allah'ın: "Sana şu hasımların haberi
geldi mi? ... rüku ederek yere kapanıp döndü" buyruklarıdır. Yüce Allah bu
buyruklarıvla Davud (a.s)'ın iki davacıdan haksızlığa uğradığını söyleyen
kimsenin davasını dinlemiş olduğunu haber vermekle birlikte, diğerine bu hususu
sorduğuna dair haber vermemektedir. Sadece haksızlığa uğradığını söyleyen
kimseye arkadaşının kendisine zulmettiğini söylediğini nakletmektedir. Bunun
zahirinden anlaşıldığına göre o, davacı olan kimsenin zayıf ve haksızlığa
uğramış olduğunun iz ve belirtilerini görmüş, onun bu halini dediği şekilde
zulme uğramışlığına yorumlamış ve bu ayrıca davalıya soru sormasına gerek
bırakmamış. Bundan dolayı elini çabuk tutarak: "Andolsun ki o ... sana
zulmetmiş" deyivermişti. Halbuki davalıya sormuş olsaydı, davalı ona şöyle
diyebilirdi: Benim yüz koyunum vardı, bunun da hiçbir koyunu yoktu. Bu koyunu
benden çalıverdi. Ben bu koyunu onun yanında görünce, ona: Onu bana geri ver,
dedim. Ona: O koyununu bana ver. demedi Benim bu kimseyi senin huzuruna
getireceğimi bildiğinden ben onu getirmeden o beni getirdi, ben onu huzuruna
çağırmadan, o haksızlığa uğradığını söyleyerek yanına geldi. Böylelikle senin
kendisini haklı, beni de zalim zannetmesini sağlamak istedi. Davud (a.s.)
aceleciliğin etkisi ile hüküm verince, Yüce Allah'ın o vakit bu işte kendisini
kendi nefsi ile başbaşa bıraktığını da anlamış oldu. İşte daha önce sözünü
ettiğimiz fitne de bu olmuştu. Bu ise sadece onun bu husustaki kusurundan
(ötürü olmuştu. Bu sebepten dolayı Rabbinden mağfiret diledi ve Yüce Allah'a
sadece şikayet edilen şahsın zalimliğini belirtip azarlamak, dö"mek ya da
zalim olduğu zannedilen bir kimseye layık görülecek herhangi bir davranışı
eklemeksizin şikayet edilen şahsın sadece zalim olduğunu belirtmekle kaldı ve
böylelikle Allah kendisini koruduğu için ona rüku ederek secdeye kapandı. Yüce
Allah da günahını bağışladıktan sonra ona serzenişte bulunmak üzere: "Ey
Davud! Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldıh, O halde insanlar arasında
hak ile hükmet, Sakın hevaya uyma! O takdirde seni Allah'ın yolundan
saptırır" (Sad, 26) diye buyurdu.
Yüce Allah'ın kendisine
mağfiret buyurmasından sonra vermiş olduğu bu öğüt ve anlattığı bu kıssadan
açıkça görülüyor ki Davud (a.s)'ın hatası, hüküm vermekteki kusuru ile henüz
haksızlığı sabit olmamış kimsenin zalim olduğunu söylemekte elini çabuk tutması
olmuştur. Diğer taraftan İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Davud
(bu ayette işaret olunan) secdeyi şükür olmak üzere yapmıştı. Peygamber
(s.a.v.) de bu secdeyi ittibaen (ona uyarak) yapmıştı. Böylelikle şükür
maksadıyla secdeye kapanmanın peygamberlerden tevatür yoluyla nakledilmiş bir
sünnet olduğu sabit olmaktadır.
"Koyununu ...
istemekle" sana ait olan koyunu istemesiyle ... demek olup mastar ınefule
izafe edilmiş ve "istemek" (anlamındaki kelimenin sonunda gelmesi
gereken) "he" zamiri zikredilmemiştir. Bu da Yüce Allah'ın:
"İnsan iyilik dilemekten usanmaz" (Fussilet, 49) buyruğu gibidir ki:
"hayrı istemesinden" demektir.
13- Katıp
Karıştıranlar ve Ortaklar:
"Muhakkak
katanların çoğu" buyruğundaki: ''Katanlar"ın tekili:
"Katan" şeklinde gelir. Ancak "vav"daki harekenin ağırlığı
dolayısıyla: "Uzun" un çoğulu olarak: (...) denilmez.
Bu lafzın iki açıklaması
yapılmıştır: Birincisine göre maksat, arkadaşıdır, ikinci açıklamaya göre
maksat ortaklardır.
Derim ki: Bu lafzın
"ortaklar (şureka)" hakkında kullanılması uzak bir ihtimaldir. İlim
adamları "el-hulata (kalıp karıştıranlar)"ın mahiyeti hakkında farklı
açıklamalarda bulunmuşlardır. İlim adamlarının çoğu der ki: Bu herkesin
koyunlarını getirip tek bir çoban tarafından güdülmelerİ, aynı kovadan su
içmeleri ve aynı merada yayılmaları demektir.
Tavus ve Ata:
"Katıp karıştıranlar" ancak ortaklar olabilir, derler. Bu açıklama bu
hususta varid olmuş habere muhaliftir. Sözkonusu haber de Peygamber (s.a.v.)'ın
şu buyruğudur: "-Zekat (artar) korkusuyla- ayrı olanlar bir araya
getirilmez. bir arada olanlar birbirinden ayrılmaz, Her iki türden karışık
olanlara gelince, aralarında eşit olarak rücu' ile (herkes diğerindeki hakkını)
alır." Bu buyruğun son bölümü: "Artan olursa birbirlerine geri
verirler" şeklinde de rivayet edilmiştir. Oysa ortaklar arasında
fazlalığın geri verilmesinin sözkonusu edildiği bir yer yoktur. Bunu bellemek
gerekir. Burada sözü edilen "katıp karıştırma"nın hükümleri fıkılı
kitablarında zikredilmİş bulunmaktadır. Malik ve mezhebine mensub ilim adamları
ile bir grub ilim adamının görüşüne göre özel payında zekatın vacib olmadığı
kimseye sadaka (zekat) vermek mükellefiyeti yoktur.
er-Rabt, el-Leys ve
aralarında Şafii'nin de bulunduğu bir grub ilim adamına göre ise: Eğer
karışımların toplamında zekat düşecek miktar var ise, onlardan zekat alınır,
Malik ise şöyle
demektedir: Eğer zekatı tahsil eden şahıs bu görüşü kabul ederek zekat alacak
olursa -bu husustaki görüş ayrılığı dolayısıyla- kendi aralarında verme, alma
işlemini tamamlarlar, (Yani payından hakettiğinden fazla zekat alınmış kimseye,
payından hakettiğinden az alanın vermesi gerektiği kadarını ona verir) ve bu
bir hakimin ihtilatlı bir hususta hüküm vermesine benzer.
14- Azınlık Olan İman
Edip Salih Amel İşleyenler:
"Muhakkak katan
(ortak)ların çoğu şüphesiz birbirlerine haksızlık ederler" Birbirlerine
zulmederler "İman edip salih amel işleyenler müstesna." Onlar kimseye
zulmetmezler "Böyleleri" yani salih kimseler "ise ne de
azdır." Onlar pek azdır demektir. Buna göre (...) fazladan gelmiş
demektir. Bunun: (...) anlamında olduğu da söylenmiştir, ifadenin takdiri de:
''Onlar, o kimseler azdırlar" şeklindedir
Ömer (r.a), bir adamın:
Allah'ım, beni az olan kullarından kıl, diye dua ettiğini işitmiş. Ömer ona: Bu
dua da ne oluyor, diye sorunca, adam şöyle demiş: Bununla Yüce Allah'ın:
"İman edip salih amel işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de
azdır!" buyruğunu kastediyorum deyince, Ömer: Bütün insanlar senden daha
fakihtir (dinin inceliklerini daha iyi bilir) Ey Ömer! dedi,
15- Sınandığını
Zanneden Davud (a.s.):
"Davud Bizim
kendisini imtihan ettiğimizi" sınadığımızı "sandığından ... "
buyruğundaki "sanmak" kesinlikle bilmek (yakin) anlamındadır. Ebu Amr
ve el-Ferra şöyle demektedirler: "Zannetti, sandı"; "Kesinlikle
bildi" anlamındadır. Şu kadar var ki el-Ferra bunu: Gözle görülen şeyler
hakkında "zan"; ancak "yakin" anlamında kullanılır,
"Kendisini imtihan
ettik" şeklinde sadece "nun" harfi şeddeli okunmuştur. Ancak
ömer b. el-Hattab (r.a.) mübalağa kipi olmak üzere: "(...) diye
"te" ve "nun" harflerini şeddeli okumuştur, Katade ve Ubeyd
b, Umeyr ile ibn es-Semeyka' ise her ikisini de şeddesiz olarak: "O ikisi
onu sınadı, imtihan etti" diye okumuşlardır. Ayrıca Ali b. Nasr bunu Ebu
Amr'dan diye de rivayet etmiştir. (Sınayanlardan) maksat Davud (a.s)'ın yanına
giren iki melektir.
16- Mescidde
Mahkemeleşmek:
Denildiğine göre; Davud
(a.s) mescidde o ikisi arasında hüküm verdikten sonra biri diğerine bakıp
güldü, Davud bunun ne anlama geldiğini anlayamadı. Kendilerini bilmek
istediler. Bunun için gözünün önünde semaya yükseldiler. Böylelikle Davud (a.s)
Yüce Allah'ın bununla kendisini sınamış olduğunu ve sınadığı noktaya da onun
dikkatini çekmiş olduğunu öğrenmiş oldu,
Derim ki: Kur'an-ı
Kerim'de bu ayetin dışında mescidde hüküm vermeye delalet eden başka bir buyruk
yoktur. Mescidde hüküm vermenin caiz olduğunu kabul edenler bunu delil
göstermişlerdir. Eğer bu -Şafii'nin dediği gibi- caiz olmasaydı, Davud (a.s)
onların bu yaptıklarını ikrar ile karşılamazdı. Bunun yerine: Yargı meclisine
gidiniz, derdi, Peygamber (s.a.v.) ile halifeler mescidde hüküm veriyorlardı.
Hatta Malik: Nlescidde hüküm vermek oldukça eskiden beri devam etmekledir,
demiştir, Bununla işlerin bir çoğunda (böyle olduğunu) kastetmektedir. Bununla
beraber güçsüz ve zayıf, müşrik ve ay hali olanların da kendisinin yanına
gelebilmeleri için hakimin mescidin genişçe bir yerinde (avlusu gibi)
oturmasında bir sakınca yoktur. Fakat mescidde hadleri uygulamaz, Hafif te'dib
(ta'zir)de bulunmasında bir sakınca yoktur. Eşheb dedi ki: Hakim evinde ve
istediği her yerde hüküm "erebilir.
17- Kadı Tayin Ederken
Aranacak Bazı özellikler:
Malik -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- dedi ki: Halifeler bizzat kendileri hüküm verirlerdi, İlk kadı
tayin eden kişi ise Muaviye'dir. Malik dedi ki: Hakimlerin ilim adamlarıyla
danışmaları gerekir.
Ömer b, Abdu'l-Aziz dedi
ki: Geçmişlerin eserlerini bilen, sağlam görüş sahibleriyle istişare eden,
halim (ağırbaşlı hareket eden) ve nezih olmayan, bir kimseyi hakim olarak tayin
etmemek gerekir, Ayrıca hakimin vera (şüpheli şeylerden dahi kaçınan) bir kimse
olması gerekir,
Malik dedi ki: Hakimin
uyanık, hilelerden çokça sakınan bir kişi olması gerektiği gibi, şartları çok
iyi bilen ve Arapçanın bilinmesi gereken özelliklerinden haberdar olan bir kişi
olması gerekir. Çünkü hükümler lehine hüküm verilecek kimsenin haklarını ihtiva
eden şartların, şahitliklerin, ikrar, dava ve ibarelerin farklılığına göre
farklılık arzeder, Ayrıca hüküm vermeden önce davalıya: İleri sürecek başka bir
delilin var mıdır' diye sorması gerekir. Eğer hayır derse, onun hakkında
hükmünü verir ve hükmünü verdikten sonra, kabul edilebilir bir sebep yahut açık
bir delil getirmedikçe; onun ileri süreceği herhangi bir delilini de kabul
etmez, Yargı ve yargıçların hak ve görevleri ile ilgili hükümler başka bir
yerde sözkonusu edilmiştir.
18- Hz. Davud'un
Allah'tan Mağfiret Dilemesinin Sebebi:
"Hemen Rabbinden
mağfiret istedi" buyruğu ile ilgili olarak Rabbinden kendisinden dolayı
mağfiret dilediği günahı hususunda müfessirlerin farklı altı görüşü vardır:
1. O kadına doyasıya
baktı. Said b, Cübeyr dedi ki: Onun sınanması bakmaktır. Ebu İshak dedi ki:
Davud kadına kasti bakmamıştı, fakat ona birden fazla baktı. Böylelikle birinci
bakış lehine iken, ikincisi aleyhine oldu,
2. O kadının kocasını
tabutu taşıyanlar arasında gazaya gönderdi,
3. Kocası ölecek olursa.
o kadın ile evlenmeyi niyet etti,
4. Orya o kadına talib
olmuştu, Ayrılıp gidince bu sefer Davud ona talib oldu. üstün konumu
dolayısıyla onunla evlendirildi Orya bu işe üzüldü, Yüce Allah da o kadını ilk
talihlisine bırakmadığından ötürü Davud'a sitem etti. Çünkü onun doksandokuz
hanımı da vardı.
5. Orya'nın
öldürülmesine diğer öldürülen askerler için üzüldüğü gibi üzülmedi. Ondan sonra
da hanımıyla evlendi. Bundan dolayı Yüce Allah ona sitem etti. Çünkü
peygamberlerin günahı -küçük olsa dahi- Allah katında büyüktür.
6. O ikincisini
dinlemeden önce davacılardan birisinin lehine hüküm verdi.
Kadı İbnu'l-Arabı dedi
ki: O diğerini dinlemeden önce iki hasımdan birisinin lehine hüküm verdi,
diyenlerin görüşleri kabul edilemez. Çünkü böylesi peygamberler hakkında caiz
değildir. Kadının kocasını ölüme maruz bıraktığı da aynı şekilde kabul
edilemez. Kadına doyasıya baktı, diyenlerin görüşlerine gelince, bence bu da
hiçbir şekilde caiz değildir. Çünkü kendilerini ibadete vermş, Allah dostlarına
bile bu şekilde bir bakış yakışmıyor iken, gaybı gören, Allah ile kulları
arasında vasıta durumunda olan peygamberlere nasıl yakıştırılabilir?
es-Süddi, Ali b. Ebi
Talib (r.a)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Ben bir adamın Davud (a.s)'ın bu
kadına haram olan bir surette baktığından sözeden bir kişinin varlığını haber
alacak olursam, yüzaltmış celde vururum. Çünkü sair insanlara iftira edenin
haddi seksen celdedir, peygamberlere iftira edenlerin haddi ise yüzaltmış
celdedir. Bunu el-Maverdı ve aynı zamanda esSalebi de zikretmiştir.
Yine es-Salebi dedi ki:
el-Haris el-Aver, Ali (r.a)'dan şöyledediğini rivayet etmektedir: Her kim kıssa
anlatıcıların riyayet ettiği şekliyle ve buna inanarak Davüd ile ilgili
anlatılanları anlatacak olursa, ona iki had vururum. Buna sebep ise Yüce
Allah'ın makam ve mevkisini yükselttiği insanlar için alemlere rahmet olarak
içtihad edenler içinde bir delil ve belge olarak beğenip seçtiği kimseye
iftirada bulunmak suretiyle işlediği günahın büyüklüğüdür.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Bu, Ali (r.a)'dan sahih olmayan rivayetler arasındadır. Şayet: Size göre
böylesinin hükmü nedir ? diye sorulacak olursa, deriz ki:
Bir peygamberin zina
ettiğini söyleyen bir kimse öldürülür. Peygambere bundan daha hafif olan (haram)
bakış ve dokunmayı isnad eden kimseye gelince, bu hususta insanların yaptıkları
nakiller arasında farklılık vardır. Bir kimse peygamber hakkında bunu içten içe
kabul eder ve böyle bir şeyi o peygambere nisbet ederse onun öldürüleceğine
hükmederim. Çünkü o, bu tutumuyla emrolunduğu peygambere saygı göstermek ile
çelişkiye düşmüş olur.
Kıssacıların: O çıplak
olarak yıkanan bir kadını gördü. Onu görünce, saçını çözdü ve saçı da vücudunu
örttü, şeklindeki açıklamalarına gelince, ümmetin icmaı ile bundan dolayı onun
için vebal sözkonusu değildir. Çünkü ilk görüş, görülen kişiyi açığa çıkartır,
ancak bu şekilde gören kişi günahkar olmaz. İkinci defa baktığını söyleyenlere
gelince, bunun aslı astarı yoktur. Kıssacıların: O eğer kocası ölürse, o kadın
ile evleneceğini niyet etti. şeklindeki sözlerine gelince, bunda da bir sakınca
yoktur. Çünkü onu ölüme maruz bırakmamiştır. Davud (a.s) Orya talib olmakla
birlikte, o kadına talib oldu, şeklindeki görüş ise batıldır. Kur'an-ı Kerim
ile bu konuda gelmiş bütün tefsir rivayetleri bunu reddetmektedir.
Eşheb, Malik'ten şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Bana ulaştığına göre o güvercin gelip Davüd
(a.s)'ın yakınına düştü. Bu güvercin altından idi, onu görünce hoşuna gitti.
Onu yakalamak maksadıyla ayağa kalktı. Çünkü ona yakın düşmüştü. Aynı şeyi iki
defa tekrarladı, sonra güvercin uçtu. Gözüyle onu takib ederken, uzun saçlı o
kadını yıkanmakta iken görüverdi. Bana ulaştığına göre döktüğü gözyaşlarından
ot bitinceye kadar kırk gün secdede kaldı.
İbnu'l-Arabı dedi ki:
Müfessirlerin sözünü ettikleri kuş onun önünde düştü. onu yakalamak istedi ve
arkasından onu izledi, şeklindeki açıklamalarında sözkonusu edilen hal ibadete
aykırı değildir. Çünkü bu yapılması mübah olan işlerdendir. özellikle bu helal
bir iştir, helal talebinde bulunmak ise farzdır. O kuşu kuş olduğu için
izlemiştir, güzelliğinden dolayı değiL. Çünkü güzelliğinde bir menfaati yoktu.
Bu kıssayı anlatanların kuşun güzelliğini sözkonusu etmeleri ileri derecedeki
bir cahillikten kaynaklanmaktadır. Bunun altından bir güvercin olup onu
yakalamak maksadıyla peşinden gittiğine dair rivayete gelince, bu da Sahih'te
rivayet olunduğu şekliyle Yüce Allah'ın bir lütfu idi: "Eyyub (a.s.)
çıplak olarak yıkanmakta iken altından çekirgelerden bir bölük üzerine döküldü,
O da bu çekirgelerden toplamaya ve elbisesine doldurmaya koyuldu, Yüce Allah
kendisine: Ey Eyyub! Ben seni ihtiyaçtan kurtarmadım mı diye sorunca, o da:
Kurtardın Rabbim, fakat Senin bereketine muhtaç olmamam mümkün değildir,
dedi,"
el-Kuşeyrı dedi ki: Davud
küçük bir çocuğuna onu vermek maksadıyla o güvercini yakalamak istedi, Kuş uçtu
ve evin pencereciği üzerine kondu." Bu açıklamayı es-Salebi de yapmıştır.
daha önce de geçmiş bulunmaktadır,
19- Rüku Ederek
Rabbine Dönüş:
"Rüku ederek yere
kapanıp (Allah'a) döndü." Secdeye kapandı, demektir. Çünkü sücud, bazan
rüku ile ifade edilebilir. Şair şöyle demiştir: "Rüku ederek yüzü üstü
kapandı, Ve herbir günahtan Yüce Allah'a tevbe etti,"
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Burada rükudan kastın secdeye varmak olduğunda ilim adamları arasında görüş
ayrılığı yoktur. Çünkü secde etmek meyletmek demektir, Rüku ise eğilmektir.
Biri diğerini kapsayabilir. Çünkü önce bunların herbirisi kendi şeklinde has
iken, daha sonraları birine diğerinin adı verilir olmuş ve sücuda rüku denilmiştir.
el-Mehdevi de der ki:
Onların rükua varmaları sücud idi, Hayır, sücudları rüku idi, diye de
açıklanmıştır.
Mukatil dedi ki: O
rükuundan Yüce Allah'a secdeye kapandı, yani durumu farkedince namaz kılmak
üzere ayağa kalktı, sonra rükudan secdeye kapandı. Çünkü her ikisi de aynı
zamanda eğilmeyi ihtiva etmektedir.
"Döndü"
günahından tevbe edip Allah'a yöneldi, demektir. el-Husayn b. el-Fadl dedi ki:
Abdullah b, Tahir el-Vali bana Yüce Allah'ın: "Rüku ederek yere
kapanıp" buyruğu hakkında rüku edene yere kapandı denilir mi? diye sordu,
ben hayır dedim, Bu sefer: O halde ayetin anlamı nedir? diye sordu, şöyle
dedim: O daha önce rükuda iken yere kapandı, yani secde etti, demektir.
20- Burada Geçen
Tilavet Secdesinin Hükmü:
Davud (a.s)'ın bu
secdesinin Kur'an-ı Kerim'de yapılması emrolunup istenmiş secdelerden olup
olmadığı hususunda farklı görüşler vardır.
Ebu Said el-Hudri'nin
rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) minber üzerinde "Sad, Çok şerefli
Kur'an'a andolsun" buyruğunu okudu. Secde ayetine varınca indi, secde
etti. Müslümanlar da onunla birlikte secde ettiler. Bir başka gün yine bu
buyrukları okudu. Müslümanlar secde etmek için hazırlandılar. Bu sefer
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu bir peygamberin tevbesini ifade
etmektedir. Ancak ben sizin secde için hazırlandığınızı gördüm" deyip
(minberden) indi ve secde etti. Davud'un lafzı budur.
Buhari'de ve
başkalarında da İbn Abbas'tan şöyle dediği zikredilmektedir: "Sad"
Kur'an-ı Kerim'in azimetlerinden (açıkça secde edilmesi emredilmiş secde
ayetlerinden) değildir. Ancak ben Peygamber (s.a.v.)'ın burada secde ettiğini
görmüşümdür.
İbn Mesud yoluyla gelen
rivayette de şöyle dediği kaydedilmektedir: Sad bir peygamberin tevbesidir, orada
secde yapılmaz. Yine İbn Abbas'tan: O bir peygamberin tevbesidir, peygamberiniz
de ona uymakla emrolunmuşlardandır
İbnu'I-Arabi dedi ki:
Benim kanaatime göre burası secde yeri değildir. Ancak Peygamber (s.a.v.)
burada secde etmiştir, biz de ona uyarak secde ederiz.
Sücudun anlamı şudur:
Davud (a.s.) Rabbine zilletle boyun eğip günahını da itiraf ederek, günahından
tevbe ederek, Rabbine secdeye kapandı. O bakımdan kim burada secdeye kapanacak
olursa, bu niyet ile secde etsin. Belki Yüce Allah, tabi olduğu Davud (a.s)'ın
hürmetine ona mağfiret edebilir. Bizler, bizden öncekilerin şeriatının bizim
için de şer'i hüküm ifade ettiğini (şer'u men kablena) kabul edenlerden olalım,
ister kabul etmeyenlerden olalım, farketmez. Çünkü bu bütün ümmetlerde herkes
için meşru bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
21- Buradaki Şükür
Secdesi Nasıl Yapılmalıdır?
İbn Huveyzımendad dedi
ki: Yüce Allah'ın: "Rüku ederek yere kapanıp (Allah'a) döndü"
buyruğunda, şükür maksadıyla sadece secdeye varmanın caiz olmadığına delalet
vardır. Çünkü burada sücud ile birlikte ruku da sözkonusu edilmiştir. Caiz olan
şekil iki rekat namaz kılmasıdır. Tek başına bir secde caiz değildir. Çünkü hem
Rasulullah (s.a.v.)'a, hem de ondan sonraki imamlara (halifelere) müjde türünden
haberler geliyordu, Fakat onlardan herhangi birisinin şükür olmak üzere secdeye
kapandığı rivayeti nakledilmiş değildir, Eğer onlar böyle bir işi yapsalardı,
elbetteki bu birbirini destekleyen rivayetler halinde nakledilirdi, Çünkü böyle
bir şeyin caiz olup alınadığının ve Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olup
olmadığının bilinmesine herkesin ihtiyacı vardır.
Derim ki: İbn Mace'nin
Sünen'inde Abdullah b, Ebi Evfa'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) Ebu
Cehil'in kellesinin koparıldığı müjdesini alınca, iki rekat namaz kılmıştır.
Ebu Bekre yoluyla rivayet ettiği hadise göre de Peygamber (s.a.v.)'a
sevindirecek bir hususun haberi geldi mi Yüce Allah'a şükür olmak üzere secdeye
kapanırdı rivayetini de zikretmektedir. İmam Şafii ve başkalarının kabul ettiği
görüş de budur,
22- Tilavet Secdesi
Yaparken Okunacak Dualar:
Lafız başkasının olmak
üzere Tirmizi ve başkalarının rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.) döneminde
ensardan bir adam geceleyin bir ağacın arkasında saklı olarak namaz kılarken:
"Sad, çok şerefli Kur'an'a andolsun ... " buyruğunu okuyordu. Secde
ayetine gelince, o da secde etti, onunla birlikte ağaç da secde etti. Ağacın:
''Allah'ım, bu secde sebebiyle bana büyük bir ecir ver ve bunun sebebiyle bana
şükretmeyi nasib kıl" dediğini duydu.
Derim ki: İbn Mace
Sünen'inde, İbn Abbas'tan şöyle dediğini kaydetmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın
yanında idim. Bir adam ona gelip dedi ki: Dün rüyamda kendimi bir ağacın
dibinde namaz kılarken gördüm. Secde ayetini okudu, ben de secde ettim. Benim
secdem dolayısıyla ağaç da secde etti. Bu arada ağacın: (...): Allah'ım, bu
secde sebebiyle benden bir günahı sil, onun sebebiyle bana bir ecir yaz ve bu
secdemi(n ecrin)i benim için saklı kıl," dediğini duydum. İbn Abbas dedi
ki: Ben de Rasülullah (s.a.v.)'ın secde ayetini okuduğunu ve bunun üzerine
secde ettiğini, secdesi sırasında da o adamın, ağacın söylediğini haber verdiği
sözleri söylediğini de duydum.
Bunu es-Salebi,
"Ebu Said el-Hudri'den .. '' diye rivayet etmiştir. Buna göre Ebu Said
dedi ki: Ey Allah'ın Rasülü dedim. Ben kendimi rüyada bir ağacın altında
gördüm. Ağaç Sad Süresi'ni okuyordu. Secde ayetine gelince, orada secde etti.
Sücudu sırasında da şöyle dediğini duydum; Allah'ım, bu secde sebebiyle benim
için bir ecir yaz ve benden bir günahı sil. Onun sebebiyle bana bir şükür nasib
et, kulun Davud'dan secdesini kabul ettiğin gibi bunu da benden kabul buyur.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bana şöyle dedi; "Ey Ebu Said sen de
secde ettin mi?" Ben; Allah'a yemin ederim ki, hayır ey Allah'ın Resulü,
dedim. Şöyle buyurdu; "Ağaçtansa senin secde etmen daha uygundu."
Sonra Peygamber (s.a.v.) Sad Suresi'ni secde ayetine varıncaya kadar okudu,
sonra secde etti, sonra da ağacın dediğinin benzerini söyledi.
23- Davud (a.s)'ın
Mağfirete Nail Olması:
"Biz de ona bunu
mağfiret ettik" buyruğu Biz de ona günahını bağışladık, demektir.
İbnu'I-Enbari dedi ki:
"Biz de ona bunu mağfiret ettik" buyruğu tam bir vakıftır. Daha sonra
da "Şüphesiz onun ... " diye okumaya başlar.
el-Kuşeyri dedi ki:
Bununla birlikte: "Biz de ona mağfiret ettik" diye vakıf yaptıktan
sonra: ''İşte böyle, şüphesiz onun ... vardır" diye başlar.
Yüce Allah'ın: "Bu.
böyledir azgınlar için muhakkak ... vardır" (Sad, 55) buyruğu gibidir.
Yani durum işte böyledir, anlamındadır.
Ata el-Horasanı ve
başkaları dedi ki: Davud (a.s) yüzünün etrafında ot bitip başını örtünceye
kadar kırk gün süreyle secdede kaldı. Sonra ona şöyle seslenildi: Aç mısın sana
yemek verilsini Yoksa çıplak mısın giydirilesin? Bunun üzerine öyle bir
hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle
ona mağfiret olundu ve bu sebeple günahı setredildi.
Bu sefer dedi ki: Rabbim
bu benimle Senin arandaki günahım. Onu bağışlamış bulunuyorsun, peki
İsrailoğullarından olan şu şu adamların durumu ne olacak? Ben onların
çocuklarını yetim, kadınlarını dul bıraktım. Buyurdu ki: Ey Davud! Kıyamet
gününde senin tarafından gelmiş herbir zulmü cennetin sevabı karşılığında o
kişiden sana bağışlamasını isteyeceğim. Davud dedi ki: Rabbim kolay mağfiret
işte böyle olur. Sonra: Ey Davüd başını kaldır, denildi. Başını kaldırmak
istedi ancak yere batmış olduğunu gördü. Cebrail gelip ağaçtan zamkı
koparıldığı gibi, onu yerin üzerinden söküp Çıkardı. Bunu el-Velid b. Muslim
İbn Cabir'den, o Ata'dan rivayet etmiştir. elVelid dedi ki: Ayrıca Munir b.
ez-Zubeyr bana haber verdi, dedi ki: Davud'un secde yerleri yere yapıştı.
Yüzünden de Allah'ın dilediği miktar yapışmıştı. el-Velid dedi ki: İbn Lehia
dedi ki: Secdesi sırasında: Seni tenzih ederim, işte benim içeceğim olan
gözyaşlarım ve işte benim yiyeceğim önümdeki bir külün içerisinde, diyordu. Bir
rivayette belirtildiği ne göre o kırk gün secdede kaldı. Farz namaz dışında
başını kaldırmadı. Gözyaşlarından ot bitinceye kadar ağlayıp durdu.
Bu Ebu Hureyre yoluyla
merfu bir hadis olarak da rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) buyurdu
ki: "Davud kırk gün süreyle secde de kaldı. O kadar ki gözyaşlarından
biten ot başını örttü. Yer onun alnını aşındırdı. Secdesinde de: Rabbim, Davüd
bir defa yanıldı ve bu yanılması sebebiyle doğu ile batı arasındaki mesafe
kadar uzaklaştı. Rabbim, eğer Davud'un zayıflığına merhamet buyurmaz, günahını
bağışlamazsan, sen ondan sonra insanlar arasında günahını konuşulacak bir söz
kılarsın. Kırk sene sonra Cebrail ona dedi ki: "Ey Davud! Şüphesiz Allah
senin içinden işlemeyi geçirdiğin günahı sana bağışlamış bulunuyor.''
Vehb dedi ki: Davud
(a.s)'a şöyle seslenildi: Şüphesiz ben sana mağfiret buyurdum. Ancak Cebrail
gelip kendisine: Rabbin sana mağfiret buyurmuşken, ne diye başını
kaldırmıyorsun deyinceye kadar, başını da kaldırmadı. Bunun üzerine şöyle dedi:
Rabbim bu nasıl olur' Sen hiç kimseye zulmetmezsin. Bunun üzerine Yüce Allah
Cebrail'e şöyle buyurdu: Davud'a git ve ona Orya'nın kabrine gidip ondan
helallık dilemesini söyle. Onun seslenişini Orya'nın duymasını Ben
sağlayacağım. Bunun üzerine Davud üzerine hayvan postları giyindi, Orya'nın
kabri yanında oturdu. Ey Orya diye seslendi, Orya: Buyur, benim bu lezzetimi
yarıda kesip beni uyandıran da kim? diye sordu. Davud: Ben kardeşin Davud'um,
bana hakkını helal etmeni diliyorum. Çünkü ben seni öldürülme tehlikesiyle
karşı karşıya bıraktım, dedi. Orya: Sen beni cennetle karşı karşıya getirdin,
sana hakkımı helal ediyorum, dedi.
el-Hasen ve başkaları da
dedi ki: Davud (a.s) o günahtan sonra ancak günahkarlarla oturup kalkmaya
başladı. Onlara da: Pek günahkar Davud'a gelin, diyordu. Her ne içtiyse mutlaka
ona gözyaşlarını karıştırırdı. Kuru arpa ekmeğini bir kaba koyar ve
gözyaşlarıyla o ekmeği ıslatıncaya kadar ağlar dururdu. Onun üzerine kül ve tuz
serper, onu yer ve: Günahkarların yiyeceği budur, derdi. Günahını işlemeden
önce gecenin yarısını namaz kılar ve senenin yarısını oruçla geçirirdi. Daha
sonra ise senenin tamamını oruçla ve gecenin tümünü namaz kılarak geçirmeye başladı.
Rabbim, günahımı avucumda kıl dedi, bunun üzerine günahı avucuna nakşedildi.
Elini bir yemeğe, içeceğe ya da herhangi bir şeye uzattı mı mutlaka onu görür
ve bundan dolayı ağlardı. Kendisine üçte ikisi dolu bardak getirilir, o bardağı
eline aldı mı günahını görürdü. Gözyaşlarından dolup taşmadan o bardağı
dudaklarının üzerine koymazdı.
el-Velid b. Müslim
rivayetle dedi ki: Bana Ebu Amr el-Evzai'nin anlattığına göre Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Davud'un gözleri su damlatan iki kırba gibi
idi. Gözünden akan yaşlar tıpkı suyun yerde kendisine yatak açması gibi
yanağı-nda kendisine akacak yerler açmıştı."
el-Velid dedi ki: Osman
b. Ebi'I-Atike'nin bize anlattığına göre Davud'un henüz o hatasını işlememiş
iken günahkarlar hakkında söylediği ağır sözlerden birisi: Allah'ım,
günahkarlara mağfiret etme, sözü idi. Daha sonra: Allah'ım, Rabbim!
Günahkarlara mağfiret buyur ki, onlarla birlikte Davud'a da mağfiret edesin.
Nurun yaratıcısı, her türlü eksiklikten münezzehtir. Ya ilahi! Ben çıkıp kullarının
tabiblerine benim günahımı tedavi etmelerini istedim, hepsi bana Senin kapını
gösterdi. Ya ilahi! Ben bir günah işledim, bu günahın mahsulünü -eğer onu
bağışlamayacak olursan- kıyamet gününde vereceğin azab kılacağından korkarım.
Nurun yaratıcısını her türlü eksiklikten tenzih ederim. Ya ilahi! Ben günahımı
hatırladım, yeryüzü, genişliğine rağmen bana dar geldi. Fakat senin rahmetini
hatırlayınca, canım bana geri döndü, diye dua etti.
Haberde kaydedildiğine
göre Davud (a.s) minbere çıktı mı insanlara işlediği günahın izini göstermek
maksadı ile sağ elini kaldırır ve onlara doğru çevirip şöyle seslenirdi: Ya
ilahil Ben günahımı hatırladığım vakit yeryüzü genişliğine rağmen bana dar
geliyor. Senin rahmetini hatırladığımda da canım bana tekrar geri dönüyor.
Rabbim Sen günahkarlara -onlarla birlikte Davud'un günahını da bağlşlaman için-
mağfiret buyur.
Davud (a.s) içerisi kül
ile doldurulmuş liften yedi döşek üzerinde otururdu. Onun göz yaşları
ayaklarının dibini ıslatırdı. Nihayet bütün bu döşekleri ıslatır ve yaşları
altlarından sızardı. Ağlayıp sızladığı gün geldi mi, onun münadisi yollarda,
çarşı-pazarlarda, vadilerde, dağ yollarında, dağların başlarında ve mağara
ağızlarında şöyle seslenirdi: Şunu bilin ki, bugün Davud'un ağlama günüdür.
Günahından ötürü ağlamak isteyen kimse Davud'a gelsin ve ona yardımcı olsun.
Mağaralarda, vadilerde ibadete çekilmiş olanlar onun bulunduğu yere gelir,
minberi etrafında sesler birbirine karışır. Yırtıcı hayvanlar, yabaniler ve
kuşlar onun etrafında durur. İsrailoğulları da minberinin etrafını çevirir.
Feryad ve figana başlayıp yanıp yakılması gözyaşlarının pınarlarını coşturunca
bu sefer etrafındaki cemaat de tek bir sesten ağlar, feryad ve figan ederdi.
Hatta böyle bir günde minberi etrafında pekçok kişi ölürdü.
Nakledildiğine göre
Davüd (a.s) aniden bir cumartesi günü öldü. Mihrabına çıkıp inmekte iken ölüm
meleği ona gelerek: Ruhunu kabzetmeye geldim, dedi. Ona: Bana izin ver de
yukarı çıkayım yahut aşağı ineyim. Melek:
Buna imkanım yok.
Günler, aylar, yıllar, atacağın adımlar, rızıklar tükenmiş bulunuyor. Artık sen
bundan sonra bir ayak izi dahi bırakamayacaksın. Bunun üzerine Davüd minberdeki
bir basamak üzerinde secdeye kapandı ve bu haliyle canını aldı. (Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır).
Davud ile Musa -ikisine
de selam olsun- arasında beşyüzdoksandokuz yıllık bir süre vardır.
Beşyüzyetmişdokuz yıl olduğu da söylenmiştir. Davud (a.s) yüzyıl yaşadı,
halifeliği oğlu Süleyman'a vasiyet etti.
24- Davud (a.s.)'ın
Konumu:
"Şüphesiz onun
nezdimizde bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır" buyruğu ile
ilgili olarak Muhammed b. Kab ile Muhammed b. Kays şöyle demişlerdir:
"Şüphesiz onun nezdimizde" mağfirete nail oluşundan sonra "bir
yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır." İkisi de derler ki: Allah'a
yemin ederim, kıyamet gününde kadehten ilk içecek kişi Davud (a.s)'dir.
Mücahid de Abdullah b.
ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Yakınlığı" kıyamet
gününde Yüce Allah'a yakınlık demektir. Mücahid'den de şöyle dediği nakledilmiştir:
Yüce Allah kıyamet gününde Davüd'u günahı eline nakşedilmiş olarak
diriltecektir. Kıyamet gününün o dehşetli hallerini göreceğinde Yüce Allah'ın
rahmetine sığınmaktan başka bir korunacak yer bulamayacaktır. Sonra günahını
görecek, bundan tedirgin olacak, kendisine: Buraya, buraya denilecek. Tekrar
günahını görecek, tedirgin olacak yine ona: Buraya, buraya denilecek. Yine bunu
görecek, tedirgin olacak tekrar ona: Buraya, buraya denilecek. Nihayet Yüce
Allah'a yaklaşacak ve huzur bulacaktır. İşte Yüce Allah'ın: "Şüphesiz onun
nezdimizde bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır." buyruğu bunu
anlatmaktadır. Bunu etTirmizı el-Hakim zikretmektedir. (el-Hakim) dedi ki: Bize
el-Fadl b. Muhammed anlattı, dedi ki: Bize Abdu'l-Melik b. el-Esbağ anlattı,
dedi ki: Bize elvelid b. Müslim anlattı, dedi ki: Bize İbrahim b. Muhammed
el-fezari, Abdu'l-Melik b. Ebi Süleyman'dan anlattı, dedi ki: Abdu'l-Melik de
Mücahid'den diyerek bu rivayeti zikretti. Tirmizi dedi ki: Ben uzun bir süre bu
ayet-i kerimeleri okuyup duruyor fakat Yüce Allah'ın: "Rabbimiz hesab
gününden önce payımızı bize çabuk ver" (Sad, 16) buyruğundan maksadın ve
anlamın ne olduğu benim için açıklığa kavuşmuyordu. Buradaki "el-kıt
(pay)" sözlükte sahife demektir. Şöyle ki Rasülullah (s.a.v.) onlara:
"Kitabı sağdan verilmiş olana gelince ... " (el-Hakka, 19) buyruğunu
okuyup da kendilerine: Siz bütün bu yaptıklarınızı da sol tarafınızdan
verilecek sahifelerinizde yazılmış göreceksiniz deyince, bu sefer onlar:
"Rabbimiz hesab gününden önce payımızı" yani sahifemizi "bize
çabuk ver" dediler. Yüce Allah da ona: "Onların dediklerine sabret ve
güçlü kulumuz Davüd'u hatırla!" dedi. Daha sonra (et-Tirmizi el-Hakim)
Davüd'un günahının kıssasını başından sonuna kadar kaydettikten sonra şöyle
demektedir: Kendi kendime divordum ki: Yüce Allah ona söylediklerine
sabretmesini ve Davüd'u hatırlamasını emretti. Acaba bu hatırlatma ile ne
kastedilmiştir' Bunun onunla ilişkisi nedir? Bir türlü kalbime huzur verecek
bir şeye vakıf olamıyordum. Nihayet Yüce Allah bir gün bana bunu da gösterdi ve
bu hususta Rabbimin ilhamımı mazhar oldum. Buna göre bu kimseler. içinde Yüce
Allah'ın emri ile alay ederek günah ve hatalarının yazılı bulunduğu amel
defterlerinin sol taraflarından kendilerine verilmesini kabul etmeyip inkar
ettiler ve: "Rabbimiz hesab gününden önce payımızı bize çabuk ver"
dediler. Peygamber (s.a.v.) onların bu alaylarından incindi. Yüce Allah da bu
sözlerine karşılık ona sabretmesini ve kulu Davüd'u hatırlamasını emretti.
Çünkü Davüd işlediği günahını elinde kazılmış olarak görmeyi dünyada istedi.
Bundan dolayı da başına gelenler geldi. öyle ki o bunu gördüğü vakit. bundan
ızdırap duyar ve elindeki kase gözyaşları ile dolardı. Günahının bu izini gördü
mü öyle ağlardı ki, kül ile doldurulmuş liften yedi döşekten bile ıslaklığı
geçerdi. O, günahının bağışlanmasından ve davacının mesuliyetinden yana
teminatın verilmesinden ve şanı Yüce Allah'ın hasmını razı edip bağışlamasını
ondan isteyeceğine dair teminatın verilmesinden sonra bu dilekte bulunmuştu.
Halbuki Davüd onun sevdiği, onun dostu ve seçkin bir kulu idi. Bu mertebe ile
birlikte, günahının izinin nakşedilmiş olması onu bu hale getirdi. Peki ya
Allah'ın düşmanları, yarattıklarının isyankarları ve hor ve hakir düşüreceği
kimselerin başına gelecekler ne olabilir' Eğer onların amel defterleri çabucak
verilip de küfür ve inkar üzere işledikleri o günahların suretini görecek
olurlarsa bu sahifelerdeki bu günahlara baktıkları vakit, başlarına neler
geleceğini görürlerse (halleri ne olur?) Yüce Allah onların halinin ne
olacağını haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Günahkarları kitabın
içindekilerinden korkuya kapılmış göreceksin. Vay bizim halimize! Bu kitaba ne
olmuş? Küçük, büyük hiçbir şey bırakmayıp sayıp dökmüş, diyecekler."
(el-Kehf, 49)
İşte Davud -Allah'ın
salat ve selamları üzerine olsun- mağfirete nail olmakla birlikte müjdeyi
almış, ilahi lutfa mazhar olmuş olmakla birlikte, o günahının suretini görmeye
tahammül edemiyordu, Bizim rivayetimize göre hadiste şöyle denilmiştir: Kıyamet
gününde ayasında onun nakşedilmiş olduğunu göreceği vakit tedirgin olacak, ona:
Buraya (gel) denilecek. Tekrar onu görecek yine tedirgin olacak, yine: Buraya
denilecek, Sonra onu yine tekrar görecek ve nihayet Yüce Allah'a
yakınlaştırılacak ve huzur ve sükun bulacaktır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN