ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAFFAT

91

/

96

 

فَرَاغَ إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ {91} مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ {92}

 فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَمِينِ {93} فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ {94} قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ {95} وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ {96}

 

91. Sonra gizlice putlarına varıp: "Yemez misiniz?" dedi.

92. "Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?"

93. Sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu.

94. Hızlıca ona geldiler.

95. "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi.

96. "Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır."

 

"Sonra gizlice putlarına varıp" es-Süddi dedi ki: Onların yanına gidip ...

 

Ebu Malik: Onlara gidip ... Katade: Onlara doğru gidip ... el-Kelbi: üzerlerine varıp ... diye açıklamışlardır. Yönünü onlara doğru çevirip ... anlamına geldiği de söylenmiştir. Anlamlar birbirine yakındır.

 

Buna göre: "Meyletti, yöneldi, meyleder yönelir, meyletmek yönelmek" demektir. "Meyilli, eğimli yol" demektir. Şair de şöyle demiştir:

 

"Sana dil ucuyla tatlılık gösterir, Ancak tilkinin sapıp gittiği gibi yanından uzaklaşıp gider."

 

"Yemez misiniz? dedi." Aklı başındaki varlıklara hitab eder gibi putlara hitab etti. Çünkü onlar putlarını bu duruma çıkarmışlardı. Aynı şekilde; "Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?" buyruğu da böyledir. Denildiğine göre putların önünde bayramdan dönüşleri sırasında yemek maksadıyla bıraktıkları yiyecekleri vardı. Bu yemekleri bırakmalarının sebebi ise -kendi kanaatlerine göre- putlarının bereketinin yemeğe geçmesi idi. Bu yemekleri put bakıcılarına bıraktıkları da söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre İbrahim (...) alay olsun diye o putlara yemek sunmuş ve: "Yemez misiniz? Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?" demişti.

 

"Sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu" buyruğunda vuruşun özellikle "sağ el" ile sözkonusu edilmesinin sebebi, daha güçlü olması, onunla indirilen darbenin daha ağır olmasından dolayıdır. Bu açıklamayı ed-Dahhak ve er-Rabi' b. Enes yapmıştır.

Bir başka açıklamaya göre buradaki "yemin (sağ)"den kasıt, onun: ''vallahi ... ben bu putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım'' (el-Enbiya, 57) diye yaptığı yemindir.

el-Ferra ve Sa'leb şöyle demişlerdir: Bundan kasıt, putlara güçlü bir darbe indirdiğidir. Yemin (sağ), güç demektir.

 

Bunun "adalet ile" anlamına geldiği de söylenmiştir. Burada yemin adalet demektir. Yüce Allah'ın: "Eğer bazı sözleri uydurup Bize isnad etseydi, Biz onu elbette sağımızia alıverirdik'' (el-Hakka, 44-45) buyruğunda da "yemin (sağ)" adalet ile ... (ondan intikam alırdık), anlamındadır. Bu bakımdan adalet için "yemin (sağ)", zulüm için ise "şimal (...)" kullanılır. Nitekim düşman ve masiyetler sözkonusu edildiğinde "şimal"in, itaat sözkonusu edildiğinde ise "yemin"in kullanıldığı görülmektedir. Bundan dolayı da:

"Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz" (es-Saffat, 28) diye buyurulmaktadır ki, itaat cihetinden gelirdiniz, demektir.

 

Yemin müslümanın adaletli tarafıdır, şimal ise zulüm tarafıdır. Nitekim mü'min antlaşma (misak) gününde sağı ile Yüce Allah'a bey'at edip söz vermiştir. O halde bey'at yemin ile yapılmıştır. İşte yarın mü'mine kitabının (amel defterinin) yemininden (sağından) verileceğinin sebebi budur. Çünkü o yaptığı bey'ate bağlı kalmıştır. Bey'atini bozan ve Yüce Allah'ın boyunduruğundan kaçıp kurtulan kimseye ise kitabı sol tarafından verilecektir. Çünkü zulüm o taraftadır. Buna göre "sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu" buyruğu misak gününde Yüce Allah'a bey'at etmiş olduğu o adaletin gereği olarak bunu yaptı ve bu dünyada vermiş olduğu bu sözü yerine getirmiş oldu, demektir. Bunun sonucunda da o putları kırıp döktü. Adeta un ufak etti. İşte burada onun sağ eliyle vurması kuvvetle vurması anlamında değildir. Bu açıklamayı et-Tirmizi el-Hakim yapmıştır.

 

"Hızlıca ona geldiler." Hamza: "Hızlıca geldiler" buyruğunu "ye" harfi ötreli olarak: (...);.) diye okumuştur. Diğerleri ise "ye" harfini üstün ile okumuşlardır. Hızlıca geldiler, demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır.

 

Katade ve es-Süddi: Yürüyerek geldiler, diye açıklamışlardır. Anlamın hep birlikte, ağır ağır ve herhangi bir kimsenin putlarına bir zarar vermeyeceğinden yana emin olarak geldiler, demek olduğu da söylenmiştir. Onlar yürümek ile koşmak arasında bir yürüyüşle geldiler, diye de açıklanmıştır. "Deve kuşunun koşmaya başlaması (ve bunun için kanatları açması)" tabiri de buradan gelmektedir. ed-Dahhak: Koşarak geldiler derken, Yahya b. Sellam kızgınlıklarından titreyerek geldiler anlamına geldiğini nakletmiştir. Böbürlenerek geldiler, diye de açıklanmıştır ki bu açıklamayı da Mücahid yapmıştır. (...): Gelinin kocasının evine zifaf için götürülmesi" tabiri de buradan alınmıştır. el-Ferezdak da şöyle demektedir:

 

"Aşılayıcı erkek develer dişilerinden önce koşarak geldi, Arkasından ise onlar (dişi develer) geldiler. Onlar da (aşırı soğuğun etkisinden) koşuyorlardı."

 

(...) şeklinde ötreli okuyanların okuyuşu, başkalarını koşmak durumunda bırakıyorlardı, anlamına gelir. Buna göre meful hazfedilmiş olur. el-Esmai dedi ki: "Develeri koşmak zorunda bıraktım" demektir.

 

Bunların iki ayrı söyleyiş olduğu, bu bakımdan: "O erkekler topluluğu koştular" denildiği gibi; "Gelini zifafa gönderdim" söyleyişleri hep aynı anlamdadır. "Gelinin zifafa girdiği yer" anlamındadır. Bu açıklama el-Halil 'den nakledilmiştir.

 

en-Nehhas dedi ki: "Ye" harfinin ötreli olarak okunuşu ile ilgili olarak Ebu Hatim bu söyleyişi bilmediğini iddia etmiştir. Ancak aralarında el-Ferra'nın bulunduğu ilim adamlarından bi. topluluk, bunu bilmişlerdi. el-Ferra bunu Arapların: "Adamı uzaklaşmak zorunda bıraktım" tabirlerine benzetmiştir, "Onu bir kenara uzaklaştırdım" demek olur. el-Ferra ve başkaları şu beyiti zikrederler: ''Husaynkendi kavminin başına geçmeyi temenni 'etti, Fakat Husaynzeliledildi ve kahredildi."

 

Yani bu hale düşürüldü. İşte "Sonunda bu şekilde koşacak noktaya vardıiar" anlamına gelir. Muhammed b. Yezid dedi ki: "Süratlice koşmak" demektir. Ebu İshak ise, bu deve kuşunun koşmaya ak başlaması hati demektir, der. Ebu Hatim de şöyle demiştir: el-Kisai birtakım kimselerin "fe" harfini şeddesiz olarak: (...) diye, (...) fiilinden: "Tarttı, tartar" gibi okuduklarını da iddia etmiştir.

 

en-Nehhas da şöyle demektedir: Bu Ebu Halim'in naklettiğidir. Ebu Hatim ise el-Kisai'den herhangi bir şey işitmiş değildir. el-Kisai'den rivayet eden el-Ferra ise el-Kisai'nin bu kelimeyi "fe" harfi şeddesiz olarak: (...) şekHnde bilmediğini rivayet etmektedir. el-Ferra dedi ki: Ben de bunu bu şekliyle bilmiyorum. Ebu İshak dedi ki: Ancak onlardan başkaları bunu bilmiş bulunuyor. Çünkü: "Hızlandı, hızlamr" denilir. en-Nehhas dedi ki:

Bununla birlikte biz (bu kelimeyi): (...) diye (şeddesiz) okuyan kimse olduğunu da bilmiyoruz.

 

Derim ki: el-Mehdevi'nin naklettiğine göre bu Abdullah b. Yezid'in kıraatidir.

 

ez-Zemahşeri "Hızlıca ona doğru itildiler" şeklinde meçhul bir fiil olarak ve: (...): şekli, "Deveye (hızlı yürümesi için) türkü çağırdı" fiilinden gelen bir mı olarak da (okunmuştur). Sanki ona doğru hızlıca gidişleri dolayısıyla biri diğerini itiyormuş gibi (ona doğru gittiler) demek olur.

 

es-Sa'lebi, el-Hasen, Mücahid ve İbn es-Semeyka'dan: "Deve kuşunun yürümek ile uçmak arası koşması"nı anlatan: (...) den gelen ve "ra" harfi ile bir fiil olarak okuduklarını zikretmektedir.

 

"Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi. Buyruğunda hazfedilmiş lafızlar vardır. Yani onlar: Bizim ilahlarımıza bu işi kim yaptı dediler. O da onlara karşı delil getirerek: "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz" dedi. Yani ellerinizle yonttuğunuz, düzelttiğiniz birtakım putlara mı ibadet ediyorsunuz?

 

"Yontmak, düzeltmek ve fazlalıklarını almak, törpülemek" demektir. "Onu yonttu, yontar" demektir. (...) ise "yontma neticesinde çıkan artıklar"a denilir, (...) da kendisi ile yontulan alet, yontma aleti demektir.

 

"Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır" buyruğundaki (...) nasb konumundadır. Yani Yüce Allah sizin yapıp ettiğiniz bu putları da yaratmıştır. ister ağaç, ister taş, ister başka şeylerden olsun. Yüce Allah'ın şu buyruğuna benzemektedir: ''Hayır, sizin Rabbiniz göklerle yerin Rabbi ve onları yoktan var edendir. "(el-Enbiya, 56)

Buradaki (Le )'ın istifham (soru) edatı anlamında olduğu da söylenmiştir.  Onların yaptıklarını küçümsemektir, tahkir etmek anlamına gelir. Bu edatın nefy edatı olduğu da söylenmiştir. Yani bunu yapan sizler değilsiniz, onu yaratan Allah'tır.

 

Ancak en güzeli bu edatın fiil ile birlikte mastar olmasıdır. ifadenin takdiri de şöyle olur: Halbuki Allah sizi de, sizin amelinizi de yaratmıştır. Ehli sünnetin mezhebi de budur. Onlara göre Allah fiillerin halikidir, kullar da o fiilleri kesbedenler (kazananlar)dır. Bu buyruk ile Kaderiye ve Cebriye'nin görüşleri iptal edilmekte, çürütülmektedir. Rivayete göre de Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu bildirmektedir: "Şüphesiz Allah her bir sanii (yapıcıyı) ve sanatını (onun yaptığını) yaratandır." Bunu esSalebi zikretmiş olduğu gibi, Beyhaki de bunu Huzeyfe'den gelen bir hadis olarak rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah herbir sanii ve onun sanatını yaratmıştır.'' O halde halik de O'dur, sani'de odur. O her türlü eksiklikten münezzehtir. Biz bu iki ismi "et-Kitabu'l-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde açıkladık.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Saffat 97-98

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR