SAFFAT 62 / 68 |
أَذَلِكَ
خَيْرٌ
نُّزُلاً
أَمْ
شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
{62} إِنَّا
جَعَلْنَاهَا
فِتْنَةً
لِّلظَّالِمِينَ
{63} إِنَّهَا
شَجَرَةٌ تَخْرُجُ
فِي أَصْلِ
الْجَحِيمِ {64}
طَلْعُهَا
كَأَنَّهُ
رُؤُوسُ
الشَّيَاطِينِ {65} فَإِنَّهُمْ
لَآكِلُونَ
مِنْهَا
فَمَالِؤُونَ
مِنْهَا
الْبُطُونَ {66}
ثُمَّ إِنَّ
لَهُمْ عَلَيْهَا
لَشَوْباً
مِّنْ
حَمِيمٍ {67}
ثُمَّ إِنَّ
مَرْجِعَهُمْ
لَإِلَى
الْجَحِيمِ {68} |
62.
Ziyafet olarak bu mu hayırlıdır, yoksa Zakkum ağacı mı?
63. Biz
onu zalimler için bir fitne kıldık.
64.
Muhakkak o, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.
65. Onun
meyvesi şeytanların başları gibidir.
66. İşte
muhakkak onlar bu ağaçtan yiyecekler ve ondan karınlarını dolduracaklar.
67.
Sonra onun üzerine kaynamış sudan bir katkıları olacaktır.
68.
Sonra dönüşleri muhakkak cehenneme olacaktır.
"Ziyafet
olarak" anlamındaki: (...) lafzı, beyan (temyiz olarak) nasb edilmiştir.
"Bu mu hayırlıdır?" buyrukları mübteda ve haberdir. Bu buyruklar Yüce
Allah'ın (bize hitaben) söyledikleridir. Ziyafet olarak cennetin nimetleri mi
hayırlıdır "yoksa Zakkum ağacı mı?" hayırlıdır, demektir.
"Nüzul:
Ziyafet" sözlükte -en-Nehhas'ın belirttiği gibi- genişçe rızık demektir.
"NüzI" de böyledir. Ancak "ze" harfi sakin olmak üzere
"nüzl"in ayrı bir söyleyiş olması mümkün olduğu gibi, bunun aslının
"nüzul" olması da mümkündür. "Onlara nüzulleri (ikramları)
yapıldı" tabiri de buradan gelmektedir. Bunun türediği asıl ise, varlığı
halinde konaklamalarına ve orada bir süre ikamet etmelerine elverişli olan
gıdanın bulunmasıdır. Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran Suresi'nin
sonlarında (190-200 ayetler, 20 ve 21. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır.
"Zakkum ağacı"
da tiksinti verici olduğu ve kokuşmuşluğu dolayısıyla oldukça gayret harcayarak
yutmak demek olan: "Zıkkımlanmak"tan türemiştir.
Müfessirler derler ki:
Bu ağaç (cehennemin) altıncı kapısındadır. Normal ağaçlar suyun serinliği ile
canlandığı gibi, bu ağaç da ateşin alevi ile canlanır. Cehennemliklerden olup
da onun daha yukarılarında bulunan kimselerin buraya gelerek bundan yemeleri
kaçınılmaz olduğu gibi, ondan daha aşağıda bulunanlar da ona çıkarlar.
Acaba bu ağaç Arapların
bilip tanıdıkları dünya ağaçlarından mıdır, değil midir, hususunda iki farklı
görüş vardır. Bir görüşe göre bu dünya ağaçlarından olup bilinen bir ağaçtır.
Bu görüşü kabul edenler hangi ağaç olduğu hususunda kendi aralarında ihtilaf
etmişlerdir. Kutrub der ki: Bu Tihame taraflarında yetişen ve en berbat
ağaçlarından birisi olan oldukça acı bir ağaçtır. Başkası, bu öldürücü bir
bitkidir, demektedir.
İkinci görüşe göre de
bu, dünya ağaçlarından tanınan bir ağaç değildir.
Zakkum ağacı hakkındaki
bu ayet-i kerime nazil olunca, Kureyş kafirleri: Biz bu ağacı tanımıyoruz,
dediler. Afrika'dan bir adam onların yanına geldiğinde ona sordular, o da: Bize
göre bu tereyağı ve hurma demektir. Bunun üzerine İbn ez-Ziba'ri: Allah
evimizdeki zakkumu çoğaltsın, dedi. Ebu Cehil de cariyesine: Haydi bizi
zıkkımlandır deyince, ona tereyağı ve hurma getirdi. Sonra da arkadaşlarına:
Zıkkımlanın, işte Muhammed'in bizi kendisi ile korkuttuğu budur. üstelik o,
ateş ağacı yakıp bitirdiği halde ateşin ağaç bitirdiğini iddia etmektedir,
dedi.
"Biz onu
zalimler" müşrikler "için bir fitne kıldık." Çünkü onlar: Ateş
ağacı yaktığı halde cehennem ateşinde nasıl ağaç olur, demişlerdi. Bu anlamdaki
açıklamalar daha önce el-İsra Suresi'nde (60. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Onların bu hususu bu şekilde alaya almaları, Yüce Allah'ın:
"Onun üzerinde
ondokuz (melek) vardır. "(el-Müddessir, 30) buyruğu ile ilgili
söyledikleri: Bu sayının özellikle belirlenmesinin sebebi nedir? demelerine
benzer. Hatta kimileri: Ben onlardan şu kadarı ile baş ederim, siz de
diğerlerini halledin, diyecek noktaya kadar gelmişti. Bunun üzerine Yüce Allah
da: "Onların sayısını da inkar edenler için ancak bir fitne kıldık"
(el-Muddessir, 31) diye buyurmuştu.
Fitne, sınamak demektir.
Onların bu sözleri cahilliklerinden kaynaklanıyordu. Çünkü Yüce Allah, cehennem
ateşinde tasmalar, zincirler, yılanlar, akrebler, ateşin bekçilerini yarattığı
gibi, orada ateşin türünden ve ateşin yiyip bitirmediği bir ağaç yaratması
aklen imkansız bir şey değildir.
Şöyle de denilmiştir:
Kafirlerin uzak bir ihtimal olarak gördükleri bu husus, şu an inkarcıların
içine düştüğü durumu andırmaktadır. Öyle ki bu inkarcılar cenneti ve cehennemi
ruhları etkileyen bir nimet yahut bir ceza olarak yorumladılar, amellerin
tartılmasını, Sırat'ı, Levhi, Kalemi de kendilerince uydurdukları birtakım
anlamlara göre açıkladılar. Onların bu açıklamaları ise müslümanların şer'ı
kaynaklardan anladığından farklı açıklamalardır. Oysa aklen kavranılması zor
herhangi bir hususu haber-i sadık (doğru haber) ifade edecek olursa,
takınılması gereken tutum -onun bir te'vilinin yapılması mümkün olsa dahi-
tasdik edilmesidir. Diğer taraftan müslümanların icma ile batıl kabul ettikleri
bir hususta te'vilde bulunmak caiz değildir. Müslümanlar ise bu gibi hususları
batın ilmine başvurmaksızın olduğu gibi kabul etmek üzere icma etmişlerdir.
Ayet-i kerimedeki
"fitne"nin zalimlere verilecek ceza anlamında olduğu da söylenmiştir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Fitnenizi (azabınızı) tadını işte
bu çabucak gelmesini istediğinizdir. "(ez-Zariyat, 14)
"Muhakkak o,
cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır." Yani bu ağaç cehennemin dibinden
çıkar. Kaynağı orasıdır, sonra da dalları cehennemin diğer yerlerine uzanır.
"Onun meyvesi"
yani mahsulünün: (...) diye adlandırılması; çıkması, ağaçta görülmesi
dolayısıyladır.
"şeytanların
başları gibidir." Bizatihi şeytanları kastettiği söylenmiştir.
Onun mahsullerini
çirkinlikleri dolayısıyla şeytanların başlarına benzetmiştir. Şeytanların başları
görünen bir şeyolmasa dahi, insan hayalinde tasavvur olunan bir şeydir. Nitekim
Arapların çirkin olan herbir şeye "o şeytana benzer" demeleri güzel
olan herbir surete de: "o melek suretine benziyor" demeleri de bu
kabildendir. Yüce Allah'ın Yusuf (a.s)'ı gören kadınların durumunu haber
verirken: "Bu bir beşer değildir. Bu ancak çok şerefli bir melektir.
"(Yusuf, 31) dediklerini haber verdiği ifadeler de bu kabildendir. Bu
tahyili bir benzetmedir. Bu anlamdaki bir açıklama İbn Abbas ve el-Kurazı'den
de rivayet edilmiştir. İmruu'l-Kays'ın şu mısraındaki canlandırma da bu
kabildendir: "Uçları öyle parlak ve keskin (oklar) ki; gulyabanilerin azı
dişleri gibidir."
Gulyabaniler her ne
kadar bilinmiyor ise de hayalde onların çirkinliklerini tasavvur ettiğinden
dolayı (bu benzetmeyi) yapmıştır.
Yüce Allah da: "ins
ve cin şeytanlarını ...'' (el-En'am, 112) diye buyurmuştur. İnsanların azgın
olanları gözle görülen şeytanlardır. Sahih hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Sanki onun hurmaları şeytanların başları gibidir. ''
Araplardan pekçok kimse
şeytanları ve gulyabanileri gördüğünü iddia etmiştir. ez-Zeccac ve el-Ferra
şöyle demişlerdir: Şeytanlar başları ve başlarında ibikleri bulunan yılan
çeşitleridir. Bunlar en çirkin ve en kötü, bedenen de en hafif olanlarıdır.
Recez vezninde şair bir kadını, ibiği bulunan yılana benzeterek şöyle
demektedir: "Öyle huysuz bir kadın ki o da yemin eder ben yemin ettiğimde,
Yılanların yuvalandığı yabani incirdeki ibikli yılan gibidir."
Bir başka şair de dişi devesinin
yularını nitelendirirken şunları söylemektedir: "Hadramevt'linin yuları
ile oynar, Sanki o yular, cılız bitkileri bulunan kurak bir yerdeki yılanın
kıvrılması gibidir."
Bir başka açıklamaya
göre bu, Yemen'de Esten ve Şeytan diye adlandırılan oldukça kötü bir bitkiye
benzetilmiştir. en-Nehhas: Araplarca bu bilinen bir şey değildir, demiştir.
ez-Zemahşeri de şöyle
demiştir: Bu meyvelerine "şeytanların başları" adı verilen çirkin
görünümlü, acı, pis kokan kaba bir ağaçtır. en-Nehhas da şöyle demiştir:
Şeytanların, çok çirkin bir çeşit yılan türü olduğu söylenmiştir.
"İşte muhakkak
onlar bu ağaçtan yiyecekler ve ondan karınlarını dolduracaklar."
Cennetliklerin rızkı yerine onların da yiyecekleri de, meyveleri de budur. Yüce
Allah el-Gaşiye Süresi'nde; ''Onlar için darı"den başka bir yiyecek
yoktur. "(el-Ğaşiye, 6) diye buyurmaktadır. Bu da ileride gelecektir.
"Sonra" o
ağaçtan yemelerinin arkasından "kaynamış sudan bir katkıları olacaktır.
"
Bu buyruktaki: (...):
Katthak, karıştırmak, demektir. (...) diye söylendiği gibi, (...) diye de
söylenir. "Fakr ve fukr" söyleyişleri gibi. Bununla birlikte
("şin" ve "fe" harflerinin) üstün okunuşları daha
yaygındır.
el-Ferra der ki:
"Yiyeceğine ve içeceğine herhangi bir şey katıp karıştırdı" demektir.
Mastarları: -(...) diye gelir. Yüce Allah bu buyruğu ile yiyeceklerine katkı
konuladiğını bildirmektedir. (Bu katkının adı olan): "el-Hamim"
oldukça sıcak su demektir. Böylece bu katkı ile yediklerinin daha kötü olması
sağlanacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bağırsaklarını
paramparça eden kaynar sudan içirilen kimseler ... " (Muhammed, 15)
es-Süddi der ki: O Hamim
(kaynar su); onlara gözlerinin yaşı olan ğassak ve cerahat ve kanlarının irini
ile karıştırılacaktır.
Bir başka görüşe göre azaplarının
ağırlaştırılması, musibetlerinin tekrarlanması, Zakkumun acılığı ile hamim (çok
sıcak su)'in sıcaklığını bir arada tatmaları için, zakkumlarına kaynar su
(hamim) karıştırılacaktır.
"Sonra dönüşleri
muhakkak cehenneme olacaktır." Denildiğine göre bu onların Zakkumu
yiyecekleri vakit cehennem ateşi azabından bir başka azapta olacaklarını, sonra
da cehenneme döndürüleceklerini göstermektedir.
Mukatil de şöyle
demektedir: Hamim (kaynar su), Cahim'in dışındadırlar.
Onlar oradan içmek için
hamime gelirler, sonra tekrar Cahime geri döndürülürler. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: ''işte bu günahkarların yalan saydığı cehennemdir. Onlar bunun
ile sıcak su (Hamim) arasında gidip geleceklerdir." (er-Rahman, 43-44)
İbn Mesud da bu buyruğu:
"Sonra onların döndürülecekleri yer muhakkak Cahim (Cehennem)
olacaktır" diye okumuştur.
Ebu Ubeyde de şöyle
demiştir: Buradaki: "Sonra" edatının "vav: ve" anlamında
olması mümkündür. el-Kuşeyrı de şöyle demektedir: Hamim (kaynar su)'in
cehennemin bir tarafında bir yerde olma ihtimali de vardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN